Dezenformasyon Çağında Kamu Diplomasisi
1960’larda bugünkü modern anlamıyla ortaya çıkan kamu diplomasisi, bir diplomasi yöntemi olarak genelde diplomasinin özelde kamu diplomasisinin dönüşümüyle çeşitli veçhelere bürünmekle birlikte, çağın niteliklerine göre yeni özellikler ve yeni meydan okumalarla karşı karşıya kalmıştır. 2000’lerde kamu diplomasisine hem en büyük meydan okuma ama aynı zamanda en temel düzeyde dönüşümün itici gücü dijitalleşme olmuştur. Çıkış noktası itibariyle esasen kamu diplomasisi, kitle iletişim araçlarının etkisiyle önem kazanan kamuoyu olgusuyla ortaya çıkmıştır (Ekşi, 2018:21). Dolayısıyla kamu diplomasisinin özünde iletişim ve bunun doğal uzantısı olan kitle iletişim araçlarının dönüştürücü etkisi bulunmaktadır. Ancak 1960’lardan 1990’lara kadar olan dönem, kamu diplomasisinin geleneksel/klasik ya da bugün itibariyle artık eski boyutunu teşkil etmektedir.
Bilgi ve iletişim araçlarının hızlı gelişimi ve beraberinde bunların çok boyutlu dönüştürücü etkileri, diplomasiye oranla yeni ortaya çıkmış kamu diplomasisini de eski hale getirmiştir. Öyle ki, 2000’lerde artık kamu diplomasisi, başta dijitalleşmenin etkisiyle dijital diplomasi, siber diplomasi, sosyal medya diplomasisi, pandemi’nin etkisiyle zoom diplomasisi, video-konferans diplomasisi, küresel siyasetteki gündem çeşitliliğinin bir yansıması olarak diaspora diplomasisi, kültür diplomasisi, dış yardım ve insani diplomasi, STK diplomasisi, yumuşak güç diplomasisi, marka diplomasisi, imaj diplomasisi gibi çeşitli nüanslarla adlandırılmaya başlanmıştır. Aslında bunların hepsi temelde kamu diplomasisinin boyutları, çeşitleri ve araçlarını oluşturmaktadır. Ancak bilişim teknolojileri ve onların ivme kazandırdığı teknolojik kapitalizm/küreselleşme, post-truth (hakikat sonrası) ve dezenformasyon gibi yeni olguların dönüştürücü etkisiyle kamu diplomasisi hem yeni veçherelere bürünmüş hem de yeni meydan okumalarla karşı karşıya kalmıştır.
Kamu diplomasisinin ortaya çıktığı tarihten itibaren belki de karşılaştığı en büyük meydan okumanın hakikat sonrası olgusunun olduğu ileri sürülebilir. Çünkü kamuoyunu etkilemede nesnel gerçekler, veriler ve doğrulardan daha ziyade duygular, kişisel inanç ve yalanların daha etkili olduğu durumu ifade eden hakikat sonrası olgusu, kamuoyuna doğru bilgilerle politikaları anlatma yöntemi olan kamu diplomasisine de en büyük meydan okuma haline gelmiştir. Bu nedenle hakikat sonrası olgusu bağlamında dezenformasyonun ortaya çıktığı ve kamu diplomasisinin sonunu getirecek düzeyde etkili olduğu iddia edilebilir. Aslında dezenformasyon, yeni bir olgu değil ama hakikat sonrası durum ile sosyal medyanın etkisinin kesişmesi nedeniyle tarihte hiç olmadığı kadar 2000’lerde siyasetten ekonomi ve diplomasiye kadar bütün sosyal hayatı derinden etkileyen bir sorun haline gelmiştir.
Hakikat sonrası durumun 2000’ler döneminin genel karakteristiği olduğu varsayımından hareketle hem dezenformasyon olgusunun kavranmasında hem de kamu diplomasisinin karşılaştığı meydan okumaların anlaşılması ve çözüm üretilmesinde analizin başlangıç noktası ve anahtar kavram olarak hakikat sonrası kritik öneme haizdir. Nasıl ki, 1990’ların hem moda sözcüğü hem de anahtar analiz kavramı olan küreselleşme üzerinden değerlendirmeler ve tartışmalar söz konusu olduysa, 2000’lerin niteleyicisi olarak hakikat sonrasının geçerli olduğunu söylemek mümkündür. İngilizce literatürde post-truth olarak ifade edilen kavramın Türkçede henüz tek bir karşılığı bulunmamıştır. Bunun yerine, Türkçe literatürde en çok gerçek ötesi ve hakikat sonrası kelimeleri kullanılmaktadır. Burada kamu diplomasisi anlayışından hareketle nesnel gerçekliğin zihinlerdeki yansımasını ifade etmesi nedeniyle hakikat kelimesi tercih edilmiştir.
Hakikat sonrası durum, tekil hakikat yerine çoğul ve göreceli hakikatı varsayan postmodernizm bağlamında ortaya çıkmıştır (Cosentino, 2020:1). Bu anlamda hakikat sonrası durum, epistemik kaynağını postmodern felsefeden almaktadır. Çünkü postmodernizmin görelilik anlayışı, mutlak doğruların olmadığı ve çoğul hakikatlerin olduğu varsayımı, aslında hakikat sonrası eğilimin düşünsel zeminini teşkil etmektedir. Hakikat sonrası, özü itibariyle gerçeklik algısında rasyonalite yerine duygu ve inançların daha etkili olduğu, yalanın yumuşatılması, doğal karşılanması ve gerçeğin örtülmesi durumunu ifade etmektedir (Keyes, 2004). Hakikat sonrası durumda kısaca yalan, hakikat, gerçek ve sahte gibi kavram ve anlamların belirsizleşmesi gerçekleşmektedir.
Hakikat sonrası ifadesi her ne kadar ilk kez 1992 yılında Steve Tesich’in ‘The Nation’ adlı dergideki yazısında kullanılmış olsa da aslında dünya literatüründe, medya ve toplumda çok sık kullanılmaya ve günümüzün bir nevi moda sözcüğü haline gelmesi, 2016 yılında Oxford sözlükleri tarafından yılın kelimesi seçilmesinden sonra olmuştur. Yine 2016 yılında Amerika’da Trump seçimleri ve aynı yıl Brexit referandumunda hakikat sonrası, popüler siyasetin bir kavramı olarak yaygın bir kullanıma yükselmiştir. Bu iki seçim döneminde kamuoylarının nesnel gerçeklerden çok duygulara göre hareket etmesi, hem siyaset değerlendirmelerinde hakikat sonrasının anahtar kavram hem de dönemin açıklayıcı hatta akademik düzeyde analitik kavramı olarak öne çıkmasına neden olmuştur. Çünkü bu iki seçim dönemi, hakikat sonrası durum olarak ifade edilen kamuoylarının şekillenmesinde artık nesnel gerçeklerden çok duygular ve bireylerin kişisel inançlarına hitap edilmesinin daha etkili olduğunu ortaya koymuştur. Aslında bu durumda sadece Batı’ya özgü değil, küresel bir durumu yansıtmaktadır, çünkü bütün dünyada artık geçerli olan bir olgu haline gelmiştir.
Dünya var olduğundan beri yalan ve gerçek çatışması söz konusu olsa da 2000’lerde bilişim teknolojileri, dijitalleşme ve sosyal medya olgularının hakikat sonrası durumu ve dezenformasyonu tarihte olmadığı kadar artırdığı ve küresel düzeyde yayarak yoğunlaştırdığına şahitlik ediyoruz. Hakikat sonrası denilen çağ, aslında teknolojik düzeyde dijital çağ, toplumsal düzeyde sosyal medya toplumunu ifade ediyor. Tarım toplumundan sanayi toplumuna ve oradan da bilişim toplumuna evrilişte dönüşümün itici güçlerinin başında teknolojik gelişmeler gelmekte, teknoloji ve toplumun karşılıklı etkileşimi sonucu olarak da bugünkü hakikat sonrası toplum ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda hakikat sonrası durumda yalan ve dezenformasyon bu yeni toplumun temel karakteristiğini yansıtmaktadır. Çünkü bu toplumda duygular öne çıkmış durumda ve hakikat sonrası durum da duygular karşısında gerçeğin etkisini azaltmakta hatta şüpheli hale getirmektedir.
Bunda hakikat sonrası toplumun Guy Debord’un ifadesiyle “gösteri toplumu”na hatta resim toplumuna dönüşmesinin de etkisi yer almaktadır (Debord, 1996). Öyle ki, artık dijital toplum yapısı ortaya çıkmıştır. Bu toplumda Mark Deuze’nin ifade ettiği üzere hayat medyatikleşmiş durumdadır (Deuze and Prenger, 2019:139). Bunun anlamı, medya ile hatta medyada yaşıyoruz. Artık değer ölçümüz, medyada var olmak ve dijital alanda görünürlüğümüz, beğeni, tıklanma ve retweet edilme ile orantılı olmaktadır. İşte bu toplum yapısı, medyatik kültürü ortaya çıkarmıştır. Gerçek, medyada yazılanlar olmakta ve bilgi kaynağı, medya olmakta; bilgi ve içerikler medyada üretilmekte ve paylaşılmaktadır. Hangi bilgi ve resim daha çok paylaşılırsa ve beğenilirse doğru, gerçek ve hakikat o olmaktadır. Bunun da ötesinde bu hakikat sonrası durumun sadece medya ile sınırlı olmayıp çağın genel karakteristiği olmasıdır. Başka bir ifadeyle bu durum, zamanın ruhu (zeitgeist) ve tarihsel moment (ivme) durumudur. Çağımızın ruhu olarak her yerde hazır ve nazır olan hakikat sonrası durumu kastediyoruz.
Hakikat sonrası durumun yeni toplum biçimi, Facebook, Instagram, Twitter ve Google ile bir anlamda Michel Foucault’nun dijital panoptikonunu yansıtmaktadır. 1990’larda ünlü İspanyol sosyolog Manuel Castells, bilişim araçlarının yapılandırdığı bu yeni toplumu, ağ toplumu, enformasyon toplumu olarak nitelendirmişti. Castells’e göre bu ağ toplumunda hayat enformasyon ve ağ temelinde örgütlenmektedir (Castells, 2010). Özellikle 1990’larda internet temelinde ve 2000’lerde sosyal medya temelinde dijital toplumu biçimi ortaya çıkmıştır.
2000’lerde bilişim alanında çok hızlı, baş döndürücü nitelikte teknolojik gelişmeler yaşanmıştır. 2003 yılında bir sosyal ağ olarak artık insanların iş alanında etkileşimini sağlayacak LinkedIn platformu, ardından 2004 yılında bugün de Meta olarak etkisini küresel düzeyde hala devam ettiren Facebook sosyal ağı kurulmuş, 2005 yılında Youtube adlı video paylaşım platformu, 2006 yılında Twitter, 2007 yılında artık bir uzvumuz haline gelen akıllı telefonlar hayatımıza girmiş, 2009 yılında anlık paylaşım platformu WhatsApp, 2010 yılında fotoğraf paylaşım ağı olarak Instagram gibi sosyal platformlar, yeni dijital toplumu ortaya çıkarmıştır. Bu sosyal ağlar da beraberinde yeni bir siber kültür, dijital kültür ya da sosyal medya kültürünü ortaya çıkarmıştır. Bu kültürün en temel özelliği, hız ya da hızlanma kültürüdür. Artık bu yeni dijital toplumda her şey çok hızlı üretilmekte, paylaşılmakta ve tüketilmektedir (Manor, 2019:47). 2000’lerdeki bu kültürde küresel sisteme hakim olan kapitalizm, 1990’larda küreselleşme ile evlenmişken bu sefer teknoloji özellikle bilişim teknolojisiyle evlenir ve tekno-kapitalizm halini alır. Hakikat sonrası durum ise uluslararası sistemden toplum ve yaşam biçimize kadar hayatın bütün veçhelerini, işte bu tekno-kapitalizm çerçevesinde dönüştürmektedir (Oruç 2021:13).
Bu yeni hakikat sonrası durumda ve dijital toplumda artık birey ve kamuoyları, 1990’lar ama özellikle 2000’ler öncesi gibi yalanın, propagandanın ve manipülasyonun artık nesnesi, mağduru değil, öznesidir, çünkü bizatihi bu sosyal medya ağlarında artık bireylerin kendileri yalanı, propagandayı ve manipülasyonu üretmekte ve paylaşmaktadır. Bu bağlamda sosyal medya, makro düzeyde hakikat sonrası durumun yaygınlaşması ve çağın niteleyici hale gelmesinde başat faktör olarak öne çıkmaktadır. Bununla birlikte sosyal medya, dezenformasyon sorunsalının tarihte hiç olmadığı kadar küresel düzeyde anlık yaygınlaşmasına ve toplumsal yaşamdan demokrasiye, siyasete ve diplomasiye kadar çok boyutlu bir meydan okumayla karşılaşmamıza yol açmıştır.
Öncelikle sosyal medya, uzman olsun ya da olmasın herkesin bilgi, enformasyon-malumat, haber ve içerik üretmesine imkan tanımıştır. Bu da sosyal medyada aşırı enformasyon, bilgi bolluğu hatta bilgi paradoksu sorunlarına yol açmıştır. Bu anlamda aşırı enformasyon, paradoksal biçimde bilgisizlik ve cehaleti artırmaktadır. Bunun da ötesinde sosyal medyada bilgi üretiminden malumat ve haber üretimine kadar artık uzmanların ve kurumların tekeli ortadan kalkmıştır. Çünkü sosyal medya, isteyen herkesi haber paylaştığında ve paylaştıkları haberler eğer çok beğeni aldıysa ya da çok retweet edildiyse o kişiyi vatandaş gazeteci haline getirmektedir. Dolayısıyla sosyal medyada herkes gazeteci gibi haber-malumat paylaşımı yapma hatta içerik üretme imkanına sahip olmaktadır. Bu da editöryel süreçlerden geçmeyen kontrolsüz malumat, bilgi ve haberlerin üretilmesi ve paylaşılmasına neden olmakta ve bunun sonucunda da sosyal medya, tam bir dezenformasyon alanına dönüşmektedir. Bu bağlamda sosyal medya, dezenformasyonun üretildiği ve yaygınlaştığı platform olarak öne çıkmaktadır. Zira sosyal medyada herkesin metin, içerik ve haber üretebilmesi, aslında dezenformasyona yol açan en temel faktördür. Çünkü sosyal medyada herkesin içerik üretebilmesi, bilgiyi anonimleştirmektedir. Anonim içerikler de çoğunlukla dezenformasyon olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sosyal medyanın hem bir haber kaynağı hem de bir bilgi kaynağı olarak yükselişi, temelde olgu ile kanaat, haber ile yorum arasındaki çigiyi muğlaklaştırarak hakikat sonrası durumu ortaya çıkarmaktadır. Sosyal medyada milyarca haber, malumat, bilgi ve anlatı içersinden kitle, mevcut önyargıları, inanç ve düşüncelerine en uygun olanı olağanüstü bir hızla paylaştığında, en çok tıklanan, paylaşılan, retweet edilen en çok rağbet edileni doğru konumuna yükseltmekte, başka bir deyişle toplumsal değer haline getirmektedir. Çünkü hakikat sonrası durumda sosyal medya ortamında belirleyici olan veriler, bilimsel bilgiler ve olgular değil, kitlelerin duygularıdır. Bu nedenle hakikat sonrası durumda sosyal medyada herkes, vatandaş gazeteci olabiliyor, herkesin kendi duygu ve inançlarına göre doğruları olabiliyor, hatta herkes kendi doğrusunu ve bilimsel gerçekliğini üretip yayabiliyor. Sosyal medyada herkes kendi kimliği, ideolojisi ve değer yargılarına göre konu, olay, malumat ve haberleri anlamlandırabiliyor, yorumluyor ve inanıyor. Bu da duygu merkezli analiz, yorum ve haber içerikleri ve hamasetin sosyal medyada daha fazla rağbet görmesi durumunu ortaya çıkarmaktadır.
İşte bu durum, dezenformasyonun ortaya çıkışı ve küresel düzeyde yaygınlaşmasının temel dinamiğini teşkil etmektedir. Hakikat sonrası durumda gerçek dışı haber ve bilgilerin paylaşımının sosyal medya aracılığıyla hız kazanması ve küresel düzeyde yayılması, dezenformasyonun 2000’lerin en temel toplumsal meydan okuması haline gelmesine yol açmıştır. Bu durum Türkiye’yi de çok yakından ilgilendirmektedir. Nitekim 2018 yılında Oxford Üniversitesi Reuters Enstitüsü tarafından yayımlanan dezenformasyon araştırmasında Türkiye, % 49’luk bir oranda en çok dezenformasyona maruz kalan ülke olarak öne çıkmıştır (Yanatma, 2018). Bu da Türkiye’nin kamu diplomasisinin yeni hikaye anlatımından çok, büyük oranda yalan haber ve dezenformasyonla mücadeleye dönüşmesine yol açmıştır.
Dezenformasyon, temelde kasıtlı olarak yalan/sahte haber ve malumatların üretilmesi ve paylaşılmasını içermektedir. Burada dezenformasyonun üretilmesinden çok, asıl büyük sorun sosyal medya aracılığıyla çok hızlı bir şekilde küresel düzeyde paylaşılması ve yayılmasıdır. Bunda hakikat sonrası durum ve dijital toplumun ortaya çıkardığı hızlanma kültürü ve bunun bir sonucu olarak bilgiden habere kadar herşeyin bir an önce paylaşılması ve beğeni alma arzusudur. İşte bu yüzden insanlık var olduğundan beri devam eden dezenformasyonu 2000’lerde toplumsal ve siyasal bir meydan okuma haline getiren bu hızlı paylaşma ve beğeni alma arzusudur.
Sonuç olarak dezenformasyon, hem toplumsal, siyasal bir sorun hem de diplomatik bir sorundur. Bir yandan kamuoyunu şekillendirmede nesnel gerçeklerden çok duyguların hakim olması durumu olan hakikat sonrası öte yandan sosyal medyada bireylerden siyasetçilere kadar herkesin herhangi bir kaygı gütmeden dezenformasyonu yayması genelde siyasal iletişimi özelde kamu diplomasisine de büyük bir meydan okumadır. Çünkü dezenformasyon, bilgi savaşlarının tank, tüfek ve savaş uçağı gibi mühimmatları ve silah aracı haline gelmiştir. Aynı zamanda dezenformasyon, kasıtlı olarak sahte haber, yanlış bilgi ve malumatların sosyal medyada dolaşıma sokulması anlamında psikolojik bir silah aracı olarak da kullanılmaktadır. Bu şekilde dezenformasyonla kamuoylarının algıları şekillendirilmekte ve yönlendirilmektedir. Bu bağlamda dezenformasyon üzerinden kamuoylarına karşı algı operasyonları gerçekleştirilmektedir. Kamuoylarına doğru bilgiler üzerinden politikaları anlatma ve bu şekilde onları etkileme ve ikna etme yöntemi olan kamu diplomasisi de dezenformasyon meydan okumasıyla karşı karşıya kalmaktadır. Buna karşı kamu diplomasisi ilk önce reaktif biçimde davranarak dezenformasyonla mücadele yöntemini geliştirmiş ve yalan haberleri ortaya çıkarma yöntemini benimsemiştir. Daha sonra dezenformasyona karşı kriz yönetimi halini alan kamu diplomasisi, dezenformasyonun en çok üretildiği ve yayıldığı platform olan sosyal medyaya yönelik dijital diplomasi yöntemini benimsemiştir.
Son olarak ise kamu diplomasisi çerçevesinde dezenformasyonla mücadelede doğruluk kontrolü yöntemi benimsenmiştir. Ancak burada doğruluk kontrolü kuruluşlarının hangi bilgi, malumat ve haberin doğruluğunu teyit ederken bir yandan da kimin doğru kimin yanlış olduğuna karar vermesi durumu, ayrı bir sorunsalı ortaya çıkarmaktadır. Bir yandan doğruluk platformları öte yandan sosyal medyanın kimin doğru kimin yanlış olduğunu belirleme konumuna yükselmesi, hiyerarşik güç edinme sorununa yol açmıştır. Zira en temelde iletişim ama özellikle siyasal iletişimin güçle ilişkili olduğu düşünülürse bu platformların norm belirleyici olarak bir güç merkezi haline gelmesi durumu da söz konusudur. Çünkü sosyal medya ve doğruluk kontrolü platformları bu şekilde normatif güç haline gelmektedir. Buna karşı devletlerin ve kamu diplomasisi birimlerinin ya kendi doğruluk platformlarını kurmaları ya da STK tarzındaki doğruluk kuruluşlarıyla entegre çalışmalarını gerektirmektedir.
Kaynakça
- Castells, Manuel (2010), The Information Age: Economy, Society, and Culture: The Rise of the Network Society, Volume I, Wiley-Blackwell.
- Cosentino, Gabriele (2020), Social Media and the Post-Truth World Order The Global Dynamics of Disinformation, New York: Palgrave.
- Debord, Guy (1996), Gösteri Toplumu, 6. Basım, Ayrıntı Yayınları.
- Deuze, Mark and Mirjam Prenger (2019), Making Media: Production, Practices, and Professions, Amsterdam University
- Ekşi, Muharrem (2018), Kamu Diplomasisi ve AK Parti Dönemi Türk Dış Politikası, 2. Baskı, Siyasal Kitabevi.
- Keyes, Ralph (2004). The PostTruth Era Dishonesty and Deception in Contemporary Life, -St. Martin’s Press.
- Manor, Ilan (2019), “Public Diplomacy and the Digital Society”, The Digitalization of Public Diplomacy, Palgrave Macmillan
- Oruç, Mehmet Sebih (2021), Post-Truth Durum: Sosyal Medya Çağında Bilgi ve Doğruluk, Mahya Yayıncılık.
- Yanatma, Servet (2018), Reuters Institute Digital News Report 2018 Turkey Supplementary Report, Reuters Institute for the Study of Journalism. https://reutersinstitute.politics.ox.ac.uk/ sites/default/files/2018-11/Digital%20 News%20Report%20-%20Turkey%20 Supplement%202018%20FINAL.pdf.