Kamu Diplomasisinin Terörle Mücadelede Önemi
Siyasal birimler olarak ortaya çıktıkları ilk zamanlardan itibaren devletler öncelikle varlıklarını muhafaza etmek ve sürdürmek amacıyla mücadele etmektedirler. Her devlet güvenlik içinde olma, yani varlığını tehlikelerden ve tehditlerden uzak tutma gayreti içerisindedir. Bu bağlamda güvenlik konusu bir anlamda uluslararası ilişkiler tarihi ile eşzamanlıdır.
Tarihi süreç içerisinde devletlerin güvenliğini tehdit eden farklı birçok unsur vardır ve bunlardan bir tanesi de terördür. Üzerinde uzlaşı sağlanabilen bir tanımı olmasa da terörü “insani düşüncelerden uzakta, zorlama ve korku yolu ile eylemlerini geniş kitleler üzerinde uygulayan sistematik bir şiddet türü” olarak tanımlamak mümkündür (Tacar, 1999, s. 43-47). Her ne kadar modern zamanların en önemli güvenlik meselelerinden biri olsa da terörün tarihi çok eski zamanlara uzanmaktadır. Öyle ki bu eylemleri Kabil’in Habil’i öldürmesi ile başlatan görüşler de mevcuttur (Altun, 2011, s. 60-61). Ancak bugünkü tanımlamalara uygun ilk terör faaliyetlerinin MS 50 yılında Filistin topraklarındaki Yahudi Sicariiler tarafından gerçekleştirildiği genel kabul görmektedir (Özman & Açıl, 2019, s. 22-35). Onlardan yaklaşık bin yıl sonra yaşamış olan Haşhaşiler ise bu alanda en bilinen örgütlerdendir. Öyle ki örgüt elemanlarının eğitiminde kullandıkları taktiklerle modern terörizme de katkı sağlamışlardır (Aşkın, 2020, s. 2-3). Daha yakın zamanlarda var olan Hindistan’daki Thug Örgütü ve Amerika’daki Ku Klux Klan örgütü de tarihteki başlıca terör örgütleri arasında sayılmaktadırlar (Kemiksiz, 2020, s. 22-23). Ancak terör kelimesi bugünkü anlamda ilk defa Fransız Devrimi’nden sonra başlayan, devrimciler ile hükümet arasında geçen sert ve kanlı çatışmaların yaşandığı dönemi tanımlamak için kullanılmıştır (Kanat, Kodaman, & İren, 2016, s. 570-571).
Terör örgütleri yakın zamanlara kadar daha ziyade bölgesel ölçekte faaliyet göstermekte iken son dönemde küresel boyutta eylemler gerçekleştirerek uluslararası güvenliğin en önemli tehdit kaynaklarından biri haline gelmişlerdir. Bugünün dünyasında birçok devlet terör sorunu ile bir şekilde muhatap olmuş ve onunla mücadele etmek durumunda kalmıştır. Ancak söz konusu devletler meseleyi sadece güvenlik boyutu ile ele almış ve geleneksel yöntemler olarak ifade edebileceğimiz askeri güç kullanımı ile sorunu çözebileceklerini düşünmüşlerdir.
Geleneksel yaklaşım terörle mücadeleyi teröristlerin etkisiz hale getirilmesiyle eşdeğer görmüş ve mücadelede sert güç kullanımını esas almıştır. Bu anlayış çerçevesinde zaman zaman yapılan askeri operasyonlarla terör örgütlerine karşı ağır kayıplar verdirilmiş ancak öldürülen her teröristin yerine bir başkası ya da başkaları örgüte katıldığında durum bir kısır döngüye dönüşmüştür. Bu tür müdahaleler terör örgütlerinin tabanlarını genişletmelerine de zemin hazırlamıştır. Özellikle askeri operasyonlar sırasında zaman zaman hukuk dışına çıkılması ve/veya aşırıya kaçan askeri operasyonlar yapılması terör örgütlerinin tezlerini haklılaştırmalarına ve yaptıkları eylemleri kamuoyu nezdinde meşrulaştırmalarına imkan sağlamıştır. Kullanılan yöntemin yanlışlığı devletten nefret eden insanların sayısında artışa yol açmış ve bu durum terör örgütlerinin militan devşirmelerini kolaylaştırarak tabanlarını genişletmesine neden olmuştur.
Terörle mücadele ederken öncelikle dikkat edilmesi gereken bir durum vardır. Her şeyden önce terörle mücadele ile teröristle mücadelenin farklı şeyler olduğunun ayrımına varılması ve mücadelenin de bu fark dikkate alınarak yapılması ehemmiyet arz etmektedir. Terörle mücadele, ülkelerin genel olarak toplumsal ve siyasi yapıları, tarihleri, kültürleri ve dini ve etnik yapıları ile alakalı çok boyutlu makro bir sorun alanıdır. Teröristle mücadele ise terörün beslenmesine uygun şartların ortaya çıkardığı mikro ölçekli bir sorundur. Bu nedenle terörle mücadele stratejisi geliştirirken terörün beslendiği siyasi, kültürel, etnik ve dini zemindeki sorunlu alanları dikkate almak sorunun çözümü için büyük önem taşımaktadır (Saran, 2016).
Sağlık alanında “koruyucu sağlık hizmetleri” veya “koruyucu hekimlik” şeklinde bir tabir kullanılmaktadır. En yalın ifadeyle “hastalığın, hastalık ortaya çıkmadan alınan önlemlerle engellenmesi” şeklinde ifade edebileceğimiz bu yaklaşım sayesinde hastalıklara karşı hem daha etkin, hem de daha ekonomik bir mücadele yürütülmektedir. Benzeri bir yaklaşımı terörle mücadelede de kullanmak mümkündür.
Terörün dayanaklarından biri nefret duygusudur ve nefret duygusu terör psikolojisinin merkezinde yer almaktadır. Kategorik olarak farklı terör tipleri vardır ancak hepsinde ortak olan noktalardan biri düşman olarak niteledikleri tarafa karşı duydukları nefrettir. Şiddet, nefret duygusundan beslenmekte ve eylemlerin temel motivasyon kaynağı olmaktadır. Nefret duygusu düşmanlık hissi meydana getirmekte ve bu bağlamda düşmanlaştırılan unsurun yok edilmesi arzulanmaktadır.
Nefret duygusunun doğuştan gelen değil sonradan öğrenilen bir duygu olduğu ifade edilmektedir. O, ırk, din, ekonomi ve kültür gibi çevresel faktörlerin etkisiyle oluşabilmektedir (Övet, 2013:116). Yani çevresel faktörlerle terörizmin motivasyon kaynağı olan nefret duygusu arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Terörü besleyen temel dinamiklerden biri nefret duygusu olduğuna göre terörle mücadelede kullanılacak yöntemleri belirlerken bu hususu göze almak doğru olacaktır. Bu bağlamda mücadele stratejisinin esası teröriste karşı değil, teröre karşı oluşturulmalıdır. Bu yapılırken de koruyucu hekimlik örneğinde olduğu gibi her şeyden önce terörün daha hayat bulmadan önlenmesi hedeflenmelidir. Mücadelenin temeli teröristleri etkisiz hale getirmek değil, insanların terörist olmasını engellemek olmalıdır. Bu nedenle de sert gücü esas alan askeri operasyonlar terörle mücadelede yetersiz kalmaktadır. Oysa gücün sert güç dışında bir başka yüzü daha vardır ve yumuşak güç olarak tabir edilen bu güç çeşidi de devletlerin istediklerini elde etmeleri bağlamında kullanılmaktadır.
Yumuşak güç, devletlerin sahip oldukları beğenilen, cazibe uyandıran bir takım değerleri ile başka halklar üzerinde etkili olma ve bu bağlamda başka ülkelerin politikalarında değişiklik yapabilme yeteneği anlamına gelmektedir. Başkalarına cazip gelen kültürel değerler, başkaları tarafından beğenilen siyasi değerler ve uluslararası kamuoyunun meşru gördüğü ve takdir ettiği dış politika uygulamaları bir ülkenin yumuşak gücünün kaynaklarını meydana getirmektedir. Daha önce ifade edildiği gibi terörün motivasyon kaynağı olan nefret duygusunun oluşumunda ülkelerin sahip oldukları toplumsal ve siyasi yapılar, dini, etnik ve kültürel değerler ve benzeri unsurlar etkili olmaktadır. Sözü edilen bu unsurlar bir ülkenin yumuşak gücü ile doğrudan bağlantılı olduğu için terörle mücadelede yumuşak güç kullanımı güçlü bir seçenek olarak ortaya çıkmaktadır.
Bir ülke sahip olduğu yumuşak güç kaynakları ile kendisini uluslararası kamuoyuna cazip ve sevilen bir ülke olarak tanıtabilmektedir. İnsan haklarını esas alan, ayrımcılığın ve ötekileştirmenin olmadığı ve toplumsal huzurun sağlandığı siyasal yapıya sahip olan bir ülkeye karşı nefret duygusunun ortaya çıkma ihtimali düşüktür. Aynı şekilde uluslararası alanda meşru bir dış politika yürüten, uluslararası hak ve hukuk kurallarına riayet eden ve barışçıl politikalar takip eden ülkeler de uluslararası kamuoyunca takdir görmektedir. Bu durum söz konusu ülkelere yönelik nefret duygusunun ortaya çıkmasını güçleştirmektedir. Binaenaleyh, söz konusu ülkeye yönelik terör faaliyetlerinin zemin bulması ve nefret duygusu üzerinden militan devşirmesi zorlaşmaktadır.
Son dönemde iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmenin doğal bir sonucu olarak yumuşak güç daha etkin ve daha önemli hale gelmiştir. Yumuşak güç algılara hitap eden bir güç çeşidi olduğu için siyasi sınırlarla hapsedilmesi mümkün değildir. Bir ülkenin yumuşak gücünün başka halklar üzerindeki etkisi, söz konusu ülkelerin yönetimlerinin iznine tabi değildir ve dünyada serbest bir şekilde dolanmaktadır. Bir ülkenin sahip olduğu yumuşak güç etkisi, muhatapları istemese de sınırlardan nüfuz edebilmektedir. Bu durum, ülkeler arasında teröre karşı işbirliğinin yapılamadığı durumlarda bile yumuşak gücün etkili olabileceğini göstermektedir.
Bir ülkenin yumuşak güç kaynaklarına sahip olması o kaynakların doğrudan güç ürettiği anlamına gelmez. Kaynaklar bir potansiyeli ifade eder ve bir yumuşak güç ilişkisinin ortaya çıkması için söz konusu kaynakların başkalarına tanıtılması ve onların algılarında değişim sağlaması gerekir. Bunu gerçekleştirecek olan da kamu diplomasisi uygulamalarıdır. Kamu diplomasisi en yalın haliyle başka ülke halklarını dinleme, anlama, kendi değerlerini her türlü meşru yolla ve doğru bilgi ile karşı tarafa aktararak onları etkileme faaliyetleridir. Bir ülkenin beğenilen ve hayranlık uyandıran değerlerini uluslararası kamuoyuna tanıtıp aktardığı için yumuşak gücün önemli bir parçasıdır. Kamu diplomasisi faaliyetleri oldukça farklı alanlarda ve çeşitli araçlarla yürütülmektedir.
Okullardan spor etkinliklerine, turizm organizasyonlarından medyanın kullanımına kadar geniş bir yelpazede birçok farklı araç kullanılmaktadır. Günümüzde büyük ölçüde küresel nitelik kazanmış bulunan terörle mücadeleyi sadece yurt içinde alınan tedbirlerle engellemek mümkün değildir. Terör örgütleri farklı uluslardan militan devşirmek, mali kaynak sağlamak ve propaganda yapmak için uluslararası alanı kullanmaktadırlar. Onlara karşı verilen mücadele de aynı alanda olmalıdır.
Kamu diplomasisi genel itibariyle uluslararası çevreyi yönetme faaliyetidir. Bir ülke yürüteceği doğru bilgi ve şeffaflık içeren başarılı kamu diplomasisi faaliyetleri ile terör örgütlerinin propagandalarını boşa çıkarabilir. Terör örgütlerinin başka ülkelerde zemin bulmasını ve kamuoyu desteği almasını zorlaştırır. Bu durum örgüte yeni militanların kazandırılmasını ve mali destek sağlanmasını da engeller.
Kamu diplomasisi faaliyetlerinin temel amacı başka hükümetlerin politikalarında arzu edilen değişikliği sağlamaktır. Bunun için de söz konusu ülke halklarının düşüncelerine tesir ederek onların kendi hükümetleri üzerinde baskı kurmaları istenir. Başarılı kamu diplomasisi politikaları ile uluslararası kamuoyunun desteğinin sağlanması yönetimler nezdinde terör örgütlerine verilen desteği engelleyebileceği gibi terörle mücadelede işbirliği imkanları da yaratabilir.
Terörle mücadelede kamu diplomasisi uygulamaları iki aşamada katkı sağlamaktadır. Birinci aşamayı daha önce sözü edilen terörün ortaya çıkmasını önlemek veya zeminini genişletmesine engel olmak için yapılan uygulamalar oluşturur iken ikinci aşamada terör örgütlerine karşı yapılan mücadele yer almaktadır.
Kamu diplomasisi faaliyetleri birçok farklı araçla yürütülmektedir ancak bunların hepsi terörle mücadele için aynı oranda elverişli değildir. Nitekim bu durum sert güç kullanımı için de geçerlidir ve terörle mücadelede askeri araçların hepsinden aynı sonucu almak mümkün olmaz.
Terör örgütleri, mücadelelerinde sadece askeri unsurları değil, propaganda yapacakları medya ve benzeri iletişim araçlarını da aktif şekilde kullanmaktadırlar. Bu nedenle onlara karşı yürütülecek mücadelede aynı alanlarda faaliyet göstermek gerekecektir. Başta medya olmak üzere iletişim araçları kamu diplomasisinin en yaygın kullandığı faaliyet araçlarından biridir ve bu bağlamda kamu diplomasisinin terörle mücadelede önemli katkılar sağlaması mümkündür.
Terör örgütlerinin eylemlerinde temel amaçlardan biri uluslararası kamuoyuna mesaj vermek vardır. Bu mesajlar için de kitle iletişim araçları kullanılmaktadır. Son dönemde nispeten denetimi zor olan sosyal medya daha fazla tercih edilmektedir. Terör örgütleri ile etkin bir mücadele için aynı mecralarda manipülasyonları önleyen, uluslararası kamuoyunu doğru bilgi ile aydınlatan kamu diplomasisi faaliyetleri terör örgütlerinin bu çabalarının boşa çıkarılması için büyük ehemmiyet arz etmektedir.
Netice olarak denilebilir ki; terörle mücadelede her koşul ve zamanda başarılı sonuçlar veren bir yöntem yoktur. Geleneksel yöntemler olarak ifade edilen askeri operasyonlar terörün engellenmesi için yeterli değildir. Gücün bir diğer yüzü olan yumuşak güç ve onu aktif hale getirecek olan kamu diplomasisi faaliyetleri de -terörle mücadelede önemli olmakla birliktetek başına başarı sağlayamaz. Terörle mücadelede kamu diplomasisinden beklenen, terörü henüz ortaya çıkmadan engellemek, bu mümkün olmadığında etkinliğini azaltmak ve sert güç unsurları ile yürütülen mücadeleye destek vermektir. Sert güç ve yumuşak güç bu bağlamda birbirinin alternatifi değil, destekleyicisidir. Sonuç itibariyle, terörle mücadelede sert güç ve yumuşak güç unsurlarının bir arada kullanılması anlamına gelen akıllı gücün en rasyonel yöntem olacağını söylemek mümkündür.
Kaynakça
- Altun, M (2011). Terör. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
- Aşkın, H (2020). Terör ve Algı Yönetimi. İzmir: Yayın
- Kanat, S., Kodaman, T., & İren, A. A (2016). İnsani Güvenlik ve Terörizmle Mücadele. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakülte Dergisi, 567-588.
- Kemiksiz, N. N (2020). Küresel Terörün Gelişme Aşamaları: Hedefler, Motifler, Teknikler. Acar içinde, Küresel Terör ve Güvenlik Politikaları (s. 21-38). Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.
- Övet, T (2016). Terörizm, İslamofobi ve Nefret Suçu İlişkisi. Güvenlik Bilimleri Dergisi, 5 (1) , 109-140 . DOI: 10.28956/gbd.283056
- Özman, , & Açıl, O (2019). Sicarii Örgütü ve Faaliyetleri. Tarih Araştırmaları Dergisi, 21-42.
- Saran, U (2016), “Terörle mücadele” mi “teröristle mücadele” mi?”, http://www.aljacom.tr/gorus/terorle-mucadele-mi-teroristlemucadele-mi.
- Tacar, P. Y (1999). Terör ve Demokrasi. Ankara: Bilgi Yayınevi.