Dünyanın tekinsiz bir yer olduğu üzerinde uzlaştık! Oysa Ahzab Suresi’nde “göklere, yere, dağlara teklif edilmesine” rağmen “onların taşımaktan çekindiği” ve sorumluluk şuuruyla emanet aldığımız bir yer burası. Emanet; güvenilir olana teslim edilir… Emanet ve sorumluluk; birbirine bağlı kavramlar. Ayetteki “emanet”in ne olduğu konusunda, sorumluluk, akıl, iman gibi açıklamalar yapılmıştır. Odak nokta: Sorumluluk. Emanete hakkıyla riayet edemediğimiz için “çok zalim ve çok cahil” olduğumuz ortaya çıktı. Tarihî bir değişim ve dönüşümün eşiğindeyiz. Siyasî ve ekonomik merkezler değişebilir. İnancımız, değerlerimiz ve bakış açımız bize kötülüğün ilânihaye egemen olamayacağını söylüyor. Bir imtihan sürecindeyiz. Yaşadığımız hadiseyi ilâhî bir ikaz olarak görmeliyiz. Modern insana haddi aştığınız yeter, kendinize gelin denilmiş oldu.
Yoğun hareketlilik ve sürekli temastan ibaret olan iki şeyden vaz geçmek ve dua etmek zorunda kaldık. Semâvî dinlerin peygamberlerinin ortak atası Hz İbrahim’in mücadele ve davetini geleceğe taşıyacak insanlar olarak yaşamamız gereken hayatın şartları salgınla gündemimize yeniden girdi. “İyi bilin ki âlemlerin Rabbi dışında taptıklarınız benim düşmanımdır; O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Hastalandığım zaman bana şifa verendir. Canımı alacak olan, sonra beni yeniden diriltecek olandır.
Hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum yine O’dur. Ey Rabbim bana hikmet ve olgunluk ver ve beni salihler zümresine dahil eyle.” (Şuara 77, 83) Hiç bir şeyi Rabb yerine koymamak gerektiğini, bilim, akıl, sağlık vb. unsurları putlaştırmamayı bize hatırlatmıştır böylece. Yeni ve büyük sorular sormalıyız: Hasta ve muhtaçlar için neler yapabilirim, insanlığa nasıl hizmet edebilir, insanlık yararına nasıl çalışabilirim?.. Allah’ın insana bahşettiği ferdî, içtimaî, ekonomik ve sosyal imkânları, vicdan, irade, akıl ve muhakeme gibi yetenekleri O(cc)’na kul olmak için kullanalım. Yeryüzünde O’nun adına/adıyla yılmadan mücadele edelim. Kötüler yol alabilir diye biz vaz mı geçelim? Asla. Nefes alıyorsak ümit var demektir ve “İman varsa imkan da vardır.” Bize emanet bırakılan değerleri kuşanıp sadakatle mücadele edeceğiz.
Korku kültürü üzerinden kimliğimizin alâmet-i fârikaları yok edilmeye çalışılıyor. Evrensel insan veya küresel insan denen melezleşmiş, birbirine benzeyen, kendine saygısı azalmış varlıklara dönelim isteniyor. “İnsan insanın kurdudur” yerine, “insan insanın umudu/ufkudur” diyerek, emanete sahip çıkalım, sorumluluğun gereğini kuşanalım. İki farklı dünya görüşünün yansıması olan iki tespit. İlki; Müslüman zihnin afiyet arayışını gösteren Hazreti Ali (kv)’nin tespiti; “Öyle bir zaman gelecek ki, afiyetin onda dokuzu insanlardan kaçınmakla, kalan biri ise susmakla olacak.” İkincisi Charles Bukowski’nin afiyet değil kaçış tavsiyesi “ve öyle bir gün gelecek ki; tanıdığın her insan yüzünden, biraz daha yalnızlaştığını göreceksin.”
YENI NORMAL NE KADAR NORMAL!
Normal alıştığımız şeye denir. Yeni ve zor bir döneme giriyoruz, normale dönmek için ferde, yöneticiye ve kurumlara sorumluluklar düşüyor. Kovid-19 kısa sürede dünyanın her tarafına yayılarak insanlığı tehdit etti, tedirgin ediyor. Ortak dertten mustaribiz, birlikte çâre arıyoruz. Komplo teorileri üstümüzdeki göğü daralttı. Yarın ne olacak, neler yaşanacak endişesi korku ve kaygı doğuruyor. Yeni normal denen kavramdan sakınmak gerekiyor. Gayr-i ahlâkî şeyleri (cinsiyetsizlik, LGBT) bir şekilde dayatanlar önümüzdeki dönemde buna alışmamızı bunu normal görmemizi isteyecekler. Yaşayacağımız hâli yeni durum olarak ifade etmeli bu yeni durumun mâkul ve meşru yönlerini geliştirerek, gayr-i meşru olanlara karşı direnç geliştirmeliyiz.
Etkileri uzun yıllar hissedilebilecek bir dönüşüme yol açma potansiyeli taşıyan Kovid-19, sağlık sektörü, tedarik zincirleri, ekonomik ve sosyal ilişkiler gibi geniş yelpazede hayatın her alanını etkileyecek. Gelecekte bizi nelerin beklediği, ne tür imtihanlara tabi olacağımıza kadar, fırsatlara da hazırlıklı olmamız gerektiğini düşünelim. Gündemi/gelişmeleri izleyerek olayların peşine takılmak yerine, “emanet” ve “sorumluluk” şuuruyla çözüm üretelim. Krizin siyaset üzerinde dönüştürücü etkileri olacak. Güç merkezleri değişse de merkezi yönetenler var olmaya devam eder. Sermaye sahipleri kârı artırmak için pozisyon değiştirebilir.
Amerikan sistemini kişiler üzerinden iyimser veya kötümser olarak yorumlamak anlamsızdır. Trump kaybedecek diye sevinenler ya da kazanacak diye üzülenler olabilir. Para babaları ve derin güçler kötülük işlemekten vaz geçmedikçe Beyaz Saray’da kimin oturduğu önemli değil. Örgütlü kötülüğün mimarları iş başında; bizi asıl bu tedirgin etmeli. Meseleyi kayıp/kazanç üzerinden okumayalım. Korkmadan ama kaygıyı diri tutarak, kendimize dikkat ederek yaşayalım.
Karamsarlığa kapılarak huzur ve mutluluk üretilemez. Güçlülerin hile ve desiselerle, insanı hedefe koyan operasyonlarının, başarılı olma ihtimali bizi tedirgin etse de iyilik galip gelecektir. Dikkatli bir şekilde çare aramalıyız. Çözümsüz sorun yoktur, karmaşık sorunların basit çözümleri olabileceğini bilelim. Her derdin reçetesi elimde diyenlere teslim olmayalım. Bir hastalık süreci içinden geçiyoruz, derdi veren devayı da yaratmıştır, bize düşen devayı bulmak için gayret etmektir. Virüs üremiş mi üretilmiş mi soruları boşluğa taş atmak, Kur’an’ın diliyle “gaybı taşlamak”. Kovid-19 gider 20 gelir, başka salgınlar üreyebilir/üretilebilir.
Kul olduğunu ve imtihan edildiğini bilen, imtihanı kazanmak için hem çalışmalı hem de kalbinin sesini dinlemeli. Yeni bir dünya, eski dünyanın galiplerinin bizi sürüklediği yerden başka bir yerde kurulmalı. Bunu gerçekleştirmek için birlikte çalışmalıyız. Önümüzde nasıl bir dünya var? Dün yaşanan üretim ve kâr yarışı ne kadar doğru idi, bu gün neyi kaybettik? Belki de cevap aynı: İnsanı esas alan, kanaat kültürüyle yaşayan, yüzü toprağa dönük bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Dışardan gelen insanı yoran sesler azaldığı zaman kalbimizin sesine daha fazla dikkat kesilebiliriz.
Teknoloji ilerledi, sermaye büyüdü, insan küçüldü. Savaş, zulüm, işkence, sömürü ve adaletsizlik normal mi görülmeli? Gerçeklerle yüzleşmeden, ortak akılla iş yapmadan güzel bir gelecek kuramayız. Data büyüdü/veri arttı, bilgi/malumat çoğaldı, bilgelik kayboldu. Bir şeye bilgi demek için öncelikle belirli bir düşünme ve araştırma metoduyla/usulle üretilmesi gerekir. Metotsuz ve kaynağı kapalı olan şeye bilgi değil mâlumat denir. Her konuda konuşan uzmanların varlığı problemi azaltmıyor, büyütüyor. Yara kanamaya devam ediyor, çokça konuşanların kronik problemlere çare önermediği günlerdeyiz.
Medyada boy gösteren uzmanlar, “TV Guruları” prestij kaybedecek… Ortak akılla iş yapmayı; basit veya vasat akla sahip olmak olarak algılamak trendi yanlış anlamaya götürür. Dehâya değil gayrete muhtacız. Dâhice fikirler üreten süper zekilerle değil, sağduyuyu yitirmeyen, kaliteye odaklanan, ne yaptığını kim olduğunu bilen sorumlu ve şuurlu insanların emeğiyle güzel bir dünya kurmaya gayret etmeliyiz. Hasılı dâhilere değil, yetenekli, inatçı ve gayretli uygulamacılara ihtiyacımız var. Tedavi edilmeyen hastalıklar, problemlerin katlanarak artmasına sebep oluyor.
Başkasının ölümü gözümüzde sıradanlaşıyor. Farkında mıyız; dünya nüfusu çok arttı diyenler, maliyeti yüksek olan konvansiyonel savaş yerine kontrollü şekilde nüfus azaltmaya çalışanlar var. Tarihin sonunun sonuna geldik. Batı, insanî değerleri tüketerek ürettiği sanal gerçeklikle hakikati anlaşılmaz hale getirdi. Ahlâk yok sayılıyor, cinsiyetsizlik yaygınlaştırılıyor. Yapay zekâ çabaları arttı, dijital vatandaşlığa doğru isteyerek veya zorla sürükleniyoruz. Medeniyetler çatışması değil, ticaret ve teknoloji savaşları konuşuluyor.
Aslında dün de öyleydi, kâr ve sömürü için öldürülen insanlar, medeniyetler savaşı perdesiyle örtülüyor, yalan dolan senaryolarla savaş her yere yayılıyordu. Yalta’da kurulan düzen bozuldu. “Demir Perde”nin yıkılması tek kutuplu düzene geçilmesini sağladı ve başka arayışları başlattı. Birilerinin 11 Eylül’le tezgâhladığı plan, 2008’de Lehman Brothers’ın iflasıyla patlayan ekonomik kriz ve “Arap Baharı”ıyla İslâm dünyasını kuşatan yeni sömürgeci dalga her şeyi alt üst etti, düzen yerini kaosa bıraktı. Üretim artışıyla yeni pazar bulma ihtiyacı, ticaret yolları üzerinden yürütülen kirli savaşlar Kovid-19’dan sonra başka arayışlara evrilecektir. Devlet dışı kurumlardan güç devşiren şirketler sistemi yönetmeye devam edecek. Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Ticaret Örgütü üzerinden Çin ile Amerika çatışıyor görünmeye devam edecek.
Gerçekte ortada bir savaş mı yeni bir paylaşım düzeni mi çıkacak, bu nasıl kırılmalara yol açacak, göreceğiz! Ekonomik krizlerin etkisiyle yeni ve büyük ticarî dalgalar yaşanabilir. Talep azalması yaşanabilir, insanın daha az tüketerek yaşayabileceği, arzu-ihtiyaç farkının görülebileceği bir döneme girebiliriz. Eşyanın vaz geçilmez olmadığı, hayatı anlamlı kılan şeyin değerler olduğunu birlikte keşfedeceğiz. Neoliberal kültürün inşa ettiği “tüket, mutlu ol” anlayışı yara alacak, neticede üretim ve ticarette azalmalar görülecek… Gözü doymaz, hırsları azalmaz insanlar hâline geldik, Allah hepimize gönül tokluğu ihsan etsin. Kapitalizm patronların hırslarından ziyade tüketmezse mutlu olamayacağını zanneden aç gözlü, doyumsuz müşteriler üreterek hedefe koşuyor. İnsan unutkan ve şükürsüz bir varlık olduğu için kısa dönemde ders almış görünenler, orta ve uzun vadede eski kötü alışkanlıklarına dönecek. Krizden kârlı çıkacak olan; yine krizlere hazırlıklı olan sermayeyi yöneten finans baronları olacaktır. Daha fazla kâr peşinde koşanların ellerinde her bir kriz için üretilmiş onlarca senaryo var. Kurgulanmış, özgürlüğü yok sayan, kontrollü bir hayata sürükleniyoruz.
Krizi fırsata çevirenler faiz, altın, borsa üçgeninde servetlerini büyütüyor. İnsanlığa fayda verecek bilgi üretme yerine, kârı artırmaya devam ediyorlar. Sermaye sahipleri, virüs sonucu oluşan ilaç ihtiyacını, pahalı ilaçlar üreterek servet artırma vasıtası olarak görüyor. Yeni dönemde kazananlar; savunma bütçesinin 10 katı büyüklüğe sahip olan sağlık sektörü üzerinden ilaç ve tıbbi malzeme satanlar olacak. “Her hicret bir medeniyet doğurur” denilmiş. Göçler yaşanıyor, insanî kaygılarla oluşan göçler toplumlar arasında yeni maya oluşturabilir. Ama yaşanan göçler masum değil, geçtiğimiz yıllarda Çin planlı şekilde başta Afrika olmak üzere dünyanın birçok bölgesine (çoğu mahkûmlardan oluşan) insan ihraç etti. Bu politikanın sonucunda Afrika’dan kuzeye doğru hareketler oldu.
Nüfus yapılarını değiştirmek, kaynakları kontrol etmek amacıyla yapılacak planlı göçler dahil, dünya yeni ve birbirini tetikleyen krizlere gebe. İnsanlığı bekleyen bir Medine ve gelenleri hasretle kucaklayacak kardeşleri yok ki bu göçleri “Hicret” bilelim. Dünyada büyük ve köklü değişimler krizlerden sonra ortaya çıkmıştır. Salgını kontrol edemeyen ülkelerde muhtemel siyasi krizler yaşanacak. İrade ortaya koyarak karar alamayanlar bedelini ödemek zorunda kalacak. Artık seçimler özgür iradeyle neticelenmeyecek. Dijital yerlilerin oyları, tavır ve tutumları değişimleri belirleyecek.
Yeni kuşağın oylarını domine edenler var olmaya devam edecek. Online eğitim yaygınlaşacak. Meslek eğitimi yara alacak. Eğitimde insandan insana aktarılan davranış ve beceri azalacak, okulsuz topluma doğru gidilecek. Bilgi tekeli kırılacak, bilgiye erişim kolaylaşacak, bilgiyi üretme ve yayma şekli değişecek. Uzun zamandır teknolojik yenilikler; yapay zeka, otonom arabalar, insansız araçlar ve robotların hayatımıza etkin olarak girmesi için uğraşılıyordu. Bunun için alışkanlıklarımızın değişmesi lazım. Nasıl ki uzaktan toplantılar, uzaktan eğitimler yeni normalimiz olduysa yaşanacak yeni salgın veya benzeri tetikleyiciler yeni teknolojileri hayatımıza sokmak için kullanılacak. Şairin ifadesiyle “yaklaşıyor yaklaşmakta olan”…
Bitmedi; muhtemel jeopolitik krizler yaşanacak. Tarım, su, hayvancılık önem kazanacak. Turizm ve ticaret yollarının tıkanması sonucu hizmet sektörü yara alacak. Liberal ekonominin gereği olan, insanın/emeğin/işgücünün ve sermayenin serbest dolaşımı kısıtlanacak. Aşı kartı olmayanların sınırlardan geri çevrilmesine şahit olacağız. Yaygınlaşan online alışveriş, hayatın ritmini, ticaretin şeklini değiştirecek. İflâs eden esnaf ve işsiz kalan insan hikâyeleri, toplumları ve devletleri yoracak.
Batı, düşman üretmeden varlığını koruyamaz. Savaşsız, bunalımsız, sevgi ve barış dolu bir dünyanın zor olduğunu, sanal olanın belirleyici olacağını söylüyorlar. Hakikat parçalandı, zihinler işgal edildi. Bilimi teknolojinin emrine vermek işleri kolaylaştırabilir ama hayatın gayesini idrak etmeye hizmet etmez. Dinin yerine materyalist “Bilimcilik” konuldu. Profan (din dışı) ve seküler olan vazgeçilmez denilerek, bilim/din çatışmasını artırma çabası devam edecektir. Toplumların kendi rızasıyla, güç merkezlerinin emrine girmesini temin etmek için türlü numaralar çevriliyor. 15 Temmuz benzeri senaryoları sahneye sürmek için tetikte bekleyen maşalarıyla yeni bir toplumsal rıza(!) inşa ederek müdahale etme yolları denenecek. Hedef ülkelerin yöneticilerini hata yapmaya sürüklemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Müdahaleye zemin olarak kullanılabilecek her aktörü devreye sokuyorlar. Halkları tehdit ve şantajla hizaya getiremeyenler, psikolojik ve sosyolojik savaş yoluyla hizaya getirmeye çalışıyor. Musibetler günahın ve kötülüğün sonucu, saadetin de başlangıcıdır, derler. Peş peşe felaket haberleriyle sarsılıyoruz. Yaşadığımız üzücü hadiseler bir yönüyle yaptığımız bazı hatalara, zalim ve acımasızgüçlerin kusur ve günahlarına dayanıyor olabilir.
Bizim Yunus, dünyayı kana bulayan Moğol istilâlarını şöyle tarif etmişti: “Gitti beyler mürveti Binmişler birer atı Yediği yoksul eti İçtikleri kan olısar…” Belki de moral bozacak sıralamalar yaptık, şimdi biraz silkelenelim: Aşılmayacak kriz yoktur. Krizlerden kanaat kültürü, ortak akıl ve takım ruhuyla çıkılabilir. Veriyi yönetmek için akıl, sağduyu, hikmet ve ortak akılla bilgi üretmeliyiz. Olmazlar veya negatifler üzerinden değil, çözüm odaklı çalışmalıyız. Krizi sadece imkânları paylaşarak değil, korku, panik, endişe vb. olumsuz duyguları paylaşarak, tedirginlikleri azaltarak aşabiliriz. Korkmak ve içe kapanmak problemi derinleştirir. Gelebilecek başka krizlere karşı yeni ve gerçekçi hazırlıklar yapılmalı. Üretim bantlarındaki yavaşlamayla birlikte fabrika bacaları dünyayı daha az kirletiyor, hava berraklaştı, görüntü netleşti, nehirler nispeten daha temiz akıyor.
Egzoz ve sarin gazlarından yayılan zehir azaldıkça, dünya daha bir güzel olmaz mı sizce de? Dünya, ona açtığımız yaraları sarmaya çalışırken, biz kendi dertlerimize çare arıyoruz. Yeni hayaller kurma imkânımız doğdu. Fakat hayallerimizin elimizde patlamaması için ciddi ve titiz çalışmalar yapmalıyız. Emeğe ve ekmeğe hürmet eden, daha az israf eden, toprağa bağlı bir düzen kurarak kanaat ekonomisini esas alan bir çıkış yolu üretmeliyiz. İslâm bir barış düzeni kurmuş; insan-toplum-devlet-kâinat ilişkilerinde barışı esas almıştır. Din insanlık için umuttur, umudu diri tutmalı. Akıbeti hayırlı olan yağmur damlası gibi veya Peygamberin kardeşi olmaya aday olursak umut artacaktır.
Peygamber efendimiz “Benim ümmetim yağmur gibidir, öncesi mi sonrası mı hayırlıdır, bilinmez” buyurmuştu (Tirmizî). Ayrıca, sahabelerle sohbet ederken; “kardeşlerimi çok özledim, demiş, biz senin kardeşlerin değil miyiz, diye soranlara; hayır siz benim dostlarımsınız, kardeşlerim ise henüz gelmediler, onlar kıyamete yakın gelecektir.” buyurmuştu (Müslim). Birçok ülkede meclisler dua edilerek açıldı, Batı ülkelerinde toplantılara Kur’an okunarak başlanması ve reklâm panolarında hadislerin asılması mânevî olana hürmet için umut verdi. Türkiye Batılı ülkelere yardım ederek önemli bir hamle yaptı. Medya yoluyla ve tarih eğitimiyle toplumlara aktarılan “Barbar Türk” imajı ve bilgisayar oyunlarıyla üretilen “İslamofobia”nın zararlarını azaltmak için güzel bir fırsat doğdu. Kısa vadede sonuç alıcı olamayabilir ama orta ve uzun vadede sonuçları görülecektir.
Kalbini yitirmiş insanlar yetiştiren Batı, bu vesileyle yeniden bir kalbi olduğunu hissedebilir. Kadim gelenekten beslenerek yeni şeyler söylemeliyiz. Hz Süleyman (as) örneği üzerinden bir çalışma yürütülebilir. Onun kuşların dilini veya mantığını bilmesini yeniden yorumlamalıyız. Ordusuyla karınca vadisinden geçerken, ana karıncanın, orduyu “Karınca ezmez ordu” olarak tarif etmişti. Hz Süleyman’ın buna şükür ve tebessümle yaklaşması, rüzgârın emrine verilmiş olması, Saba Melikesi Belkıs’ın tahtını (eşya nakli yoluyla) sarayına getirtmesi gibi İlim/ Hikmet/Hüküm/Adalet/Şükür vesilesi gördüğü/yaşadığı olayları anlamalı, anlatmalıyız.
Bu tür olayları insanlığın idrakine yaklaştıracak şekilde, materyalist/maddi yaklaşıma kurban etmeden inşa edici bir dille sunmamız gerekiyor. 2021 yılı Unesco tarafından Bilge Tonyukuk Abidesinin Dikilişinin 1300. Yıl Dönümü, Hacı Bektaş Veli’nin Vefatının 750. Yıl Dönümü, Yunus Emre’nin Vefatının 800. Yıl Dönümü, Ahi Evran’ın Doğumunun 850. Yıl Dönümü sebebiyle anma takvimleri düzenleyecek. Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre gibi bilgelerin ömre bereket, gönle şifa söz ve hikâyeleriyle, insanî olanı dünyaya yayabiliriz. Salgın sonrası yaygın ihtida hikâyeleri yaşanabilir. Bunu sıhhatli yönetmek için din dilini, çağın idrakine taşıyabilecek bir üslupla yeniden inşa etmeliyiz. Merhamet medeniyetini çağın kalbine taşıyalım.
Bunu temin edebilmek için yeni ve kuşatıcı bir dil ve üslûp geliştirelim. Salgınla ilgili İslam ne söylemiş, insanlığın idrakine bunu hangi dille taşıyalım, sorusunu cevaplayalım. Bu soruya dünya çapında ses getirecek şekilde cevap vermek için önce Müslüman insan kimdir ve nasıl yaşamalı, krizde neleri öne çıkarmalı, benzeri sorulara cevap vermeliyiz. İslâm insanlığa dünya refahı değil, ebedî felâh vaat etmiştir. Çocuklarımızın daha başarılı, daha zeki olmalarını değil, huzurlu olmalarını temin etmeye çalışalım. Dünya büyük bir söze muhtaç, bu söz bize emanet, fakat biz bu sözü söyleyemiyoruz: Lâilâhe illellah!