8 Şubat 2025, Cumartesi

Kaderimizin Çağrısı – İhsan AKTAŞ

İki yüzyıldır Batı, kutsal metinler yerine kendi filozoflarının fikirlerini koydu ve kendi eliyle yetiştirdiği müstemleke ruhlu aydınlar bu metinler üzerinden dünyayı yorumladılar. Francis Fukuyama’nın “tarihin sonu” tezi veya Samuel Huntington’ın “medeniyetler çatışması” tezi bu metinlere örnek gösterilebilir. Bu metinlerin küresel siyaset üzerindeki etkisi bir süre sonra ortadan kalktı. Bugün etkisini on yıllar boyunca sürdürecek bir Batılı düşünürle karşılaşma imkânımız yoktur.

İçinde yaşadığımız bu devirde doğru bir cümle kurmak için başka bir kültürü ve başka bir medeniyeti referans almanın anlamsızlaştığını düşünüyorum. 16 yüzyıl Osmanlı aydını özgüveni ile kendi değerlerimiz, kendi kültürümüz ve kendi tarihimizi merkeze alarak bir dünya tasavvuru geliştirebiliriz.

  1. Yüzyıl’ın başında toprakları işgale uğramış, bir yüzyıl boyunca da kültürel emperyalizme maruz kalmış bir milletiz. Birinci Dünya Savaşı bittiğinde dünyada var olan imparatorlukların yarıdan fazlasını kuran ve yöneten, Osmanlı İmparatorluğu’nu bir medeniyete dönüştüren bu milletin bir daha tarih sahnesine çıkmasını kimse hayal edemezdi. Bir başka deyişle bu milletin tarih sahnesine yeniden çıkmaması için ne kadar kuşatma, karartma ve ihanet imkânı var ise hepsi denenmiş ve dünyadaki milletlerin sömürgeleştirilmesi için harcanan tüm emeklerin birkaç misli bu milleti baskılamak için harcanmıştır.

Fakat Cumhuriyet’in yüzüncü yılında jeopolitik dengeler yeniden kurulmaya başlanmıştır. Suriye iç savaşı küresel jeopolitiğin yeniden şekillenmesinin zeminini oluşturdu. Rusya, tarih sahnesine geri döndü. İran, ABD’nin kendisini sisteme katma çabasını suiistimal ederek imparatorluk hevesine kapıldı. Türkiye gücünü yeniden keşfederken ABD’nin güç zaafı belirginleşti ve tek başına jandarmalık devrinin bittiği test edilmiş oldu.

Suriye iç savaşına Türkiye müttefikleri ile katılmıştı. Aradan geçen on yıllık süreç Türkiye’nin çok derin analizler yapmasını sağladı. Türkiye, öncelikli olarak geleneksel ittifakların işlevsiz kaldığını, müttefiklik sisteminin ulus devletleri korumaktan uzak olduğunu, her ulus devletin kendi gücünü tahkim etmek mecburiyeti ile karşı karşıya kaldığını fark etti. Türkiye bu karara vardığında Suriye sahasında ABD ile Türkiye’nin yolları ayrılmıştı.

 

Türkiye’nin Küresel Mücadelesi

Türkiye, küresel güçlerle çıkar çatışmasına girince ilk tepki terör örgütlerinden geldi. PKK çözüm sürecini terk etti. FETÖ, sonu darbe girişimi ile sonuçlanacak şekilde hükümete ve ülkemize savaş açtı. Irak’ta kurulmuş, Suriye’de etkin olmuş, ideolojik yapılanması bakımından FETÖ’nün izdüşümü olan DAEŞ Türkiye’ye terör saldırıları başlattı. Yine bu süreçte Türkiye’nin birçok ülke ile diplomatik ilişkileri kötüye gitti.

Türkiye’nin gücünün farkında olan ve altyapısını güçlendiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, en kritik zamanda ülkenin sert gücünü sahaya sürdü, içeride ve dışarıda Türkiye’nin yükselişini daha başında boğmak isteyenlere fırsat vermedi.

İlk önce üç terör örgütüne karşı devletin gücünü gösterdi. PKK ve DAEŞ, her gün onlarca şehirde terör eylemi yaparken FETÖ, adeta devletin devlet olma vasfıyla alay ederek Türkiye’yi küçük düşürmeye devam ediyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türkiye, DAEŞ’i Fırat Kalkanı harekâtıyla, PKK’yı da Suriye sahasında Afrin harekâtıyla bozguna uğrattı. Bir casus şebekesi olan FETÖ’yü ise 15 Temmuz darbe girişiminden sonra tasfiye etmiş oldu.

Suriye sahasından sınırlarımıza dönük tehditleri ortadan kaldırmak için ABD’nin etkin olduğu ve PKK ile ortaklık yaptığı alanda Barış Pınarı harekâtı gerçekleştirilmiş, PKK 30 km sınırdan uzağa sürülmüştür.

Türk donanma ve doğalgaz arama gemilerinin Akdeniz’e inmesi, Doğu Akdeniz’de oldu bittiye fırsat verilmeyeceği anlamıma geliyordu. Libya’nın BM nezdindeki meşru hükümetine destek verilmiş, millî hükümet ile darbeci Hafter arasında çıkan savaşta Trablus işgalden kurtarılmış, saldırgan taraf çölün ortalarına kadar sürülmüştür. Dünya medyası, “Erdoğan’ın desteklediği hükümet üst üste askeri başarılar elde ediyor” manşetleri atarken o sıralarda darbeci Hafter’i desteklemeyen ülke yok gibiydi. ABD, Fransa, Mısır, BAE, Yunanistan, Rusya vs.

Karabağ topraklarının Ermenistan işgalinden kurtarılması, Azerbaycan ordusu ile Türkiye’nin tam bir dayanışması ile gerçekleşti. Bu savaşta kullanılan hibrit yöntemler bütün dünyanın dikkatini çekti ve Türk SİHA’larının savaş paradigmasını değiştirdiğine dair makaleler yayımlandı.

 

Türkiye’nin Dış Politika Etkinliği

Bütün bu süreçler Türkiye’nin tüm saldırılar ve krizler karşısında ne kadar dirençli olduğunu göstermiş oldu. Bir ülkenin sert güçle elde ettiği başarılar, diplomaside yeni ittifaklar ve ekonomide yeni fırsatlar yaratır.  Güçlü bir şekilde ayakta kalmayı başaran hükümet, on yılda bozulan diplomatik ilişkilerini hızlı bir şekilde toparladı.

İki yüzyıldır dünyayı yöneten ülkelerin, dünyada yeni güç merkezlerinin tebarüz etmesine çok da sıcak bakmayacaklarını biliyoruz. Çünkü Osmanlı devletini yok etmek için ne kadar çaba gösterdiklerini biliyoruz. Tarihin akışı değişiyor. Türkiye ekonomik olarak bölgesel bir güç konumundadır, fakat dış politikaya etkisi bakımından küresel bir güçtür. Son yıllarda dünyadaki bütün gelişmelerin nirengi noktasında Türkiye bulunmaktadır.

Ülkemizin dış politika etkinliği, neredeyse Birleşmiş Milletler’in politik etkinliğinden fazladır. Ukrayna-Rusya Savaşı’nda hem Batılı devletlerle hem de Rusya ile diplomatik diyalog kurabilen tek ülke Türkiye olmuştur. Misyon kurumlarımız dünyada hüsnü kabul görmekte, dizi filmlerimiz bütün dünyada izlenmektedir. THY’nin uçmadığı ülke kalmamış, her bir ülke bizim için aynı zamanda bir ihracat kapısı niteliğine bürünmüştür. Türkiye’nin savunma sanayi ile başlayan teknoloji, üretim ve ihracat kapasitesi dijital ekonominin eklenmesi ile başka boyutlar kazanacaktır.

Türkiye’nin içinde bulunduğu iklim kaderimizin çağrısıdır. Bir İtalyan siyaset bilimci bir keresinde şu çarpıcı ifadeyi kullanmıştı: “Türklerin büyüklüğü salt ordu, nüfus ve ekonomileri ile açıklanamaz. Türk halkının büyümeye olan yüksek inancı bütün bunların başında gelir.”

 

Türkiye’nin Kaderinde Etkin Bir Lider

Sezai Karakoç, Yapı Taşları ve Kaderimizin Çağrısı adlı kitabında bu milletin Osmanlı Devleti’ni ve onun yöneticilerini sevdiğini söyler. Ayrıca her kim, bu milletin başına geçti ise milletin büyük ümitlerle ayağa kalktığını ve yollara düştüğünü ama her defasında hayal kırıklığına uğradığını ifade eder.

Bazen siyasi bir liderin kaderi bir milletin kaderi hâline gelir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 20 yıldan uzun süredir Türkiye’nin kaderi ile özdeş hale geldi. Çocukluğundan beri yeni bir dünya kurma idealiyle yaşayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi hikâyesiyle ilgili en çarpıcı husus, kendisi ile toplumun alt tabakaları arasında oluşan ittifaktır. Ülkenin Jakoben beyaz Türkleri aslında sınıfsal bir refleks göstererek Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Senden gelen iyilik tabiat anadan gelsin.” derken muhafazakâr çevrenin okumuş yazmışları da Anadolu’nun gadre uğramış mazlumları kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan ile özdeş hâle gelemediler.

Biraz kendi coğrafyamızın dışına taşalım. Arnold Toynbee, “Dünyanın hiçbir devleti başka ülkeler tarafından işgal edilen topraklarından Türkiye kadar kolay vazgeçmedi” demiştir.

Osmanlı Devleti, bazı ülkelerde 400 ila 500 yıl, diğerlerinde de daha kısa süreler yönetimde kalmıştır. Biz buralardan sürüldük, işgale uğradık, büyük yıkımlara maruz kaldık, fakat geçmişte kurulan tarihi, kültürel ve duygusal ilişkiler bütünüyle kopmadı.

Birinci Dünya Savaşı bittiğinde İngiliz ve Fransız sömürgeci ülkelerin, Türkiye’nin bir gün tekrar ayağa kalkacağını ve kendi coğrafyasının umudu hâline geleceğini akıllarının ucundan bile geçirmediklerinden eminim.

İmparatorluk geçmişi olan ülkeler hiç de tekin ülkeler değildir. Ne zaman büyük bir yolculuğa çıkacakları belli olmaz. Daha bugünden Türkiye’nin birçok alanda kendi kendine yeterli hâle gelmesi, coğrafyanın birçok bölgesinde yeni dengelerin oluşmasına sebep olmuştur.

Yakın geçmişte iki Türk devleti arasında birkaç gün süren bir çatışma oldu. Bu devletlerden bir yetkili Türkiye’ye geldi ve “Cumhurbaşkanı Erdoğan bu savaşta taraf olmamalı” diye dileklerini iletti. Ben de konuyu iyice anlamak için kendisine “Cumhurbaşkanı Erdoğan sizin için ne anlama geliyor?” diye sordum. Kendisi, “Cumhurbaşkanı Erdoğan sadece sizin lideriniz değil bizim de liderimiz, bu olayda taraf olursa biz toplumsal bir çöküntü yaşarız.” Kısa bir süre sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, “iki kardeş ülke arasındaki kardeş kavgasına müsaade etmeyeceğiz” şeklinde bir açıklama yaptı. Bu açıklama her iki ülke yönetiminde de coşkuyla karşılandı.

Kurtuluş Savaşı veren ülkelerin Atatürk’ü kendileri için bir rol model olarak aldıklarını anlatan CHP’lilere bu anlatılanlar su sesi gibi gelir. Türkiye’de ve dünyanın dört bir yanında yaşayan CHP’lilerin, HDP’lilerin, İyi Partililerin, sayıları onları bulan solcu, laikçi ve rotasını kaybetmiş muhafazakâr partilerin ve hatta bazı AK Parti’lilerin kavrayamadığı ölçekte bir Erdoğan misyonu var.

Elbette ki bu misyon, binlerce yıllık Türk tarihinden, dünya tarihindeki imparatorlukların yarısını kurmuş bir milletin büyük liderlerinden, Selçuklu Devleti’nden, Osmanlı Devleti’nden ve son olarak Türkiye devletinden kaynaklanan bir tarihi bir misyondur.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Siyasi Liderliği

Peki bu misyon Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi liderliğinde nasıl ete kemiğe bürünüyor?

BM kürsüsünden Batılı devletlerin zalim olduklarını ve insanlığın ufkunu kararttıklarını bu ülkelerin liderlerinin yüzüne yüksek sesle haykıran, bu meydan okumayı yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Müslüman olması, 200 yıldır zulme uğramış milyarlarca insanda büyük bir umut ve heyecan uyandırmaktadır. Benzer şekilde:

  • Birinci Dünya Savaşı’nda çıkarıldığımız Libya’da darbeci Hafter yanlısı sekiz devletin püskürtülerek Türkiye’nin bölgesel istikrarın garantisi hâline getirilmesi,
  • Karabağ’da Ermenistan işgaline karşı Azerbaycan Devleti ile omuz omuza vererek işgale son verilmesi, bunun sonucu olarak Türk Devletler Teşkilatı’nın gücüne güç katılması,
  • Suriye topraklarında hem DAEŞ terör örgütüne hem de ABD destekli PKK/YGP terör örgütüne kök söktürülmesi,
  • Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin donanma gücünün ortaya koyulması ve dünyanın bazı kritik bölgelerinde Türkiye’ye ait askeri üslerin kurulması,
  • Balkan ülkelerinin sorunları ile bunlar sanki Türkiye’nin iç sorunlarıymış gibi ilgilenilmesi “Türkiye Yüzyılı” vizyonunun mihenk taşlarından sadece bazılarıdır.

Yalnızca Anadolu’da değil Rusya’da, Almanya’da, Amerika’da, Afrika’da, Türkî devletlerde, Ukrayna’da, Ortadoğu’da ve Uzakdoğu’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi liderliği yankılanıyor. Yani bırakın Türkiye’yi, coğrafyamızın her köşesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve Türkiye’ye yönelik büyük bir beklenti, büyük bir umut var.

Bunun nedeni, belki de son iki yüzyıl boyunca ilk kez Batılı devletlere karşı kendi devlet gücünü oluşturarak meydan okuyan bir siyasi lider çıktı.

Son on yıldır Türkiye’nin karşısına çıkan her güç nihayetinde yenildiği için sömürgeci güçlerin tek çaresi Türkiye’nin millî duruşunun içerinden çökertilmesidir. Lakin Anadolu insanı sakindir, kıyameti koparmaz, sessiz sedasız gelir hesabını görür.

Kaderin cilvesine bakın ki bugün muhafazakâr, milliyetçi, dindar Türk veya Kürt büyük çoğunluk, “Devlet ebed müddet” şiarını, “Türkiye Yüzyılı” vizyonunu benimsemişken Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP, kendi devletiyle ve milletin değerleriyle bir türlü barışamamış marjinal gruplara sığınmış durumda.

Ey okumuş yazmışlar, ey ulu hocalar, gelin tutumunuzu dünyadaki mazlum insanların ve gadre uğramış Anadolu insanın tutumu gibi arı tutalım, iç eleştiri yapılacak zaman geldiğinde gözümüzü budaktan sakınmadan onu da yapalım.

Bu bizim kaderimizin çağrısıdır.

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir