Doğu Akdeniz, 2000‘li yıllarla birlikte varlığı tespit edilen yeni hidrokarbon rezervleriyle hem bölge ülkelerinin hem de bölge dışındaki ülkelerin rekabet ettiği bir alan haline gelmiştir. Doğu Akdeniz gerek jeopolitik ve jeostratejik konumu gerekse zengin petrol ve doğalgaz rezervleriyle ülkeler açısından cezbedici özelliklere sahiptir. Bakıldığında, Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler kendi aralarında bir rekabet içerinde oldukları gibi kıyısı olmayan diğer ülkelerin de bu rekabete bölgede sondaj çalışmaları yapan kendi enerji şirketleri aracılığıyla etkin olarak katıldıkları söylenebilir.
Bölgedeki enerji paylaşımı sorunu, Doğu Akdeniz’in ana meselesi olan deniz yetki alanları paylaşımını gerekli kılmaktadır. Böylelikle bölge ülkeleri enerji arama/çıkarma faaliyetleri yapmak adına Kıta Sahanlığı (KS) ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlandırma antlaşmaları imzalamak durumundadırlar. Söz konusu antlaşmalar uluslararası hukukun öngördüğü ilkeler ile ilgili tüm ülkelerin hakları dikkate alınarak imzalanmalıdır. Ancak Uluslararası hukukun ülkeler arasında anlaşarak çözüme varmaları yönünde koyduğu bazı maddeler, antlaşma konusunda görüş farklılıklarına sebep olmaktadır. İki ülkenin antlaşması durumunda ise bir diğer kıyıdaş ülkenin menfaat çakışması gerginliklere yol açmaktadır[i].
Hidrokarbon Yatakları Açısından Doğu Akdeniz’in Stratejik Önemi
Doğu Akdeniz’in coğrafi konumu, önemli bir enerji ulaşım bölgesi olması ile hem kıyıdaş ülkelerin hem de diğer önemli devletlerin ilgi odağı olmuştur. Büyük güçlerin enerji kaynaklarını ve enerji transfer yollarını hâkimiyet altında tutma ve kontrol altına alma isteği doğrultusunda birbirleriyle ve genel anlamda rekabet etmeleri Doğu Akdeniz’in stratejik önemini vurgulayan esas unsurdur. Tarihsel olarak da baktığımızda büyük güçler Doğu Akdeniz’e hâkim olmak istemişlerdir. Asya, Avrupa ve Afrika arasında ticaret, ulaşım ve enerji taşımacılığının merkezinde yer alan kavşak konumunda olması da yine Doğu Akdeniz’in önemli özelliklerindendir. Burada çıkarılabilecek enerji rezervlerinin işletilmesi ve taşınmasında “transit geçiş güzergâhında bulunan Süveyş Kanalı” çok önemli olmaktadır. Kıbrıs Adası’nın deniz alanlarında keşfedilen doğal gaz kaynaklarının çıkarılması, paylaşılması ve taşınması konularında da aynı önem dikkati çekmektedir[ii].
Doğu Akdeniz’in sahip olduğu tüm bu özelliklerin yanı sıra 2000’li yıllarla birlikte yeni keşfedilen hidrokarbon rezervlerinin devasa miktarı, bölgenin çarpıcılığını katlandırmış ve Doğu Akdeniz meselesinin en temel sorunu olan deniz yetki alanları paylaşımını körüklemiştir.
ABD’nin 2010 yılında yayınlanan bir Jeoloji Araştırmasına göre, bölgede 1.7 milyar varil geri kazanılabilir petrol, 122 trilyon fit küp (yaklaşık 3,420 milyar metreküp) geri kazanılabilir gaz kaynağı vardır[iii]. Diğer yapılan araştırmalar neticesinde ise yeni keşfedilen ve farklı yerlerde 10-15 trilyon metreküp doğalgaz ve 2-3 milyar varil petrol olduğu tahmin edilmektedir [iv].
Ayrıca yapılan araştırmalar sonucunda Karadeniz’le beraber Doğu Akdeniz’de geleceğin enerji kaynağı olarak görülen gaz hidrat yatakları da mevcuttur. Keza bölgede arama yapan Noble Energy şirketi, 33 trilyon metreküp gaz bulmuştur.
Böyle bir enerji varlığı pek çok ülkenin iştahını kabartmaktadır. Birçok ülke bu bölgede aktif rol oynayıp bölgenin zenginliklerinden pay kapma derdindedir. Kimisi uluslararası hukuka uygun bir şekilde bunu yapmayı planlarken kimisi ise pervasızca burada çalışmalar yapmaktadır.
KKTC’nin Haklarını Korumaya Dönük, Türkiye’nin Doğu Akdeniz Hidrokarbon Politikaları
Türkiye bölgede 569 deniz mili sınırı ile diğer devletlere nazaran Akdeniz’e en uzun sınırı bulunan devlettir. Bu sınır uzunluğu ile Türkiye’nin, Akdeniz’de oyun kurucu bir rol üstlenmesi gereklidir. Türkiye ilk MEB ilanını Karadeniz’de 5 Aralık 1986’da yapmış ve bu bölgede Türk karasularına 200 mil kadar uzanan deniz yatağında ve yatağı üzerindeki sularda, canlı ve cansız tüm doğal kaynakları araştırma yetkisi, aynı zamanda bunları yönetmek, muhafaza etmek ve işletmek yetkisi elde etmiştir[v]. Türkiye, Akdeniz’de ise KKTC haricinde başka herhangi bir ülke ile MEB veya kıta sahanlığı anlaşması imzalamamıştır, (Libya ile sınır belirleme antlaşması kapsamında bazı farklılıklar vardır). Türkiye bu bölgede yapılması gerekenlerde biraz gecikse de şu an aktif bir şekilde enerjisini bu bölgeye yoğunlaştırmaktadır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin Mısır ile bir sınır belirlemesi Türkiye tarafından reddedilmiş, yine aynı şekilde GKRY ile Lübnan arasında yapılan antlaşmayı da Türkiye reddetmiştir. Çünkü GKRY’nin tek başına o bölgede söz sahibi olamayacağı ve adanın tamamını tek başına temsil edemeyeceğini, Türkiye savunmaktadır. Türkiye’nin uluslararası hukuktan doğan kıta sahanlığı hakkı göz önüne alınırsa, Türkiye’nin deklare etmiş olduğu sınır, “doğuda 320 16’ 18” boylamı, batıda 280 00’ 00” boylamı ile güneyde 34 00’ 00” enlemi arasındaki kalan kısımdır”[vi].
Bu bölgede Türkiye’nin en çok uğraştığı ülkelerin başında GKRY gelmektedir. GKRY bölgenin adeta tek sahibiymiş gibi hareket etmekte ve yaptığı anlaşmalarla diğer kıyı ülkelerinin de haklarını gasp etmektedir. Aynı şekilde uluslararası hukuka aykırı davranarak, KKTC’nin deniz yetki alanı GKRY tarafından gasp edilmiştir[vii]. Çünkü GKRY’nin ilan ettiği MEB tamamen uluslararası hukuka aykırı şekilde tezahür etmiştir zira tek taraflıdır. Türkiye’nin aslında en büyük mücadelelerinden birisi bu hukuksuzluğa karşı gelmektir. Yunanistan ile birlikte GKRY, Türkiye’nin mevcut haklarından koparılarak bölgede pasif duruma düşmesi için yani olması gereken sınırlarından koparılarak küçük bir alana hapsedilmesi için iş birliği halinde çalışmakta ve hukuk tanımadan haksızlık yapmaktadırlar. Tek taraflı ilan ettiği MEB neticesinde bölgede araştırma yapmaya başlayan GKRY bunu yapacak özel şirket için ihale bile açmıştır. Bu ihale neticesinde ihaleyi kazanan ABD’li Noble şirketi “Afrodit” olarak bilinen bölgede çok miktarda gaz bulduğunu belirtmiştir. GKRY’nin amacı ise bu gazları bir an önce çıkarıp Yunanistan üzerinden Avrupa’ya ulaştırmaktır[viii]. Buradan da görüleceği üzere bölgede Türkiye’yi saf dışı bırakarak bölgenin zengin kaynaklarını ele geçirmek üzere girişimlerde bulunmaktadır. GKRY sadece Türkiye’nin değil, antlaşma yaptığı Lübnan, İsrail ve Suriye’nin de hakkını gasp etmektedir. GKRY bu devletlerle antlaşma imzalarken Baf ve Zafer Burnu kıyısının baz alındığı ve bu ikisi arasındaki uzunluğun 168,905 mil olmasına rağmen Lübnan, İsrail ve Suriye’nin kıyı uzunlukları 316,907 mil olduğu görülür. Bu oranlara bakılırsa ilgili devletlerin 1,87 GKRY’den daha fazla hakka sahip olması gerekmektedir[ix]. Bölgeyi daha iyi anlayabilmek için özellikle sınırı bulunan ve en çok etkilenen komşu ülkeler incelenmeli bu ayrıca sorunu daha iyi kavrama bakımından önemli olacaktır. Çünkü Akdeniz’e komşu ülkelere bakıldığında genel olarak hepsinde gerek ekonomik gerek siyasal bir sorun mevcuttur. 2010’da başlayan Arap Baharı hareketi, Libya’da devrilen Kaddafi, Mısır’da yapılan darbe, Suriye’de olan iç savaş, Yunanistan’daki ekonomik kriz genel olarak bölgenin sürekli bir kaos içinde olduğunu göstermektedir.
Şekil.1. Doğu Akdeniz’de Doğal Kaynak Rezervleri
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin KKTC Aleyhine Yönelik Hidrokarbon Politikaları
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), bölgede tek hakim devletmiş gibi davranarak Akdeniz’e sınır çoğu ülkenin hakkını gasp etmektedir. GKRY ile Türkiye arasında Kıbrıs sorunu dolayısıyla da zaten sürekli bir anlaşmazlık devam ediyorken, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşımı konusu olayları iyice alevlendirmiştir. GKRY’nin bu kadar agresif davranmasının altında yatan nedenlere bakılacak olursa: İlk olarak Rum kesimi Yunanistan ile müttefiktir ve Yunanistan’da olan ekonomik kriz bu bölgeyi de etkilemektedir. GKRY ekonomik krizi bu bölgeden elde edeceği doğal kaynaklar neticesinde atlatmak istemektedir. Keza Yunanistan da aynı şeyi istemekte ve bu yüzden çok ateşli şekilde hak hukuk dinlemeden bunları yapabilmektedirler. İkinci bir nedense, Rumlar bölgeden çıkaracağı gazı boru hatlarıyla Yunanistan üzerinden Avrupa’ya taşıma düşüncesindedirler [x].
GKRY’nin bölgede yürütmekte olduğu çalışmalar Türkiye’yi ve KKTC’yi yakından ilgilendirmektedir. Çünkü ortada hukuksuzluk direk göze çarpmaktadır[xi]. Akdeniz meselesi söz konusu olunca GKRY daha da pervasızlaşmakta ve Türkiye ile arasındaki anlaşmazlıklar daha da artmaktadır. GKRY, 2 Nisan 2004’te ilan etmiş olduğu MEB ile hem Türkiye’nin hem de KKTC’nin haklarına tecavüz etmiş ve o bölgede tek başına bir devlet edasıyla sınır komşularının hak ve hukuklarını ayaklar altına almıştır. Çünkü ilan etmiş olduğu MEB alanı KKTC’nin alanını da kapsamaktadır. Keza bunun yanı sıra Lübnan ile de 17.01.2007 tarihinde anlaşma imzalamak istemişse de Türkiye bunu engellemiştir ve Lübnan tarafından onaylanmamıştır. İsrail ile de 17.12.2010 tarihinde bir anlaşma imzalamış keza Suriye ve Libya ile de anlaşma yolları aradığı bilinmektedir[xii]. GKRY’nin ilan etmiş olduğu MEB’ine bakıldığında bu alan 13 parselden oluşmaktadır ve bunları şirketlere lisanslandırmıştır. Ayrıca 7. Blokta -ki bu blok Türkiye ve KKTC yetkileri içinde kalmaktadır- Fransız ve İtalyan şirketlerin sondaj yapmalarına AB’den de aldığı desteğe dayanarak olumlu bakmıştır. Türkiye GKRY’nin yapmış olduğu bu hukuksuzluklar üzerine AB ve BM’ye bu hukuksuzluğun giderilmesi gerektiğini ve hatta bu hukuksuzluğu görmeleri ve bir çözüm bulmaları için ortak bir komite kurulmasını teklif etmiştir ama ne yazık ki ne AB ne de BM destek olmamıştır[xiii]. Türkiye sadece bununla kalmayarak farklı girişimlerde de bulunmuştur. Mesela 21.09.2011 tarihinde KKTC ile bir “Akdeniz Kıta Sahanlığının Sınırlandırılması Antlaşması” imzalamıştır. Bu antlaşma ile bulunan kaynaklarda sadece GKRY’nin değil her iki tarafın da hakkı olduğu savunulmasına rağmen, her ne kadar kuzey tarafına müdahalesi engellenmiş olsa da GKRY’nin sondaj faaliyetleri devam etmektedir. Rum kesiminin anlaşma yapmak istediği bir diğer devlet ise Mısır’dır. İlk olarak Mısır ile Mübarek döneminde anlaşma imzalamıştır. Ancak Arap Baharı’nın etkisi üzerine o bölgedeki çoğu Arap liderlerin başına gelen şey Mübarek’in de başına gelmiş ve devrilmiştir. Bakıldığında bu olay Türkiye için avantajlı bir durum olmuş nitekim ardından gelen Mursi bu anlaşmayı iptal etmiştir ama bu uzun sürmemiştir. Mısır’da darbeyle Mursi’yi deviren Sisi yönetimi 12.12.2013’te GKRY ile anlaşmayı tekrar imzalamıştır. Ayrıca AB’nin GKRY ile ilgili tutumuna bakılacak olursa açıktan destek verildiği görülmektedir. Bunun en önemli kanıtı GKRY’nin AB’ye alınmasıdır. Adaya bir bütün olarak baktığımızda bu üyelik, 1960 tarihli Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ve Garanti Antlaşmalarına ters bir durumu ifade etmektedir. Bu antlaşma adada bulunan iki kesimin de aynı siyasi hakları olduğu yazar ama tek taraflı AB başvurusu ve kabul edilmesi keza bunun yanında başka ülkelerle sorunu olan devletlerin birliğe alınamamasına rağmen GKRY’nin alınması AB’nin yapmış olduğu ikinciliğin en büyük kanıtlarından birisidir[xiv].
GKRY sadece Türkiye’nin değil, antlaşma yaptığı Lübnan, İsrail ve Suriye’nin de hakkını gasp etmektedir. GKRY bu devletlerle antlaşma imzalarken Baf ve Zafer Burnu kıyısının baz alındığı ve bu ikisi arasındaki uzunluğun 168,905 mil olmasına rağmen Lübnan, İsrail ve Suriye’nin kıyı uzunlukları 316,907 mil olduğu görülür (Oysaki bu ülkeler GKRY ile yaptığı anlaşmaları feshedip de aynı anlaşmaları KKTC ile yaptığı takdirde elde etmiş olduğu alan çok daha geniş olacaktır)[xv]. Bu antlaşmaların Türkiye’ye vereceği zarar kısaca belirtilecek olursa; bu antlaşmalar, Türkiye’nin Lübnan, İsrail ve hatta Mısır ile yapacağı olası antlaşmaların ihtimalini de ortadan kaldırmaya yönelik atılmış adımlardır[xvi].
Şekil.2. GKRY ve Yunanistan’ın Kendi Kıta Sahanlığı İddiaları
Sonuç
Doğu Akdeniz hidrokarbon yataklarının paylaşımı konusu ile ilgili olarak yapılması gereken en önemli husus; bölge ülkeleriyle daima diplomatik ilişki kurmaktır. Diplomatik ilişkilerin hangi devletle olursa olsun tamamen kopması, uzun vadede ne Türkiye’ye nede KKTC’ne hiçbir yarar sağlamayacaktır. Çünkü Doğu Akdeniz meselesi de bir hükümet meselesi değil; milli bir meseledir. Hükümetler değişse bile bu, Türkiye’nin milli politikası olarak kalmalıdır.
Bilinmelidir ki; Hidrokarbon yatakları paylaşımından önce, Kıbrıs Sorununun çözümü gerçekleşmeden adada ve bölgede kalıcı bir çözümün olması mümkün görünmemektedir. Kıbrıs’ın etrafındaki hidrokarbon rezervlerinde çıkarılması ve paylaşımında, KKTC’nin ve Türkiye’nin yok sayılması kabul edilemez bir durumdur. 1960 tarihli Kıbrıs Anayasasının 2. Maddesi’nde Ada halkının “Elen Cemaati ile Türk Cemaatinden oluşur.” denilmesine rağmen Türk tarafının yok sayılmasının adaya barış ve huzurun getirmeyeceği açıktır. Kıbrıs’ta, birleşme ve Hidrokarbon paylaşımı sorunlarının ayrı ayrı ele alınması her iki tarafında yararına olacaktır. Adanın MEB’den çıkarılacak tüm Hidrokarbon gelirlerinden Türk tarafının da pay sahibi yapılması adadaki barışa katkı sağlayacaktır. Bu yüzden Türkiye ve KKTC hükümetleri Kıbrıs’ta tarafların hak ve menfaatlerinin eşit ve adil bir pay alacağı bir çözümün bulunmasını istemektedir.
[i] Hasan Sayılan, Doğu Akdeniz Hidrokarbon Yataklarının Ortadoğu Coğrafyası Üzerine Etkileri, Doğu Akdeniz’in Geleceği ve Türkiye Uluslararası Sempozyumu 03-05 Haziran 2022 Bildiriler Kitabı,s.122-143, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları No:566, ISBN 978-975-17-5721-0, Ankara, 2023.
[ii] Deniz İstikbal ve Haci Mehmet Boyraz, “Doğu Akdeniz Enerji Kaynaklarına Ekonomi-Politik Bir Yaklaşım”, Kıbrıs Araştırmaları ve İnceleme Dergisi , 2019,s.77.
[iii] Winrow, Gareth, Discovery of Energy Reserves in the Levant and Impacts on Regional Security. Uluslararası İlişkiler , 2018, 15 (60), s.45-57.
[iv] Deniz İstikbal ve Haci Mehmet Boyraz, a.g.m.,s.78.
[v] Resmi Gazete, 1986 tarihinde Resmi Gazete: https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/19314.pdf, 1986, 12. 17
[vi] Levent Kürbüz, Doğu Akdeniz Münhasır Ekonomik Bölge Uyuşmazlığı ve Doğu Akdeniz’deki Potansiyel Enerji Kaynaklarının Analizi. Yüksek Lisans Tezi , 2016 s.30.
[vii] Cihat Yaycı, “Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasında Libya’nın Rolü ve Etkisi”. Güvenlik Stratejileri , 2009, s.17-18.
[viii] Işılay Acar ve Mutlu Yılmaz, “Doğu Akdeniz Kıta Sahanlığı Sorunsalı Üzerinden Doğalgaz Paylaşımı”,TÜCAUM Ankara, 2018, s. 602-603
[ix] Cihat Yaycı, a.g.m.,s.36.
[x] Işılay Acar ve Mutlu Yılmaz, a.g.m., s. 602-603
[xi] Bilgesam, Doğu Akdeniz’de Enerji Keşifleri ve Türkiye. Bilgesam Yayınları, 2013, İstanbul.
[xii] Cihat Yaycı, a.g.m.,s.17.
[xiii] Murat Ercan ve Mehmet Can Kılıç, “Bölgesel ve Küresel Aktörlerin Ortadoğu Merkezli Doğu Akdeniz Politikaları “Kıbrıs Çatışması ve Libya Mutabakatı”. Anadolu Strateji Dergisi , 2020, 21.
[xiv] Fatma Çalik Orhun, “Doğu Akdeniz Enerji Kaynaklarının Kıbrıs Sorununa Muhtemel Etkileri”, Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, 2017, 2 (2), s.43.
[xv] Cihat Yaycı, a.g.m.,s.36-37.
[xvi] Hasan Sayılan, a.g.m.,s.122-143.