16 Mart 2025, Pazar

Türkiye Yüzyılında Kamu Ekonomisinden Genel Ekonomik İstikrara – Prof. Dr. İdris SARISOY

Bir ülkenin ekonomik büyüklüğü, belli bir takvim döneminde (genellikle 1 yıl) kamu ve özel sektör tarafından gerçekleştirilen ekonomik faaliyetlerin toplamı ile ölçülmektedir. Ekonomik büyümeye yapılan katkı her bir sektörün ekonomideki ağırlığına bağlıdır. Diğer taraftan ekonominin içinde bulunduğu konjektürel şartlar da büyüme üzerinde son derece etkilidir. Örneğin ekonomik durgunluk veya daralma dönemlerinde genellikle özel sektörün ekonomik büyümeye olan katkısı düşerken kamu kesiminde çok değişiklik olmayabilir, hatta artabilir. Bunun nedeni olumsuz ekonomik koşullarda özel sektör mevcut durumunu daha olumsuz bir seviyeye düşürmemek için faaliyetlerini daraltabilir. Örneğin satışı düşen bir işletme üretimini azaltır veya durdurabilir. Buna bağlı olarak da çalışanlarını işten çıkarabilir veya ücretlerini düşürebilir. Ancak kamu kesiminde harcamaları düşürmek mümkün değildir, hatta ekonomik durgunluğun-daralmanın neden olduğu olumsuzluğu ortadan kaldırmak için daha fazla kamu harcaması (örneğin işsizlik ödemelerinde artış vb.) yapar. Bu iki sektörlü yapı ekonomide daha derin sorunların ortaya çıkmasına mani olabilir. Ancak özelikle olumsuz ekonomik koşulların ortaya çıktığı dönemde kamunun etkin olabilmesi için genel ekonomi içinde kamu ekonomisinin payının yüksek olması gerekir.

Bu genel açıklamalardan yola çıkarak ekonomik yapının pozitif eğimli bir trend ile devam etmesi istikrarlı bir yapıyı gösterir. Diğer bir ifadeyle ekonomide istihdamdan fiyatlar genel düzeyine, dış dengeden iç dengeye bütün göstergelerin bir denge içinde olduğunu göstermektedir. “Ekonomik istikrar” olarak tanımlanan bu durumu maalesef normal bir süreç olarak ifade etmek mümkün değildir. Ülke ekonomisinin dışa açıklığı ((İhracat+İthalar)/GSYİH)) dış kaynaklı; seçim ekonomisi, doğal afetler, savaş vb. iç gelişmeler de iç kaynaklı ekonomik istikrarsızlığa yol açarak, birçok dengenin bozulmasına neden olmaktadır.

Bu kadar fazla istikrarsızlık nedeni, ekonomilerin çoğu zaman istikrarsız durumla da karşı karşıya oldukları gerçeğini göstermektedir. O zaman ekonomik istikrarsızlık durumu da olağan bir olgu ise, yapılması gereken bu olumsuzlukların etkisini en aza indirecek bir ekonomik yapı oluşturmak ve bunu da sürekli olarak muhafaza etmek gerekmektedir. Örneğin tasarrufların yetersiz olduğu bir ekonomide, öncelikle tüketimi değil tasarruflar teşvik edilmelidir. İç talebin ancak karşılandığı durumda ihracatı teşvik etmek değil, üretimi artıcı tedbirler alıp, iç tüketim karşılandıktan sonra ihracatın teşvik edilmesi gerekir. Böylece, nasıl ki bir insan toplu yaşam alanlarına girdiğinde vücudu daha fazla enfeksiyona maruz kaldığında vücut direnci önem kazanıyorsa, ekonomik yapıda da bir bozulma olduğunda o ekonominin temel yapısındaki sağlamlık, istikrarsız dönemin daha kolay atlatılmasını sağlayabilir. Örneğin ekonomik daralma dönemlerinde özellikle özel sektör tarafından işten çıkarılanlara işsizlik maaşı ödemesi için daha önce işsizlik fonu oluşturulmuşsa, ödemeler bu fon aracılığıyla yapılacağı için kamu mali (bütçe) yapısında önemli bir bozulma meydana gelmeden1 bu süreç atlatılabilir. Diğer bir ifadeyle işsizlik ödemelerinin bütçeye yük olmasının önüne geçilir.

Diğer taraftan ekonominin istikrarlı olduğu dönemde de bu fon kamu kesimi için borçlanma ihtiyacının karşılandığı bir kaynak niteliği taşır. Kamu, ihtiyaç duyduğu borçlanmanın önemli bir kısmını bu fondan karşılayarak, ödünç verilebilir fon piyasasına daha az başvurabilir. Bu durumda, bir taraftan kamunun fon talebinin azalmasıyla piyasa faiz oranı düşerken, diğer taraftan da özel sektörün düşük faizle daha fazla fon kullanması mümkün hale gelir.

 

Kamu Kesiminin Genel Ekonomik İstikrara Etkisi

Kamu kesiminin genel ekonomik istikrara etkisi iki şekilde ortaya çıkabilir. Bunlardan biri regülasyon diğeri ise kamu bütçesi. Regülasyonlar, piyasa ekonomisinin daha etkin, rekabetçi bir şekilde çalışmasına katkı sağlar. Tekelleşmeyi önleyebilir, kaynakların dağılımında etkinliği sağlayarak verimliliği artırır. Taban (tarım ürünlerinde)– tavan (aşırı fiyat spekülasyonlarında) fiyat uygulaması, piyasaya giriş kısıtlamaları (belli bölgelerde özel özel okul açma sınırlaması), belli faaliyetler için standart oluşturma (örneğin özel hastane), doğal tekel yapılarında daha sıkı kontrol ile tekelci firma gibi hareket etmelerinin önlenmesi yaygın regülasyon örnekleri olarak sayılabilir.

Regülasyonların ekonomik istikrar üzerinde olumlu bir etki meydana getirebilmesi için regülasyonların güncel olması, ilgili kurumların regülasyonları etkin şekilde uygulaması, ihtiyaç halinde yeni regülasyonlar hazırlanması gerekir. Covid 19’ten sonra konuttan otomotive, giyimden gıdaya neredeyse her sektörde aşırı fiyat artışları yaşanmıştır. Tüketici fiyat indeksi birçok gelişmiş ülkede dahi tarihi düzeylere çıkmıştır. Bu gelişme karşısında bazı ülkeler fiyat dondurma, ihracat kısıtlamaları gibi önlemler almış olsa da kayda değer bir sonuç alındığını söylemek güçtür. Türkiye’de de gıda, konut, ve otomotiv sektöründeki aşırı fiyat artışları, konunun ekonomik olmaktan ziyade spekülatif bir boyut kazandığı izlenimini vermektedir. Ancak bu durumu zamanında tespit edip caydırıcı müeyyide uygulama konusunda kurumların gerekli süreci başlatmada geride kaldıkları algısı da oluşmaktadır.

Kamu kesiminin ekonomik istikrar üzerinde etki oluşturabilecek ikinci aracı ise kamu bütçesidir. Özellikle genel ekonomi içinde kamu kesiminin ekonomik ağırlığı yüksek olan ülkelerde bu etki daha belirgindir. Kamu bütçesi bir taraftan elde ettiği gelirler (özellikle de vergiler) diğer taraftan da harcamalar ile devasa bir ekonomik güç oluşturmaktadır. Bu yapı (bütçe) yatırım harcamaları ile ekonomik kalkınmanın hızlanmasını, sosyal harcamalar ile gelir dağılımının daha adil hale gelmesini, cari harcamalarla da mevcut yapının işler halde sürekliliğini sağlamaktadır. Aslında kamu kesimi bütçe aracılığıyla ekonomik kalkınmanın dinamik bir yapıya dönüşmesini sağlayabilmektedir.

Kamu bütçesinin ekonomik istikrarın sağlanmasında etkin olabilmesi için bütçe yapısının da sağlam bir yapıya kavuşmuş olması gerekir. Örneğin kamu gelirleri, kamu harcamalarını karşılayacak düzeyde olmalıdır. Gelirlerin istikrarlı bir yapı arz etmesi, gelir-servet artışı ile doğru orantılı olması gerekir. Tüketim vergileri ise daha çok negatif dışsallık oluşturan tütün ürünleri, alkol, çevre kirliliği gibi tüketimler üzerinde yoğunlaşması gerekir.

Diğer taraftan kamu harcamalarından yatırım harcamaları, gelişmekte olan bir ülke için ağırlık olarak enerji ve ulaşım gibi altyapılara yönelik olmalı, istisna ve stratejik önem arz edenler dışında, özel mal ve hizmet üretimine yönelik yatırımlardan kaçınılmalıdır. Sosyal harcamalar ise insanları daha çok çalışmayı özendirici nitelikte olmalıdır.

İşte bütçenin iki ayağındaki bu durum, olağan dönemlerde bütçe dengesi olacak şekilde bir politika ile yönetilirse, kamu ekonomik yapısının ekonomik istikrara katkısı da en üst düzeyde olur.

Ancak seçimler ve buna bağlı olarak oluşan rekabet (seçimi kazanmak için verilen ekonomik vaatler) rasyonel ekonomi politikalarından uzaklaşmaya neden olmaktadır. Hatta seçim dönemlerindeki ekonomik vaatler öncelikle bütçe disiplinini bozarak bütçe açığını artırmakta, sonrasında bütçe açığını finanse etmek için kamunun fon (borç) talebi artmakta, bunun sonucunda da faiz oranları yükselmektedir. Bir sonraki dönemde bütçeden daha fazla faiz ödemesi nedeniyle tekrar bütçe açığı artışıyla devam eden bir sarmala dönüşmektedir. Yine seçim ekonomisinin bir sonucu olarak oy gücü yüksek gruplara verimliğin üzerinde ücret artışları bir taraftan bütçe disiplinini, bir taraftan kamu çalışanları arasındaki ücret-gelir dengesini de sarsmaktadır.

 

Türkiye Yüzyılında Kamu Ekonomisinin Ekonomik İstikrara Etkisi

“Türkiye Yüzyılı” döneminde “İstikrarın Yüzyılı” açısından kamu ekonomisinin genel ekonomik istikrara katkısını ele aldığımız bu yazımızda yeni dönemde ekonomik istikrarın sağlanması ve sürdürülmesi için neler yapılması gerektiğine değinelim.

Öncelikle, ekonominin de belli sınamalardan geçip doğrulanmış kuralları olduğunun kabul edilmesi gerekir. Bunları yok sayarak uygulanan politikalar maalesef krizin daha da derinleşmesinden başka bir şeye yaramaz. Günümüzde (2022) ekonominin dışa açıklığı %68; toplam dış borç stoku 475,65 Milyar $ iken, Türkiye küresel ekonomik gelişmelerden etkilenmemesi ve temel ekonomik paradigmalardan bağımsız politikalar yürütmesi mümkün değildir. Örneğin uluslararası kredi derecelendirme kurumlarının değerlendirmelerde tarafsız olmadığına ilişkin politik söylemler, birçok yatırım fonunun bir ülkede yatırım kararı almasında söz konusu kredi derecelendirme kurumlarının belli düzeydeki notlarını dikkate alarak yaptığı gerçeğini değiştirmemektedir. Bu sebeple yeni dönemde ekonomik yapıda istikrarı önceleyen, iç ve dış kırılganlıklara karşı daha güçlü bir ekonomik yapı oluşturulması gerekir. Bunlardan en önemlisi vergi sisteminin dolaylı vergi kıskacından kurtarılmasıdır. Diğer taraftan 2024 ve 2025’ten itibaren doğalgaz ve petrol kaynakları sayesinde kamu ilave gelir imkanına kavuşacaktır. Bu durum bütçe disiplinini sağlamada, yani denk bütçe uygulanmasında önemli bir fırsat oluşturacaktır. Böylece kamu borç stokunu da belli ölçüde azaltabilecek veya en azından aynı seviyede tutabilecektir. Kamunun piyasadan borçlanma talebinin azalması faizlerin de kalıcı olarak düşmesine neden olacaktır. Böylece bütçedeki faiz giderleri de azalacağı için öncelikli alanlara-sektörlere daha fazla kaynak tahsisi yapılabilecektir.

Kamu-Özel İş Ortaklığı ile gerçekleştirilen yatırımların kısa sürede devreye alınmış olmasıyla önemli bir avantaj sağlanmakla birlikte bu konuda araştırmacıların analiz yapacakları veriler paylaşılmamakta, kamu yönetimi tarafından da böyle bir analiz olup olmadığı belirsizliğini sürdürmektedir. Mevcut kamu–özel iş ortaklığı modelinin Türkiye’nin hızlı bir şekilde kalkınmasını sağlayacak yatırımları gerçekleştirmede ekonomik olarak doğru bir model olup olmadığı da belirsizdir. Çünkü bu modelin yaygınlaşmaya başladığı yıllarda “Kamudan herhangi bir kaynak çıkmayacak” söylemlerinin yerini verilen garantiler kapsamında bütçeden her geçen yıl daha fazla kaynak ayrılması bu belirsizliği daha da artırmaktadır. Bu önemli sapmaların nedenleri hala açıklanmış değildir. Bu süreç bütçede faiz ve Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan transferle birlikte en önemli bütçe giderine dönüşerek mali disiplin için ciddi bir tehdit düzeyine ulaşacaktır.

Gelecek yıllarda Türkiye için en önemli fırsatlardan biri de enerji alanında olduğu söylenebilir. İlk olarak Karadeniz’de 21 Ağustos 2021’de 320 milyar m3 doğalgaz keşfiyle başlayan süreç 710 m3’e ulaşmıştır. Daha sonra Güneydoğu Anadolu bölgesinde keşfedilen petrol rezervleri Türkiye’nin doğal kaynaklar yoluyla gelecek yıllarda kayda değer bir gelir elde edeceğini göstermektedir. Üstelik tüm bu keşiflerin %100 kamu iştiraki olan şirkteler tarafından gerçekleştirilmesi, bu kaynakların doğrundan kamu geliri olmasını da sağlayacaktır. Bu önemli gelir fırsatı, depremin oluşturduğu zararın giderilmesinde ihtiyaç duyulan finansman için önemli kaynak da olabilir. Özellikle 5-10 yıllık deprem tahvilleri ile kısa vadeli finansman temin edilerek geri ödeme döneminde doğal enerji kaynak gelirleri ile bu geri ödemeler yapıldığında, depremin neden olduğu zarar bütçe üzerinde ciddi bir yük oluşturmadan çözülebilir.

Burada kamu ekonomisinin genel ekonomik istikrarın sağlanmasında çok daha fazla katkı verebileceğini söyleyebiliriz. Bunların hepsini burada saymak mümkün değil. Burada daha genel yaklaşımlarla nasıl bir politika izlenerek bunun yapılabileceğini anlatmak istedik.

Sonuç

Genel olarak ifade etmek gerekirse; “Türkiye Yüzyılı” döneminde ekonomik istikrarın sağlanmasında, genel ekonomi içinde yaklaşık %34 ağırlığa sahip kamu ekonomisi çok önemli katkı sağlayabilir. Bunun önemli ve kalıcı olabilmesi için öncelikli olarak kamu gelirlerinin adil yük oluşturacak şekilde yeniden tanzim edilmesi, harcamaların da yeniliği sağlayacak, çalışmayı özendirecek, toplumda gerçek anlamda ekonomik dengeyi sağlayacak politikaların oluşturulması ve uygulanması gerekir. Ayrıca kamu–özel iş ortaklığında ekonomik analize imkan sağlayacak şekilde daha fazla ve periyodik olarak veri paylaşımı yapılması gerekir. Doğal enerji kaynaklarından elde edilecek gelirler orta vadede deprem harcamaların finansmanı, uzun vadede kamu borç stokunu azaltacak şekilde kullanılmasının faiz oranlarında kalıcı düşüşün sağlanmasında etkili olacağı düşüncesindeyiz.

 

KAYNAKÇA

  1. Covid döneminde Türkiye’de İşsizlik Fonundan yaklaşık 44 Milyar TL kaynak kullanıldığı açıklanmıştı. Bu fon bütçe dışında olduğu için bütçe açığı üzerinde herhangi bir etki oluşturmamıştır. İşsizlik Fonu olmasaydı bu harcamanın bütçeden yapılması durumunda bir taraftan bütçe açığı 44 Milyar TL artarken, bir taraftan da bu harcama borçlanma ile finanse edileceğinden toplam borç stoku aynı miktarda artmış olacaktı. Ayrıca artan bu ilave borç stokunun gelecek dönem faiz yükü tekrar bütçe açığını artıracaktı.

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir