Kıbrıs meselesi sadece Kıbrıs Türkleri için değil, Türkiye ve Türk Dünyası için de hayati bir meseledir. Kıbrıs Türk halkının yüzyıllardır verdiği onurlu mücadeleyi sadece bir var olma mücadelesi olarak görmek yeterli olmayacaktır. Kıbrıs meselesi aynı zamanda Ada’daki Türklüğü unutturmaya çalışanlara karşı verilen tarihi bir kimlik mücadelesi, Kıbrıs Türklerinin Anavatan Türkiye ile bağlarını ve köklerini koruma mücadelesi ve yüzyıllardır değişik boyutlarda devam eden Doğu Akdeniz’deki jeopolitik güç ve hakimiyet mücadelesi ile doğrudan ilgilidir.[i] Bu noktalardan hareketle bu makalemde kısaca Kıbrıs’ta Türkiye’nin garantörlük hakkının önemini ve iki devletli çözüm vizyonunu anlatmaya çalışacağım.
Türk Dünyası’nın en güneyde kalan bağımsız Türk Cumhuriyeti olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) üzerinde bulunduğu Kıbrıs adası üç kıtanın kesişme noktasında yer alan stratejik ve coğrafi bakımdan eşsiz bir konum ve öneme sahiptir. Ortadoğu, Süveyş Kanalı ve enerji hatlarına olan yakınlığı nedeniyle genellikle “hiç batmayan bir savaş gemisi” olarak tanımlanmıştır.
Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin (GKRY) uluslararası hukuka aykırı olarak Avrupa Birliğine (AB) girmesinin ardından Türk tarafının Doğu Akdeniz’deki jeopolitik mücadelesi daha da önemli hale gelmiştir. Kıbrıs adası Türkiye’den sadece 40 deniz mili (70km) uzaklıktadır ve Türkiye için Akdeniz’e emniyetli çıkış imkânı sağlayan, bölgedeki deniz ulaştırma hatlarını kontrol altında bulunduran, karasuları, kıta sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölge, hava sahasının kontrolü ve Türkiye’nin stratejik savunma derinliği açısından büyük bir öneme sahiptir.[ii] Kıbrıs adasının Rum egemenliği altına girmesi halinde sadece Ada’daki Türk varlığı tehlikeye girmeyecek, aynı zamanda Anadolu’nun da güvenliği tehlikede olacak ve Türk gemilerinin Rum-Yunan ikilisinden izin almadan açık denizlere çıkması imkânsız hale gelecektir.[iii] Kıbrıs Adasının önemi son dönemde Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğal gaz kaynakları ile daha da çok artmıştır. Tahminlere göre Doğu Akdeniz’de yaklaşık olarak 5 milyar varil petrol ve 13,5 trilyon cm doğal gaz bulunmaktadır.[iv] Bu kaynakların toplam tahmini değeri 30 trilyon doların üzerindedir.
Tüm bu jeopolitik ve tarihsel gerçekler Kıbrıs’ta Türkiye’nin Garantörlük hakkının önemini ortaya çıkarmaktadır. Kıbrıs Türk Halkı, eşit egemen halklarından biri olarak kurduğu 1960 Ortaklık Cumhuriyeti’nden 3 yıl sonra silah zoruyla atılmıştır. 103 Türk köyünün yakılıp yıkmasının ardından nüfusunun üçte biri göçmen durumuna düşürülmüş ve Rum silahlı güçleriyle çevrilmiş birbirinden kopuk 39 bölgede yaşamaya mahkûm edilmiştir.[v] Kıbrıslı Türk mücahitler tarafından korunan bölgelere Rum devleti hiçbir hizmet götürmemiş ve on binlerce insan en temel ihtiyaçlarından mahrum bırakılmıştır. Yüzlerce vatandaşımızın katledildiği 11 karanlık yıl boyunca Kıbrıs Türklerinin maruz kaldığı insanlık dışı uygulamalar Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi raporlarında kaydedilmiş olmasına rağmen uluslararası kamuoyu duyarsız kalmayı tercih etmiştir. Kıbrıslı Türkleri bu soykırım teşebbüsünden Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’te adanın Yunanistan’a ilhakını önlemek ve Kıbrıs Türklerinin can güvenliğini sağlamak için Ada’ya yaptığı meşru askeri müdahale sayesinde kurtulmuştur.
Bu tarihsel gerçekleri hafızalardan silmeye ve tarihi yeniden yazmaya çalışan Rum tarafı uluslararası kamuoyunu devamlı olarak yanıltmaya çalışmakta ve Kıbrıs’taki garanti sisteminin anachronistic yani içinde bulunduğumuz zamana ait olmadığını iddia etmektedir. Oysa günümüzde coğrafi olarak Avrupa’nın ortası olarak tanımlayabileceğimiz Ukrayna ve daha da önemlisi Gazze’de yaşanan büyük trajedi, insanlık suçlarının zamandan bağımsız olarak tüm hızıyla sürdüğünü bize en acı şekilde göstermiştir.[vi] Bu soykırım karşısında başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası örgüt ve uluslararası hukuk mekanizmalarının duyarsız kalması, işlevsizliklerini hatta son kullanma tarihlerinin çoktan geçtiğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir.
Yukarıda da kısaca bahsettiğim gibi bu acı tecrübeleri yaşayarak öğrenen ve tüm dünyanın gözü önünde soykırımla sınanan Kıbrıs Türk halkı Türkiye’nin adadaki garantörlüğünün ne kadar yaşamsal olduğunun ve “olmazsa olmaz” olduğunun son derece farkındadır. Soykırımların önlenmesinin yegâne yolu bir kâğıt parçasından daha değerli olmayan Güvenlik Konseyi veya uluslararası hukuk kararları değil “sahadaki” etkin ve fiili askeri garantilerdir. Bugün büyük bir çaresizlikle garantör arayan Filistin Halkının yaşadıkları ortadayken Kıbrıs Tük Halkı hiçbir zaman bu güvencesinden ödün vermeyecektir.
Bu noktada, KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın iki özdeyişinin ne kadar anlamlı ve ölümsüz olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Denktaş’ın çok sık kullandığı “Beni Türk askerini adaya getiren kişi olarak hatırlayın” ve “Bir halkın ulaşabileceği en üst mertebe bir devlet sahibi olmaktır” sözleri adeta Gazze’deki insanlık trajedisinin nedenlerini en çarpıcı biçimde bizlere anlatmıştır.[vii] Aynı Kıbrıs örneğinde olduğu gibi, Gazze’deki acı ve gözyaşının durması ancak ve ancak Filistin halkının güvenliğini sağlayacak garantörlük sisteminin etkin ve fiili olacak bir şekilde bir an önce sağlanması ve 2 devletli çözüm ile mümkün olabilir.
Yunanistan ve GKRY’nin yayılmacı siyasetini ve maksimalist tutumunu engelleyebilecek tek adım KKTC’nin uluslararası tanınmasıdır. KKTC’nin yasal statüsü ve egemenliği tanınmadan Türk tarafının bölgedeki siyasi ve ekonomik çıkarlarını savunması oldukça zor hale gelecektir. Bir başka ifade ile Doğu Akdeniz’deki Türk egemenliğinin dayanak noktası olan ve 1974’ten beri kurumlarıyla etkin bir şekilde varlığını sürdüren Kıbrıs Türk Devletinin uluslararası tanınırlığının sağlanması Türkiye ve KKTC’nin Doğu Akdeniz’deki haklarını etkin ve fiili bir şekilde koruyabilmesinin yegâne yoludur.[viii]
Bu yıl büyük bir gururla 50. yılını kutlayacağımız 1974 Mutlu Barış Harekâtının ardından Kıbrıs’ta bugünkü sınırlar belirlenmiş ve adadaki iki devlet mevcut sınırları içerisinde kendi idarelerini kurup egemenliklerini icra etmişlerdir. Kıbrıs’ta iki ayrı halk, iki ayrı devlet ve her halkın özgür iradeleriyle yöneticilerini seçtiği iki ayrı demokrasi vardır. Her gün karşılıklı olarak sınırları geçen insanlardan devletin en üst yöneticilerine, sınırda konuşlanan Birleşmiş Milletler yetkililerinden tüm uluslararası kamuoyuna kadar herkes iki ülkenin sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini çok iyi bilmektedir.
3 Haziran 1968 tarihinde Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta başlayan müzakere süreci, Rum liderliğinin uzlaşmaz tutumundan dolayı sürekli olarak başarısızlığa uğramıştır. Kıbrıs Rum yönetimi eski dışişleri bakanı Nikos Rolandis’in de bizzat itiraf ettiği gibi Rum tarafı 2004 Annan Planı ve 2017 Crans Montana süreçleri de dahil olmak üzere bugüne dek ortaya konan çözüm planlarının tamamını reddetmiştir.[ix] Rum tarafının amacı, sıfır asker, sıfır garanti siyaseti ile Kıbrıs Türk halkının en büyük güvencesi ve olmazsa olmazı olan Türk askerini adadan uzaklaştırarak zaman içerisinde Rum egemenliği altında üniter bir devlete evrilecek bir çözüm şeklini Türk tarafına dayatmaktır. Böylelikle Doğu Akdeniz’deki Türk egemenliğinin dayanak noktası olan KKTC tavsiye edilerek sözde Sevilla Haritası ile Türkiye Cumhuriyeti Antalya Körfezine hapsedilecek ve Doğu Akdeniz’deki Türk varlığı sonlandırılmaya çalışılacaktır.[x]
Bu noktada, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın 2020 seçimlerini kazanarak ortaya koyduğu yeni siyaseti, çok doğru bir zamanlama ile bu jeopolitik ve tarihsel gerçek ve çağrılara bir yanıt niteliği taşımaktadır. Cumhurbaşkanı Tatar seçildiği ilk günden itibaren savunduğu ve her zaman arkasında durduğu egemen eşitlik ve eşit uluslararası statüye dayanan yeni çözüm vizyonunu, 2021 yılında Cenevre’de 27-29 Nisan tarihlerinde Birleşmiş Milletler öncülüğünde, Kıbrıslı taraflar ve garantör ülkeler olan Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallığın de katılımıyla 5+1 formatındaki gayri resmi Kıbrıs görüşmelerinde BM ve ilgili tüm taraflar nezdinde kayda geçirerek Kıbrıs’ta yeni bir dönemin kapısını açmıştır.[xi] İki taraf arasında ortak bir zemin olmadığı ve “iki toplumlu, iki kesimli federasyonun” artık bir Rum tezine dönüştüğü bizzat BM Genel Sekreteri Antonio Guterres tarafından da görüşmelerin kapanış konuşmasında ifade edilmiştir.
1960 antlaşmalarında da açıkça ortaya konulduğu üzere Kıbrıs Türk Halkının özden gelen müktesep egemen eşitlik ve eşit statü hakkı vardır. Bu yeni veya talep edilen bir hak değil, Rum tarafının yıllardır gasp edip unutturmaya çalıştığı temel bir haktır. Uluslararası sözleşmelerin tarif ettiği devlet olma özelliği şartlarının tümünü karşılayan KKTC devletinin, Ankara’daki Büyükelçiliği ve İstanbul, İzmir, Antalya, Mersin, Trabzon ve Gaziantep’teki başkonsoloslukları da dahil olmak üzere 20 ayrı ülkede temsilcilikleri vardır. Bir başka ifade ile tüm demokratik kurumlarıyla de facto bir devlet olan KKTC, en az anayasasının yarı maddeleri askıda olan ve bir Rum devletine dönüşen sözde Kıbrıs Cumhuriyeti kadar meşrudur.
Kıbrıs’ta adil, gerçekçi, pratik ve sürdürülebilir bir çözüme Kıbrıs Rum liderliğine uluslararası camia tarafından bunca yıldır otoritesini, egemenliğini ve gücünü aşarak verilen sanal statüyle değil, adadaki mevcut gerçekliklerle, yani iki egemen devlet arasında yapılandırılmış bir işbirliği ilişkisinin kurulmasıyla ulaşılabilir. Bu “kazan-kazan” durumu, sadece adanın Türk ve Rum kesimlerine birçok siyasi ve ekonomik kazanım sağlamakla kalmayacak aynı zamanda Doğu Akdeniz ve ötesindeki sorunların çözümünde katalizör görevi görecektir.[xii] KKTC’nin tanınması, aynı zamanda hiçbir suçu olmamasına rağmen Kıbrıs Türklerine on yıllaradır yaşamın her alanında uygulanan hukuksuz ve temel insan haklarına aykırı çağ dışı izolasyonların kaldırılmasını da sağlayacaktır.
Sonuç olarak, onurlu ama aynı zamanda zor bir görev olan Türklüğün varlığı mücadelesinin tam kalbinde yer alan KKTC ve Kıbrıs davası, dünyanın dört bir tarafındaki Türklerin omuz omuza vererek her daim savunması gereken bir milli mücadeledir. Uzlaşmaz Rum zihniyeti ve onun tek dayanağı durumunda kalan tamamıyla siyasi kararlar üzerine kurulu ve bu çağa ait olmayan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi mekanizması, kararları ve parametreleriyle Kıbrıs meselesinin çözülemeyeceği 60 yıllık müzakere süreçleri neticesinde görülmüştür. Kıbrıs’ta artık hangi modelin işe yaramayacağı bellidir.
Tüm insanlık dışı izolasyon ve ambargolara karşı dizlerinin üzerine çöktürülemeyen mücahit Kıbrıs Türk halkı, yeni dönemde de üzerine düşeni yapacak ve mücadelesinin, bağımsızlığının, egemenliğinin, gururunun, onurunun ve geleceğinin simgesi, şehitlerimizin yadigarı olan yuvamız, kimliğimiz ve vatanımız KKTC’yi sonsuza kadar yaşatmaya devam edecektir.[xiii] Unutulmamalıdır ki Kıbrıs Türk Halkının yüzyıllardır verdiği onurlu varoluş mücadelesi Kıbrıs Adasındaki Türk varlığını unutturmak isteyenlere ve onu yok sayanlara karşıdır. Türk dünyasının Doğu Akdeniz’deki serhat bekçisi olan KKTC Türk Dünyasının da desteğiyle bu kutsal mücadelesini sonsuza dek sürdürmeye kararlıdır.
[i] Işıksal, Hüseyin (2024). “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Türk Dünyası Entegrasyonu İçindeki Yeri ve Önemi. İç. Purtaş, F. (eds). Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Türk Dünyası Entegrasyonu İçindeki Yeri ve Önemi. Ankara: Ahmet Yasevi University Press. 32.
[ii] Işıksal, Hüseyin (2023). “Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge Tartışmaları ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.” İç. Örnek, İ. (ed.) Türkiye’ye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne Yönelik Sektörel Analizler. Gaziantep: Özgür Yayınları. 20.
[iii] Işıksal, Hüseyin (2021). “Yunanistan ve Rum kesimi çözüm değil taviz peşinde.” Anadolu Ajansı Analiz. 22.02.2021. https://www.aa.com.tr/tr/analiz/yunanistan-ve-rum-kesimi-cozum-degil-taviz-pesinde/2152738.
[iv] Kavaz, İsmail (2021). “The Energy Equation in the Eastern Mediterranean.” Insight Turkey. 23 (1). 141.
[v] Işıksal, Hüseyin (2019). “Kıbrıs’ta Çözüm için Paradigma Değişikliği Şart.” Anadolu Ajansı Analiz. Anadolu Ajansı Analiz. 06.08.2019. https://www.aa.com.tr/tr/analiz/gorus-kibrista-cozum-icin-paradigma-degisikligi-sart/1550663
[vi] Işıksal, Hüseyin (2023). “Palestinian-Israeli Conflict and Requirement for a Guarantorship Model.” No. 25. SAM Papers. Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs Center for Strategic Research. 1-26.
[vii] Işıksal, Hüseyin (2023). “Kıbrıs’tan Gazze’ye: Garantörlük neden gerekli? Anadolu Ajansı Analiz. 20.12.2023. https://www.aa.com.tr/tr/analiz/gorus-kibristan-gazzeye-garantorluk-neden-gerekli/3087640.
[viii] Işıksal, Hüseyin (2022). “Kıbrıs’ta İki Devletli Çözüme Dayalı Yeni Dönem.” Yeni Türkiye. 127. 204.
[ix] Işıksal, Hüseyin (2024). The Rationale of Turkish Cypriot Position on Two-State Solution in Cyprus. Bilig. No 109. Spring. 16.
[x] Işıksal, Hüseyin (2024). “The Importance of the Turkish Republic of Northern Cyprus on Türkiye’s Energy Strategy.” İç. Gökçekuş, H. (ed.) “Cyprus Issues: Environmental Challenges and Energy Security. London: Peter Lang.
[xi] Işıksal, Hüseyin (2021). “Cenevre ve sonrası: Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de barışın anahtarı Türk tarafının yeni vizyonudur.” Anadolu Ajansı Analiz. 08.07.2021. https://www.aa.com.tr/tr/gundem/gorus-cenevre-ve-sonrasi-kibris-ve-dogu-akdenizde-barisin-anahtari-turk-tarafinin yenivizyonudur/2297881.
[xii] Işıksal, Hüseyin (2024). The Rationale of Turkish Cypriot Position on Two-State Solution in Cyprus. Bilig. No 109. Spring. 19.
[xiii] Işıksal, Hüseyin (2023). “40 yıllık varlık mücadelesi: KKTC dimdik ayakta. Anadolu Ajansı Analiz. 16.11.2023. https://www.aa.com.tr/tr/analiz/gorus-40-yillik-varlik-mucadelesi-kktc-dimdik-ayakta/3054017