Gönüllerimiz yangın yerine döndü. Gazze’de kan, gözyaşı, zulüm, soykırım var… Ama mücadele, azim, kararlılık, direniş de var. Tek başına “ruh” var aslında Gazze’de. Özlenen, beklenen, aranan ruh. Orada inkişaf etti bu ruh. Ümmetin beklediği saklı hazine orada çıktı meydana. Meydan yerinde bir avuç Müslüman. İslam’ın İzzetini, iffetini zalime karşı koruyor.
Meydan yerinde olmanın zamanı geldi, fakat yılgınlık, bıkkınlık kuşatmış bizleri. Verilen şahsiyet ve asliyet mücadelesi hepimizin oysaki. Ümmetin harim-i ismetine kan emiciler kast etmiş, camiler postallarla kirletilmiş, şehadet sesleri alabildiğine yükseliyor, fakat bizler örtüleri üzerimizden atamadık, haykıramadık henüz gür sadayla. Ruh eksik kaldı sanki. Aksiyon ruhu.
O ruhun inkişaf etmesi lazım. 400 yıldan beri kırpılıyoruz. Hakikatte betonduk, şimdi küle döndük. Bir nefeslik toparlanmaya ihtiyaç var. Bir ruh üflenmeli tabir yerindeyse.
Zaman bunu emrediyor, bunu telkin ediyor bize. Ayağa kalkmayı, aksiyoner olmayı, aksiyon eri olmayı. Nasıl aksiyoner olunur, ölçüsü, şifresi nedir, diye sorduğumuzda Üstad Necip Fazıl’ın kapısını çalmamız icap ediyor hiç şüphesiz.
Evvela bilmeli ki yalnız aksiyon demiyor Üstad. Başında iman da var. İman ve aksiyon… Terkibi bu şekilde. Vurgusu hep terkiple. Aksiyon eri evvela, imanî meseleleri aşmış olmalıdır, diyor. İman etmeli, kalbinde hissetmeli, “Sana çöl gibi gelen, o göl diyorsa göldür!” şuurunda tam teslimiyeti kuşanmalıdır, diyor. Aksiyonun bel kemiği imandır yani ona göre.
Birçok tanım, birçok tasavvur getirir aksiyonu izah için. Büyük fikrin büyük işe inkılabıdır, der mesela. “Alelade”liği aksiyonla bağdaştırmaz. Büyük fikir dediği, iman ile meczedilmiş, temelinde dini mübin olan, hudutsuz, şuurlu, donuk olmayan, köke hizmet eden ufuk çizgisidir. Büyük işse mücerret inanma kuvvetiyle cüreti bir araya getirmektir. Büyük mükafat büyük cüret mukabilindedir zira. Büyük cüretse gerektiğinde kalabalıklara karşı durabilecek cesareti kuşanmaktır.
“Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak,
Haykırsam kollarımı makas gibi açarak!”
buna binaen söylenmiştir. “Sağına soluna bakmadan ‘ben varım’ diyebilmek” buna binaen söylenmiştir. Sağa ve sola bakmak, korkunun, tereddüdün, çekimserliğin göstergesidir. Bunlardan hiçbiri cüretkâr aksiyonerlikle bağdaşmaz halbuki.
Cüretkâr aksiyonerliğin baş düşmanı olarak donukluğu görür Üstad. Ruh donukluğu. Ve mücadelesi bu donukluğu aksiyon potasında eritmektir. Bunu zamanla ilişkilendirir temelde. Zamana yenilmeyen tek ruh vardır, onunla mücadele eden, ona sığmayan… O yüzden ruha talibiz, ruhu diriltmeliyiz, der. Ölümsüzlüğün sırrıdır bu. Ruhu diriltmek, donukluktan kurtarmak da evvela aramak, sonra bulmak sonra aramak… Ta ki sırların sırrı Allah’ı bulana dek. Allah’ı bulmayan, sonunda ruhunu Allah’a “satmayan” donukluğa mahkumdur ona göre.
“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış,
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış”
“Tel tel ve iplik iplik dikseler de ağzımı,
Tek ses duysalar Allah… Yoklayanlar nabzımı…”
mısraları bu minvalde kaleme yansıyan mısralarındandır.
Yine aksiyon için “çilesi çekilmiş fikir” tabirini kullanır. “Çile” Necip Fazıl’ın meseleye bakışında önemli bir yeri temsil eder.
“Lafımın dostusunuz çilemin yabancısı,
Yok mudur sizin köyde çeken fikir sancısı”
Önce aşk olmalı. Lafla peynir gemisi yürümez. Aşk varsa çile, çile varsa aksiyon vardır. Istırap olmadan muvaffakiyet mümkün değildir ona göre. Demir leblebiyi çiğnemeli ve fikrin çilesi çekmeliyiz, der bunu ifade etmek adına. Kendisini de “ben çile şairiyim!” diye tanıtır. Çünkü oluş bir hummadır. Kaynamadan, fokur fokur fokurdamadan “ol”mak da “oldurmak” da mümkün değildir. “Ol”unca ne olduğunu da şöyle özetler;
“Rabbim, Rabbim, bu işim bildim neymiş Türkçesi,
Senin aşkın ateştir, ateşin gül bahçesi.”
Aksiyonu iki boyutlu olarak sunar Üstad. İçe doğru ve dışa doğru. İçe doğru olanı büyük cihad, dışa doğru olanıysa küçük cihattır. İçe doğru olan tasavvufla, dışa doğru olanı ise cemiyetimizledir. Evvela içimizi onarmalı, günahlardan arınmalı, sonra içtimai vazifeye namzet olunmalıdır.
Bunun müşahhas plandaki misallerinden biridir Necip Fazıl. İki boyutun da çilesini çekmiştir. Dışa doğru aksiyon icabı yine onun tabiriyle meydan yerinde olmuş,
“Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!”
demiş ve her türlü yıldırma ve yıpratmalara rağmen sözünü yükseltmekten geri durmamıştır.
Arvasi hazretlerine intisabı ve peşine gelen silkeleniş ve yeniden doğuşu ise içe doğru aksiyon yolunun yolcusu olduğunun bedihi ispatıdır.
“Tam 30 yıl saatim işlemiş ben durmuşum,
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum”
“Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız,
Ruhuma büyük temel çizisini çaktınız”
bu minval üzere söylenmiş, vecizi mısralarıdır.
“Bir günü bir gününe eşit olan bizden değildir” hadisi aksiyon erinin serlevhasıdır, Necip Fazıl’a göre. Beşeriyet vasfının en önemli unsurunu, mütemadiyen terakki olarak görür. Kan nasıl ki damarda biteviye akış halindedir. Mümin de ölüm gelinceye, menzile varıncaya dek akış-aksiyon halinde olması gerektir.
Aksiyoncu nefsine mühlet vermeden her an kendini vazifedar addeder. Nefsine mühlet vermemek aksiyoncunun başlıca vazifelerinden. Nefisten, nefsani işlerden fedakarlık etmek lazım. Nefsini yularlı bir merkep gibi peşinde dolaştırmak lazım. Dizginlerini elde tutmak lazım.
Aksiyonun yaşla alakası yoktur Üstadda. “Istırap çekiyorum, öyleyse gencim” dediği gibi gençliği ruh yaşı pörsümemiş olanlar için kullanır. Ona göre madde adalesi çökse de ruh adalesi diri kalan gençtir, yaşına bakılmaksızın. Yaşlanır ama ihtiyarlamaz genç. Her evrede yeniden buluğ çağı yaşar, sancı çeker, yeniden doğar. Fikir eskimeden ihtiyarlamaz genç.
“İdrakin aczini idrakten büyük idrak yoktur” ona göre. Gazzali’den veciz bir nakil getirir; “Aklı gerdim bir lastik gibi ve gördüm ki akıl sınırlıdır.” Hayatını eşya ve hadiselere “niçin” sorusunu yöneltmekle geçirmiş Üstad, yolun sonunda aklı bir köşeye bırakmayı, aklın son durağının aklı yırtmak olduğunu savunur. Bu yol teslimiyet yoludur. Koştum, yapıştım, sığındım ve kurtuldum…
“İşte iz geliniz!” dediği gibi… İzinden; ezilmeden, bükülmeden gidenlere selam olsun…