6 Şubat 2025, Perşembe

Cem Çatpınar – Gölgeler ve Suretler (Film Kritiği)

Gölgeler ve Suretler filmi Kıbrıslı yönetmen Derviş Zaim’in kendi zihinsel dünyasına ve Kıbrıs meselesine yolculuğudur. Bu yolculuğu geleneksel bir sanat olan “Karagöz” ya da “Gölge Oyunu” ile formsal bir çağrışımla tamamlar. Karagöz ya da Gölge Oyunu anlaşılmadan ya da en azından tanınmadan filmi ve yönetmenin perspektifini yakalamak kolay olmayacaktır.  Derviş Zaim pek çok filminde gelenek sanatlar ile kendi hikayelerini bağdaştırır, geliştirir ve geçmişle bağ kurar. Filmin açılışında dalgalanan beyaz çarşafla bu sanata gönderme yapar, köşe başı karakterlerden olan “Karagözcü Salih” ile bu gönderme anlatıma dönüşür. Cihat Arınç ekspresyonist estetiğin gölge ile bu filmde kurduğu ilişkiyi şöyle açıklar: “Filmdeki Karagözcü Salih karakteriyle dikkatimize sunulan gölge oyunu, film boyunca anlatıya eşlik eden salt biçimsel ve stilistik bir unsur olmaktan ziyade ‘felsefi bir diyagram’ işlevi görür. Bu bakımdan Zaim’in diğer filmlerinde baskın olan biçimselliğin, bu filmde anlatı ve diğer katmanlarla daha güçlü bir şekilde iç içe geçtiğini ve dengelendiğini söylemek gerekir. Gaz lâmbasından yayılan loş ışığın mekânlar arasında dolaştığı gece sahnelerinde beliren gölgeler, yerini adım adım bahçeye gömülü tüfekleri çıkartmak için toprağı kazan Veli’nin (Osman Alkaş) perdeye yansıyan gölgesine ve Ruhsar’ın (Hazar Ergüçlü) yaklaşan tehlikeyi haber veren kâbusları gördüğü esnada odasının duvarlarında gezinen tekinsiz gölgelere bırakır. Mise-en-scène’de öne çıkan Ekspresyonist film estetiğininin izleri, Zaim’in filminde ne anlatıdan tümüyle kopuk bir estetik unsurdur ne de sırf anlatıya bağımlı kalır; fakat bir “hadise” olarak filmi anlatısallığın ötesine taşır, bir duyusal tecrübeye ve afekt’e dönüştürür.”

Gölgeler ve Suretler filmi bir üçlemedir, Zaim’in Cenneti Beklerken filmiyle başladığı arayışta sinemasında gördüğümüz temel söylem hakikat ve vicdandır. Zaim bu konuya şöyle açıklık getirir: “Bir sanatçının bilerek ya da bilmeyerek ahlaki sistemini netleştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Ahlaki sistemimiz en azından bilinçaltında netleşmemişse sizin uzun döneme yayılan işler vermeniz zorlaşır.”[i] Bu kapsamda Zaim’in bir değer üretme kanaati beslediğini söyleyebiliriz, bu filmde değer üretme kaygısını Kıbrıs meselesi ile yüzleşmek olarak karşımızda buluyoruz. Kıbrıs meselesini bir arada uzun süre yaşayan halklardan birinin diğerini farklı motivasyonlarla yerinden etme, canından etme ve varlığından etme olayı olarak değerlendirdiğimizde yaşanan olayların acısı ve hüznü daha iyi hissedilebilir olacaktır. 1963 yılında gerçekleşen Kanlı Noel katliamıyla başlayan film ve yüzlerce yıla dayanan halkların bir arada yaşama kültürünü nasıl bir anda yok ettiğini farklı imgeler ve söylemlerle anlatır.  Kolonyal İngiliz iktidarının adaya ektiği nefret tohumlarının gün yüzüne çıkmasıyla yaşanan acı hadiseleri bir bir sinema perdesinde görürüz. Sanatta, sinemada ve pek çok alanda yalnızlığa terk edilmiş Kıbrıs Meselesini bu vesileyle yönetmen göz önüne koyar ve şöyle der “Benim en korktuğum şeylerden bir tanesi bir dönemi, bir insanı, bir durumu, bir insanlık meselesini sessizliğe mahkûm etmektir. Kıbrıs, altmışlı yıllar, ne yazık ki fazla hatırlanmayan bir zaman dilimine denk düşüyor. Ben “Çamur” filminde 1974 sonrası ile ilgili bir şeyler söylemeye gayret ettim. Normal koşullar altında birbirleriyle iyi yaşama ihtimalleri çok yüksek olan iki insanın nasıl birbirinin boğazına sarıldığına dair bir süreci anlatıyorum.”[ii]

Derviş Zaim sinemasında kartografya yani haritacılık derinlemesine gözlemlenebilir durumdadır. Pek çok filmde kendini gösteren bu özellik bu filmle birlikte ayan beyan karşımıza çıkmaktadır. Giriş sahnesinde karagöz perdesinde yer alan Kıbrıs adasının haritası film başlarken önümüzde durmaktadır. Cenneti Beklerken filminde Matrakçı Nasuh’un minyatürleriyle kendini gösteren harita tutkusu, minyatür sanatından kuşbakışı görünümlerle sadece estetik olarak değil salt harita olarak da yer almaktadır. Nokta filmiyle ise çizilen devletlerin sınırlarını anlatırken onları haritalandırır ve gerçek hayattaki haritalarla filmlerini zihnimize sınırları olan coğrafyalar gibi sunar.

Derviş Zaim sadece Gölgeler ve Suretler filminde ilişki kurduğu Karagöz sanatıyla değil bu serinin diğer iki filmde kurduğu ilişkilerle de geleneksel sanatları vurgular. Cenneti Beklerken filminde minyatür sanatı ve frenk resimini seyircinin önüne koyar. Filmde Nakkaş Eflatun karakterinin Osmanlı 17. Yüzyılında geçen hikayesinde bir şehzadenin idamından önce resmetmesini anlatır. Serinin ikinci filmi Nokta’da ise Tuz Gölü’nde üç farklı zaman diliminde işlenen bir hattatın hikayesini karıştığı Kuranı Kerim hırsızlığı ve insan öldürme serüveni üzerinde aktarır.

Üçlemenin son filmi olan “Gölgeler ve Suretler”de Kıbrıslı Rumların Yunanistan ile birleşme niyetiyle Türkleri yurtlarından sürmeleriyle başlar. Ana karakterlerden Ruhsar ve Ruhsar’ın babası Karagözcü Salih’in EOKA mensupları tarafından köylerinde atılmasının ardından Salih’in kardeşi Veli’nin köyüne kaçarlar. Veli komşuları olan Anna’nın evine giderek misafirlerini şehre götürmesini ister. Akabinde Anna ve oğlunun tartıştığını görürüz. -Filmin ilk versiyonlarında Rumca konuşmaların çevrilmediğini görüyoruz, bu kapsamda yönetmenin motomot çeviriden kaçındığı söylenebilir. Günümüzdeki versiyonlarda Rumca konuşmalar Türkçe ’ye çevrilmiştir.- Sonraki sahnede Veli kazarak sakladıkları silahları ve mühimmatı çıkarır ve abisinden şehirde TMT’ye (Türk Mukavemet Teşkilatı) giderek mermilerinin nemlendiğini ve yeni mühimmata ihtiyaçları olduğunu söylemesini ister. Filmde bu ve benzer söylemlerle herkesin gerilimi içerisinde hissettiğini ve hazırlık yaptığını söyleyebiliriz. Anna’nın oğlu Hristo annesiyle tartışmasında Veli’yle birlikte görülmemeleri gerektiğini anlatırken hain olmaktan çekindiğini söyler.

Bu sahneler, filmin dramatik yapısını ve karakterlerin yaşadığı gerilimi vurgularken, aynı zamanda dönemin politik ve sosyal atmosferini de yansıtır. Zaim, bu gerilimleri ve karakterlerin içsel çatışmalarını başarılı bir şekilde ortaya koyarak izleyiciye Kıbrıs meselesinin karmaşıklığını hissettirir. Karakterlerin yaşadıkları olaylar ve verdikleri tepkiler, Kıbrıs’ın tarihindeki acı ve trajedinin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Yönetmenin, sahneler arasındaki geçişleri ve anlatıyı kartografik bir yaklaşımla ele alması, izleyiciyi coğrafi ve kültürel bir yolculuğa çıkarır.

Yönetmenin sinematik anlatı tarzı olarak benimsediği kartografik anlatımla şu hususun altını çizmek istediğini söyleyebiliriz; Yeşilçam’da ve Türk sinemasının farklı dönemlerinde Kıbrıs’la alakalı bütün söylemlerin temelinde yavru vatan söylemi yer almaktadır. Bu söylem Kıbrıs’ı bir gölgeden ya da bir temsilden ibaret saymaktadır. Kıbrıslı yönetmen Derviş Zaim bu yönüyle filmde bu anlatımı da eleştirir. Haritalarda çizgilerle ya da ufak kalem hareketlerinden ibaret sayılan yerler ve coğrafyalar hakikat nazarında insanların gönül, hareket ve medeniyet coğrafyalarıdır. Yönetmen filmde mağara yanılsaması kısmında adanın Türkiye ve Yunanistan gölgesi olarak görülmesini sorgular ve mekân algısını somutlaştırarak her iki taraf içinde sorunsallaşan Kıbrıs meselesinin çözümü adına cesur bir adım atar.

Sonuç olarak, Gölgeler ve Suretler filmi estetik manada Karagöz geleneksel sanatının biçimsel formu ile sinemasal formun birleştirildiği bir filmdir. Oyuncu tercihinde Türkiyeli oyuncularla birlikte Kıbrıs’ın Rum ve Türk kesiminden oyuncuların yer alması filmi evrensel bir anlatıya taşıma gayreti olarak yorumlanabilir. Savaşa ve çatışmaya doğrudan odaklanmak yerine filmde Ruh Terbiyesi = Gölge Oyunu söylemini yerleştirdiği sanata ve insanın içindeki duygularını merkezîleştirir. Kartografik sinema anlayışı, eleştirel mekân siyaseti, ekspresyonist film estetiğiyle jeopolitiği ve toplumsal hafızayı eleştirir ve bu eleştiri hem vicdanlı sinema anlayışı hem değer önceleyen bakış açısıyla Derviş Zaim’in iyi bir yönetmen ve iyi insan olma yolculuklarını bu filmde birleştirir.

———-

“Kıbrıslı insanların şunu bilmesi gerekiyor, eğer pragmatik koşullar olursa bir yerde anlaşma imzalanacak; ama anlaşma imzalanması barış anlamına gelir mi pek emin değilim. Altmış anlaşması imzalandı ama barışı getirmedi. Barış yapmak insanların zihni ve kalbi ile olur. Onların birlikte diyalog kurması ile olur. Bu anlamda Kıbrıs’ta geçmişle yüzleşmek gerekiyor, geçmişle ilgili olarak insanların eteklerindeki taşları dökmesi gerekir.” [iii]

 

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir