Giriş
Akdeniz tarih boyunca dünyanın kalbi olarak adlandırabilecek bir bölge olmuştur. Akdeniz bölgesi birçok medeniyetin gelişmesine ev sahipliği yaparken, aynı zamanda da tarihin ve medeniyetlerin en önemli güç çatışmalarına sahne olmuştur. Shakespeare’in Othello yapıtına dahi konu olmuş olan Kıbrıs ise dünyanın en stratejik bölgesi ve kalbi olan Akdeniz’in kalbi olarak ifade edilebilir.
Kıbrıs Adası Türkleri 1964 ile başlayan ve 1974’te Türkiye’nin garantör devlet olarak müdahalesi neticesinde sona eren bir Yunan-Rumların fail olduğu katliam ve soykırıma maruz kalmıştır. Ardından gelen süreçte Kıbrıs Türk vatandaşlarının self-determinasyon haklarına dayanarak kurdukları devlet bugüne dek bağımsız ve kendine yeten bir egemen aktör olarak varlığını sürdürmüştür.
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, Türkiye’nin Kıbrıs’ta Rumların 1964 yılından itibaren Türkleri Adada toptan yok ederek Enosis emellerine karşı müdahale ettiği askeri bir harekâttır. Bu harekât, Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan garantörlük hakkını kullanarak gerçekleştirdiği bir operasyondur. Yukarıdaki bilgilerde de vurgulandığı üzere “Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatleri doğrultusunda ilan edilmiş ya da ilan edilmesi öngörülen Türk Deniz Yetki Alanlarının tümünü” ifade eden “Mavi Vatan” ın varlığı ve Doğu Akdeniz’de Türk varlığı bu harekat ile garanti altına alınmıştır.
1878’den Günümüze Özet Kıbrıs Siyasi Tarihi
Kıbrıs meselesi, 1878’e dayanır ve Türk egemenliğinden kopmasıyla jeopolitik sorunlar yaratmıştır. 1930’lardan itibaren Türkiye’nin güvenliği için önemli hale gelmiştir. Lozan’da itiraz etmeyen Yunanistan, 1931’de Enosis isyanını çıkarmış, II. Dünya Savaşı sonrası taleplerini yoğunlaştırmıştır.
22 Mart 1947 tarihli New York Times gazetesinde “İngiltere’nin Kıbrıs Adası’nı Yunanistan’a devretmesi durumunda ABD’nin itiraz etmeyeceği” belirtilmiştir.
KKTC’nin Kurulmasına Giden Süreç
1963’e kadar Makarios önderliğindeki Rumlar, Türklerin tüm haklarını alarak soykırım planını devreye sokmuştur. 1961’de hazırlanan Akritas Planı, Kıbrıs Türklerini yok edip adayı Yunanistan’a birleştirmeyi amaçlamaktadır. EOKA örgütü, 1963 Kanlı Noel olaylarıyla Kıbrıs Türklerine yönelik sistematik soykırıma girişmiştir. 1961-1974 arasında süren terör ve saldırılar, Rumların Türkiye’nin tüm sağduyulu girişimlerini reddetmesiyle devam etmiştir.
Türkiye, 20 Temmuz 1974’te Türk soykırımını durdurmak için askerî harekât başlatmış, 21 Temmuz’da BM Güvenlik Konseyi ateşkes çağrısı yapmış ve 22 Temmuz’da ateşkes yürürlüğe girmiştir. Ancak, Rum tarafı 30 Temmuz’da imzalanan Cenevre Antlaşması’na uymamış, bu nedenle Türkiye 14 Ağustos 1974’te İkinci Kıbrıs Harekâtını başlatmıştır.
- Adada tek bir alana yığılmış Türk birlikleri etrafına “güvenlik kuşağı” meydana getirilmesi,
- Türk köyleri üzerindeki Rum işgal ve kuşatmasının kaldırılması,
- Kıbrıs Adası’nın %34’ü civarındaki bir alanın Kıbrıs Türklerine bırakılması,
- İki toplumlu federal sisteme geçilmesi.
30 Temmuz 1974 tarihinde imzalanan bu anlaşmaya Rumlar sahada uymayarak terör, tedhiş ve saldırı faaliyetlerine devam ettiler. Türkiye’nin 14 Ağustos 1974 tarihine İkinci Harekat, 16 Ağustos 1974 tarihinde son bulmuştur. Türkiye’nin bu girişimlerinin ardından Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulmasına yönelik ciddi bir zemin meydana getirilmiştir.
KKTC’nin Tanınma Durumu ve Uluslararası Hukuk
13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulmuş, Türkiye sağduyulu davranarak “federe devlet” demiştir. Yunanistan ve Batılı aktörler Türkiye’yi kınayarak devleti tanımadılar. Ancak, Türkiye ve Kıbrıs Türk halkı kararlı durarak 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etti.
Bu noktadan itibaren esasında Yunan ve Rumların Enosis emeli olarak karşımıza çıkan “Kıbrıs Sorunu” Türkler nezdinde bitmiş ve sorun olmaktan çıkmıştır. Uluslararası hukuk bağlamında da (Montevideo Sözleşmesi de esas alınarak) KKTC’nin bağımsız bir devlet kimliği ortada olan bir olgudur.
Lozan Anlaşması’nın 16 Maddesi Çerçevesinde Kıbrıs, KKTC ve Türkiye Cumhuriyeti
Lozan Barış Antlaşması 16. madde hükmü ile Osmanlı Devleti’nin devrettiği topraklar üzerinde ilhak, istiklal veya herhangi bir idare şekli hakkında esas kabul edilen veya edilecek olan bütün kararlar konusunda, Türkiye’nin söz hakkına sahip olacağı saklı tutulmuştur. Türkiye, her ne kadar adanın egemenliğini İngiltere’ye devretmiş olsa da bu antlaşma hükmü ile adanın kaderindeki herhangi bir yeni gelişmeye karşı söz hakkını saklı tutmuş ve adanın kaderi üzerinde bir taraf olduğunu “Türkiye, işbu antlaşmada açıkça belirtilen sınırlar dışında bulunan ve işbu antlaşma üzerlerinde egemenliği tanınmış topraklardan başka topraklar ve adalar üzerinde bunların başka bir devlete devredilmesi, yeni bir rejim kurulması uygulanmış ve uygulanacak hükümleri şimdiden kabul eder” ifadesini reddederek tescillemiştir. Lozan görüşmeleri esnasında Türkiye yoğun ısrarlarda bulunarak Sevr Antlaşması’nın 132. Maddesine göre düzenlenen Lozan Barış Antlaşması madde 16’yı “Türkiye, işbu Andlaşmada belirtilen sınırlar dışında bulunan topraklar üzerindeki ya da bu topraklara ilişkin olarak, her türlü haklarıyla sıfatlarından ve egemenliği işbu Andlaşmada tanınmış adalardan başka bütün öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir; bu toprakların ve adaların geleceği (kaderi), ilgililerce düzenlenmiştir ya da düzenlenecektir…” şeklinde düzenletmiştir[i].
Lozan Barış Antlaşması’nın 16. Maddesinde ilk önerilen hüküm kabul edilmiş olsaydı Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Adası üzerinde herhangi bir söz hakkı bulunmayacaktı. Bu nedenle Lozan Barış Antlaşmaları görüşmeleri esnasında Türk heyeti antlaşmanın bu şekilde düzenlenen ilk hükmüne itiraz ederek kabul etmemiş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun halefi olarak devrettiği toprakların kaderi üzerindeki haklarını saklı tuttuğunu ortaya koymuştur. Türkiye Lozan Barış Antlaşması madde 16’ya göre bu toprakların geleceğine ilişkin söz hakkını saklı tutmaktadır[ii].
“Türkiye başlangıçta Kıbrıs meselesinde taraf olmayı her ne kadar İngiltere’nin siyasal anlamda dürtüklemesiyle yapmış bile olsa, geleceğe ilişkin saklı tutmuş olduğu söz hakkı gereği hukuksal olarak zaten hakkını kullanmıştır[iii].”
Mavi Vatan Nedir?
Öncelikle Mavi Vatan’ı şu şekilde tanımlamak mümkündür; Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatleri doğrultusunda ilan edilmiş ya da ilan edilmesi öngörülen Türk Deniz Yetki Alanlarının tümüne Mavi Vatan” denir. KKTC’nin de bir Mavi Vatan’a yani deniz ülkesine sahip olduğu düşünüldüğün bu ifadenin KKTC için de geçerli olduğunu söylemek mümkündür[iv].
KKTC’nin Mavi Vatan’ı
Kıbrıs, Sicilya ve Malta, Doğu Akdeniz’in önemli adalarındandır. Kıbrıs Adası, jeopolitik ve jeostratejik önemi en yüksek adadır. Doğu Akdeniz’deki kaynak paylaşım mücadelesinde, Türkiye ve KKTC’yi yok saymak olanaksızdır. Türkiye, 2 Mart 2004’te BM’ye verdiği nota ile 032 16 18 D boylamının batısında egemen hakları olduğunu belirtmiş, 21 Eylül 2011’de Türkiye-KKTC Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Antlaşması’nı imzalamıştır. KKTC, 22 Eylül 2011’de TPAO’ya hidrokarbon işletme ruhsatı vererek Türkiye’nin Mavi Vatan stratejisine katılmıştır.
Doğu Akdeniz’deki en uzun üçüncü kıyı şeridine (396 km) sahip KKTC’nin Doğu Akdeniz’deki önemli stratejik aktörlerden birisi olduğunu gerek jeopolitika gerekse uluslararası hukuk net bir şekilde ortaya koymaktadır.
2004 yılından itibaren Türkiye, Doğu Akdeniz’de 28° doğu boylamının batısında çıkarları olduğunu Birleşmiş Milletlere defaatle bildirmiş, 13 Kasım 2019 tarihinde Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi vasıtasıyla Doğu Akdeniz’deki Türk kıta sahanlığının dış sınır hatlarını ortaya koymuştur.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bağımsız bir devlet olarak kendi deniz yetki alanlarını belirleyebilme hakkına sahiptir. KKTC; Türkiye, Suriye, Filistin, Lübnan ve Mısır ile karşılıklı kıyıları bulunduğundan kıyıdaş devletlerle deniz yetki alanlarını uluslararası deniz hukukuna, genel hukuk ilkelerine ve uluslararası mahkeme kararlarına uygun bir şekilde belirleyecektir.
Haritada gösterilen, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti topraklarından oluşan ışımalar esasen KKTC’nin deniz yetki alanlarının da istikameti ile sınırlarını göstermektedir.
Tüm bunlara istinaden, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları paylaşımı konusunda daha iyi bir çözüm söz konusudur. Kazanılan deniz alanlarının KKTC ile Türkiye’nin ortak kullanımında olduğu ifade edilir ve böylece Türkiye’nin kazancı KKTC’nin kazancı olur.
Bu durumda iki sonuç ortaya çıkar.
- Türkiye kazanınca KKTC de kazanır.
- Şu anda sözde GKRY’ye ait olan alanlar, Filistin ve Türkiye arasında imzalanacak deniz yetki alanı antlaşmasının ardından, KKTC ile Türkiye’nin antlaşmada belirtilen alanları ortak kullanmasına dair imzalanan bir başka antlaşma ile KKTC tarafından kazanılmış olunur. Bu yolla GKRY’nin oyunu bozulur.
Bu ‘Deniz Yetki Alanları’nı Ortak Kullanma Antlaşması’ ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatan’ı, Kuzey Kıbrıs’ın da Mavi Vatan’ı olur. Böylece Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kıbrıs adasının güneyindeki deniz alanlarına da sahip olur.
Bu noktada, Mavi Vatan’da Türkiye’nin de elini kolaylaştıracak bir stratejik açılım mümkündür şöyle ki; Madem Türkiye çeşitli nedenlerle Doğu Akdeniz’de istediği alanlarda faaliyet gösteremiyor, o zaman bu faaliyetlerin KKTC eliyle yapılması her bakımdan faydalı olacaktır. Bu kapsamda sismik araştırma ve sondaj gemilerimizden bir ya da birkaçının KKTC’ye kiralanması/devredilmesi ve KKTC bayrağı çekilmesi düşünülmelidir.
Sismik araştırma ve sondaj gemilerimizin bir ya da birkaçını KKTC’ye bir süreliğine devrettiğimiz, gemilere KKTC bayrağı astığımız ve bunlar sondaj ve sismik araştırma faaliyetini KKTC bayrağı ile yaptıkları takdirde;
- Başta Yunanistan ve GKRY olmak üzere AB KKTC’yi muhatap almak durumunda kalırlar.
- KKTC bayraklı gemiler ile sondaj ve sismik araştırma yapılacağı için, Türkiye Cumhuriyeti’ni muhatap alamayacaklar, almaya kalksalar bile Türkiye KKTC’yi adres gösterecek ve yine KKTC ile muhatap olmak durumunda kalacakları için ise KKTC’nin fiilen tanınması sağlanmış olacaktır.
- Batı, Yunanistan ve GKRY “Ada Adalılarındır” söylemi ile bugüne kadar hareket etmiştir, o zaman KKTC’nin de petrol arama/doğalgaz arama, çıkartma faaliyetlerine kimsenin ses çıkartamaması durumu olur. Hasımlarımızın söylem ve stratejileri ile strateji oyunu kurmuş ve oynamış oluruz. Yani kendi silahlarıyla kendilerine karşı savunma yapmış oluruz.
- Aynı zamanda Türkiye ve KKTC’nin Kıbrıs Adası çevresindeki tüm sularda Kıbrıs Türklerinin hakları vardır söylemi fiilen hayata geçirilmiş olacaktır.
Bu meşru, hukuki ve diplomatik ön alıcı bir hamle olur. ŞAH ve VEZİR çekmek gibi. Bu strateji görüleceği üzere “bir taşla birkaç kuş vurma” hamlesidir.
İşte tüm bu anlattıklarımızı “askeri güç kullanmayı öngörmeyen 6 adımlı çözüm stratejisi” şu şekilde özetlenebilir;
- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de MEB ilan etmesi.
- Türkiye ve KKTC öncelikle deniz yetki alanları ortak kullanım anlaşması imzalamalı,
- Türkiye sismik araştırma ve sondaj gemilerimizi KKTC’ye kiralamalı ve bu gemilere KKTC bayrağı çekilmeli,
- KKTC bayraklı gemiler gidip 5 ve 10 numaralı parsellerde GKRY’nin adına faaliyet gösteren gemilerin yanında sondaj yapmaya başlamalıdır.
- East Med Projesinin İsrail-GKRY-Yunanistan güzergahı ABD’nin destek vermeyeceğini belirtmesi üzerine çökmüştür. Yeni güzergâh (özellikle 2022 Rusya-Ukrayna Savaşından sonra) Kıbrıs adasının doğusundan Türkiye üzerinden planlanmaktadır. Bu durum KKTC’nin tanınması için kullanılmalıdır.
- Türkiye ile Filistin arasında Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması imzalanması[v].
Sonuç
Türkler nezdinde 1878’den 1974 yılına kadar süren “Kıbrıs Sorunu” olarak adlandırılan süreç 15 Kasım 1983 tarihinde KKTC’nin ilan edilmesiyle son bulmuştur. Montevideo Sözleşmesi de esas alınarak KKTC’nin bağımsız devlet kimliği net şekilde ortadadır.
Lozan Barış Antlaşması’nın 16. Maddesine göre; Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs dahil olmak üzere devrettiği topraklar ve adalar üzerindeki egemenlik devri o anki rejim için geçerlidir.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı hem Kıbrıs Türklüğünü hem de Doğu Akdeniz’deki Türk egemenliğini garanti altına almıştır. Bu bağlamda dikkat edilmesi gereken hususlardan bazıları aşağıda sıralanmıştır:
-Türk Askeri’nin adadaki varlığı sorgulanamaz.
-KKTC’den herhangi bir toprak talebinde bulunulamaz.
-Türkiye’nin adadaki garantörlüğü tartışmaya açılamaz.
-Mavi Vatan’dan ne Türkiye ne de KKTC adına taviz verilmesi istenemez.
-GKRY’nin bütün Kıbrıs adına temsilci olması kabul edilemez.
-Türk Halkı’nı adada azınlık olarak tanımlayacak herhangi bir antlaşma imzalanamaz.
[i] Nazım Güvenç, Kıbrıs Sorunu Yunanistan ve Türkiye,Çağdaş Politika Yayınları,1984,s.35
[ii] Cihat Yaycı, Yunanistan talepleri (Ege sorunları): Soru ve Cevaplarla. Türk Tarih Kurumu, 2020, S.31
[iii] Nazım Güvenç, Kıbrıs Sorunu Yunanistan ve Türkiye,Çağdaş Politika Yayınları,1984,s.36
[iv] Cihat Yaycı , Mavi Vatan; “Bir Harita ve Bir Doktrin Kitabı” Türkiye’nin Denizlerdeki Misak-ı Milli’si, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 2022, s. 5
[v] “Cihat Yaycı ‘nın Stratejik Kıbrıs Planı”, 26 Haziran, 2022, https://turkdegs.org/icerik/cihat-yaycinin-stratejik-kibris-plani