Geçtiğimiz yüzyıl, Hobsbawm’ın ifadesiyle “aşırılıklar çağı” idiyse eğer, 21. yüzyıl da “hız çağı” olacak gibi görünüyor. Çünkü insanoğlunun bilinen tarihi hep değişimlerin hikayeleri ile dolu olsa da, hiçbir zaman değişim bu kadar hızlı yaşanmadı. Gün geçmiyor ki, yeni bir teknolojik ürün ya da uygulama insan hayatına girmiş olmasın. Cep telefonlarının ilk çıktığı dönemdeki “ilkel modelleri” ve sınırlı fonksiyonlarından bugün kullandığımız “akıllı modeller” düzeyine gelene kadar geçirdiği evrimi hatırlamak bile hepimizin teknolojinin hayatımızda yarattığı değişimi görmesi açısından inanılmaz bir tecrübedir.
Bizler 19. yüzyılda yaşanan sanayi devriminin insanoğlunun sosyal, ekonomik ve siyasi hayatında yarattığı dönüştürücü etkisini hala anlamaya çalışıyorken, bugün ortaya çıkan ve “Endüstri 4.0” olarak nitelenen yeni bir teknolojik devrimin önümüzdeki yıllarda toplumsal hayatımızı nasıl etkileyeceği sosyal bilimcilerin en çok tartışması gereken konulardan biri olmalıdır. Özellikle “Yapay Zeka” olarak adlandırılan ve insanların ürettiği makinaların, kendisine yüklenen yazılımlar (algoritmalar) vasıtasıyla öğrenen (düşünen) yapay beyinlere dönüşmesi ve giderek “daha zeki” makinelere ya da akıllı robotlara evirilmesi güvenlikçilerden sosyologlara, ekonomistlerden felsefecilere ve siyasilerden teologlara kadar hemen herkesin gündemini meşgul etmesi gayet doğaldır. Bazıları için bu devrimsel gelişme insanlık adına hem bir başarı hem de olumlu anlamda hayatımızı kolaylaştıracak büyük bir adımdır. Oysa bazıları için Yapay Zeka devrimi, insan ve toplum hayatında sonuçları önceden kestirilemeyecek çok farklı sonuçlara yol açacak kadar riskli ve tehlikeli bir süreç olarak görülmektedir.
YAPAY ZEKA DEVRIMI
Dördüncü endüstri devrimi olarak tanımlanan ve ilk kez Almanlar tarafından ortaya atılan “Endüstri 4.0”, robotik üretim ve bilgi çağının da ötesinde dijital imalat, otonom robotlar, nesnelerin interneti (IoT), yapay zekâ, akıllı bilişim ağları, siber güvenlik sistemleri gibi bileşenlerden oluşan bir dizi gelişmenin ortak adıdır. Bu teknolojik değişime uyumu sağlayacak yeni eğitim süreçlerini anlatmak için “Eğitim 4.0” yaklaşımı geliştirilmiştir. Benzer bir kavram olarak “Toplum 5.0” ise Japonya menşeli bir yaklaşım olup, Endüstri 4.0 sonrası için tasarlanmış insan ve toplum odaklı çözüm arayışını ifade etmektedir.
Eğitim 4.0, halihazırda ülkemizde de kullanılmakta olan uzaktan eğitim, proje tabanlı öğrenme, internet tabanlı öğrenme, yaşam boyu öğrenme gibi bileşenlerden oluşup, gelişen teknolojiyi anlayabilecek ve gelişen teknolojiye ayak uydurabilecek yeni nesiller yetiştirmeyi amaçlarken; Toplum 5.0 ise benzer bileşenleri kullanarak yapay zekâ ve nesnelerin interneti gibi gelişen teknolojiyi doğru bir şekilde yönetebilecek, kontrol edebilecek nesiller yetiştirmeyi amaçlamaktadır. Bir anlamda Toplum 5.0 insan odaklı bir yaklaşım olup, Endüstri 4.0 sonrasında “iyi toplumu” inşa etmek için tasarlanmıştır ve daha insani bir toplum tasavvurunu yansıtır.
Özellikle nesnelerin interneti (IoT) ve yapay zekâ, sağladıkları ufuk açıcı faaliyet alanlarıyla bugünümüzün ve geleceğimizin vazgeçilmez uygulamaları haline gelmektedir. Kısaca, görevlerini yerine getirirken insan zekasını taklit eden, insan tarafından kontrol edilmeye ihtiyaç duymayan, muazzam zenginlikteki verileri tekrarlamalı olarak kullanarak kendini geliştirebilen sistemler anlamına gelen yapay zeka, günümüzde eğitim, sağlık, tıp, hatta müzik gibi birçok alanda kullanılmaktadır ve her geçen gün kullanım alanını geliştirmektedir. Bazı uzmanlar, yapay zeka devriminin insan ve toplum hayatına yönelik dönüştürücü etkisinin 19. yüzyılda ortaya çıkan Birinci Sanayi Devriminin üç bin katı kadar fazla olacağını öngörmektedirler.
YAPAY ZEKA VE ETIK SORUNLAR
Sanayi devrimi ve sonrasında gelişen teknoloji sayesinde üretim süreçlerinin otomasyonu ile giderek insan faktörünün yerini robotların alması gibi, yapay zekanın da zamanla insanın yerini almaya başlayacağı düşünülmektedir. Ancak bu kez değişen “insan kası” değil, “insan zekâsının yeri bir teknolojik ürün tarafından ikame edilmektedir. Çünkü yapay zeka uygulamaları insan zekâsı ve kontrolünün dışında, zengin veri setlerini algoritması ve matematik zekasıyla analiz ederek kendi kurgulamış olduğu kararları uygulayabilmektedir. Adeta egemenliğin insandan yapay zekayı kullanan makinelere şimdilik belli çerçevelerde devri söz konusudur.
Oysa, insanı diğer canlı ve cansız varlıklardan ayırt eden en önemli özelliği olan hür iradeye dayalı “karar alma” kabiliyeti böylece hiçbir duygu, ahlak ve değer sahibi olmayan makinelere bırakılmış olmaktadır ve tam da bu nedenle ciddi etik sorunlara yol açması ve hatta kendi kendine karar verecek otonom silahlar söz konusu olduğunda ölümcül tehlikeleri de beraberinde getirmesi hayli muhtemel görünmektedir. Bu yeni süreç, insanoğlunun bildiği ve hatta hayal ettiği otomasyondan çok daha fazlasını ifade etmektedir. Yakın döneme kadar sanayide kullanılan robotik üretim ve otomasyon sistemleri insanların denetimindeki araçlarla ilgilenmiştir.
Yapay zeka ise insan denetimi dışına çıkma ve hatta insanların hayatını ve kaderini bu akıllı makinelere bırakma potansiyeli taşır ki sorun olan da budur. Bu bakımdan yapay zekanın daha önce hayal dahi edilemeyecek bir hızla her alanda yayılması, daha önce fark edilemeyen birçok imkanı insanoğlunun kullanımına sunmasına rağmen kendi kararlarını alma potansiyelinin olması, insanoğlunun karar alma mekanizmasındaki “duygu ve hislerden” arınmış, her şeyin matematiksel bir zekâyla işlenmesi gelecek için ciddi bazı endişeleri de beraberinde getirmektedir. Tüm hukuki, ahlaki, toplumsal, ideolojik, insani norm ve değerlerden arınmış, sadece “1 ve 0”, “doğru ve yanlış”, “siyah ve beyaz” gibi kesin ayrımlarla olaylara yaklaşan bir matematiksel zekânın toplumda yol açabileceği zararları henüz kestiremiyoruz. Hayatı matematiksel bir algılamayla ruhsuz ve değersiz bir şekilde her zaman aynı girdilerin aynı çıktıları vereceği bir matematik sayfasından ibaret olarak kabullenmek doğrusu gerçekten endişe verici.
Nitekim insanlık tarihinde önemli bir bilimsel sıçramayı temsil eden nükleer silahların gelişiminde son derece kritik bir rol oynayan Albert Einstein’in Hiroşima’da patlayan atom silahının yarattığı insani trajediyi gördükten sonra dehşete kapılıp hayatının geri kalanını kendi oluşturduğu barış hareketine (PUGWASH) öncülük etmesi gibi, günümüz dünyasındaki yenilikçi girişimcilerden biri olan Elan Musk da, insanoğlunun yapay zeka ile yarışamayacağını ve bu nedenle gezegenimize hakim olacağını ve özellikle “otoriter rejimler tarafından yaratılan yapay zeka nın insanoğlunun karşılaşacağı en büyük tehdit olacağını” öne sürmektedir. Ünlü yazar Stephen Hawking de aynı düşüncede olup, yapay zekanın kendisini sürekli geliştiren bir varlığa dönüşüp, insanlığın sonunu getirebileceği uyarısını yapmaktadır.
Teknolojik gelişmelerin insanlığın geleceğini tehdit edeceğine ilişkin bazı distopik senaryolar eskiden beri bazı roman ve filmlere (örneğin Frankeştayn Canavarı ve Terminatör gibi) de yansımakla birlikte yapay zekanın gelişimi ile birlikte bu tür kötümser öngörüler ilk kez gerçeğe yaklaşmaktadır. Amerikalı siyasetçi ve akademisyen Henry Kissinger’in yapay zeka konusunda insanlığa yaptığı uyarısı hiç de yabana atılamayacak kadar gerçekçi duruyor: “Yapay zeka daha önce sadece insan zekasının çözebildiği kompleks ve soyut problemleri çözebiliyor. Onları eşsiz yapan ise sorun çözme kapasiteleri değil; aksine benzeri görülmemiş bir şekilde ezber ve hesaplama kabiliyetleridir. Bu, insanı insan yapan ve diğer unsurlardan ayırt eden “biliş”sel kapasitesini tehdit etmektedir. Her şeye matematik olarak bakmak, biliş, değer gibi hayata anlam katan unsurları yok edecektir” (Henry Kissinger, How the Enlightenment Ends, The Atlantic, Haziran 2018).
Elbette, yapay zekanın eğitim, tıp, fen araştırmaları gibi alanlarda insanlığa büyük hizmetler sunduğu ve sunacağı açıkça görülmektedir. Hayal dahi edilemeyecek hızda, insanların tepkilerini ve algılamalarını taklit ederek, çok fazla sayıda veriye ilişkin daha kapsamlı bir analiz kapasitesi sunar; olabildiğince karmaşık ve soyut problemlere uygulanabilir çözüm önerileri sağlar. Bugün itibarıyla yapay zeka daha ziyade sistemlerdeki güvenlik ihlallerini tespit edip engellemek, teknolojik sorunları çözmek, üretimi gereksiz kullanıcılardan arındırarak verimi artırmak için kullanılmaktadır. Eğitim alanında kullanımı genişlemekte, tıp alanında insanların adeta yaşam kalitelerini ve ömürlerini hesaplamakta, hatta kendi pop müzik bestelerini bile yapmaya başlamaktadır.
Yapay zekanın bu denli yaygınlaşmasında fiyat-performans çerçevesinde sunmuş olduğu yararın maliyetinden çok daha fazla oluşu, eğitim için analiz edilmesi mümkün olamayacak yüksek miktarda veriyi (big data) kullanabiliyor olması, rekabet ve inovasyonda çok ileri bir seviye sunması yapay zeka çalışmalarını tüm ülkeler ve şirketler için adeta vazgeçilmez kılmaktadır. Tam da bu nedenle aslında herkes yapay zeka konusunda Hawking ve Musk kadar karamsar değildir. Rollo Carpenter gibi yazılımcılara göre, insanların daha uzunca bir müddet teknolojinin kontrolünü sürdüreceklerini ve bugün bazılarını endişeye sevk eden insan zekasını geçecek kadar güçlü algoritmalara sahip yapay zekanın (humanoid robotlar) üretilmesi için belki daha onlarca yıl alacaktır (bbc.com, 2014). Dolayısıyla, belki yapay zeka kısa vadede distopik bir geleceğe yol açmayacaktır; ancak herkesin üzerinde uzlaştığı tek bir konu varsa giderek artan oranda akıllı makineler insanoğlunun yaptığı işleri ellerinden almaya devam edecektir.
Aşırı makineleşmenin insan türünün geleceği konusunda yaratacağı tehditler, bizi önümüzdeki yıllarda 19. yüzyıldaki sanayi devriminin yarattığı köklü sosyo-ekonomik değişimin doğurduğu devrimci sosyalist veya anarşist akımlara benzer siyasi, ideolojik, felsefi ve hatta dini akımların ortaya çıkmasına da yol açabilir. Nitekim yapay zeka çağına girmeden ama bilgisayarların ilk modellerinin iş aleminde, üniversitelerde ve günlük hayatımızda kullanılmaya başlandığı 20. yüzyılın son çeyreğinde bu teknolojik gelişmelere felsefi ve eylemsel düzeyde karşı çıkan ve halen hapiste cezasını çeken ABD’li ünlü anarşist Ted Kaczynski (diğer adıyla “Unabomber”) yayınladığı siyasi manifestosunda şunları yazmıştı: “Sanayi Devrimi ve sonuçları insan soyu için bir felaket oldu. Bu sonuçlar, “gelişmiş” ülkelerde yaşayan bizlerin yaşamdan beklentilerimizi oldukça arttırırken toplumun dengesini bozdu, yaşamı anlamsızlaştırdı, insanları aşağılamalara maruz bıraktı, yaygın psikolojik acılara (3. Dünya’da fiziksel acılara da) yol açtı ve doğal dünyayı şiddetli zararlara uğrattı.
Teknolojik ilerleyişin devamı durumu daha da kötüleştirecek; insanları daha büyük aşağılamalara maruz bırakıp, doğal yaşamda daha fazla zarara sebep olacak; büyük olasılıkla daha fazla sosyal bozulmaya ve psikolojik acılara yol açacak; belki de “gelişmiş” ülkelerde bile fiziksel acıların artmasına neden olacak (Türkçesi için bkz. https://etilen.net/unabomber-manifesto-sanayi-toplumu-ve-gelecegi/).
YAPAY ZEKA VE KIMLIKSIZ BIREYIN DOĞUŞU MU?
Ancak Yapay Zeka özellikle iki yönüyle endişeye de yol açmaktadır. Birincisi, insan iradesini hiçe sayan ve insana ihtiyaç duymayan “kendi başına karar alma kabiliyeti”; ikincisi, matematiksel bir algıyla olayları ele alıp insani değerleri, inançları, hissiyatı ve davranış kalıplarını, analiz sürecine katmayıp, olayları veriler bağlamında “hissiz, değersiz, manasız” bir içerikle ele almasıdır. Birinci yönüyle daha çok seküler bir bakış açısıyla bazı bilim adamlarında yukarıda özetlenen “insanlığın varoluşuna” yönelik yeni kaygılar üretmektedir. Ancak son zamanlarda yapay zekanın günlük hayattaki uygulamaları yaygınlaştıkça ahlaki, dini ve felsefi tartışmalar da artmaktadır. Örneğin sürücüsüz arabalar trafiğe çıktığında kime çarpıp kime çarpmayacağına nasıl karar verecek? Dahası, “insansı yaratıklar” diyebileceğimiz humanoid robotlar yaygınlaşıp üretim süreçlerinden hasta bakımına kadar hayatın her alanını kontrol edeceklerine ilişkin varsayımlar din adamları arasında da konuya ilgiyi artırmaktadır. Bazı din adamları insanın yerini almaya aday olan humanoid “yaratıkların” dinin esas muhatabı olan “insan” yerine konulup konulamayacağını gündeme almıştır.
Örneğin kilise papazları, vaftiz olmak için kiliseye böyle bir “robotik varlığın” gelmesi durumunda nasıl davranılması gerektiğini tartışamaya başlamıştır. Aslında insanı beden ve ruhtan oluşan kutsal bir varlık olarak gören İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik için humanoid yaratıklar sorunu göz ardı edilip geçiştirilemeyecek kadar yeni bir durum ortaya çıkarmaktadır. Belki de bazılarının dediği gibi yapay zeka, Darwin’in evrim teorisi kadar dini alanda yeni bir tartışma yaratmaya aday bir konudur. İslam dünyasında henüz bu konu enine boyuna ele alınmasa da kilise kurumsal olarak bazı açıklamalar yayınlamaktadır. Din adamlarının yapay zekayı bilimsel bir ilerleme olarak takdir etseler de, bu bilimsel gelişmenin yüce yaratıcının insana ruh veren gücünü aşamayacağı konusunda hemfikir oldukları söylenebilir (Bkz. Kate Levchuk, “AI vs. God: Who Stays and Who Leaves”, Forbes, 5.8.2018). Aslında din adamlarının ötesinde daha geleneksel muhafazakar toplum önderleri ise yapay zeka üzerinden son zamanlarda ortaya çıkan ve toplumda geleneksel olarak var olan ve yaratılışın zorunlu gerçeği olarak kabul edilen kadın-erkek rollerinin ayrımına dayalı insan toplumlarının cinsiyetsizleştirilmesi tartışmalarının gündemine eklemlenmiş durumdadır.
Yapay zekanın insan değerlerini, fıtratını, duygularını dikkate almayıp eriştiği sonuçlardaki kusursuzluk, insanlar arasında “kusursuzluğun ancak değerlerden arınmış bir yaşamla mümkün olacağı” algısını yarattığı ifade edilmektedir. Muhafazakarlar, K-Pop, cinsiyetsizleştirme, deizm ve ateizm gibi tartışmaların doğal olmadığı, küresel toplumun geleceğine ilişkin bazı sosyal ve siyasi mühendislik çalışmaları veya bazı sermaye gruplarının çıkarlarıyla ilişkili olabileceği kaygısını taşımaktadırlar. Açıkçası, her türlü insani değerlerden arındırılmış, yeni Paganist bir küresel zihniyet inşasıyla yapay zeka tartışmalarının aynı düzlemde tartışılmasını bir tesadüften çok kurgu olabileceği iddiaları da dile getirilmektedir.
Muhafazakarlara göre, bu bağlamda önce LGBT gibi cinsel tercihlerde “özgürlük”, ardından “benim bedenim, benim kararım” gibi özgürlük ve insan hakları temelli bazı sempatik söylemlerle oluşturulan algısal alt yapı, bugün Güney Koreli müzik grupları aracılığıyla kadın ve erkekleAslında insanı beden ve ruhtan oluşan kutsal bir varlık olarak gören İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik için humanoid yaratıklar sorunu göz ardı edilip geçiştirilemeyecek kadar yeni bir durum ortaya çıkarmaktadır.52 | rin makyaj yapıp birbirlerine benzediği solistlerle normalleştirilmeye çalışılmakta, insanoğlu adeta binlerce yıldır sahip olduğu kadın-erkek kimliklerinden soyutlanmakta ve yapay zeka çağına özgü cinsiyetsiz ve kimliksiz bireyler yaratılmaktadır.
Dolayısıyla böyle bir çağda, ahlak, din ve toplumsal normlara göre hareket eden “toplumsal insan” yerine; tercihleri, zevkleri, davranışları ve başarı beklentileri algoritmalarca yönlendirilen ruhsuz, değersiz ve hissiz yeni bir varlık türüne dönüşmektedir. Atomize olmuş, dini ve ahlaki normları olmayan yeni insan türü artık Aristo’nun tanımladığı gibi, kendini diğer hem cinsleri ile birlikte yaşamaya mecbur gören Zoon Politikon (sosyal ve siyasal bir varlık) olmaktan çıkacaktır. Gerçek insan ile sanal insanın birlikte yaşadığı yapay toplumlar ortaya çıkacaktır. Aslında bu yapay tekno-kimlikler, tıpkı modern çağdaki ulus devletlerin kabile ve aşiret gibi grup aidiyetlerini arkaik hale getirip daha üst bir aidiyet formu olarak sunduğu “ulus” kimliğini önermesi gibi, etnisite, din, cinsiyet, ırk ve millet gibi aidiyet bağlarını anlamsız hale getirmektedir.
Kahir ekseriyeti Müslüman olan Türkiye’de de medyanın ve siyasetin gündemini meşgul eden İstanbul sözleşmesi eksenindeki toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve LBGT hakları ile deizmin gençler arasında yaygınlaşmasına ilişkin tartışmaları da esasen bu bağlamda küresel düzlemde ortaya çıkan yeni tartışmaların ülkemize yansıması olarak okumak gerekir. Allah’ın varlığına inansa da bu dünyanın işleyişine ve insan hayatına karışmadığına inanan deistler ile bireyin kendisini erkek ve kadın kimliklerine hapsetmek zorunda olmadığını savunan cinsiyetsizler ve kendisini belli bir vatana ve millete bağlı hissetmeyen milliyetsizler aslında aynı akımın farklı göstergeleri sayılabilir. Mega anlatıları, dinsel inançları ve mekânsal aidiyetleri önemsemeyen, kendi bedenlerini, tercihlerini, çıkarlarını ve zevklerini her şeyin üstünde tutan yeni bir felsefi-ideolojik akım, insanlar ile humanoidlerin birlikte yaşadıkları hibrit toplumların ideal yaşam reçetesi gibi sunulmaktadır.
Böyle bir felsefenin ve hayat tarzının hibrit toplumlarda yaşayan humanoid bireyler için bir anlamı olmasa da biz gerçek insanlar için (konvansiyonel insanlar mı desek?) ne tür psiko-sosyal sonuçlar yaratacağını öngörmek kolay değildir. Ancak ABD’de her yıl artan okul kurşunlamaları (school shooting), K-Pop fanları ve bazı bilgisayar oyunları bağımlıları arasında artan intihar eğilimlerini Durkheimci bir okumayla tekno-toplumların ilk patolojik sonuçları olarak okuyanlar vardır. Gerçekten de insan hayatı üzerinde devrimci etkileri olacak devasa gelişmeler toplum dokusunu bozmakta ve hayatın anlamı üzerindeki köklü sorgulamlara yol açabilmektedir. Örneğin bazı gözlemciler hibrit toplumların ortaya çıkmasının erkek ve kadın cinsinin gönül birlikteliği ile kurulan aile kurumunu kökten sarsıcı bir rol oynadığı kanaatindedirler. Sonuçta ortaya çıkan cinsiyetsiz tavırlar, cinsiyetini kabullenmiş ancak kendisini bununla sınırlı görmeyen davranışlar, meşru ilişkiyi benimsemiş ancak çocuğu bir yük olarak gören hayatlar şeklinde uzatılabilecek “hedonist, değerlerden arınmış” bir bireyler yığını ortaya çıkabilmektedir. Özellikle tüm dünyada muhafazakarlar, aile gibi dini inançla tahkim edilip kutsanmış bir kurumun zayıflamasını kaygı ve endişeyle karşılamaktadırlar.
YARIŞAN KÜRESEL PROJELER VE YAPAY ZEKA
Üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir soru da şudur: Gerçekten yukarıda sözü edilen ve özellikle muhafazakar kesimlerde kaygı uyandıran robotlaşan kimliksiz bireycilik anlayışı ileri teknolojinin hayatımıza hakim olduğu sosyo-ekonomik şartların doğal bir sonucu mudur, yoksa bazı güç merkezlerinin kendi ekonomi-politik çıkarlarına uygun bir dünya tasavvurunu uygulamaya koymaya yönelik bilinçli bir politikanın sonuçları mıdır? Bazıları cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik projelere milyonlarca dolarlık fon ayrılmasını ve tüm dünyada onur günü adı altında cinsiyete bağlı kimlikleri reddeden sokak gösterilerinin düzenlenmesini basit bir tesadüf olarak görmemektedirler. Bu soruları sormamız ve üzerinde derinliğine düşünmemiz öncelikle içinde yaşadığımız yapay zeka ve ileri teknoloji çağını daha iyi anlamak için elzemdir.
Anlamadan ve teşhis koymadan sağlıklı ve anlamlı bir gelecek tasavvuru yapamayız. Önleyici tedbirler alamayız. Kanaatimizce bugünkü dünyada siyasi alanda da zaman zaman dile getirilen iki akımın mücadelesine şahit oluyoruz. Bir tarafta, son otuz yılda iletişim ve ulaşım teknolojilerinin itmesiyle giderek hızlanan ve yapay zeka çağında zirveye çıkan yeni bir küreselleşmeci dalgayla karşı karşıyayız. Yeni dalga bu kez ulusal sınırları değiştirmeyi değil; insanın din, milliyet, cinsiyet gibi zihni ve davranışsal kalıplarını teknolojinin gücüyle kırmak ve yeni Paganist bir düşünce ve hayat tarzının önünü açmayı amaçladığı söylenebilir.
Bu süreç sadece kendi düzleminde ve doğal seyrinde de gitmiyor. Varlığını ve devamını yedi milyar insanın fiziki, dini, ideolojik ve siyasi sınırlamalardan arınmış olarak küreselleşmiş kapitalist düzenin derinleşmesinde gören sermaye ve çıkar grupları ile toplumların zenginliğini, refahını ve güvenliğini milliyetçilik ve ticari korumacılık politikalarında gören içe kapanmacı diğer grupların rekabeti bugünkü dünya düzenin temel fay hattını oluşturuyor. Şimdilik ortada olan şey toplumsal karmaşa, küresel kaos ve zihinsel anarşi durumudur. Milliyetçiler “milli teknoloji ve yerli yazılıma” yatırım yapıp kendi milletlerinin dini ve milli kimliklerini tahkim etmeye çalışırken, Soros gibi küreselciler ise yeni teknolojileri de kullanarak cinsiyetsizleştirme, deizmi destekleyerek dini kimlikleri zayıflatma ve siyasi kimliksizleştirme politikaları ile yeni küreselleşmeci dalgaya ivme kazandırma peşindeler.
Özetle yapay zeka, tüm bu mücadele eden aktörlerin elinde bir araç ve insanlık için kendi başına mutlak iyi veya kötü demek doğru değil. Önemli olan Aristo ve Farabi’den devraldığımız “iyi ve erdemli bir toplum” yaratmak için bu aracın nasıl kullanılacağıdır. Bu mücadele belki de hiç kimsenin öngöremediği bir şekilde sonuçlanabilir. Türkiye olarak bizler de bu tartışmaları derinlemesine yapmak zorundayız ve gelecek tasavvurumuzu oluştururken eğitimden kültüre tüm politikalarımızı bu yeni gerçeklik üzerine inşa etmek durumundayız. Hiçbir şey için geç kalmış sayılmayız.