İbadet dilinin Türkçeleştirilmesi ve özelde Türkçe ezan konusu gerek Cumhuriyet öncesinde gerekse Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye’de tartışılan önemli konulardandır. Öyle ki dinde reform hareketlerinin en önemli yanını dinin millileştirilmesi oluşturmaktadır. Osmanlı’da başlayan ve Cumhuriyet Dönemi ile devam eden Batılılaşma hareketlerinin etkisiyle bu alanda somut adımlar atılmaya başlanmış ve hiç kuşkusuz bu durum, İngiliz hakimiyetinde yaşayan fakat Türkiye’deki her türlü reform ve inkılabı takip ederek uygulama konusunda mücadele eden Kıbrıslı Türk ileri gelenler tarafından da karşılık bulmuştur.
Türkiye’de Latin alfabesine geçilmesiyle birlikte dinî alanda Türkçeleştirme çalışmaları hız kazanarak Kur’an-ı Kerim, ezan, hutbe ve duaların bu kapsamda Türkçeleştirilmesi çalışmalarına başlandığı görülmektedir. Söz konusu reformların ilki, 1932 yılında Kur’an-ı Kerim’in Yerebatan Camii’nde Türkçe olarak okutulması ile başlamış akabinde ise hutbe ve dualar ile son olarak ezanlar Türkçe uygulanmıştır. Dinî alanda Türkiye’de yaşanan reformlar Kıbrıs’ta da yankı bulmuş ve Türkiye’deki uygulamaların aynı şekilde Kıbrıs’ta tatbik edilmesi basın üzerinden dile getirilmeye başlanmıştır. Harf, şapka ve kıyafet gibi inkılaplar konusunda Türkiye’deki uygulamalar takip edilip uygulanabilirken ezan, hutbe ve duaların Türkçeleştirilmesi uzun yıllar Kıbrıs’ta mümkün olamamıştır. Kıbrıs’ta Türkçe ezan konusunda yaşanan gecikmenin nedeni, bu yetkiyi verecek makam olan Evkafın gelenek yanlısı tutumuyla ilişkilidir. Her ne kadar Kıbrıs Müftülüğü kaldırıldıktan sonra oluşturulan Fetva Eminliği belli başlı yetkilere sahip olsa da Evkafa bağlı bir memuriyet olması hasebiyle Evkaf yöneticilerinin talimatlarını uygulamakla yükümlü bulunmaktaydı. Evkaf Murahhası Münir Efendi ise ezan, hutbe ve duaların Türkçeleştirilmesine müsaade etmemekte ve mevcut durumun devamını savunmaktaydı. Nitekim Evkaf Murahhası Münir Efendi’nin 1948 yılında emekliye ayrılmasına değin ezanlar Kıbrıs’ta Arapça okunmaya devam etmiştir. Fakat Münir Bey’in emekliliği öncesinde münferit bazı Türkçe ezan uygulamaları da yaşanmıştır. 5 Mayıs 1948 tarihinde Hürsöz Gazetesinde yayınlanan bir haberde Mağusa camilerinde birkaç günden beri Türkçe ezan okunduğu ve bu durumun halk tarafından takdir ve sevinçle karşılandığı ifade edilmiştir. Yine 27 Mart 1948 tarihli Halkın Sesi Gazetesinde yayınlanan bir köşe yazısına göre İzmir’den gelen bir zatın Lefkoşa’da bulunan Ayasofya Camii’nde cuma namazı vaktinde hutbe ezanını Türkçe okuduğu için cemaatten bazı kişiler tarafından engellemelere maruz kalsa da genel olarak cemaatin memnun kaldığı belirtilmiştir.
Basında çıkan haber ve köşe yazılarından hareketle dinî alanlardaki reformların Kıbrıs Türk halkı tarafından nasıl karşılandığını tam anlamıyla ortaya koyabilmek güç olabilmektedir. Çünkü gazeteleri çıkaranların olaylara bakış açıları ve sahip oldukları ideolojiler, çok küçük bir kitlenin benimsediği görüşlerin halka genelleştirilmesine yol açabilmektedir. Bu nedenle din gibi insanların kolay kolay reform yapılmasını benimseyip içselleştiremeyeceği alanlarda hızlı bir kitlesel kabullenmenin olmasını beklemek doğru olmayacaktır.
Münir Bey’in emekliye ayrılmasından sonra Evkaf Murahhaslığı görevine atanan Kemal Bey, 1948 yılında camilere gönderdiği bir genelgeyle ezanın Türkçe okunabileceğini bildirmiş; böylece camilerde Türkçe ezan okunması resmi olarak başlamıştır. Kıbrıs’ta yaklaşık iki yıllık Türkçe ezan tecrübesinden sonra Şeyh Nazım Kıbrısî’nin resmî vazifeli olmadığı halde Lefkoşa Ayasofya Camii’nde bir cuma namazı esnasında iç ezanı Arapça okuması Kıbrıs Türk basınının gündemini uzun bir süre meşgul etmiştir. Öyle ki Şeyh Nazım Kıbrısî’nin davranışı irtica ve Atatürk devrimlerine yönelik sabotaj olarak değerlendirilmiştir. Kıbrısî’nin Arapça ezan okuma meselesi mahkemeye intikal etmiş ve yapılan soruşturma neticesinde 6 haftalık hapis cezasına çarptırılmıştır.
Şeyh Nazım Kıbrısî’nin Arapça ezan okuma denemesinden kısa bir süre sonra 16 Haziran 1950’de Türkiye’de ezanların Arapça okunabileceği kararlaştırılınca Fetva Emini Hürremzâde Hakkı Efendi, görevinin son zamanlarında Türkçe ezan uygulamasına son vermek istemişse de bu isteği yerine getirilmemiştir. Hakkı Efendi bu amaçla 1950 yılının Eylül ayında Kurban Bayramı dolayısıyla Ayasofya Camii müezzinlerine gönderdiği talimatla bundan sonra ezanların Türkçe yerine Arapça okunmasını bildirmiştir. Bu durumu Evkaf idaresine de bildiren Hakkı Efendi’nin talebi, yeni gelecek müftüden sonra karara bağlanmak üzere yerine getirilmemiştir. Evkaf Dairesi, konuya temkinli yaklaşarak Arapça ezan uygulamasını hemen yürürlüğe koymayı benimsememiş ve yeni müftünün gelmesini beklemiştir.
Kıbrıs Müftülüğünün kurulması ve müftünün ne şekilde seçileceğinin belirlenmesi için İngiliz İdaresi tarafından geçici olarak 3 yıllığına Türkiye’den bir müftü getirtilmesi kararlaştırılınca 72 yaşında olan emekli dersiam Yakup Celal Menzilcioğlu Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bu görev için uygun görülmüş ve Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu kararı ile 12 Şubat 1951 tarihinde Kıbrıs’a gelerek görevine başlamıştır. Menzilcioğlu’nun gelmesinden sonra yaptığı ilk işlerden biri Arapça ezan yasağını kaldırmak olmuştur. Ancak bu durum, Kıbrıs Türk ileri gelenler tarafından hoş karşılanmamış ve eleştirilerin odağı haline gelerek mürteci ve mutaassıp biri olarak nitelendirilmesine yol açmıştır. Menzilcioğlu’nu eleştirenler yalnızca bununla sınırlı kalmamış, Türkiye’deki Demokrat Parti Hükûmetini de Arapça ezana dönülmesini sağladığı için sert bir şekilde eleştirmişlerdir. Bununla beraber Cumhuriyet Dönemi’nin dine karşı kısıtlayıcı tutumunun çok partili dönemle beraber yumuşamaya başlaması, inkılap ve Atatürk düşmanlığını doğurduğu şeklinde değerlendirilmiş, bunu yapanlar ise yobazlıkla itham edilmiştir. Türkiye’de Arapça ezan okumanın serbest bırakılması ve Arapça ezan okuyanlara ceza öngören yasanın kaldırılması, Kıbrıs’ta bazı kesimler tarafından irticai faaliyet olarak gösterilmeye çalışırken, bu düşüncenin karşısında olanlar ise söz konusu değişikliğin, laiklikten ayrılma anlamına gelmediğini, aksine Atatürk tarafından ortaya çıkarılan inkılapların tamamlanması olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktaydı. Menzilcioğlu’nun Arapça ezan ile başlayan ve sonrasında verdiği vaazlarda kullandığı ifadelerden ötürü basın üzerinde hedef gösterilmesi neticesinde baskılara dayanamayarak müftülükten istifa etmesinin ardından ezanlar Arapça olarak devam etmiştir.
Menzilcioğlu’ndan sonra Mehmet Dânâ Efendi’nin müftü olarak seçilmesiyle birlikte aldığı ilk kararlardan birisi ezanın tekrar Türkçe okunmaya başlamasıdır. Müftü Efendi bu konuda “Ezan Arapçadan başka bir lisanla okunmaz, ancak halk, okunan şeyin ezan olduğunu biliyorsa cevazına hükmolunmuştur” diye fetva yayınlamıştır. Türkiye’deki her türlü reform ve yeniliği kabul eden Kıbrıs Türklerinin Türkiye’de ezanın aslı gibi okunmasının önünü açan gelişmeler yaşandığında bunun aksini yapmaları dikkat çekicidir. Kıbrıs Türklerinin ileri gelenleri, Atatürk inkılaplarını o kadar sıkı bir şekilde benimsemişlerdir ki, Atatürk’ün başlattığı dinî reformların değiştirilmeye başlanması, inkılaplara ihanet olarak değerlendirilerek daha çok sahip çıkılmıştır. Hatta bu konuda Demokrat Parti Hükümetinin dahi eleştirildiğini görebilmekteyiz.
Müftü Dânâ Efendi’nin ezan konusunda aldığı bu karar, Türkiye’de de yankı bulmuştur. Bazı kesimler, yapılan değişikliği takdir edip aynı şekilde Türkiye’de de ezanın Türkçeleştirilmesini savunurken diğer kesimler ise tam tersi bir şekilde bu durumu eleştiri konusu yapmıştır. Söz konusu övgüler ve eleştiriler altında bir müddet daha Türkçe devam eden ezanlar, Müftü Dânâ Efendi’nin Kıbrıs meselesinin görüşmeleri için Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılmak üzere ABD’ye gitmesinin akabinde tekrar Arapça olarak okutulmaya başlanmıştır. Dânâ Efendi’nin Kıbrıs’a dönüşünden sonra da ezanlar aynı şekilde Arapça okunmaya devam etmiştir. Müftü Efendi, ezanın Türkçe okunması için yapılan girişimleri bu sefer olumsuz karşılamıştır. Çünkü Dânâ Efendi’ye göre halk, Anavatanda ezanlar Arapça okunduğu için Kıbrıs’ta da Arapça okunmasını istemekte; aksi takdirde camiye gelmeyeceklerini belirtmekteydiler. Nitekim ezanların Türkçe okunması, din görevlileri tarafından da pek benimsenmemiş ve bazı görevliler, ezanı Türkçe okuduktan sonra gizlice Arapça okumaya devam etmişlerdir. Netice itibariyle 1955 yılından itibaren Kıbrıs camilerinde ezanlar tekrar Arapça aslıyla okunmaya devam etmiş ve günümüze kadarda herhangi bir değişiklik yaşanmamıştır. Buradaki tek istisna Mağusa’da bulunan ve günümüzdeki ismi Lala Mustafa Paşa Camii olan camide yaşanmıştır. Bölge halkının laiklik anlayışından ve cami görevlilerinden kaynaklanan nedenlerle söz konusu camide 1966 yılına kadar ezanlar Türkçe okunmaya devam etmiştir.
Müftülük Kurumu
Kıbrıs Müftülüğü, Osmanlı’nın Kıbrıs’ı fethiyle birlikte oluşturulmuş en önemli kurumlardan biridir. Müftü atamalarına bakıldığında ilk dönemlerde söz konusu atamaların doğrudan şeyhülislâm tarafından yapıldığı görülmektedir. Tanzimat’tan sonra ise müftülük makamı bir nevi seçim yoluyla tevdi edilmeye başlamıştır. Bu durum İngiliz İdaresinde de devam etmiştir.
Müftülük konusunda Ada’nın İngiliz İdaresine bırakılmasından sonraki en önemli kırılma, Müftü Ziyai Efendi’nin 1 Ekim 1927 tarihinde emekliye ayrılmasından sonra yaşanmıştır. Temayül gereği arz-ı mahzarların (dilekçelerin) imzalanarak gönderileceği Halifelik ve Şeyhülislâmlık kurumlarının Türkiye’de cumhuriyetin ilanının ardından kaldırılması ve adanın idaresinin resmen İngilizlere geçmesi, yeni müftünün eski usulle seçilmesini olanaksız hâle getirmiştir. İngilizler, yeni müftünün seçimini Rumlarda olduğu gibi Müslüman cemaate bırakmak yerine doğrudan atama yoluna giderek yeni müftüyü kendileri belirlemiştir. Bu atama, İngilizlerin diğer sömürgelerinde emsaline rastlanmayan bir uygulamaydı. Fakat Kıbrıs’ta halkın seçim yapmasına olanak tanınmayarak, valilik tarafından Larnaka-Mağusa Kadısı Hürremzâde Mehmet Hakkı Efendi’nin 1 Ekim 1927 tarihinden itibaren Kıbrıs Müftülüğü görevine getirildiği ilan edilmiştir. Müftünün atama yoluyla görevlendirilmesi, onun cemaati temsil yönünü de etkilemiştir. Bunun bir sonucu olarak hükûmet tarafından atanan bir memur konumuna düşen müftü, önceki müftülerin sahip olduğu saygınlığı kaybetmiştir. Hürremzâde Hakkı Efendi’nin müftü unvanıyla görevi uzun sürmemiş ve 1 Ocak 1929 tarihinden itibaren müftülük lağvedilerek, mezkûr tarihten itibaren Fetva Emini unvanıyla Evkaf Dairesinde bir memur olarak görevlendirilmesi kararlaştırılmıştır. Görevi memuriyet seviyesine düşürülen müftünün protokollerdeki üstünlüğü de sona ermiştir. Müftülüğün ilga edilmesinden önce protokollerde başpiskoposun önünde bulunan müftü, ilga sürecinden sonra bu ayrıcalığını kaybetmiş ve öncelik başpiskoposa geçmiştir.
Müftülük konusunun Kıbrıslı Türkler için önemi Türkiye’deki yetkili mercilere gönderilen raporlarda sürekli dile getirilmiştir. Bunlardan ilginç olanı ilgili raporlarda müftülük konusunun siyasi talepler altında değerlendirilmesidir. Müftülük bahsinin siyasi işler başlığı altında değerlendirilmesi, bu makamın siyasi temsil yönünün ön planda olmasıyla doğru orantılıdır. Kıbrıslı Rumların Başpiskoposları aynı zamanda cemaatinin lideri olduğundan, Kıbrıslı Türkler de hükûmet nezdinde haklarını savunacak ve Türk cemaatini temsil edecek müftülülerinin olmasını arzu etmişlerdir. Fakat Kıbrıslı Türklerin bu talepleri uzun yıllar İngiliz İdaresi tarafından dikkate alınmamıştır.
İkinci Dünya Savaşı’nın akabinde İngiliz İdaresinin izin vermesiyle Kıbrıslı Türk ileri gelenler tarafından oluşturulan ve 20 Ocak 1949 tarihinde hükûmete sunulan Türk İşleri Komisyonunun Ara Raporu’nda, din reisi olacak müftünün seçimle belirlenmesi ve siyasete karışmayarak siyaset üstü bir duruş sergilemesi istenmiştir. Bu rapor hükûmet tarafından olumlu karşılanmış ve müftülük için gerekli hukuki çalışmalar tamamlanana kadar üç yıl görevlendirilmek üzere Türkiye’den bir müftü getirtilmesi kararlaştırılmıştır. Bu kapsamda yukarıda da zikredildiği üzere Yakup Celal Menzilcioğlu 1951 yılında Kıbrıs’a gelerek görevine başlamıştır. Menzilcioğlu’nun vaazlarında kullandığı iddia edilen şeriat, irtica ve Atatürk karşıtlığı gibi söylemleri sonrasında basın üzerinden yapılan eleştiriler onun Kıbrıs’ta fiili olarak ancak 4,5 ay görev yapabilmesini sağlamıştır.
1953 yılında Kıbrıs Müftülüğünün kurulması ve müftünün seçim usulü ile belirleneceği kararlaştırılınca aday belirleme süreçleri başlamıştır. Bu kapsamda Türkiye’den Mahmut Kamil Toker, Kıbrıs’tan ise Mehmet Dânâ Efendi ile birlikte Ahmet Fehim Topukçu isminde bir din görevlisi müftü adayı olmuştur. Mahmut Kamil Toker’in adaylıktan çekilmesi, Ahmet Fehim Topukçu’nun ise adaylık için gerekli eğitim şartını sağlamadığından tek aday olarak seçimlere giren Mehmet Dânâ Efendi müftü seçilmiş ve 1954’te görevine başlamıştır.
Dânâ Efendi’nin müftü olarak seçilmesinden sonra Birleşmiş Milletlerdeki Kıbrıs görüşmeleri için ABD’ye davet edilmesi ve dinî liderden çok siyasi lider gibi görülmesi nedeniyle Dr. Fazıl Küçük ve arkadaşları tarafından eleştiri konusu olmaya başlamış ve müftü seçimlerinde destek verdikleri Dânâ Efendi’yi basın üzerinden yıpratmaya başlamışlardır. 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte müftülük ve Müftü Efendi pasif bir konuma getirilmiş ve emekli olduğu 1971 yılına kadar görevine devam etmiştir. 1971 yılında yeni bir yasal düzenleme ile müftülüğün adı Din İşleri Dairesi olarak değiştirilmiş ve müftünün seçimle göreve gelmesi kaldırılarak atama usulü benimsenmiştir. Günümüzde de resmi olarak Din İşleri Dairesi olarak faaliyetlerine devam etmektedir.