15 Mart 2025, Cumartesi

Doç. Dr. Cemile Şahin – Göç ve Kıbrıs: Anadolu’ya Yapılan Göçün Kıbrıs’taki Etkileri

Türkiye’nin yetmiş kilometre güneyinde, Akdeniz’in doğusunda yer alan, tarihsel süreç içerisinde birçok millete ev sahipliği, farklı kültür ve medeniyetlere beşiklik yapan Kıbrıs adası, jeopolitik konumu başta olmak üzere, sahip olduğu birçok özellikler açısından Anadolu için vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Kıbrıs’ta çok renkli bir mozaiğin oluşmasında, buraya yapılan göçlerin büyük önemi vardır. Tarih boyunca kıtlık, kuraklık, deprem, salgın hastalıklar gibi doğal afetler ve ekonomik şartlar, savaş, istila veya siyasi, dini ve sosyal sebeplerden ve sahip olduğu özelliklerden dolayı sürekli olarak göç alan ve göç veren önemli bölgeler arasında yer almıştır. Kıbrıs’ın tarihi incelendiğinde, adada yaşanan nüfus hareketliliğinin, bazen adadan çevre ülkelere göç verme şeklinde tek yönlü, bazen de hem göç alma hem de göç verme şeklinde çift yönlü olduğu görülmektedir.

Kıbrıs’ta Nüfus Dengesi ve Göç Hareketleri

Kıbrıs adası, 1571 yılında Osmanlı hâkimiyetine girmiş ve adada, yaklaşık üç yüzyıl boyunca, hukuki ve fiili olarak Türklerin hâkimiyeti devam etmiştir. Osmanlı hâkimiyeti döneminde Kıbrıs’taki nüfus dengesini muhafaza edici bir politika takip edilmiş, ayrıca adadaki Gayrimüslim ahalinin de nüfus sayısının düşmemesi için eldeki imkânlar olabildiğince kullanılmıştır. Ancak, sonraki süreçte Osmanlı Devleti’nin yaşadığı olumsuz gelişmeler, adada nüfus dengesinin Türkler aleyhine bozulmasına yol açmıştır. Yaşanan süreç içerisinde nüfus dengesinin Türkler aleyhine bozulmasının nedenlerini genel olarak, göç ve tanassur yani Hıristiyanlaştırma faaliyetleri olmak üzere iki şekilde açıklamak mümkündür;

Tanassur yani Hıristiyanlaştırma faaliyetleri, adanın İngiliz idaresine girmesinin ardından ortaya çıkmış ve hızla yaygınlaşmıştır. Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin içerisinde bulundukları zor koşullardan yararlanmak isteyen Hıristiyan papazlar, adada köy köy gezerek Türkleri İslamiyet’ten Hıristiyanlığa geçmeye ikna etmek için yoğun bir propaganda izlemeye başlamışlardır. Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecine girmiş olması ve Kıbrıs adası ile yeterince alâkadar olamaması, Hıristiyan papazlara büyük bir fırsat sunmuştur. Adanın köylerinde yaşayan Türklerin çoğunun eğitim ve öğretim olanaklarından yoksun oluşu, yetişmiş ve yeterli sayıda müderris, muallim ve vaizin bulunmayışı, dini bilgilerin zayıf olması, ayrıca buralarda Rumcanın yaygın dil olarak kullanılması, Müslüman Türklerin, Hıristiyan papazlar karşısında savunmasız kalmasına yol açan etkenlerin başında gelmiştir.

Kıbrıs’ta nüfus dengesinin Türkler aleyhine değişmesinin ikinci nedeni ise göçtür. 1831 tarihli nüfus sayımına göre adanın toplam erkek nüfusu 45.365 kişidir. Bu sayının 29.780’i Gayrimüslim, 15.585’i de Müslümandır. Nüfus oranına baktığımızda genel nüfus içerisinde Gayrimüslimlerin oranının %65,6 Müslümanların oranının ise %34,4 olduğu görülmektedir. Yani 1831 tarihli nüfus sayımına göre ada nüfusunun üçte birini Müslümanların yani Türklerin oluşturduğu söylenebilir. Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılda geçirmiş olduğu siyasal, iktisadi, mali ve askeri bunalımlar, yüzyılın son çeyreğinde değişen Avrupa güç dengesi, Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne son verme girişimleri gibi olumsuz gelişmeler neticesinde Kıbrıs, 4 Haziran 1878 tarihinde geçici bir üs olarak İngiltere’ye bırakılmak zorunda kalınmış, ardından Birinci Dünya Savaşı’nda, İngiltere’nin tek taraflı ilhak kararı ile kaybedilmiştir.  Kıbrıs’ın İngiliz idaresine geçmesinin ardından yapılan ilk resmi nüfus sayımına göre ise adanın Türk nüfusu dörtte bire, İngiliz egemenliğinin sonuna doğru ise yaklaşık beşte bire gerilemiştir.

Kıbrıs’taki Türk nüfusunun giderek azalması, Kıbrıs’ın İngiltere idaresine bırakılmasının, adada yaşayan Türk halkı üzerinde ciddi bir travma yarattığını göstermektedir. Çünkü İngiliz idaresi ile birlikte Kıbrıslı Rumların, adayı Yunanistan’a ilhak yani Enosis çalışmaları ile Osmanlı egemenliğinden çıkan ve üzerinde çok sayıda Müslüman Türkün yaşadığı topraklardaki acı tecrübe birleşince, Kıbrıslı Türkler çok ciddi bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya kalmışlardır. Bu güvenlik sorununu aşmak için ise önlerine iki seçenek koymuşlardır. Bunlardan birincisi, Enosise karşı durmak ve adanın tekrar Osmanlı idaresine bırakılması için mücadele etmek; İkincisi ise, birinci seçeneğin ortadan kalkması durumunda Anadolu’ya göç etmek. Her ne kadar Osmanlı yetkilileri ve Kıbrıs’ın önde gelenleri Kıbrıs Türk halkına Enosis’in gerçekleşmeyeceği yönünde güvence vermiş olsa da o dönemde gerek Balkanlar ve Kafkaslardaki Müslümanlara yönelik zulüm ve şiddetin boyutunun her geçen gün artmasının yankılarının Kıbrıs’a ulaşması, gerekse de Enosis yönündeki propagandaların yoğunlaşması, Kıbrıslı Türklerin göçünü tetiklemiştir. Tüm bunların neticesinde çok sayıda Kıbrıslı Türk, başta Silifke, Antalya, Adana gibi Anadolu’nun güney sahil şeridi olmak üzere Anadolu’nun çeşitli yerlerine göç etmek zorunda kalmıştır.

Lozan’dan Sonra Yapılan Göçler

Yaşanan bu gelişmelerin ardından, sonraki süreçte imzalanan Lozan Antlaşması’yla, ada üzerindeki tüm haklarından vazgeçen Türkiye, İngiltere’nin fiili ve hukuki olarak Kıbrıs hâkimiyetini kabul etmiştir. Lozan Antlaşması’nın 16. 20. ve 21. maddeleriyle hukuki durumları belirlenen Kıbrıs Türkleri ya İngiliz vatandaşlığı ya da Türk vatandaşlığı arasında tercih yapmak zorunda bırakılmışlardır. Kıbrıs Türklerinin vatandaşlık durumlarının düzenlendiği 21. madde ile ya İngiliz tabiiyetine geçmek ve Türk uyrukluğundan vazgeçmek; ya da Türk uyrukluğunu seçmek ve on iki ay içinde adadan ayrılmak zorunda bırakılan Kıbrıs Türkleri için sıkıntılı süreç başlamış ve artarak devam etmiştir. Hem Türk tabiiyetinde hem de vatanı konumunda olan Kıbrıs’ta kalmak gibi bir seçenek olmadığı için, Türk tabiiyetini tercih eden Kıbrıs Türklerinin on iki ay içerisinde adadan ayrılmaları zorunlu hale getirilmiş ve Türkiye’ye göçler başlamıştır. Birçok Kıbrıslı Türk ailenin parçalanmasına neden olan bu uygulama, aynı zamanda adadaki Türk nüfusun, Rumlar karşısında oldukça azalmasına neden olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin ise özellikle Lozan Antlaşması’nı izleyen 1924-1926 yılları arasındaki iki yıl süresince Kıbrıs’tan göçü teşvik edici politikalar takip ettiği görülmektedir. Ancak, Kıbrıs’tan Anadolu’ya yönelik bu göç hareketi sonucu binlerce Türk’ün adadan ayrılması ile birlikte; Türk Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’dan kaçan bazı Rum ve Ermenilerin Kıbrıs’a gelip yerleşmeleri neticesinde adadaki nüfus dengesinin Türklerin aleyhine bozulması, başlangıçta Türkiye tarafından kabul ve teşvik edilen bu göç hareketinin, Kıbrıs’taki Türk varlığının korunması ve devamlılığı bakımından yanlış bir siyasete dayandırıldığını gözler önüne sermiştir.

Sonraki süreçte, 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin adada yaratmış olduğu ekonomik bunalım, 1931 İsyanı’nın getirmiş olduğu istibdat ve Maarif meseleleri gibi gelişmeler de ada Türklerinin Anadolu’ya göçünü teşvik etmiştir. Öyle ki, Kıbrıslı Rumların Enosis hülyasını gerçekleştirmede önemli bir gelişme olan adadaki Türk nüfusunun azalması, Enosis’e karşı duran İngiltere’yi dahi endişelendirmiş ve İngiliz yönetimini göçü önleyici ya da zorlaştırıcı tedbirler almaya yönlendirmiştir. Bu tarihten sonra İngiltere’nin, Kıbrıs Türklerini Rumlara karşı bir denge unsuru olarak görmeye başlayarak adada nüfus dengesini koruyucu politikalar izlediği anlaşılmaktadır. İleriki yıllarda da görüleceği gibi İngiltere, Rumların ve Yunanistan’ın Enosis isteklerine, adadaki Türk varlığını işaret ederek karşı durabilmiştir. Her ne kadar Türkiye, başlangıçta bu göçleri desteklemiş olsa da sonraki süreçte Kıbrıs’ta Türk varlığının devamlılığının sağlanması ve Rumlarla etkin mücadele için göçü destekleme siyasetinden vazgeçmiş, Kıbrıs’tan göçmen başvurularını kabul etmemeye başlayarak göçü önleme politikasına destek vermiştir.

Kıbrıs’ın İnsan Kaynağı Problemi: Göçün Rolü ve Sonuçları

Kıbrıs Türklüğü için adadan yapılan göçlerin en önemli etkisi, şüphesiz genç, dinamik, üretken nüfusun adadan ayrılmış olmasıdır. Kıbrıs’ta liseyi bitiren ve yüksek tahsil için Türkiye’ye veya diğer ülkelere giden birçok Kıbrıslı Türk geri dönmemiştir ve aslında bu durum, günümüzde de devam etmektedir. Bugün beyin göçü olarak adlandırılan bu durum, Kıbrıs Türklüğünün geçmişten günümüze en büyük sorunlarından birini oluşturmaktadır. Bu konu ile ilgili 14 Eylül 1938 tarihli konsolosluk raporunda şu ifadeler yer almaktadır: “Yalnız diğer bir kısım muhacirler vardır ki bunların hicretleri devam etmektedir. Bunlar da tahsillerini ikmal için Türkiye’ye gidenlerdir ki hemen bilâ-istisna Türkiye’de kalmakta ve yavaş yavaş Kıbrıs’la alakalarını fek eylemektedirler. Tabii ırkdaşlarımızın okuyup münevver bir ferd olarak yetişmeleri gerek kendileri için ve gerek memleketimiz için çok fâidelidir. Fakat neticede Kıbrıs’ta münevver zümresinden kimse kalmamaktadır ki ileride bu cihet, Kıbrıs Türklerinin yalnız esnaf ve köylüden ibaret bir kitle olarak kalmalarını mucip olacaktır”.

Konsolosluk raporundan da anlaşılacağı üzere, yaşanan göçler neticesinde, Kıbrıslı Türkler arasında tahsilli gençlerin, esnaf ve zanaatkârların sayılarının yok denebilecek kadar azalmasına bağlı olarak, Kıbrıs Türkleri adeta sadece köylüden ibaret bir kitle olarak kalmıştır. Bu durum, Türk nüfusun başta ekonomik olmak üzere, siyasal, kültürel ve toplumsal gibi çeşitli alanlarda, Rumlar karşısında geri kalmasının da temel sebebini oluşturmuştur. Görüldüğü üzere; Kıbrıslı Türkler, hem tahsilli gençlerin yurtdışına göç etmesi nedeniyle hem de ticarette rekabet edebilecek esnaf ve zanaatkârların sayılarının yok denecek düzeyde olmasından dolayı, toplumsal ihtiyaçların kendi kendine giderilmesi konusunda ciddi seviyede insan kaynağı sorunuyla karşılaşmışlardır. İşte bu sorun Kıbrıs Türklüğünün ekonomik, toplumsal ve siyasal hayatta geri kalmışlığının temel sebebini oluşturmaktadır.

Türklerin ancak teşkilatlanarak adada varlığını sürdürebileceği ortada iken, buna karşılık İngiliz yönetimi özellikle 1931 ayaklanmasından sorumlu tuttuğu Türk halkına yönelik birtakım kısıtlamalara giderek, onların dinsel etkinlikler ve eğitim başta olmak üzere çeşitli alanlardaki haklarını ve örgütlenmelerini engellemeye çalışmıştır. Lozan Antlaşması’yla birlikte Türkiye ile resmi olarak bağları kopan Kıbrıs Türk halkının önüne her türlü engellemeler koyularak, bir yandan arazi vergileri artırılıp, Türklerin işlerinden çıkarılması ve gerekli iş imkânlarının sağlanmaması gibi yollarla ekonomik sıkıntıya sokulurken, diğer yandan da milli kültürlerini yaşatacak kurumlardan mahrum edilmişler, eğitim alanında önleyici kısıtlamalara maruz kalmışlardır. 1927 Tarihli “Kıbrıs Ma’ârif Teşkilatı” hakkındaki rapordan da anlaşıldığı gibi adadaki Türk ve Rum kesiminin eğitim-öğretim bakımından kesinlikle çok farklı noktalarda olduğu, Kıbrıs Türk ma‘ârifinin, okul ve öğretmen sayısı ve niteliği, imkânları gibi birtakım noktalarda, Rumlara göre kıyaslanamayacak kadar geride kaldığı görülmektedir. Bu durumda Türkiye, Kıbrıs Türkleri için bir umut kapısı olduğundan, özellikle eğitim amacıyla Kıbrıslı Türk gençleri Türkiye’yi tercih etmiştir. Bu şekilde Kıbrıs Türklerinin adadan göç etmelerinden kaynaklanan iktisadi, toplumsal ve siyasal travma, 20. yüzyılın ortalarından son çeyreğine kadar derinleşerek devam etmiştir.

1955–1974 arası dönemde adanın Türk nüfusu göç vererek azalmaya devam ederken, yetişmiş insan gücü eski dönemlerden farklı olmamıştır. 1955 – 1974 arası dönemin bir önceki yıllardan en önemli farkı, Kıbrıslı Türklerin zar zor yetiştirdiği kalifiyeli insan kaynağını, bu dönemde çatışmalarda kaybetmesi ya da toplumsal ilerlemenin hizmetine koşamaması olmuştur. Mesela, 1964 yılında Türkiye’de üniversite eğitimi gören yaklaşık beş yüz Kıbrıslı Türk, savaşmak için Kıbrıs’ın Erenköy bölgesine gitmiştir.

Özetle söyleyebiliriz ki, İngiliz idaresi ile birlikte çok sayıda Kıbrıslı Türk, İngiliz yönetimin baskısı, Enosis korkusu, adanın geleceğinin belirsizliği, ekonomik sıkıntılar, can ve mal güvenliği ile Türk-Rum çatışması yüzünden Kıbrıs’ı terk etmek zorunda kalmış ve bunun neticesinde adanın nüfus dengesi Türklerin aleyhine, Rumların lehine değişmiştir. Kıbrıs olaylarının bir neticesi olarak meydana gelen Kıbrıs Barış Harekâtı sonucunda ada, kuzey ve güney olmak üzere ikiye bölünmüş ve Türkiye, adanın yaklaşık % 34’ünü kontrolü altına almıştır. Yapılan müzakereler, Kıbrıs’ta iki toplumu bir araya getirecek bir sonuç vermeyince, bu defa gerek Türkiye gerekse de Kıbrıs Türk Yönetimi, adanın kuzeyinde, Barış Harekâtı neticesinde elde edilen topraklarda yeni bir idare kurma yoluna gitmiş, bunun üzerine 1 Ekim 1974 tarihinde Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi kurulmuştur. Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi ve sonrasında 13 Şubat 1975 tarihinde kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD), adadaki fiili durumu hukuki bir zemine kavuşturarak, KTFD topraklarını yeniden üretime koşmak için çalışmalarına başlamıştır. Bu dönemde KTFD’nin en çok ihtiyaç duyduğu gereksinimlerin başında, her türlü insan kaynağı gelmiştir. Bir taraftan 1955-1974 arası dönemde meydana gelen çatışmalar nedeniyle Kıbrıslı Türklerin göçü, diğer taraftan da 1974 Savaşı dolayısıyla adanın kuzeyinden güneyine göç etmek zorunda kalan Rumlar, KTFD topraklarında ciddi bir insan gücü açığının doğmasına neden olmuştur. Her ne kadar Viyana Sözleşmesi gereğince, adanın güneyinde kalan Türkler kuzeye göç etmişse de bu değişim yine de ihtiyaç duyulan iş gücü açığını kapatmaya yetmemiştir. Kıbrıs’ta azalan Türk nüfusu, her zaman için Kıbrıs Türk liderlerinin de zihninde bir sorun olarak yer almış ve bu soruna bir hal çaresi bulabilmek için zaman zaman Türkiye’de yaşayan Kıbrıslı Türkleri geri getirme gibi çeşitli girişimlerde bulunulmuştur.

 

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir