Dünya tarihinin, esasen, belirli bir süre varlığını sürdüren “yeni dünya düzenleri” tarihi olduğu söylenebilir. Kurulan her küresel düzen önceki düzenlere göre yenidir. Bununla birlikte, yeni dünya düzeni ya da küresel hegemonya arayışlarının hiçbiri yeni değildir. Son birkaç yüzyıla baktığımızda kabaca şu düzenler akla gelebilir: Pax Ottomana, Vestfalya, İngiltere hegemonyasında güneş batmayan imparatorluk, Pax Americana ve yakın dönemde soğuk savaş düzeni.
Bugün küresel düzen arayışları açısından, tam da “eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal” denilen bir çağdayız. Soğuk savaş düzeninin sona erdiği, ABD merkezli küresel düzen kurma çabalarının sonuçsuz kaldığı ve henüz yeni bir düzenin kurulamadığı bir araf halindeyiz. Böyle bir zamanda Türkiye’nin buna ne kadar hazır olduğu, Türkiye’nin ve dostlarının kendisine olan ihtiyacın ne kadar farkında olduğu ayrı bir tartışma olmakla birlikte pax Türkiye (Türkiye Barışı), Türkiye yüzyılı Türkiye kadar dünya için, küresel adalet için acil bir gerekliliktir.
Bu yazıda öncelikle Türkiye merkezli bir küresel barış düzeni kurulamadığı takdirde kapımızda olan 3. Dünya savaşından, Türkiye ve dostlarına olan ihtiyaçtan, Türkiye yüzyılının karşı karşıya olduğu bazı handikaplardan bahsedeceğim.
- Yeni Bir Küresel Kapışmanın Ayak Sesleri: Eski Hal Muhal, Ya Yeni Hal, Ya İzmihlal
Bugün dünya tarihi açısından baktığımızda, gelinen noktada önceki yüzyıllarda şahit olduğumuz duruma bir kez daha şahit oluyoruz. Eski düzenin sahipleri, düzenlerini sürdürmek için var güçleriyle çabalıyorlar. Karşılarında yeni güç odaklarının oluşmaması için her türlü legal ve illegal müdahaleyi yapıyorlar. Yeni düzen arayışı içinde olanların çoğu da aynı çaba, gayret ve hareketliliği gösteriyor. Bu durum Fransız Devrimi sırasındaki arayışları, Emanuel Sieyes’in yazdığı “Üçüncü Sınıf Nedir?” risalesini hatırlatıyor. Risalesinde Sieyes, mevcut rejimde 3. Sınıf (halk, millet, toplum) nedir diye sorar. Cevabını de kendisi verir: Hiçbir şey. Peki ne istemektedir? Mevcut düzen içinde bir şey. Sieyes’in risalesi bugünün küresel muktedirler ve geri kalanlar bağlamında yeniden okunabilir.
Kuşkusuz yeni düzen arayışları, sancısız, çatışmasız olmayacak. Önceki düzen değişimlerinde gördüğümüz gibi çok kanlı, ölümcül bir dünya yine bizi bekliyor. Bu bağlamda yaşanmakta olan çatışma alanlarına ve aktörlerine biraz değinebiliriz.
Ukrayna’nın Araçsallaştırılması
Küresel düzen değişiminin çatışma alanlarından biri ve tarafların yaklaşımı Ukrayna-Rusya savaşında net bir biçimde gözlemlenebilir. Rusya eski emperyal dönemlerine öykünerek işgalci politikalarını Ukrayna’da da sürdürmek istiyor. Rusya’nın bu eğiliminin ve emellerinin farkında olan Batı bloğu Rusya’yı zayıflatmak için Ukrayna’yı araçsallaştırmış durumda. Batı bloğu, NATO’ya alacakmış gibi umut vererek bir taraftan Ukrayna’yı cesaretlendirirken, üzerindeki tehdit algısını yükselterek diğer taraftan da Rusya’nın saldırganlığını artırıyor. Gelinen noktada ABD açısından Ukrayna, Rusya’yı zayıflatmanın bir aracına, sahasına dönüştürülmüş durumda.
Küresel emperyal planlar en acımasız bir biçimde uygulanırken olan Ukrayna’ya, Ukrayna’daki on milyonlarca masum insanlara, çocuklara, kadınlara, sivillere oluyor. Ama Ukrayna üzerinden çatışan taraflar için böylesi bir insani, ahlaki, vicdani bakışın hiçbir değeri yok. Onlar emperyalist arayışlarını rasyonalize, maksimize etme peşindeler. Ukrayna’daki savaşa bakıldığında pozisyonlarını hiçbir değer, ilke ve ahlak ile sınırlandırmayan taraflar, pozisyonlarını sadece menfaat ve çıkar endeksli bir akıl ile meşrulaştırıyorlar. Böyle bir bakış açısı 1. ve 2. Dünya Savaşlarının da temel nedenlerinden biriydi. Ukrayna-Rusya savaşında insani, ahlaki, vicdani bir duruş, bakış ve çözüm geliştirmek isteyen tek ülke belki de Türkiye’dir. Ancak onca küresel emperyalist kavga içerisinde Türkiye’nin arayışı yeterince görülmüyor, sesi yeterince duyulmuyor.
Çin Nereye?
Cari düzeni sürdürme ve yeni düzen arayışlarına dair çatışmaların belki de en yoğun biçimde yaşandığı coğrafya Uzakdoğu’dur. Çökmekte olan mevcut küresel düzenin baş aktörü olarak ABD artık Çin ile rekabet edemez hale gelmektedir. Çin’in ticaretin genel ve ahlaki kurallarına uymadan ekonomik olarak büyüme çabalarına ABD de daha önce ilan ettiği kurallara uymayarak cevap vermektedir. Esasen burada da yeni bir durum yok. İlkesiz, kuralsız, sınırsız emperyalist mücadelenin önceki örneklerinin yeni bir versiyonunu hep birlikte izliyoruz.
Çin-ABD çatışması bağlamında 3. Dünya savaşı olarak da nitelendirilebilecek tüm dünya için son derece ölümcül olabilecek bir savaşı şimdilik engelleyen Çin’in, ABD’ye karşı mücadelesinde henüz askeri teknolojiye başvurmamış olmasıdır. Çin örneğinde Batı bloğu, üstün olduğunu düşündüğü askeri teknolojiye daha rahat başvurabilirken ya da başvurabileceğini hissettirirken, Çin bu çatışmayı, şimdilik ekonomik, ticari ve teknolojik alanda tutmayı yeğliyor. Öncesi düzen değişimlerinde gözlemlendiği gibi, Çin’in ya da yükselmekte olan her yeni aktörün ilanihaye askeri teknolojiden kaçınması düşünülemez. Dolayısıyla tüm dünyamız için tam bir yıkıma dönüşebilecek böylesi bir savaşı öngörmek kehanet olmasa gerek.
İlkesiz, Değersiz ve Aktör Olmaktan Çıkmış Bir AB
Avrupa Birliği izlediği ve dillendirdiği politikalarla bir dönem bölgesel istikrarın, barışın, gelişmenin adresiydi. Hiçbir dönem küresel arenada başat bir güç ol/a/masa da meşruiyetini, ortaya koyduğu ilkelerden ve savunduğu değerlerden alan bir figürdü. Ama AB yakın dönemde izlediği politikalarla küresel arenada kendisini öne çıkaran temel ilke ve değerlerinden oldukça uzaklaşmış durumdadır. AB’li bir yetkilinin belirttiği gibi bugün AB, “üyelik için kendine başvursa AB üyesi olamayacak” bir duruma düşmüştür. Küresel arenada zaten askeri bir ağırlığı olmayan, yakın dönemde savunduğu temel ilke ve değerlerden de uzaklaşan bir AB’nin küresel siyasette artık bir ağırlığının kalmayacağı açıktır. İngiltere’nin ayrılmasıyla güç kaybeden, ABD’nin baskısıyla Ukrayna-Rusya savaşı sırasında özerk bir duruş geliştiremeyen AB’nin yakın dönemde yaşadığı süreç esasen yukarıda ifade edilen durumunun bir yansımasıdır.
Etkisiz İslam Ülkeleri
Dünyanın yeni bir kapışmaya doğru hızla ilerlediği bir çağda çoğu İslam ülkelerinin durumu maalesef hiç de iç açıcı değildir. En fazla ölüm, zulüm, kan ve gözyaşı bu ülkelerde yaşanmasına, olası bir küresel kapışmadan en fazla etkilenecek ülkeler olmasına rağmen çoğunun üzerine bir ölü toprağı serpilmiş gibidir.
İslam ülkelerinin çok acıklı bu durumunun kuşkusuz iç ve dış birçok nedeni bulunmaktadır. Bu nedenlerin başında ve temelinde en fazla bu ülkelerde yaşanan meşruiyet sorunu, devlet-millet ayrışması olduğu söylenebilir. Çünkü kendi milletine dayanmayan, egemenliğini kendi milletinden almayan rejimler, bir şekilde bir güce dayanmak durumundadırlar. Bu güç de çoğu kez küresel aktörler olmaktadır. Milletine karşı egemenliğini küresel aktörlerden alan siyasal rejimlerin ne ülkesinde bir değişim gerçekleştirme potansiyelleri ne de küresel aktörler karşısında bir söz söyleme, eylemde bulunma meşruiyeti kalmaktadır. İslam ülkelerindeki devlet-millet ayrışması, bu ülkelerde devletin de milletin de nefes alabilme, ileriye yönelik hamle yapabilme potansiyelini büyük oranda ortadan kaldırmaktadır.
- Dünya Savaşı
Eski düzenin artık sürdürülemez hale geldiği, yeni düzen arayışlarının açık bir çatışmaya ve savaşa dönüştüğü günümüz dünyasında 3. Dünya Savaşı olasılığı, yakın dönemde hiç olmadığı kadar açık ve yakın bir tehlike olarak bugün önümüzde durmaktadır. İnsanlığın “geliştirdiği” sadece kendini değil, içerisindeki bütün canlılarıyla birlikte tüm gezegeni yok etme kapasitesini düşündüğümüzde olası bir küresel emperyalist savaşın sonuçları ilk iki dünya savaşından kuşkusuz çok daha farklı olacaktır. Sonuçları kestirilemeyen böyle bir savaşın yaratacağı yıkım, tüm öngörüleri fersah fersah aşacaktır. Maliyeti çoğunlukla komşu ülkelere bırakılmış olsa da küresel emperyalist aktörlerin yarattığı göç olgusunun tüm dünyada yerleşik düzenleri tehdit etmesi, olası bir 3. Dünya Savaşının sonuçlarının öncül ipuçları olarak görülebilir.
- Türkiye ve Dostlarına Olan İhtiyaç
Sadece insan türünün değil, bütün canlıların ve gezegenimizin geleceğini tehlikeye atabilecek böyle bir emperyalist kamplaşmayı kesen, insanlığı ölümcül uçurumun eşiğinden döndürebilecek olan adalet, merhamet, müsavat eksenli başka bir eksen acil bir gerekliliktir.
Türkiye, böyle bir ihtiyacı ve çağrıyı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür ve daha adil bir dünya mümkündür!” mottosuyla uzun zamandır dillendiriyor. Geçmişte AB’nin eksik de olsa sahiplendiği ama yakın dönemde ihmal ettiği ilke ve değer eksenli bir dünyayı bugün Türkiye savunuyor. Sadece savunmanın ötesinde, Türkiye göçmen politikasıyla doğudan ve batıdan insanlığın umut kaynağı ve sığınağı da oldu. Sahip olduğu medeniyet değerleri nedeniyle uyguladığı bu politika, sığınmacılar nedeniyle Batılı ülkelerin aşırı sağ ve sol partilere daha da kaymasını engellediğinden, aynı zamanda Batılı demokrasilere çok değerli bir katkıdır. Benzer şekilde Ukrayna üzerinden küresel aktörler emperyalist çıkarlarını maksimize etme peşinde koşarken Türkiye, tarafları ateşkes için bir araya getirme, esir değişimi, küresel gıda krizini önleme ve özellikle fakir ülkeler için kesilen tahıl zincirini tekrar sağlamasıyla çok hayati bir rol oynamıştır.
Tüm uğraşlarına rağmen tek başına Türkiye’nin daha adil bir dünya, daha adil bir paylaşım çabaları/çağrıları, emperyalist paylaşım savaşlarını durdurmaya yetmemektedir. Bunun için Bağlantısızlar Hareketi gibi, selim akıl, ahlak, merhamet ve vicdan sahibi bütün ülkelerin içerisinde yer aldığı bir küresel adalet hareketi acil bir gerekliliktir.
- Türkiye Yüzyılı İçin Bazı Gereklilikler
Makalemizdeki genel ifadelerden de anlaşılacağı gibi, Türkiye yüzyılı, sadece Türkiye’yi değil tüm dünyayı içeren ve ilgilendiren bir vizyondur. Bu çerçevede sadece Türkiye’nin değil, bu vizyona ortak olacak tüm birey, topluluk, toplum ve ülkelerin bu vizyon çerçevesinde kendilerini yenilemeleri beklenir. Bu çerçevede önemsediğim bazı unsurlara dikkat çekmek istiyorum.
Daha Adil Bir Dünya İçin Motor Olma Vizyonu
85 Milyon nüfusuyla Türkiye’nin dünyada tek başına bir Türkiye yüzyılı inşa etmesi ve sürdürmesi düşünülemez. Ama 85 milyon nüfusuyla Türkiye daha adil bir dünya için küresel düzeydeki bir yürüyüşün motoru olabilir. Bu bağlamda Türkiye yüzyılı ya da pax Türkiye, sadece Türkiye’yi içeren değil, Türkiye eksenli Dünya çapında bir yürüyüşün adı olmalıdır. Bu çerçevede Türkiye yüzyılı, Endonezya’dan Kolombiya’ya, Afrika’dan Uzak Doğuya en geniş düzeyde katılımı içerecek adalet, merhamet, müsavat eksenli bir vizyona işaret etmelidir.
Uluslararası İşbirliği, Küresel Adalet Koalisyonları
Türkiye’nin küresel düzeyde adalet, merhamet ve müsavat eksenli bir yürüyüşün motoru olabilmesi için bireylerinin de kurumlarının da küresel düzeyde her alanda yoğun bir işbirliği içerisinde olması gerekir. Türkiye’nin bu konuda henüz yolun başında olduğu söylenebilir.
Emperyalizm eksenli bugünkü sömürü düzeni, küresel sömürü ağını tek başına yapabilecekken bunu genellikle küresel koalisyonlar aracılığıyla yapıyor. Örneğin Irak’ın işgali ABD tarafından tek başına gerçekleştirilebilecekken bu işgal için küresel bir koalisyon kuruldu. Benzer şekilde, küresel düzeydeki yoğun iş birlikleriyle emperyalist sömürüye karşı daha adil bir dünya için küresel adalet koalisyonları kurulmalı.
Küresel: Hangi, dinden, dilden, ideolojiden ve nerede olursa olsun, mazlumdan yana, zulme karşı. İnsanlık adına endişe eden herkes bu koalisyonda yer alabilmeli.
Adalet: Herkes için adalet; Müslüman, Hristiyan, ateist…
Koalisyon: Her renkten, dilden, dinden hep birlikte…
Yabancı Düşmanlığının Maliyeti
Küresel düzeyde iddiası olan bir ülke öncelikle küresel düzeyde bir gelişmişliği ve cazibe merkezi olması beklenir. Böyle bir gelişmişliğe ve cazibeye sahip olmayan bir ülkenin bırakalım bir küresel düzen kurma çabasını, kendi insanına bile vereceği fazla bir şey yoktur.
Türkiye yakın dönemde kat ettiği mesafeyle küresel düzeyde bir gelişmişlik ve cazibe yolundadır. Bu gelişmişliğine paralel olarak, daha önce benzer gelişmeleri kat etmiş ülkeler gibi, tüm dünyadan daha fazla göç almaktadır. Tüm dünyadan yoğun göç almak gelişmişliğin bir sonucu, maliyeti ve göstergesidir. Gelişen ve cazibe merkezi olan ülkelerin bu duruma paralel olarak, ulus-devlet kültür, sanat, aidiyet vb. konularda kendilerini bu gelişmelerin gerektirdiği daha çoğulcu bir perspektife taşımaları beklenir. Bu çerçevede gelişen ve cazibe merkezi olma yolunda ilerleyen ülkelerde artan yabancı düşmanlığı ilgili ülkelerin gelişimine ket vuracak en temel sorunlardan biridir.
Yeni Bir Paradigmatik Eğitim Vizyonu
Türkiye gerek orta öğretim ve gerekse yüksek öğretimin maddi kalkınması bağlamında yakın dönemde devasa gelişmeler kaydetti. Ama aynı şeyi maalesef eğitimin içeriği ve felsefesi konusunda söyleyebilmek zordur. Türkiye yüzyılı gibi iddialı bir vizyon ortaya koyarken bu vizyonun ruhuna, felsefesine; bu vizyonun gerektirdiği yukarıda dile getirilen unsurları içeren yeni, kapsamlı ve derinlikli bir eğitim vizyonuna ihtiyaç bulunmaktadır. Yeni eğitim vizyonu hali hazırda tüm dünyadaki Batılı paradigmatik eğitim modelini toptan reddederek değil, onu içererek, onun içinden ve onu aşarak ortaya konabilir.
Eğitim, kültür, sanat ve medeniyet konularında Batı modernliğine teslim olmayan bir bakış açısı esasen Çin, Hindistan, Türkiye gibi küresel düzeyde sadece iddialı ülkelerin değil Batı dışı hemen hemen tüm toplumların sorunudur.
Kurumsallaşma
Bizim gibi ülkelerde devlet ve liderlik oldukça önemlidir. Siyasetin ve siyasal liderliğin önemli olması, topluma tepeden dayatılan meselelerin aşılmasında etkilidir. Ama kurumsallaşma olmazsa atılan adımlar kalıcı olmaz. Kurumsallaşmanın yetersiz olduğu ülkelerde kalıcı mekanizmalar geliştirilemediği gibi, kendi halinde, kişilerden bağımsız, ilkesel düzeyde işlerin yürütülebilmesi de oldukça zorlaşır. Türkiye yüzyılı gibi küresel düzeyde iyiliğe motor, şerre fren olacak bir iddia, ancak küresel düzeyde bir gelişmişlik, cazibe merkezi ve metropolitan bir ülke olmakla mümkündür. Sadece kendi halimizde ve yerel kalarak böyle bir vizyon gerçekleştirilemez. Türkiye’nin tüm dünyadan bu vizyona inanmış, her dilden, dinden, renkten başarılı insanları kendi yürüyüşüne ortak etmesi gerekir. Böylesine çoğulcu, karmaşık, gelişmiş bir ortam ve toplum da kişisel ilişkilerle değil ancak kurumsallaşmış yapılarla mümkün olabilir.
Adalete, Merhamete, Müsavata Çağrı
İnsanlığın kendini yok etmek için geliştirdiği insanlık dışı çabalar ve teknolojiler düşünüldüğünde, belki de insanlığın sonunu getirebilecek 3. bir paylaşım savaşını engelleyebilecek köşe taşları ancak Türkiye gibi ülkelerin izleyeceği adalet, merhamet ve müsavat temelli politikalarla döşenebilir.
Türkiye’nin oynamaya başladığı, oynamadığı takdirde dünyamızı çok ciddi krizlerin beklediği küresel rolünün devam etmesi için yürüyüşünü başlattığı Türkiye yüzyılının kesintisiz sürmesi gerekiyor. Bu yürüyüş için öncelikle Türkiye’nin, bu yürüyüşün gereklilikleri çerçevesinde kendisini dönüştürmesi de. Çünkü bu yürüyüş, Türkiye için olduğu kadar, daha fazla adalet, merhamet, müsavat, ihsan, barış ve huzur içinde bir dünya belki de son umuttur.
Sadece insanlık için değil, tüm canlılar ve gezegenimiz için de…