6 Şubat 2025, Perşembe

Türkiye-Arap Dünyası İlişkileri: Yüz Yılda Ne Değişti? – Prof. Dr. Ahmet Uysal

Yedi denizin ve üç kıtanın buluştuğu Ortadoğu, Türklerin yabancı olduğu bir bölge değildir. İşin gerçeği Abbasiler zamanında topluca İslam giren Türkler, hızlı bir şekilde bölgeye, özellikle Irak, Suriye ve Mısır’a yerleşmişlerdir. Abbasi ordusu içinde etkili oldukları gibi Abbasiler zayıflamaya başlayınca Anadolu’dan önce Mısır’da 935 yılında Akşitler Devleti’ni bile kurmuşlardır. Aynı dönemde, Abbasiler yönetimindeki Türk orduları önce Haçlılara, daha sonra da Moğollara karşı önemli savaşlar vermiştir. Suriye ve Mısır arasındaki bölgeyi kontrol eden Türk Memlüklü Devleti’ni de unutmamak lazımdır.

Osmanlı İmparatorluğu ise bölgeyi birleştirerek Batı sömürgesine karşı korumuş ve diğer dinlere de saygı içinde 400 yıl Türkler, Araplar ve Kürtlerin birlikte yaşamasını sağlamıştır. Haçlı seferlerinden bu yana bölgeye yönelik hevesleri bitmeyen Batılılar, tekrar geldiklerinde bölgeden kovulmuşlardır. 1270’te Fransızlar, 1500’lerde Portekiz ve İspanyollar, 1700’lerin sonunda Fransız Napoleon bölgeden defedilmiştir. Ancak 100 yıl sonra tekrar gelerek 1. Dünya Savaşı’nda bölgeyi istila etmişlerdir. Savaş esnasında ve öncesinde (Şerif Hüseyin ve etrafındaki küçük azınlık hariç) Araplar ve Kürtler, Osmanlı’nın yanında durmuşlardır. Bu süreçte Sünniler kadar, Şiiler de Osmanlı ile ortak hareket etmiştir.

“Arap Ülkeleri Bağımsız Olsalar Türkiye ile Birleşirler”

  1. Dünya Savaşı kaybedilince Batılılar Süveyş kanalı başta olmak üzere tekrar Ortadoğu’daki ticaret yollarına ve yeni keşfedilen petrol kaynaklarına hakim olmuşlardır. Savaştan sonra işgal altındaki İstanbul’da toplanan Osmanlı Parlamentosu, Misak-ı Milli ilan ederek hem Balfur Deklarasyonu’na hem de Sykes-Picot Anlaşması’na cevap vererek bölgede sömürüye karşı olduğunu ilan etmiştir. 1919-22 arasında Anadolu’da olduğu gibi Mısır, Suriye, Irak, Filistin ve Hindistan’da Batı sömürgesine karşı bağımsızlık mücadeleleri ve dayanışma devam etmekteydi. Kurtuluş Savaşı’na Hindistan’dan ve Arap halklarından destek geldiğini unutmayalım.

Aslında bu bağımsızlık mücadeleleri birleştirilebilseydi Batılı sömürgeciler bölgeden toptan atılabilirdi ama olmadı. Türk halkı savaşlardan yorulduğu için Kurtuluş Savaşı’nı yöneten elitler Lozan’a razı oldular. Aslında Misak-ı Milli’de gizli olan ve birkaç kez Mustafa Kemal’in ve İsmet Paşa’nın tekrarladığı “Arap ülkeleri bağımsız olsalar Türkiye ile birleşirler” fikri sonraya kalmış ve sonra unutulmuştur. Lozan anlaşmasıyla Türkiye Cumhuriyeti yönünü Batı’ya dönmüş, Arap dünyasıyla ilgisi azalmıştır. Çünkü Batılılar, bölgedeki çıkarları gereği bu yakınlaşmayı tehlikeli görüyorlardı ki bu anlayış bugüne kadar devam etmiştir.

Mustafa Kemal’in, Hatay’ın geri alınmasında uyguladığı siyaset 2. Dünya Savaşı’nda sömürgeciler birbirini mahvettiği için bütün Ortadoğu’ya uygulanarak, bölgede birlik sağlanabilirdi ama ömrü vefa etmedi. Soğuk Savaş ortamında Türkiye ABD’ye bel bağladığı için Batı çerçevesinden pek çıkamadı. İsrail’i tanıması ve Arapları ihmal etmesinin sebebi de budur. Ancak, Kıbrıs Operasyonu ve Petrol Ambargosu, Türkiye’ye Ortadoğu’da dostlar ve müttefikler edinmenin önemini tekrar göstermiştir. Demokratik yönetimler kalkınma ve istihdamı büyütmek için uğraştıkları oranda Ortadoğu’dan ucuz enerji almaya ve yatırımcı aramaya, ihracat için pazar bulmaya çalışırken Arap Dünyası’na yönelmişlerdir.

Ortadoğu’ya Özel Önem Verilmiştir

Soğuk Savaş döneminde Komünizm’in yayılmasına karşı İran ve Irak gibi bazı Arap ülkeleriyle hareket eden Türkiye, bölgenin en temel sorunu olan İsrail’e karşı gerekli tepkiyi koymamıştır. 1980’lerde Turgut Özal, Ortadoğu’ya özel önem vermiştir. Örneğin, o dönemde Türk şirketlerinin Libya’da aldığı ihaleler güçlü Türk inşaat sektörünün gelişmesine zemin oluşturmuştur. Aynı dönemde Irak ile yapılan dış ticaret de oldukça gelişmiştir. Aslında 1990’larda Soğuk Savaş döneminin sona ermesi sonrasında Ortadoğu’yu ve Türkiye’yi etkileyen gelişme Körfez Savaşı ile Saddam’ın pasifize edilmesidir. Yeni dönem Orta Asya’ya olduğu kadar Ortadoğu’ya açılmak için ciddi fırsatlar sunsa da Türkiye’nin terör belası ve siyasi ve ekonomik istikrarsızlık sonucu içe kapanması liderlik potansiyelinin heba olmasına yol açmıştır. Saddam’a uygulanan ambargolar da güneydoğu ekonomimizi sarsarak terörü güçlendirmiştir.

2000’li yılların en önemli olayı ise 11 Eylül Saldırıları ve Irak ve Afganistan’ın işgali olmuştur. Her iki gelişme de hem küresel dengeleri hem de Türkiye’yi etkilemiştir. Irak’ın işgali Ortadoğu’da istikrarsızlığı başlatan bir süreç olmuştur. Aynı dönemde, Türkiye’de başa gelen AK Parti de Ortadoğu ile ilişkileri geliştirmeye özel önem vermiştir. Ekonomik ve siyasi olarak bölgeye açılmaya başlamış, Suriye, Ürdün, Irak, Körfez Bölgesi, Libya ve Mısır ile ilişkilerde ciddi gelişme görülmüştür. Aynı dönemde Irak’ta ciddi bir istikrarsızlık hakim olmuştur.

2011 yılında patlak veren Arap Baharı isyanları ile de Ortadoğu yeni bir karışıklık sürecine girmiştir. Aslında halkın demokrasi talepleriyle başlayan süreç, daha sonra küresel ve bölgesel güçlerin müdahalesiyle eskiye dön(dür)ülmüştür. Ayrıca, Türkiye de Arap halklarının yanında yer alsa da gücü, büyük darbe iç savaş ve mezhep çatışmaları sürecini durdurmaya yetmemiştir. Ancak, Suriye ve Libya’da kendisine yönelik zararı sınırlandıracak müdahalelerde bulunmuştur. Bu kaos süreci hala Yemen, Sudan ve Filistin’de devam etmektedir.

Osmanlı’nın yıkılması ve Cumhuriyetin kurulmasından 100 yıl sonra Ortadoğu, önce işgal ve sömürü yaşamıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra da geniş çaplı bağımsızlık mücadelesine sahne olmuştur. Bunların en önemlileri Cezayir bağımsızlık mücadelesi ve Filistin direnişidir. Cemal Abdunnasır’ın askeri darbe ile karışık bağımsızlık mücadelesi modeli, Suriye’den Yemen’e Irak’tan Cezayir’e kadar uygulanmış bölgeyi zayıf bırakan bir gelenek haline gelmiştir. Gerçek bağımsızlık yerine ülkeleri geri bıraktığı için bu militarist modeli Batı da desteklemiştir. Türkiye de benzer şekilde nerdeyse her 10 yılda askeri darbelerle dizginlendiği için çok ilerleyememiştir. İlginç bir şekilde Türkiye’de asker güdümlü yönetimler İsrail’e meylederken, demokratik yönetimler Arap ülkeleriyle ilişkileri geliştirmeyi tercih etmiştir.

Arap Baharı ile ortaya çıkan demokrasi talebinin ilk turu kaos ve yıkımla sonuçlansa da halkların demokrasi, kalkınma ve bağımsızlık talebi devam etmektedir. Diğer taraftan bazı Arap ülkeleri de İran ile yaşadıkları gerginliğin çözümünü İsrail ile normalleşerek çözmeye yönelmiştir. İran’ın girdiği Yemen, Irak ve Suriye mücadelelerin bölgeyi zayıflattığı için İsrail’in işine yaradığı açıktır. Gazze krizi ayrıca İsrail’in normal bir komşu olamayacağını, yönetimler onunla normalleşse de halkların bu işgal devletini kabul etmeyeceğini ortaya çıkarmıştır. Diğer taraftan, bu krizle Arap ve İslam dünyasının parçalı yapısının temel sorun görülmeye başlamadığı ve güçlü Türkiye’nin birleştirici ve lider rolünün önemini vurguladığı görülmektedir. Bir sanayi, turizm ve ticaret ülkesi olarak Türkiye Ortadoğu’nun istikrarından istifade ettiği için bölgenin istikrarı, kalkınması ve demokratikleşmesini desteklemeye devam edecektir.

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir