17 Kasım 2025, Pazartesi

İslam Ekonomisinin Krizleri ve Yeniden İnşası: Üçüncü Nesil Yaklaşım – Dr. Asad Zaman

İslam ekonomisi, ekonomik faaliyetleri İslami etik ve dini ilkelerle uyumlu hale getirmeyi hedefleyen bir disiplin olarak hem teorik hem de pratik bir çerçeve sunmaktadır. Bu disiplin, adalet, eşitlik ve sosyal refah gibi değerleri merkezine alarak, faizsiz bir ekonomik model ve risk paylaşımı temelli finansal araçlar önermektedir. Ancak, İslam ekonomisinin vaatlerini tam anlamıyla gerçekleştirememesinin arkasında, modern seküler ekonomik sistemle olan gerilimler, kurumsal yapıların yetersizliği ve pratik uygulamalardaki tutarsızlıklar gibi faktörler yatmaktadır. İslam ekonomisinin insan merkezli bir yaklaşımla yeniden ele alınması, yalnızca ekonomik araçların gözden geçirilmesini değil, aynı zamanda üretim, tüketim ve paylaşım süreçlerinin etik ve sosyal boyutlarının da dikkate alınmasını gerektirmektedir. Bu bağlamda, İslam ekonomisinin, modern ekonomik sistemin eleştirisi üzerinden kurgulanan bir alternatif olmanın ötesinde, insani değerleri ön planda tutan ve sürdürülebilir bir ekonomik düzen inşa etme potansiyeli taşıdığı savunulabilir. Bu potansiyelin gerçekleşmesi hem teorik bir derinlik hem de pratikte yenilikçi ve kapsayıcı mekanizmaların geliştirilmesine bağlıdır.

Seküler Paradigmayla Uyum Çabası ve Kimlik Aşınması

İslam ekonomisinin temel amacı, ekonomik politikalar aracılığıyla toplumsal refahı arttırmak, adaleti sağlamak ve maddi-manevî sürdürülebilirliği korumaktır. Ancak bu hedefler, modern ekonomik teorilerin baskın olduğu bir dünyada sınanmaktadır. Geleneksel ekonomi, 2007 mali küresel krizi gibi olaylarda açıklama ve politika tavsiyelerinin sunulması konusunda başarısız olmuş; Dünya Bankası ve IMF gibi kurumlar tarafından dayatılan politikalar, tek bir ekonomik dönüşüm vakasını bile gerçekleştirmemiştir. Dünya Bankası’nın bu başarısızlığı kabul edilebilir bir şekilde korunmuş, geleneksel teori ekonomik, ekonomik büyümeyi açıklama veya aktarma kapasitesinden yoksun kalmıştır. Buna karşılık komünist Rusya, Çin ve Doğu Asya ekonomileri gibi örnekler, mucizevi büyümeler sergileyerek alternatif modellerin mümkün olduğunu gösteriyordu. İslam ekonomisi, İslam dünyasında refah yaratma konusunda benzer bir başarı sağlayamamış ve son 30 yılda sözlerini tutmakta zorlanmıştır.

Bu başarısızlık, İslam ekonomisinin modern seküler paradigmalarla uyum sağlama çabalarından kaynaklanabilir. Modern ekonomi, seküler modernite tarafından şekillendirilmiş bir dünya görüşüne dayanabilir; Allah’ı, ahireti ve yargılanmayı reddederek, bu toplamı haz ve bireysel faydayı maksimize etmeye odaklanıyor. İnsan, bu görüşte, açıkgözlülük, rekabet ve bireysellik üzerine kurulu acımasız bir ormanda yaşayan bir hayvan olarak tasvir edilir. İslam ekonomisi cömertlik, işbirliği ve toplumsal sorumluluk gibi değerleri merkeze alır. Bu iki yaklaşımı, özünde kapsayan genişliğidir. Sorun şu ki, İslam ekonomisi modern ekonomiyle birleşmeye devam ederken, bu karşıtlığı uzlaştırma çabası başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İki genişleme paradigmasını birleştirmek, esnek bir uyumsuzluk yaratmak ve İslam ekonomisinin özgünlüğünün ortadan kalkması.

Alternatif Ekonomi Yaklaşımları ve İslam Ekonomisinin Teorik Açmazları

Son 30 yılda geleneksel ekonominin eksikliklerine yanıt olarak çeşitli alternatif disiplinler ortaya çıktı. Davranışsal ekonomi, insanoğlunun istediği yönde yön değiştirme konusunda etkili bir yaklaşım sunarken, Duflo ve Banerjee’nin ebeveynlerinin yoksulluk ekonomisi, Afrika ve Asya gibi birikimli olarak başarılı sonuçlar elde etmiştir. Çevresel ekonomi, mega projelerdeki artışların birleşimini katarak modern ekonominin eksikliklerini giderir. Evrimsel ekonomi, ekonomilerin mevcut değişimlerini gösterebilir; Ajan temelli modeller ve karmaşık sistem analizleri ise dinamik yapıları anlamada güçlü araçlar sunar. Modern Para Teorisi (MMT) ise sıfır enflasyon, sıfır faiz ve sıfır oran gibi hedeflerle, İslam ekonomisinin ideallerine yakın bir çerçeve önerir. Ancak İslam ekonomisi, bu alternatiflerin sunduğu başarıyı kendi kendine tekrarlayamamıştır.

İslam ekonomisindeki bu krizler, yalnızca pratik uygulamalardaki yetersizliklerle sınırlı değildir; aynı zamanda teorik bir temel eksiklikten de eksiktir. “İslam Ekonomisindeki Kriz” başlıklı makale detaylıca ele alınmış ve Türkçeye çevrilmiştir. Modern ekonominin seküler pozitivizme dayalı yaklaşımı, insan davranışını yalnızca dışsal gözlemlerle ve derinlemesine modellere indirgeyerek analiz eder. Bu yaklaşımı, insanın iç boyutlarını –ruhsal, manevi ve yapısal özelliklerini– göz ardı eder. İslam ekonomisi ise, öz etkisi (kendini tanıma) temelli bir insan çaba çözümü önerir. Aristoteles’in “Kendini bilmenin bilimin başlangıcıdır” ve İbnü’l Arabi’nin “Kendini bilen Allah’ı bilir” sözleri, bu öz bilginin evrensel bir bilgelik kaynağı olduğunu vurgular. İnsan davranışlarının anlaşılabilmesi, yalnızca dışsal olarak ortaya konulmaması, içsel bir anlayışa da dayanmalıdır. İslam ekonomisi, bu içsel boyutu merkeze alarak, modern sosyal bilimlerin sınırlarını aşan bir politika çerçevesi geliştirebilir.

Üçüncü Nesil İslam Ekonomisi: Yeni Bir Başlangıç Mümkün mü?

İslam ekonomisinin yeniden inşası, insani gelişme teorisine ve toplumsal evrime dayalı bir yaklaşımla mümkündür. Modern ekonomistlerin faydasını maksimize etmek için kullanılanlar, karşılaştırmalarla çelişir; zira insan çalışması, pozitivist modellerin öngördüğü gibi evrensel aralıklarla açıklanamaz. İslam ekonomisi, bu bağlamda, öz veri ve içgörüye dayalı bir teori önerir. Üçüncü nesil İslam ekonomisi, bu yaklaşımın temel alan bir ders kitabıyla somutlaştırılmıştır. İnsan davranışlarının anlaşılması, toplumların evriminin anlaşılmasının da anahtarıdır. İbnü Haldun’un Ulumu’l-Umran perspektifi, toplumların ekonomik, politik, sosyal ve merkezlerinin bir arada bağlı olması ve izole bir şekilde incelenemeyeceği savunur. Toplumlar, üyeliklerden oluşur; dolayısıyla insan davranışını doğru anlamaktan toplumsal dinamikleri analiz etmek mümkün değildir.

Batı’daki bilim anlayışı, gözlemsel davranışlara odaklanarak ruhani ve içsel boyutları reddederler. Bu pozitivist yaklaşım, Avrupa’daki din savaşlarının bir sonucu olarak seküler bir toplum inşa etme çabalarından doğmuştur. Thomas Hobbes’un “İç etik değerlere dayanamaz, hukukun üstünlüğünü esas alırız” görüşünde, bu seküler çerçevenin yapılabilirliği oluşturulur. Ancak İslam’da şeriat, kalbinin huzuru ve huşûsuyla başlar; iman, dışarıdan dayatılamaz. Bu içsel temel, İslam ekonomisinin modern seküler modellerle uyuşmazlığını gösterir. İslam ekonomisinin bugünkü evrimi de bu gerilimle şekillenmiştir: Birinci nesil, 20. yüzyılın başında sömürgeciliğin engellenmesi özgürlük mücadelelerinin bir parçasıydı; ikinci nesil, 1970’lerde siyasi İslam’ın farklılıklarıyla birlikte modern Müslümanlar tarafından değiştirildi; Üçüncü nesil ise, önceki yaklaşımların başarısızlığını kabul ederek yeni bir anlayış önerdi.

Üçüncü nesil İslam ekonomisi, davranışsal ekonomi, yoksulluk ekonomisi, evrimsel ekonomi ve ajan temelli modeller gibi alternatiflerden daha kapsamlı bir strateji sunma potansiyeline sahiptir. MMT’nin “üçlü sıfır” hedefi (sıfır oranı, sıfır enflasyon, sıfır faiz), İslam ekonomisinin ideallerine paralellik gösterir; Ancak İslam ekonomisi, bu amaç yalnızca teknik bir birliktelik değildir, yapısal ve manevi bir temel üzerine inşa edilebilir. Toplumlar değiştikçe sosyal teoriler de geliştirilmelidir; bu etkileşim, İslam ekonomisinin dinamik bir alan olarak yeniden çalışmayı gerektirir. Batı’daki ekonomik teorinin evrimi, din savaşları ve sekülerleşmeyle şekillenirken, İslam ekonomisinin kendi sermaye kaynaklarını –İbnü Haldun’un mirasını– temel alarak iletebilir.

Sonuç olarak, İslam ekonomisi, modern seküler paradigmalarla uyum sağlama çabalarında krizler yaşanmış, ancak bu krizler bir yeniden inşa etmeyi beraberinde getiriyor. İnsan faaliyeti ve toplumsal evrim üzerine kurulu üçüncü nesil yaklaşım, İslam ekonomisinin yalnızca İslam özgürlüğü değil, tüm insanlığa örnek bir çerçeveye sahip olacak. Bu süreçte öz bilgi ve içsel anlayışlar, pozitivist modellerin bütününün daha derin bir bilgelik sunmaktadır. İslam ekonomisi, vaatlerini tam anlamıyla gerçekleştirememiş olsa da bu yolculuklar henüz bitmemiştir; aksine yeni bir başlangıç noktasıdır.

 

 

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir