23 Ocak 2025, Perşembe

Ömer Faruk Çetin – Hangi Kavramlarımızla Oynandı, Aile Medeniyetinin Sonu Ne Anlama Geliyor?

Giriş

Modern dünyada aile, yalnızca bireylerin bir araya gelerek oluşturduğu bir yapı değil, aynı zamanda toplumun temel taşı ve medeniyetlerin inşa edildiği bir kurum olarak kabul edilmektedir. Ancak günümüzde aile, geleneksel değerlerinden uzaklaşarak farklı bir yapıya bürünmektedir. Bu dönüşüm, modernitenin ve sekülerleşmenin getirdiği değer değişimleriyle hız kazanmıştır. Prof. Dr. Saffet Köse’nin “Genetiği Oynanmış Kavramlar ve Aile Medeniyetinin Sonu” kitabında ele aldığı gibi, aileye ruh veren değerlerin modern dünyada değişime uğraması, hem Müslüman toplumlarda hem de diğer kültürlerde ciddi etkiler yaratmıştır. Kitabın özeti niteliğinde olan bu yazıda, modernitenin aile üzerindeki etkileri, kadının toplumsal rolündeki değişimler, din ve modernite arasındaki çatışmalar ve aile medeniyetinin sonunun ne anlama geldiği üzerinde durulacaktır. Özet niteliğinde olan bu yazı kitabın tamamını okumaya yönlendirme niteliğinde yazılmıştır. Kitapta günümüz insanın alacağı çok kıymetli dersler vardır.

Modernitenin, ailemize ruh veren değerleri, kendine özgü gizemi ile itici hâle getirdiği ya da değiştirdiği bilinmektedir. Bu değerlerin içeriden bir bakışla yeniden ele alınıp aktif hâle getirilmesine ihtiyaç vardır. İşte yazarın kaleme aldığı bu kitap, on yıl boyunca bu amaçla yurt içi ve yurt dışında verilen konferanslar, ulusal ve uluslararası sempozyumlarda bildiri olarak sunulan fikirlerden oluşmaktadır. Yoğun talep üzerine bir kitapta toplanma ihtiyacı hissedilmiş ve yeni ilavelerle bu kitap vücuda getirilmiştir. Dolayısıyla kitabın asıl amacı ailemizin sorunlarını fark ettirmek, bu kurumu ilgilendiren şerî kavramlardaki kaybolan özün izini sürmek ve zenginliğini, derinliğini keşif çabalarına bir nefes üflemektir.

Modern kültürün derinden etkilediği, olumsuz sonuçlarının çok güçlü ve derin olduğu, sorun olarak ortaya çıkan uygulamaların çözüm zannedildiği bir dünyada bu hususun büyük önem kazandığını belirtmeliyiz. Özellikle modern dünya ile İslâm âleminin ortaklaşa kullandığı kavramlardaki karmaşaya dikkat çekmektir. Aradaki ortaklık sebebiyle kavramlarımıza eklemlenen parazitleri ayıklama, en azından fark ettirme temel hedeftir. Bu bağlamda kadın-erkek eşitliği ve ilişkileri, haklar ve özgürlükler, tüketim, roller, mahremiyet, cinsellik, hazcılık, mahalle baskısı gibi aile kurumunu özünden ilgilendiren kavramlar ele alınmaya çalışılmaktadır. Bu sebeple yazar kitaba “Genetiğiyle Oynanmış Kavramlar ve Aile Medeniyetinin Sonu” adını vermiştir.

Modern Dünyada Aile ve Değerler: Kavramların Çatışması

Günümüz dünyasında aile kurumunun temel dayanaklarını oluşturan değerlerin ciddi bir dönüşüm sürecinden geçtiği aşikârdır. Bu dönüşüm, farklı kesimlerde değişik şekillerde yorumlanabilir: Kimileri için ilerlemenin bir göstergesi, kimileri için ise derin bir yozlaşmanın işaretidir. Ancak şu bir gerçektir ki, yalnızca Müslüman toplumlarda değil, dünyanın pek çok yerinde aile yapısındaki bu değişimden duyulan rahatsızlık giderek artmaktadır. İnsanlar, geçmişte anlam ve derinlik kazandıran kavramlara geri dönmenin, onları yeniden ele alıp aktif bir şekilde hayata geçirmenin yollarını aramaktadır. Modernite aileyi yaşatan manevi değerleri kendi yöntemleriyle çekici olmaktan çıkarmış ve onları özünden saptırmıştır.

Modern özgür duruş: Bu beden benim, onunla ilgili kararı özgürce ben veririm, bu hayat benim, onu özgürce ben yaşarım. İslâm düşüncesinde gelişen, özellikle irfan geleneğinde kendisine önemli bir yer bulan özgürlük anlayışı bunun tam tersi bir anlam taşır. Buna göre gerçek hürriyet, nefsinden / dünyevî tutkulardan kurtulmak ve Allah’a kul olmak anlamı taşır ve hürriyetin özünü teşkil eder. Çünkü bu sayede insan nefsânî arzu ve isteklerinin etkisinden, onların kişiyi hâkimiyeti altına almasından kurtulmakta, onun prangalarını kırmaktadır. Bunun için Kuşeyrî (ö.465/1072) özgürlüğün hakikatinin kulluğun kemalinde olduğunu belirtir. Şu hâlde Allah’a bağlılık ölçüsünde özgürlük kemal bulur, artar, mükemmelleşir. Bu açıdan özgürlük ubûdiyetin nihâî/zirve noktası kabul edilir. Allah’ın dışındaki her şeyi gönülden çıkarmak/mâsiva’dan/ağyardan (Allah’ın dışındaki her şey) âzâd olmak, dünyanın taşı ile altınını bir görmek özgürlüğün esasıdır. Ebû Ali ed-Dekkâk’in (ö.405/1015): Kim dünyaya ondan özgür olarak girerse ahirete göçerken de ondan hür olur (ondan hesabı kolay olur) sözü bu noktayı aydınlatmaktadır.

Tanrılaşan Insan! Istediği her şeyi yapabilmekte ve bunu özgürlük adına meşru görmektedir. Özgürlük kavramı çerçevesinde görülmeye başlanan bu tür tutumlara bakıldığında Kur’ân-ı Kerîm’in tutkuları tanrı edinmek şeklindeki eleştirisi ve Hakkın ölçüsü karşısında tutkularına/arzularına mağlup olmuş olanlara uymama konusundaki uyarısı bu açıdan oldukça manidardır.

Günümüzün hazcı/hedonist özgürlük zihniyeti kadın merkezli cinselliği kışkırtarak insanı en zayıf noktasından yakalamış ve bu disiplini bozmuş, geleneksel evlilik uygulamalarını değersiz kılmak için kadın-erkek beraberliğine dayalı modern yaşam biçimini yüceltmiştir. Bu çerçevede flörtleşmenin ön plana çıkarılması, evlilik öncesi tecrübe kazanma amaçlı ilişkiler, seviyeli birliktelikler!, erkeklerin kız ve kızların erkek arkadaş edinmeleri yönündeki teşvikler, kadın-erkeğin serbest yaşamasının ilericiliğin bir göstergesi sayılması, bu yöndeki tercihlerin ön plana çıkarılarak terviç edilmesi özellikle toplumda öne çıkarılan insanların (sporcu, sanatçı! vs.) haberleriyle ilginin bu noktalara çekilmesi, böylece bu tür tutumların normalleştirilmesi, bakireliğin, geleneksel evlilik biçimlerinin alaya alınması ve küçümsenmesi, karşıt görüşlerin gericilik vb. yaftalarla damgalanması hep bu anlayışın sonucudur.

Bugün modern özgürlük yaklaşımının nefse/hazza bağımlı hâle gelmek gibi bir sonuç doğurmasına aldırmadan özgür bir birey olarak insanın kendi bedeni üzerinde serbestçe tasarruf edebilme hakkı doğmuş, doğum kontrolü ya da hamileliği önleyen birtakım tedbirlerle rahimler üzerinde kurulan egemenlik ile de cinselliğin serbest biçimde yaşanır hâle gelmesinin önü açılmıştır. Maalesef bugün gelinen post-modern dönemin hâkim karakteri olarak insanın canı ne istiyorsa yapabileceği bir özgürlük tanımlamasına bağlı olarak eşcinsel evliliklerin görünürlük kazandığı, meşruiyet zemini bulduğu, hatta yaygınlık kazanmaya başladığı, travestilerin boy gösterdiği, her açıdan mahrem alanlara, rahimlere, doğuma, cinsiyete müdahale edildiği, kısaca cinsel sapma olarak görülen ilişkilerin normalleştiği, taşıyıcı annelerin kiralandığı, sadece babası olan ve annesini tanımayan ya da sadece annesiyle yaşayan ve babasının kim olduğunu bilmeyen çocukların bulunduğu, sperm bankalarına ilginin olduğu, kürtajın kolaylaştığı, cinselliğin eşle sınırlandırılmadığı bir dönemde bunlarla barışık olmayan aile kurumunu kendi tabii değerleri doğrultusunda yeniden değerli hâle getirilebilmenin oldukça zor olduğunu özellikle vurgulamamız gerekir. Müslüman toplumların hem de genel anlamda aile yapılarının dengelerini zedelemiştir.

Sekülerizm ve Ailenin Kutsallığının Aşınması

Sekülerizm, dünya merkezli bir yaşam anlayışını kutsal hale getirirken, dini değerleri hayattan uzaklaştırmıştır. Bu süreçte özellikle kadın figürü, bireysel özgürlük adı altında modern yaşamın odak noktası haline gelmiştir. Kadının geleneksel rolünden uzaklaştırılarak toplumda yeni bir figür haline getirilmesi, sadece bireylerin değil aile kurumunun da köklü bir dönüşüm geçirmesine neden olmuştur.

Bu değişimin etkileri sadece Batı toplumlarıyla sınırlı kalmamış, modernitenin etkisi Müslüman dünyada da güçlü bir şekilde hissedilmiştir. Din ile modernite arasındaki uyumu sağlamak adına yapılan uzlaştırma çabaları, İslam dünyasında zihinsel ve toplumsal bir parçalanmaya yol açmıştır. Bu parçalanma, günlük yaşamda dini değerlerden uzaklaşmayı ve modern anlayışların baskın hale gelmesini beraberinde getirmiştir.

Dinin Rolü ve Aile Medeniyeti

İslam toplumlarında devlet dahi aile medeniyeti üzerinden tanımlanmıştır. Hükümdar halka karşı şefkatli bir baba gibi, halk da ona itaat eden evlatlar gibi davranmıştır. Bu bağlamda aile, toplumun temel yapı taşı olmanın ötesinde, medeniyetin özünü oluşturmuştur. Aile kurumunun sağlam temeller üzerine inşa edildiği bir toplumda, bireylerin şefkat ve sorumluluk duygusuyla hareket etmesi mümkündür. Ancak modern toplumlarda aile yapısının aşındığını ve medeniyetin çöküşünün bu noktada başladığını gözlemlemek mümkündür.

Gençlik ve Modern Kültürün Aşındırıcı Etkisi

Modern kültür, özellikle gençlerin değerlerini ve yönelimlerini şekillendirmede oldukça etkili olmuştur. Cinsellik merkezli yönlendirmeler ve bireyin kendi bedeni üzerinde özgür tasarruf hakkına sahip olduğu fikri, geleneksel aile değerlerini zayıflatmıştır. Nikâhsız ilişkiler, popüler kültürün etkisiyle normalleştirilmiş, evlilik dışı birliktelikler ve serbest yaşam biçimleri yaygınlaşmıştır. Flört, seviyeli birliktelik gibi modern anlayışlarla evlilik öncesi ilişkilerin teşvik edilmesi, aile kurumunu derinden sarsmıştır.

Buna ek olarak, modern kültürün aşındırıcı etkisi, masum görünen kavramlarla Müslüman topluma nüfuz etmiştir. Eşitlik, bireysel özgürlük ve haklar gibi kavramlar, sorgulanmadan kabul edilmiş ve geleneksel yapıları çözülmeye açık hale getirmiştir. Bu durum, dini değerlerin modern yaşam tarzıyla uzlaştırılmaya çalışıldığı bir karmaşa yaratmıştır.

Aile Üzerindeki Etkiler ve Çıkış Yolları

Modern kültürün aile üzerindeki etkileri, evliliklerin azalması, boşanmaların artması ve aile bağlarının zayıflaması gibi somut sonuçlar doğurmuştur. Bugün birçok toplumda evlenme yaşı yükselmekte, evlilikten kaçış artmakta ve boşanmalar daha yaygın hale gelmektedir. Bu durum, aile kurumunun temel işlevlerini yerine getirmekte zorlandığını göstermektedir.

Müslüman dünyada ise aileyi koruma çabalarının merkezinde, dengeli bir yaşam modeli olan “vasat ümmet” anlayışı yer almalıdır. Din, insan ilişkilerini, kadın-erkek rollerini ve dünya-ahiret dengesini düzenleyen bir rehberdir. Modern kültürün aşındırıcı etkilerine karşı dini değerlerin yeniden hayata geçirilmesi, aile kurumunun güçlendirilmesinde kritik bir rol oynayacaktır.

Çözüm Arayışları ve İslam’ın Yol Göstericiliği

Bu noktada, Müslüman toplumların önünde iki önemli görev bulunmaktadır:

  1. İyiliği hâkim kılmak ve kötülüğü engellemek: Kur’an’ın Müslümanlara yüklediği bu görev, aile kurumunu koruma sorumluluğunu da içerir.
  2. Vasat ümmet olmak: Müslümanlar, aşırılıklardan kaçınarak dengeli bir yaşam biçimi benimsemeli ve bu dengeyi diğer toplumlara örnek olarak sunmalıdır.

Müslüman dünyada ise aileyi koruma çabalarının merkezinde, dengeli bir yaşam modeli olan “vasat ümmet” anlayışı yer almalıdır. Din, insan ilişkilerini, kadın-erkek rollerini ve dünya-ahiret dengesini düzenleyen bir rehberdir. Modern kültürün aşındırıcı etkilerine karşı dini değerlerin yeniden hayata geçirilmesi, aile kurumunun güçlendirilmesinde kritik bir rol oynayacaktır.

Modern dünyada aileyi korumak, yalnızca bireylerin değil, tüm toplumun sorumluluğudur. Çünkü aile, yalnızca bireylerin değil, medeniyetlerin de temel yapı taşıdır. Bu yüzden aileyi koruma çabaları, moderniteye karşı bir savunma değil, insanlığın geleceği için bir yatırımdır.

Modernliğin Kadın Üzerindeki Etkisi: Derinlemesine Bir Analiz

Modernlik, toplumsal yapının yeniden inşasında derin bir etkide bulunurken, özellikle kadın kimliği, özgürlüğü ve toplumsal rolü üzerinde belirgin sonuçlar doğurmuştur. Bu süreç, dinlerin kadın algısına yönelik tarihsel tepkilerle şekillenmiş, kadınların toplumsal hayatta erkeklerle eşit statü kazanma mücadelesi ve bu mücadelenin getirdiği yeni toplumsal dinamiklerle bir arada gelişmiştir. Modernleşmenin kadın üzerinden okunması, aslında bir anlamda kadının özgürleşme arayışının aşırılıklar ve çelişkilerle dolu serüvenidir.

Tarihsel ve Dini Arka Plan: Kadına Yönelik Algılar ve Tepkiler

Yahudilik ve Hristiyanlık gibi semavi kökenli dinler, kadını toplumsal hayatta belirli bir rol çerçevesine oturtmuş, fakat bu roller zamanla dinlerin yanlış yorumlanması ve yozlaşmasıyla kadınların ezilmesine yol açmıştır.

Yahudilikte Kadın

Yahudi dini metinlerinde, kadınlara yönelik yaklaşım çoğu zaman olumsuz bir biçimde aktarılmıştır. Özellikle erkeklerin sabah ibadetlerinde okudukları şu dua, bu bakış açısını özetlemektedir. “Rabbim, beni kadın yaratmadığın için sana şükürler olsun.”
Bu ifade, kadının toplumdaki ikincil konumunu ve Yahudi kültüründeki erkek egemen anlayışı açıkça göstermektedir.

Hristiyanlıkta Kadın

Hristiyan teolojisi, Hz. Havva’nın yasak meyveyi Hz. Adem’e yedirmesi üzerinden, kadını insanlığın ilk günahının ve cennetten kovulmanın sorumlusu olarak tanımlamıştır. Bu anlayış, kadınları doğası gereği günaha eğilimli, erkeği baştan çıkaran bir varlık olarak görmekle kalmamış, aynı zamanda kadını toplumsal hayattan dışlayan bir kültürün oluşmasına zemin hazırlamıştır.

  • Augustin’in Kadın Algısı:

St. Augustin (ö. 430), kadınları kötülük dolu, kıskanç ve tutarsız olarak tanımlarken, karı-koca arasındaki cinsel ilişkiyi dahi günah olarak görmüştür. Bu tür yaklaşımlar, cinselliğin bastırılmasına ve evliliğin dahi “zorunlu bir kötülük” olarak algılanmasına yol açmıştır.

  • Kilise ve Kadın:

Katolik Kilisesi’nin evlilik anlayışı, cinselliği günahla özdeşleştirerek kadınların manastırlara kapanmasına ve kendilerini Hz. İsa’nın “manevi eşleri” olarak adayan kutsal bakirelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu kadınlar, cinsellikten uzak kalarak temiz ve kutsal bir yaşam sürme çabası içinde olmuşlardır.

Bu baskıcı anlayışlar, kadınları ezmiş ve özgürlük arayışlarını tetiklemiştir. Modernleşme süreci, bu tarihsel tepkilerin bir yansıması olarak, kadınların hak taleplerini gündeme taşımıştır. Ancak bu özgürleşme mücadelesi, başka sorunları da beraberinde getirmiştir.

Modern Kadının Ortaya Çıkışı

Modernleşme süreci, dinlerin kadın üzerindeki baskıcı tutumlarına bir tepki olarak gelişmiş, kadın hakları ve özgürlük taleplerine dayalı yeni bir dünya görüşü oluşturmuştur. Ancak bu süreç, kadınların bir başka aşırılıkla karşı karşıya kalmasına yol açmıştır.

Kadının Metalaştırılması ve Tüketim Kültürü

Modern dünyada, kadın bedeni üzerindeki dini denetim azalırken, bu sefer de kadın bedeni bir meta olarak görülmeye başlanmıştır. Kadın, tüketim kültürünün bir nesnesi hâline gelmiş, güzellik algısı doğallıktan uzaklaştırılarak ekonomik bir sektörün merkezine oturtulmuştur.

  • Estetik ve Güzellik Algısı:

Güzellik endüstrisinin gelişimiyle birlikte, kadınların bedenleri üzerindeki psikolojik baskılar artmış, estetik müdahaleler yaygınlaşmıştır. Özellikle genç kızlar, bu baskılar nedeniyle hem fiziksel hem de ruhsal sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalmıştır.

  • Hamilelik ve Cinsellik Algısı:

Hamileliği önleyici yöntemlerin yaygınlaşması, kadınların rahimlerini kontrol altına alabilmelerini sağlamış, ancak bu durum serbest cinselliğin önünü açmıştır. Mahremiyetin giderek zayıfladığı bu süreçte, cinsellik kamusal alana taşınmış, pornografi ve görsel medya cinselliği teşvik eden bir araç hâline gelmiştir.

Feminist Hareketler ve Kadın-Erkek Eşitliği

Feminist hareketler, kadınların tarihsel olarak maruz kaldıkları ayrımcılığı ve eşitsizliği gidermek amacıyla ortaya çıkmıştır. Ancak feminist ideoloji, kadın-erkek eşitliği fikrini genelde tepkisel bir şekilde ele almış ve bu tepkisellik, toplumsal dengeyi bozacak aşırılıklara neden olmuştur.

Kadın-Erkek Farklılıkları ve Eşdeğerlilik

Kadın ve erkek arasındaki biyolojik, psikolojik ve sosyal farklılıklar, doğal bir yaratılış gerçekliğidir. Bu farklılıklar, iki cinsin eşit değil, eşdeğer olduğunu ve birbirlerini tamamladığını göstermektedir. Ancak feminist ideoloji, bu farklılıkları göz ardı ederek kadın ve erkeği tamamen eşit bireyler olarak görme çabasına girmiştir.

Bu yaklaşım, aile yapısını ve toplumsal dokuyu zayıflatmış, kadını toplumsal hayatta daha fazla rol üstlenmeye zorlarken, doğum oranlarının düşmesine ve nüfus krizine neden olmuştur. Özellikle Batı ülkelerinde, kadın-erkek eşitliği politikalarının sonucunda doğum oranlarının ölüm oranlarının gerisinde kalması, nüfusun yaşlanmasına ve gerilemesine yol açmıştır.

Modernliğin kadın üzerindeki etkisi, tarihsel, dini ve toplumsal bir dizi faktörün karmaşık bir sonucudur. Kadın özgürlüğü ve eşitlik talepleri, bir yandan kadınların toplumsal hayatta daha fazla yer almasını sağlarken, diğer yandan yeni sorunların doğmasına neden olmuştur.

Kadın ve erkek arasındaki doğal farklılıkların göz ardı edilmesi, eşitlik adı altında toplumsal çatışmalara ve dengesizliklere yol açmıştır. Oysa kadın ve erkek eşit değil, birbirlerini tamamlayan farklılıklara sahiptir ve bu farklar toplumsal dengeyi korumanın temel unsurlarıdır.

Sonuç olarak, modernleşme sürecinde kadınların özgürleşmesi, sadece bireysel bir kazanım değil, toplumsal değerlerin yeniden tanımlanmasını gerektiren bir dönüşüm sürecidir. Ancak bu dönüşüm, toplumsal huzuru koruyacak şekilde denge ve uyum gözetilerek yönetilmelidir. Aksi takdirde, modernliğin kadına getirdiği özgürlük, yeni bir esaret biçimine dönüşebilir.

Evde Kadının Önemi: Annelik ve Şefkatin Toplumu Şekillendiren Gücü

Günümüzde kadının günlük hayatta genişleyen aktivitesi sebebiyle ailelere göre farklılık arz etse de bu paylaşımda belli ölçüde değişim gözükmektedir. Kocanın çalışmasında ve ailenin geçimini üstlenmesinde bir farklılık göze çarpmasa bile kadın üzerinden üretilen projeler sonucu kadın gerek sosyal hayatta gerekse iş yaşamında genişleyen aktivitesi sebebiyle erkeğin rollerinden bir kısmını almış, bir kısmını kocaya devretmiş, bir kısmını da profesyonel meslek icra eden kurum ve kişilere bırakmıştır. Çocuk bakımı-terbiyesi, kreşlere ve anaokullarına bırakılırken ev işleri de hizmetçilere emanet edilmiştir. Hizmetçiler de yine kadınlardan seçilmektedir. Yani kadın dışarıda çalışırken tutulan bir başka kadın onun evinin işini ücretli olarak yapmaktadır.

Anne ilgisi, sevgisi ve şefkatindeki eksikliğin ömür boyu doldurulamayacağını, hiçbir zaman yeniden kazanılamayacağını ve telafi edilemeyeceğini, bu mahrumiyetin ilerleyen yıllarda birçok ruhsal hastalığı beraberinde getireceğini tespit etmişlerdir. Modern psikiyatrinin çocuğun ana kucağından ve sevgisinden mahrumiyetini en temel depresyon sebeplerinden birisi olarak tespiti bu gerçekliğin teyididir.

Anneliğin bir kadın rolü olduğu tezini savunan John Bowlby (1953) de şu tespitlerde bulunur:

“Eğer anne yoksa ya da çocuk annesinden küçük yaşta ayrılırsa -ki bu duruma anneden yoksunluk denir- çocuk büyük bir yetersiz toplumsallaşma riski ile karşı karşıya kalır. Bu durum çocuğun hayatının ilerleyen dönemlerinde toplum karşıtı olması ya da psikopatik eğilimler göstermesi gibi ciddi toplumsal ve ruhsal sıkıntılar yaşamasına neden olabilir. Bir çocuğun refahı ve ruhsal sağlığı en iyi şekilde annesiyle kuracağı yakın ve sürekli bir kişisel ilişki yoluyla güvence altına alınabilir. Şayet anne yerine bir başkası ikame edilecekse anne gibi olmasa da bu da bir kadın olmalıdır.”

Aile, bir toplumun temel taşıdır ve bu yapı içindeki kadın, sadece ev düzeniyle değil, aynı zamanda nesillerin ruhsal ve ahlaki temellerini inşa etmekle görevlidir. İslam, kadın ve erkek arasındaki sorumlulukları yaratılış gerçekliğine uygun bir şekilde düzenlemiştir. Bu hem aile içinde dengeyi sağlar hem de toplumsal huzurun temelini oluşturur. Peygamber Efendimiz (sav) kadınlara yönelik hassasiyeti şöyle ifade etmiştir:“Kadınlar konusunda Allah’ın emir ve yasaklarına saygılı davranın. Mali durumunuza göre ve örfe uygun olacak şekilde geçimleri onların sizin üzerinizdeki haklarıdır.”

Evin Manevi Merkezi Olarak Kadın

İslam, kadını yalnızca fiziksel bir iş gücü olarak değil, ailenin manevi direği olarak tanımlar. Nisa Suresi’nde erkeğin ailenin geçiminden sorumlu olduğu belirtilirken, kadının manevi rolü göz ardı edilmemiştir: “Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerinden üstün kılması ve erkeklerin mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler, kadınlar üzerinde kavvamdır (koruyucu ve gözeticidir).” (Nisa, 4/34)

Kur’an’da yer alan bu adil düzen, erkeği geçimden sorumlu tutarken kadına da ailenin manevi dokusunu inşa etme görevini verir. Bakara Suresi’nde de evin geçiminin kocanın sorumluluğu olduğuna işaret edilmiştir: “Anneler, emzirmenin son sınırına kadar olmasını isteyen baba için çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların normal ölçülerde yiyecek ve giyeceklerini sağlamak babaya ait bir yükümlülüktür.” (Bakara, 2/233)

Bu düzenleme, kadın ve erkeğin yaratılışlarına uygun görevler üstlenmesini sağlarken, ailenin huzurunu korur. Kadının ailenin duygusal ve manevi lideri olarak üstlendiği rol, sadece bireylerin değil toplumun geleceğini şekillendirir.

Şefkatin ve Merhametin Yansımaları

Kadın, özellikle anne olarak, şefkat ve merhametin kaynağıdır. Peygamberimiz (sav), şefkatin önemini anne üzerinden açıklamış, bir annenin çocuğuna duyduğu sevgiyi Allah’ın kullarına olan merhametine benzetmiştir. Hz. Ömer’in aktardığı şu olay bu durumu açıkça ortaya koyar: Bir esir grubunda, çocuğunu kaybeden bir annenin onu bulduğunda sevinçle bağrına basıp emzirmesi üzerine Peygamberimiz (sav), sahabelere şöyle sordu:
“Şu kadın hiç çocuğunu ateşe atabilir mi?” Sahabeler, “Elbette atamaz ya Rasulallah!” diye cevap verdiğinde, Peygamberimiz şu açıklamayı yapmıştır: “İşte Allah, bu kadının çocuğuna olan şefkatinden kullarına çok daha şefkatlidir.”

Bu hadis, annenin çocuğuna olan sevgisinin insan ilişkilerinin temelini oluşturduğunu gösterir. Modern psikoloji de bu gerçeği destekler. John Bowlby, annenin çocuğuyla kurduğu bağın çocuğun ruhsal sağlığı için hayati önem taşıdığını belirtir: “Bir çocuğun refahı ve ruhsal sağlığı, en iyi şekilde annesiyle kuracağı yakın ve sürekli bir kişisel ilişki yoluyla güvence altına alınabilir.”

Nikâh ve İffet: Kavramların Derinliği

İslam ahlakına göre şehvet, insanın en güçlü dürtülerinden biridir. Bu dürtünün disipline edilmesi, insanı hayvani özelliklerden arındırarak ilahi bir niteliğe ulaştırır. İffet, bu bağlamda şehvetin meşru sınırlar içinde kontrol edilmesi ve hazların kutlu amaçların bir aracı olarak kullanılmasıdır. İffet, şehvetin disipline edilmesi ile doğan bir erdemdir ve bunu sağlayan temel araç nikâhtır. Nikâh, cinsel arzuları disipline eden, neslin sağlıklı bir şekilde devamını sağlayan ve doğuma meşruiyet kazandıran bir kurumdur. Din, cinselliği disipline ederek ahlaki değerleri korumayı amaçlar. Nikâh, cinsel özgürlüğün bir kısıtlaması değil, iffet ve onurun teminatıdır.

İslam’a göre, neslin sahih yolla devamı çocukların temel hakkıdır. Zina sonucu doğan çocuklar, toplumda damgalanma ve dışlanma riskiyle karşı karşıya kalır. Hz. Peygamber’in kendi doğumunun meşru bir nikâh sonucu gerçekleştiğini vurgulaması, nikâhın önemine dikkat çeker.

Batı toplumlarında evlilik dışı doğum oranlarının artışı, ailenin geleneksel yapısının zayıfladığını gösterir. İsveç’te yapılan bir araştırma, doğan bebeklerin yarısının evlilik dışı olduğunu ortaya koymuştur.

Kur’ân ve Hadislerin Perspektifi

Kur’ân ve hadisler, insanın mal ve cinsel arzularına karşı zaaflarını iffetle dengeleyebileceğini vurgular. Şehvet, disipline edilmesi en zor dürtü olarak görülür. Hz. Yusuf kıssasında, şehvetin gücü ve disiplin edilmesinin önemi çarpıcı bir şekilde gösterilmiştir. Hz. Peygamber, evlenmeyi iffeti koruyan bir ibadet olarak tanımlamış, evlenmekten kaçınmayı sünnete muhalefet olarak nitelendirmiştir. Bekârlık, cinsel arzuların kontrolsüz kalmasına yol açarak ahlaki çöküşe zemin hazırlar. Peygamber, evliliği şeytana karşı en güçlü silah olarak tanıtmıştır. İffet, şehvetin helal yollarla tatmin edilmesi ve hazların disipline edilmesi sonucu ortaya çıkan bir erdemdir. İslam ahlakçılarına göre, gerçek özgürlük, şehevi arzulara köle olmaktan kurtulmakla mümkündür. Nikâh, neslin devamı, neseplerin karışmasını önleme, çocuk terbiyesi, eşlerin birbirini koruması ve ahlaki güzelliklerin yeşermesi gibi işlevlerle bireye ve topluma katkı sağlar.

Modern Dünyada Nikâh ve Değersizleşmesi

Cinsellikte Serbestlik:

Modern dünyada cinsellik, bireysel özgürlük alanı olarak tanımlanır ve çoğu zaman evlilik dışında da meşru görülür. Nikâh dışı ilişkiler ve birliktelikler, “modern insanın” özellikleri olarak normalleştirilmektedir.

Ailenin Zayıflaması:

Serbest cinsel yaşam, ahlaki çöküşü hızlandırmakta, nikâhın ve ailenin değerini düşürmektedir. İslam’ın önerdiği mahremiyet anlayışı ve nikâhın önemi, modern yaşam tarzlarıyla çatışma içerisindedir.

İslam ve Nikâhın Önemi

Nikâh, insanın en güçlü dürtüsü olan şehveti disipline eden ve toplumsal düzeni koruyan bir kurumdur. Cinsel arzuların kontrol altına alınarak helal bir şekilde tatmini, insanı hayvandan ayırarak erdem sahibi kılar. Nikâh, sadece bireysel bir tercih değil, toplumun temel taşlarından biri olarak ahlaki ve sosyal faydalar sunar. İslam, nikâhı kolaylaştırmayı ve evlilik yoluyla iffetli bir yaşam sürmeyi teşvik eder. Modern dünyanın aksine, nikâhı bireyin onurunu ve toplumun ahlaki yapısını koruyan bir değer olarak savunur.

SONUÇ

  1. Ailenin Modernlik ve Gelenek Arasındaki Gerilimi

Günümüz ailesi, modernleşme ve gelenek arasında süregelen bir çatışmanın tam merkezindedir. Gelenek, geçmişten gelen değer ve normları koruma eğilimindedir; ancak bu değerler her zaman mükemmel bir çözüm sunmamaktadır. Diğer yandan, modernlik insana daha iyi bir yaşam vaadiyle yaklaşsa da bireylerin mutluluğunu ve huzurunu garanti edememektedir. Modernliğin din karşıtlığı üzerine inşa edilmiş zihniyeti, aile kurumunu derinden sarsmış ve birtakım sosyal şoklara yol açmıştır. Bu nedenle, aile politikalarının oluşturulmasında her iki yaklaşımı dengeleyecek hem geleneksel değerleri hem de modernliğin getirdiği fırsatları sağlıklı bir şekilde değerlendirecek bütüncül bir bakış açısına ihtiyaç vardır. Ayrıca, gelenek içinde zamanla oluşmuş, temel değerlere aykırı unsurlar ayıklanmalıdır. Modernleşmenin sunduğu imkânlardan faydalanırken, beraberinde getirdiği sorunlar analiz edilerek aile için tutarlı ve uygulanabilir çözümler geliştirilmelidir.

  1. Kadın-Erkek İlişkilerinde Eşitlikten Çok Eşdeğerlilik

Modern kültürün kadın-erkek eşitliğini mutlak bir ideal olarak sunması, aslında bir çatışma ortamı yaratmaktadır. İslam’ın temel kaynaklarına göre kadın ve erkek eşit değil, birbirini tamamlayan “eşdeğer” varlıklardır. Eşitlik kavramı, Batı dünyasında feminist ideolojinin dayattığı ve genellikle kazanan-kaybeden ya da ezen-ezilen ilişkisi üzerinden tanımlanan bir anlayışı yansıtır. Bu anlayış, kadınlık ve erkeklik rollerini birbirine yaklaştırarak doğal farklılıkları ortadan kaldırma çabasıdır. Ancak, İslam anlayışında kadınlık ve erkeklik rollerinin doğal ve birbirini tamamlayıcı olduğu kabul edilmektedir. Bu bakış açısıyla, kadın-erkek eşdeğerliği, modern özgürlük ve eşitlik kavramlarının neden olduğu sorunları aşmak için daha uygun bir yaklaşım olarak sunulmuştur.

  1. Din ve Ahlakın Ailedeki Merkezi Rolü

Modern dünyada din, bireysel bir vicdan meselesine indirgenmiş ve sosyal hayatta etkisiz hâle getirilmiştir. Bu durum, dinin ahlaki değerler oluşturma fonksiyonunu zayıflatmış, özellikle ailede ahlaki yozlaşmayı hızlandırmıştır. İslam kültüründe din, ahlakın temeli, ahlak ise toplumun kültürel dokusunu oluşturan bir unsurdur. Hukuk ise bu sürecin son halkası olarak yazılı kuralları ve müeyyideleri belirler. Ancak, modern seküler sistemlerde din ve ahlaktan soyutlanmış bir hukuk anlayışı, aile gibi manevi bağların yoğun olduğu bir kurum için yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, aile eğitimi ortaöğretimden üniversiteye kadar zorunlu dersler arasında yer almalı ve ahlak eğitimi toplum genelinde teşvik edilmelidir.

  1. Hukukun Aile İlişkilerindeki Yetersizliği

Aile, yalnızca hukuki düzenlemelerle korunamayacak kadar hassas ve özel bir yapıya sahiptir. Hukuk, ilişkilerde minimum düzeyi belirleyen ve sınırları çizen bir araçtır. Ancak, aile içinde sevgi, saygı, fedakârlık ve empati gibi değerler, hukukun sağlayabileceği sınırların ötesindedir. Aile bağlarının güçlendirilmesi için Kur’an’da sıkça geçen rahmet (merhamet), meveddet (sevgi) ve sekînet (huzur) kavramlarının ilişkilerde temel alınması gerektiği vurgulanmıştır. Bu değerler, ailede hukuki kurallardan önce gelen, daha derin bağlar kurmayı mümkün kılan unsurlardır.

  1. Modern Kavramların Etkisi ve Geleneksel Yapının Korunması

Modern kültür, aile yapısını zayıflatan bir dizi kavram ve ideoloji üretmiştir. Özellikle, kadın-erkek eşitliği, toplumsal cinsiyet projeleri ve özgürlük anlayışı gibi Batılı kavramlar, İslam’ın aile anlayışıyla uyumlu değildir. Bu kavramlar, İslam’ın temel değerleri açısından yeniden ele alınmalı ve Müslüman toplumların ihtiyaçlarına uygun hale getirilmelidir. Aile, modern ideolojilere göre değil, İslam’ın sunduğu değerler doğrultusunda yapılandırılmalıdır.

  1. Hakemlik Kurumu ve Aile İçi Uyuşmazlıkların Çözümü

Kur’an’da önerilen hakemlik sistemi, aile içi sorunların çözümünde etkili bir yöntem olarak görülmektedir. Bu sistem, tarafların ailelerinden seçilecek hakemler veya bağımsız hakem heyetleri tarafından sorunların çözülmesini öngörmektedir. Bu tür bir yaklaşım, boşanma gibi son çareye başvurmadan önce uzlaşma ve iyilikle ayrılma zeminini güçlendirebilir.

  1. Annelik ve İş Hayatının Dengelenmesi

Modern iş hayatı, annenin çocuğuna yeterli zaman ayıramamasına neden olmakta, bu da çocuk üzerinde duygusal ve psikolojik sorunlara yol açmaktadır. Çocukların sağlıklı bir birey olarak yetişebilmesi için annelerin, özellikle çocuklarının ilk yaşlarında, onların yanında olması önemlidir. İş hayatı, anne ve çocuk arasında bu bağın kurulmasını engellememelidir. Çalışan anneler için daha esnek ve çocuk odaklı politikalar geliştirilmesi önerilmektedir.

  1. Nikâh ve Aile Değerlerinin Korunması

Nikâh, yalnızca hukuki bir anlaşma değil, dini bir ibadet olarak görülmelidir. Modern kültürün, nikâhın anlamını azaltması ve evlilik dışı birliktelikleri yaygınlaştırması aile kurumunu zayıflatmaktadır. Bu nedenle, nikâhın manevi değeri topluma yeniden hatırlatılmalı ve aile yapısını güçlendirecek politikalar geliştirilmelidir.

  1. Popüler Kültürün Aileye Etkileri

Popüler kültür, ailenin temel değerlerini zedeleyici bir etkiye sahiptir. Özellikle medyanın ve reklamların kadın bedenini metalaştırması, aile yapısını olumsuz yönde etkilemektedir. Aile değerlerinin korunması ve bu konuda farkındalığın artırılması için toplumsal bilinçlendirme kampanyalarına ihtiyaç vardır.

  1. Aileyi Yeniden İnşa Etme Gerekliliği

Ailenin toplumsal önemini yeniden vurgulayan, İslam’ın temel değerlerini esas alan bir anlayışın yerleşmesi gerekmektedir. Aile, haklar yerine görev ve sorumluluk bilinciyle yapılandırılmalı, bireylerin birbirine karşı saygı ve sevgi çerçevesinde hareket etmesi sağlanmalıdır. Aynı zamanda, modern dünyanın getirdiği sorunlarla başa çıkabilmek için İslam’ın manevi değerleri esas alınarak köklü politikalar oluşturulmalıdır.

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir