24 Ocak 2025, Cuma

Doç. Dr. Yakup Kaya – Fatin Rüştü Zorlu ve Kıbrıs

Kıbrıs Meselesinin Tarihsel Arka Planı

İlk Çağlardan günümüze değin birçok medeniyetin ve milletin izlerine rastlanan Doğu Akdeniz’in jeopolitik ve jeostratejik Adası Kıbrıs’ta Osmanlı Devleti 1571 yılındaki fetihle bir hakimiyet kurabilmiştir.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasındaki Berlin Antlaşması sürecinde Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki yayılma eğilimini engellemek ve kendi yayılmacı ideallerini sürdürmek için İngiltere, Berlin Antlaşması’nda Osmanlı Devleti’ne yardım edeceği vaadiyle ve çeşitli diplomatik baskılarla II. Abdülhamit zamanında imzalanan Kıbrıs Antlaşması’yla Kıbrıs’ın yönetim haklarını devralmıştır. Kıbrıs Antlaşması’yla Kıbrıs, hukuken Osmanlı Devleti’nin bir toprağı olmakla birlikte bir anlamda Osmanlı Devleti tarafından İngiltere’ye kiralanmıştı.

1914 yılına gelindiğinde ise İngiltere Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesindeki konjonktürden istifade ederek bir oldu bitti sonucunda Kıbrıs’ı işgal etmiş, Osmanlı Devleti ise işgale bir nota ile karşılık verse de fiili işgal savaş sonrasına kadar devam etmiştir. İngiltere’nin işgalindeki Kıbrıs’ın, Lozan Barış Antlaşması’na göre İngiliz hakimiyetinde olduğu kabul edilmiştir. Kıbrıs 1914-1923 yılları arasında fiilen, 1923’ten sonra ise resmen İngiltere’nin egemenliğinde ve kontrolünde varlığını sürdürmüştür.

1950’li yılların ortasından itibaren İngiltere’nin mandası altındaki müstemlekelerle bağını aşamalı olarak sona erdirmesine yönelik politikasının belirginleşmesinden sonra Adadaki Rumların ENOSİS ideali çerçevesinde örgütlendikleri ve Adayı Yunanistan’a bağlamak için silahlı terör ve tedhiş eylemlerine giriştikleri gözlenmiştir. ENOSİS, aslında bir ilhak anlayışıyla Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını hedeflerken, Yunanistan’ın Megali İdea’sının da bir parçası olma özelliğini gösteriyordu. Yunan Parlamentosunda ENOSİS idealinin açıklanmasından sonra dünya kamuoyu, kökleri 18. yüzyılın sonlarına kadar dayanan ENOSİS gerçeğini daha da yakından tanımış, İngiltere idaresi altındaki Kıbrıs’taki Rumların 1925-1959 yılları arasındaki Yunanistan’a bağlanma kararlılığı, o zamana kadar Rum yanlısı politika izleyen İngiltere’nin politikasını değiştirmesine neden olmuştur. İngiltere Adada İkinci Dünya Savaşı yıllarında sıkı yönetim ilan etmiştir.

 

Adada 1950 yılında tek taraflı yapılan plebisitte Yunanistan’a bağlanma kararı çıksa da bu karar ne İngiltere ne de BM tarafından kabul görmüştür.

İngiltere Adada yeni bir anayasa hazırlanmasını öngörmüş, fakat bu teklif de ENOSİS’çi Rumlar tarafından kabul görmemiştir. Adadaki Türk ve Rum tarafı arasındaki anlaşmazlıkların çözümü çerçevesinde İngiltere öncülüğünde sırasıyla 1947 Lord Winster Planı, 1948 Jackson Planı, 1955 I. Mac Millian Planı, 1955 I. ve II. Harding Planları, 1956 Radcliff Planı, 1958 II. Macmillian Planı ve 1958 Spaak Planı hazırlanmıştır. İngiltere’nin Adadaki statüsünü korumaya yönelik bu girişimler, ENOSİS’e uygun olmadığı gerekçesiyle Rumlar tarafından reddedilmiştir.

1950’li yılların ikinci yarısından itibaren Adadaki tedhiş eylemlerinin artması üzerine Türkiye sorunla daha da yakından ilgilenmeye ve Adada taksim tezini savunmaya başlamıştır. 1959 ve 1960 Londra ve Zürih Antlaşmalarında İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın Ada üzerinde Garantörlük hakkını elde etmesiyle Adada iki toplumlu bir devlet yapısının kurulması kararlaştırılmıştır. 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti kurulsa da 1963’ten itibaren Akritas Planı ile ENOSİS düşüncesi daha kuvvetli bir şekilde Rum yönetiminin de desteğiyle yeniden gündeme gelmiştir. Kıbrıs’ta Türklere yönelik başlatılan katliam ve soykırım planına karşı Türk Hükümeti 1964’ten itibaren gerekirse askeri önlem alma yoluna gitmiş ve nihayet 1974 yılında Ada üzerinde Garantör Devlet statüsünde olan İngiltere ile de temasa geçerek Adada barış, güvenlik ve istikrarı sağlamaya çalışmıştır. Ancak İngiltere’den yeterli ve gerekli desteği göremeyen Türkiye Adada barış ve huzuru temin etmek için 1974 Temmuz ve Ağustos aylarında iki ayrı çıkarma ile Kıbrıs Barış Harekatı’nı düzenlemiştir.

Demokrat Parti İktidarının Kıbrıs Politikası

Demokrat Parti’nin 1950 ile 1960 yılları arasındaki on yıllık iktidarının ilk döneminde Kıbrıs’ta ENOSİS ideali çerçevesinde başlatılan Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanma çabasına karşı ilk tepkisi ile 1959 ve 1960 yıllarındaki Londra ve Zürih Antlaşmaları sürecindeki yaklaşımı arasında derin farklar vardır. Demokrat Parti döneminde konjonktürel nedenlerden dolayı Kıbrıs konusunda birbirinden farklı dört ayrı politikanın güdüldüğü söylenebilir.

1950’lerin başlarında DP ilk olarak Kıbrıs’ın Lozan Barış Antlaşması ile İngiltere’ye devredildiğini ve adanın statükosunda herhangi bir değişiklik öngörülmediğini ileri sürmüştür. DP’nin bu tutumunda Yunanistan ile Türkiye’nin kurduğu iyi komşuluk ilişkisinin ve İngiltere’yle olan yakınlaşmasının etkilerinden söz etmek mümkündür. Yine bu dönemde, Sovyet yayılmasına ve baskısına karşı kendi güvenliğinin sürekliliğini sağlama çabası ve NATO’ya girmekle elde edilen gücün ve güvenliğin daha da güçlendirilmeye çalışılması DP iktidarının Kıbrıs konusundaki ilk başlarda ortaya koyduğu pasif politikanın nedenleri arasında sayılabilir.

İkinci olarak 6-7 Eylül Olaylarından hemen sonra, İngiltere Kıbrıs’tan çekilebileceği düşüncesini açıklayınca Kıbrıs’ın tekrar Türkiye’ye kazandırılması tezini benimsemiştir. Daha sonra 1956 yılında İngiltere öncülüğünde Radcliffe Anayasası ile İngiltere, self-determinasyon hakkının her iki Kıbrıs halkına da sağlanabileceğini belirtince DP üçüncü kez politika değişikliğine giderek Adada “Taksim Tezi”ni benimsemiştir. DP, dördüncü ve son olarak Zürih ve Londra Antlaşmaları ile iki toplumlu, iki toplumun nüfus oranlarına göre yönetime katılacağı Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasını “Garantör Bir Devlet” olarak kabul etmiştir.

DP iktidarının başlarında özellikle Fuat Köprülü’nün dışişleri bakanlığı döneminde Kıbrıs meselesinin milli bir dava olarak ön plana çıkmamasında, meselenin konjonktürel nedenlerle hükümetin önceliği olarak görülmemesinin ve Köprülü’nün meseleye yaklaşım tarzının etkili olduğu söylenebilir.

Fatih Rüştü Zorlu’nun Yaşam Öyküsü

Türk siyasal yaşamında derin izler bırakan önemli bir diplomat, siyasetçi ve devlet adamlarından birisi olan Fatin Rüştü Zorlu’nun Kıbrıs’ın milli bir dava olarak tanınmasında gösterdiği çabayı kavrayabilmek için öncelikle Zorlu’nun kısa biyografisinden ve mesleki deneyiminden söz etmek yerinde olacaktır.

1910 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Fatin Rüştü Zorlu, Galatasaray Lisesi’ndeki   öğrenimini başarıyla tamamlamıştır. Lise öğreniminden sonra Paris’te Siyasal Bilgiler Yüksekokulu’nu bitiren Zorlu, Cenevre Hukuk Fakültesi’ni de tamamlayıp yurda dönmüştür. 1932 yılında Dışişleri Bakanlığı’nın meslek memurluğu sınavını kazanarak bakanlık bünyesinde memuriyete başlamıştır. Zorlu, 1934 yılında Atatürk döneminin etkin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın kızı Emel Hanımla evlenmiştir. Bu evlilik kuşkusuz Zorlu’nun kariyerinde önemli bir saygınlık kazanmasına ortam hazırlamıştır. Zorlu, 1936 yılında Montrö Boğazlar Konferansı’na gönderilen heyet içerisinde yer alarak mesleki açıdan önemli bir deneyim kazanmıştır. Zorlu 1937 yılında Hatay sorunu ile ilgili görüşmelere katılarak yeni bir deneyim daha elde etmiştir.

Atatürk’ün vefatından sonra kurulan İkinci Bayar Kabinesi’nde Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın kabine dışında bırakılması sonucunda Zorlu’nun mesleki kariyerinde de bir prestij kaybı yaşanmıştır.

Demokrat Parti iktidarında 1952’de NATO Daimi Temsilcisi olarak görevlendirilen Zorlu, böylece Büyükelçilik unvanına sahip olmuştur. Zorlu 1954 seçimlerinde Çanakkale milletvekili olarak Demokrat Parti sıralarından Meclise girmiş ve böylece Zorlu’nun aktif siyasi yaşamı da başlamıştır. Kıbrıs sorunu ile ilgili Mecliste oluşturulan Komisyonun başkanlığına getirilmiştir. 1954’te Londra, 1955’te ise Bandung Konferansı görüşmelerinde aktif görev almıştır.

Menderes kabinesinde 1954–1957 yılları arasında Başbakan Yardımcılığı ve Devlet Bakanlığı görevlerinde bulunmuştur. 1957–1960 yılları arasında da Dışişleri Bakanlığı yapan Zorlu, Türkiye’nin Kıbrıs politikasının oluşmasında etkin bir devlet adamı olarak ön plana çıkmıştır. Türkiye’yi Zürih ve Londra Antlaşmaları sürecinde temsil etmiş ve Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve Türkiye’nin Kıbrıs üzerinde garantör bir devlet konumuna gelişinde başat rol üstlenmiştir. Zorlu, Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üyelik süreci başvurusuna da öncülük etmiştir.

27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi ile tutuklanan Zorlu, Yassıada Mahkemesi yargılamaları sonucunda idama mahkûm edilmiş ve Milli Birlik Komitesi’nin onayıyla 16 Eylül 1961’de idam edilmiştir.

Milli Bir Dava Olarak Kıbrıs ve Fatin Rüştü Zorlu

ENOSİS’çi Rumların 1950 yılının ocak ayında Rum Kilisesi öncülüğünde adada gerçekleştirdikleri tek taraflı plebisit ile Rum çoğunluğun Yunanistan’a bağlanma kararı ne İngiltere ne de BM tarafından kabul görmüştür. İngiltere adadaki idaresini sürdürmek için sorunun BM nezdinde uluslararası bir platforma taşınmasını istemese de Yunanistan Kıbrıs konusunu ilk defa 1954’te BM gündemine taşıyarak sorunun uluslararası bir kimlik kazanmasını sağlamıştır. Yunanistan Kıbrıslı Rumlara self determinasyon hakkını kazandırmaya çalışmış, ancak BM bu talebi reddetmiştir. Ancak Yunanistan’ın Kıbrıs konusunda aldığı aksiyon, meselenin sadece Ada ile sınırlı kalamayacağını göstermiştir. Üstüne bir de İngiltere’nin Adadan çekilme ihtimali belirince DP Hükümeti Başbakan Adnan Menderes öncülüğünde Kıbrıs meselesiyle artık yakından ilgilenmeye başlamıştır. Kıbrıs için atılan ilk adımlardan birisi bizzat Başbakanın talimatıyla Kıbrıs meselesinin çözümü için Başbakan Yardımcısı Fatin Rüştü Zorlu’nun görevlendirilmesi olmuştur. Zorlu başkanlığında Dışişleri Bakanlığında bir Kıbrıs Komisyonu oluşturulmuş, komisyonda sivil ve askeri bürokratlar görevlendirilmiştir. Komisyon dünya kamuoyunu Kıbrıs’taki Türklerin varlığı ve hakları konusunda bilinçlendirmek ve Kıbrıs meselesinin çözümüne değin Kıbrıs Türklerini Rum baskısından korumak için çalışmalar yürütmüştür. Ayrıca komisyon Kıbrıs’ın Türkiye için önemini coğrafi, etnolojik, kültürel, askeri ve siyasi açılardan ele aldığı bir “Beyaz Kitap” hazırlayarak İngilizce ve Fransızcaya da tercüme ettirmiş ve Türkiye’nin dış temsilciliklerine göndermiştir.

İngiltere, Yunanistan’ın ada üzerindeki isteklerini dizginlemek ve sorunun BM’de tekrar gündeme gelmesini engellemek ve dahası adadaki kendi statüsünü sürdürmek için Türkiye ve Yunanistan’a “Doğu Akdeniz Savunması ve Kıbrıs Sorunu”nu görüşmek üzere bir çağrıda bulunarak 1955’te Londra’da bir konferans düzenlemiştir. İngiltere konferans sürecinde Türkiye’yi de yanına çekerek Rumlar tarafından kendisine yöneltilen sömürgecilik yaftasını ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Aslında İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ı karşı karşıya getirip hem zaman kazanmaya hem de taraflardan taviz koparmaya özen gösteriyordu. Konferansta İngiltere adaya özerlik verilmesini teklif etmiş, Yunanistan ise ENOSİS’i gerçekleştirmek için adada bir plebisit yapılması fikrini ileri sürmüştür.

Türkiye’nin milli bir davası konumuna gelen Kıbrıs için Fatin Rüştü Zorlu Türk Tezini şu delillerle ileri sürmüştür: “Türkiye gerçi Lozan Antlaşması’yla adadaki haklarından vazgeçmiştir (16. Madde). Fakat Lozan Antlaşması’nın 20. ve 21. Maddeleri Kıbrıs’a özel bir statü sağlamıştır. Buna göre 20. Madde ile Türkiye hükümranlık haklarını İngiltere’ye devretmiştir. 21. Madde ise Kıbrıs’ta yaşayan toplulukların Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonraki iki yıl içerisinde İngiliz ya da Türk vatandaşlığını kabul etme hakkını tanımıştır. Türk Tezine göre Türkiye’nin adanın geleceğiyle ilgilenmesinin temelinde tarihsel, coğrafi, etnik ve stratejik etkenler yatıyordu. Kıbrıs tarihte yaklaşık üç yüz elli yıl (1571-1914) Osmanlı egemenliğinde bulunmuş ve hiçbir zaman Yunanistan adaya egemen olamamıştır. Adanın Türkiye’nin güney kıyılarına uzaklığı 70 km iken, Yunanistan’a olan uzaklığı yaklaşık 1000 km’yi bulmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’na kadar Türkler adadaki nüfusun çoğunluğunu teşkil etmişlerdir. Kıbrıs jeopolitik ve jeostratejik gerekçelerle Türkiye için vazgeçilmez bir konuma sahiptir. Türk Tezine göre, eğer İngiltere adadaki hükümranlığından vazgeçmek niyetinde ise, Kıbrıs’ın asıl sahibi olan Türkiye’ye devredilmesi gerekmektedir. Yunanistan Kıbrıs meselesinde Türkiye’nin müzakere ortağı olarak görülmemiştir.”

Londra’da konferans sürecinde bir basın toplantısı düzenleyen Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, “Hala muayyen emellere ulaşmak için teşebbüse geçecek olanlar, bunun bütün mesuliyetini üzerine alarak hareket edebilirler.” diyerek Yunanistan’ı imalı bir dille uyarmıştır. Konferans devam ederken İngiltere Dışişleri Bakanı Harold Macmillian kendi planını açıklamıştır. Buna göre Kıbrıs’ta uygulanacak bir anayasa ile Kıbrıs’ın otonomisi ve muhtariyetinin sağlanması hedeflenmiştir.

Konferansta ileri sürülen tezlerin birbiriyle uyuşması mümkün değildir. Konferansın istenilen sonucu ortaya çıkarmayacağı aşikardır. Tam da bu sırada 6-7 Eylül Olaylarının yaşanması süreci sabote etmiş ve Yunan Dışişleri Bakanı konferansı terk etmiştir. Yalnız konferans, Kıbrıs meselesinde Türkiye’nin güçlü bir tezi olan taraf olduğunu dünya kamuoyuna belgelemiştir. Yunanistan bu gerçeği kabul ettiği gibi meselenin Türkiye olmaksızın çözülemeyeceği de gün yüzüne çıkmıştır.

Kıbrıs Meselesi 1957 yılında Yunanistan tarafından tekrar BM gündemine taşınmıştır. Yunanistan’ın amacı yine self determinasyon tezini kabul ettirmek iken; Kıbrıs’ta barışçı, adil ve demokratik bir çözüm için ilgili tarafların anlaşması yönünde BM’nin bu süreçte almış olduğu karar geçerli olmuştur. 1957 ve 1958 yılları Kıbrıs’ta EOKACI militanların tedhiş eylemlerinin tırmandığı bir süreç olarak tarihe geçmiştir. Türkiye’de ise 1958’de ‘Ya Taksim Ya Ölüm!’ sloganı ön plana çıkmıştır.

Kıbrıs’ta EOKA’nın terör eylemlerine karşı Türklerin hayat hakkını korumak için 1956 yılında Volkan Örgütü kurulmuştur. Daha sonra Fazıl Küçük tarafından kurulmuş olan Kıbrıs Türk Mukavemet Birliği ve Kara Çete gibi teşkilatlar başarısızlığa uğrayarak Volkan’a katılmıştır. 1957 yılında ise Rauf Raif Denktaş, Mustafa Kemal Tanrısevdi ve Bülent Nalbantoğlu tarafından Türk Mukavemet Teşkilatı kurulmuştur. Teşkilat 1957 yılında yayınladığı iki ayrı bildiride henüz Türkiye’nin desteğini de almadığı için Ada genelinde pasif bir direnişi öngörmüştür. 1958 yılında Rauf Denktaş ve Fazıl Küçük TMT’nin Ankara tarafından tanınması ve desteklenmesi için Türk Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile görüşmüştür. Görüşmede Zorlu, Denktaş ve Küçük’e gönderilirse silah alıp alamayacaklarını sorduğunda, Denktaş alabileceklerini belirtmiştir. Zorlu, konudan Genelkurmay Başkanlığını haberdar etmiş ve sonunda Daniş Karabelen bu teşkilatlanma faaliyetlerini yürütmek üzere görevlendirilmiştir. TMT artık Türkiye’nin desteğini doğrudan kazanmış ve Özel Harp Dairesine bağlı olarak teşkilatlandırılmıştır. Elbette ki bütün gelişmeler ve faaliyetler gizlilik içerisinde yürütülmüş ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin ismi bu süreçte açıkça kullanılmamış ve yürütülen çalışmalarda sözlü bir iletişim yöntemi tercih edilmiştir. 1958’de TMT’nin sevk ve idaresinde yirmi üç subay görevlendirilmiş ve liderliğine de Rıza Vuruşkan getirilmiştir. Vuruşkan ve maiyetindeki subaylar 1 Ağustos 1958’de Kıbrıs’a ulaştığında aslında TMT’nin fiili olarak kuruluşu da gerçekleşmiştir. TMT, ENOSİS ideali için mücadele eden EOKA-B’ye karşı kendisine bağlı mücahitlerle savaşmıştır. Türk Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, TMT’nin kuruluşunda fiili öncülük yapmış bir devlet ve siyaset adamı olarak anılmalıdır. Çünkü TMT Türkiye’nin fiili desteğinden sonra hareket kabiliyeti yüksek silahlı bir teşkilat kimliğine kavuşabilmiştir.

Yunanistan 1958’te Kıbrıs meselesini yeniden BM gündemine getirmiştir. BM Genel Kurulunda alınan kararla Kıbrıs meselesinin taraflar arasında görüşmeler yoluyla çözülmesi kararına ulaşılmıştır. Bunun üzerine Türk Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Yunan Dışişleri Bakanı Avangelos Averof NATO toplantısı için Paris’te bulundukları bir sırada Kıbrıs’ın geleceği konusunda bir mutabakata ulaşarak Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temellerini atmışlardır. Zürih ve Londra Antlaşmalarının mimarları Türk Başbakanı Adnan Menderes, Yunan Başbakanı Karamanlis, Türk Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Yunan Dışişleri Bakanı Averof’tur.

Önce Zürih sonra Londra Antlaşmalarıyla şekillenen Kıbrıs’ın yeni statüsüne göre Bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluyor, Cumhurbaşkanı Rum, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Türk oluyordu. Bakanlar Kurulu 7 Rum, 3 Türk üyeden; Temsilciler Meclisi 35 Rum, 15 Türk üyeden oluşuyordu. Antlaşmalara göre, Kıbrıs’ta kurulacak anayasal düzen ve yeni devletin korunması görevi Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın garantörlüğüne verilmiştir. Yine Adada Yunanistan’ın 950, Türkiye’nin ise 650 kişilik bir kuvvet bulundurması kararlaştırılmıştı. ENOSİS ve Taksim söylemleri tamamen yasaklanmış oluyordu.

Son tahlilde Menderes ve Zorlu öncülüğünde Kıbrıs’ın milli bir dava olarak kabul edilip Garantörlük Antlaşması’nın imzalanması Adada ENOSİS idealini tamamen ortadan kaldırmıştır. Türkiye etkin bir taraf olarak 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sürecinde Garantörlük Hakkını kullanarak Adaya askeri bir harekât düzenlemiş ve Adadaki EOKA-B terör ve tedhiş eylemlerine son vererek Kıbrıs Türk’ünün hayat hakkının muhafazasını sağlamıştır.

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir