Bugün insanlara 20. yüzyılda 1 ve 2. Dünya savaşlarının toplamından daha fazla insanın ölümüne sebep olan herhangi bir olay yaşanıp yaşanmadığını; eğer yaşandıysa bu olayın ne olduğunu sorarsanız büyük bir ihtimalle doğru bir cevap alamazsınız. Gerçek şu ki; 1918 yılının Mart ayından, 1920 yılının Mart ayına kadar İspanyol gribinden en düşük hesaplamalara göre 50 Milyon, daha gerçekçi hesaplamalara göre ise 75milyon ile 100 milyon arası kişi ölmüştür. 1 ve 2. Dünya Savaşı’nda ölen insan sayısının ise toplamda 77 milyon (1. Dünya Savaşı‘nda 17 milyon 2. Dünya Savaşı‘nda 60 milyon) olduğu kabul edilmektedir. İspanyol gribi olarak bildiğimiz salgında dünyadaki her 3 kişiden biri hastalığa yakalanmış, en düşük hesaplamalara göre bile dünya nüfusunun % 2,5’i ölmüştür. Bu rakam bugünkü dünya nüfusuna oranlandığında yaklaşık olarak 195.000.000 gibi bir sayıya denk gelmektedir. Daha geriye gittiğimizde ise, salgınların/pandemilerin çok daha yıkıcı sonuçlarının olduğunu görmekteyiz. Mesela: 1346-1353 yılları arasında görülen kara veba salgını sadece Avrupa kıtasında nüfusun 1/3’ünün ölümüne sebep olmuştur. Tarihte ayrıca birçok değişik salgın görülmüş ve bu salgınlar her alanda ciddi sorunlar doğurmuştur. Burada bir noktaya işaret etmekte fayda olduğunu düşünüyorum: Tarih kitaplarında ve okul müfredatlarında sürekli savaşlardan ve diğer tarihi olaylardan detaylı bir şekilde bahsedilirken, salgınlar/pandemiler nedense çok gündeme getirilmemiştir. Belki de, insanoğlu çözmekte zorlandığı ve kollektif hafızasında yer alan tatsız vakıaların silinmesini istemektedir.
Şu anda Kovid-19 olarak adlandırılan bir pandemi yaşandığı, pandeminin dünyadaki tüm sektörleri yakından etkilediği ve hayatın tüm alanlarında belirleyici bir etken olduğu tartışılamaz. Bu yazı kısaca Kovid-19 pandemisiyle ilgili bir not düşmeyi ve devlet kurumu üzerindeki olası sonuçlarının neler olabileceği üzerinde durmaktır. Burada iki noktaya değinmekte fayda vardir:
1) “ Gaybin anahtarları O’nun katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybi bilmez.“ (En’am Süresi, 59. Ayet)
Buradaki geleceğe yönelik ifadelerimiz insan aklının görünen ipuçlardan yola çıkarak, geleceğe dair bir öngörüsünden öteye gidemez.
2) Kovid-19 pandemisinin sonuçlarına dair yapılacak değerlendirmeler sadece Kovid-19 pandemisinin sonuçları olarak görülmemelidir. Dünyadaki gelişmeler tek bir faktöre indirgenemeyecek kadar kompleks, çok bilinmeyenli ve girift bir yapıdadır. Dolayısıyla herhangi bir sorunu anlamada ve açıklamada doğru metodolojiyi seçmek hayati öneme sahiptir.
Öncelikle; metodoloji olarak her olayın arkasında gizli güçlerin olduğunu, bazı gizli yapılanmaların dünyayı istedikleri şekilde yönetecek ve yönlendirecek güce sahip olduklarını düşünmek ve her şeyi komplo teorileriyle açıklamak doğru bir yaklaşım olmasa gerektir. Aynı zamanda dünyadaki bütün olayların belli siyasi, ekonomik ve dini yapıların etkisinden tamamen uzak ve kendi doğal akışı içerisinde gerçekleştiğini düşünmek de sağlıklı bir yaklaşım olamaz. Bu tarz bir yaklaşım aynı zamanda ulusal ve uluslararası aktörlerin rolünü yadsımak anlamına gelecektir. Bu ise realiteye ve siyaset bilimine aykırıdır.
Kovid-19 pandemisinin çıkışı, doğal yollarla mı yoksa labaratuvar ortamında üretilen bir virüsten mi kaynaklandığı, tüm dünya için bir nüfus planlaması projesi olup olmadığı, dünya devleti kurmanın önemli adımlarından biri olup olmadığı konusunda oldukça fazla sayıda teori/iddia bulmak mümkündür. Bu konulara değinmeden, bu süreçte üzerinde durulması gereken bazı soruların olduğunu da ifade etmekte yarar vardır.
KOVİD-19 – BÜYÜK SIFIRLAMA VE DEVLET
Geliştirilen aşıların Kovid-19 kaynaklı sağlık sorunlarına çözüm olma ihtimali olsa bile, demokrasiye, ekonomiye ve uzun dönemli jeopolitik sorunlara çözüm olması çok zor görünmektedir. Bu krizin, dünyadaki birçok hükümet ve uluslararası kurum tarafından ifade edildiği gibi, şimdiye kadarki diğer krizlerden farklı olduğu söylenebilir. Dolayısıyla bu farklı krizin devlet kurumunu derinden etkileyen bazı sonuçlarının olması kaçınılmazdır. Her ülkenin bu krizden aynı şekilde etkilenmesi doğal olarak beklenemez. Kriz yönetimini başarıyla gerçekleştiren ve gerçekte nasıl bir sistemsel ve toplumsal değişimin eşiğinde olduğunu anlayan toplumların ve devletlerin, krizin kazananları olarak ortaya çıkması beklenebilecek doğal bir sonuçtur.
Bu bağlamda Kovid-19 sonrası için krizin kazananları olmak adına bazı planlamalar yapıldığını görmekteyiz. Bunun en ilginç olanlarından birisi Great Reset – Büyük Sıfırlama’dır. Büyük Sıfırlama’nın aslında detaylı düşünülmüş bir program olduğu yüzeysel bir incelemeyle bile anlaşılabilir. Dünyadaki yaklaşık en büyük 1000 firmanın nerdeyse hepsinin bu platformu destekliyor olması bile ‘Great Reset – Büyük Sıfırlama’yı ciddiye almayi gerektirmektedir. Bu durum tabii ki bu yapılarla aynı düşünceleri taşımak anlamına gelmez. Ancak dünyanın işleyişinde rol alan aktörleri tanımak anlamında önemli bir husustur.
Öncelikle “Büyük Sıfırlama“ bugünkü sistem hakkında bize iki temel şeyi söylemektedir: Birincisi; sistemin artık bu şekliyle günümüz dünyasının ihtiyaçlarına cevap vermediği ve bu haliyle yürütülmesinin mümkün olmadığıdır. Bu fikrin Batı dünyasının elitlerinin buluşma noktası olan Dünya Ekonomik Forumu tarafından ifade edilmiş olması ise bu durumun kendileri tarafından da ikrar edilmesidir ki bizi başka bir sonuca da götürmektedir: Batılı elitler kendilerini kritize edebilecek ve sistemlerini yenilemek için efor sarf edecek bir özelliğe sahiptirler. Literatürde “kapitalizmin kendini yenilemesi“ olarak ifade edilen olgu tam da budur. Şimdiye kadar başarılı olmuş olması da alternatif bir medeniyetin insanlığa sunulmamış olmasındandır. İkincisi ise; Batı dünyasının (Avrupa ve ABD) dünyadaki egemen konumunu yitirmemek için yeni arayışlara gireceğini göstermesidir.
Öncelikle; Batı dünyasının çöküşünü öngören yaklaşımların çoğunun şimdiye kadar bir temenniden öteye gitmediği gerçeğiyle yüzleşmek gerekmektedir. Bu konuda son 50 yılda yazılmış yazılara ve yayınlanmış çalışmalara bakılabilir mesela… Çin’in son 40 yıllık programıyla yeni bir hegemonya kurmaya çalıştığı bir gerçektir. Sadece Uygurlara yönelik baskılardan bile, eğer başarırsa, yeni Güç’ün nasıl bir sistemle insanlığın karşısına çıkacağı görülebilir. Bu tür uluslararası çatışma dönemlerinde birçok devlet için nasıl bir tavır alacağını ve hangi tarafta yer alacağını belirleme zorunluluğu doğacaktır. Bu tür bir karar bir çok ülke için göründüğü gibi kolay olmayabilir. Bu karar alma süreci devletlerin çok yönlü durumlarıyla alakalı olacaktır. Örneğin; İran 4 gün önce (27.03.2021) Çin ile 25 yıllık kapsamlı bir anlaşma imzalamıştır. Tayvan ise ABD ile buna benzer bir işbirliğine girmiştir. Kısaca; Kovid-19 pandemisininde tetikleyen etkisiyle, devlet kurumu, uluslararası konumunu belirlemek gibi ciddi bir ödevle karşı karşıya kalacaktır. Türkiye’nin bu konuda -genel eğilimin aksine- kendi öz kaynaklarına dönme ve eksen belirleyici olma gibi bir tercihte bulunduğu söylenebilir.
Öncelile Kovid-19 pandemisi birçok ülkeyi hiç hazır olmadıkları bir durumda yakalamıştır. Normal dönemlerde bile temel fonksiyonlarını yerine getiremeyen birçok ülke vardır. Kovid-19 pandemisi de dikkate alındığında devlet kurumunun ciddi bir transformasyon sürecinden geçmesi kaçınılmaz görünmektedir. Bu transformasyon sürecinin en önemli özelliği hem uluslararası sistemin etkisinde (dış faktör etkisi) hem de iç faktörlerin zorlamasıyla (iç faktör etksi) oluşacak olmasıdır. Az sayıda ülkenin bu süreci başarıyla sonuçlandırması, ancak büyük çoğunluğunun süreci yönetemeyecek ve çoklu problemlerin altından kalkamayacak olması beklenebilir. Bunun sonucu olarak da; devletlerin ilk aşamada egemenliklerini kontrol amaçlı yoğun kullanımı yaygınlaşacaktır. Ancak bu tür bir yöntemin uzun vadede başarılı olması zor görünmektedir. İşte, tam bu noktada devletler için yeni bağımlılık ilişkilerinin doğması kaçınılmaz görünmektedir. Bu bağımlılığın yeni bir devlete mi yoksa uluslararası kuruma mı olacağını şimdiden söylemek ise spekülasyondan ileriye gidemez.
– Devletlerin vatandaşlarına sağlık hizmeti sunması, değişik yardımlarda bulunması ve diğer kamu hizmetleri devlet kurumunun bilinen faaliyetleridir. Kovid-19 krizinin devlet ve vatandaşları arasındaki bu ilişkinin farklı bir aşamaya taşımıştır. „Devlet“ hem bireyler için hem de şirketler için kurtarma görevini üstlenmek zorunda kalmıştır. Neredeyse bütün dünya devletleri bu süreçte ciddi şekilde borçlanarak bu işi yapmaya çalışmaktadırlar.
Alınan bu borçların nasıl ödeneceği ise belirsizdir. Bu durum, aslında bir sonraki ve daha büyük bir krizin altyapısını oluşturmaktadır. Ikinci önemli husus ise; bu geri ödemelerin (bir geri ödeme yapilacak ise) devlet-vatandas iliskisini nasil etkileyeceğidir. Devletler çok büyük miktarlarda ekonomik kurtarma/destekleme paketleri yayımlayarak ekonomomiyi ayakta tutmaya çalışmışlardır. Ekonomiye ciddi müdahalelerde bulunan Neoliberal düzenin sürekli „serbest piyasa“ söylemini hatirlamakta fayda var. Bu müdahele ayni zamanda yeni bir sistemin habercisi olarak görülebilir.
Kovid-19 pandemisi, devletleri uluslararası ticaretteki kısıtlamalar, ekonomik daralma, sağlık sistemini ayakta tutma çabası, eğitim sistemindeki değişiklikler vb. bir çok sorunla aynı anda yüzleşmek durumunda bırakmıştır. Bu durum toplumsal sorunlar için bir yeşerme alanına işaret etmektedir. Ancak sorunlar sadece toplumların iç yapısıyla ilgili değildir. Var olan iç sorunlara dış sorunlar da eklenmekte ve “devlet” kurumu atacağı adımlarda uluslararası arenayı dikkate alma ihtiyacı hissetmektedir. Bu durum kolaylaştırıcı bir faktör olabilecekken, günümüzde tam tersi bir sonuç doğurmaktadır. Bunu sebebi; uluslararası ilişkilerde diplomasi dışı yöntemlere daha sık başvurulacağını gösteren uygulamaların artık normal, sıradan ve kabul edilebilir görülmesidir ABD’nin diplomasiyi uluslararası ilişkilerin bir enstrümanı olmaktan neredeyse çıkardığını dikkate aldığımızda, diğer tüm ülkelerin de ilişkilerinde izleyecekleri yöntemleri – güçleri oranında – gözden geçirmelerini bekleyebiliriz. Bu durum devletlerin Kovid-19 kriziyle derinleşen iç ve dış sorunlarına çözüm bulma yeteneklerini geliştirmelerini gerektirmektedir. Ancak dünyadaki bir çok ülkenin bunu yapma olasılığı son derecede azdır. Bütün bu gelişmeler dikkate alındığında „devlet“ kurumunun yapısal değişim ve dönüşümler geçireceğini, ancak; farklı parametreler hesaba katıldığında bu transformasyonun sorunsuz bir şekilde gerçekleşmesini beklemenin çok fazla iyimserlik olacağını söyleyebiliriz.
Çin’in yaklaşık son 50 yıldır, sıkı bir program uyguladığı ve bu programın nihai amacının orta ve uzun vadede Çin’i dünyanın 1 numaralı gücü haline getirmek olduğu da bilinmektedir. Çin son 45 yılda ortalama %7 büyüyen bir ekonomidir. Çin’in gelişimini sadece ekonomik bir gelişme olarak görmek ise eksik bir bakış açısı olacaktır. Çin aynı zamanda medya, sanat, kültür, diplomasi, eğitim gibi alanlara da tüm dünyada ciddi yatırımlar yapmıştır. Bu durum Çin’e uluslararası sistemde oluşan boşluğu doldurma imkanı vermektedir. Bunun sonucu olarak, olası bir güç kayması muhtemeldir. Bu güç kaymasını önlemek için ABD’nin çok yumuşak olmayan refleksler göstereceğini kestirmek ise zor değildir. Bunun sebebi; ABD düzeninin ciddi anlamda felsefi veya dini bir içerikten yoksun ve neredeyse tamamen materyalist bir anlayışla donatılmış olmasıdır. Dolayısıyla dünyanın bir numaralı gücünün en önemli silahını ciddi bir karşı koyma göstermeden teslim etmesini beklemek eşyanın tabiatına aykırı olacaktır. Ekonomik ve politik savaşın yanında sıcak çatışmaların da olabileceğini hesaba katmak gerekecektir. Tarafların bunu başka aktörler (devletler veya terör örgütleri gibi) üzerinden yapmaya çalışması ise beklenebilecek bir gelişme olmalıdır. Burada “devlet” kurumunun “karşı taraf” veya “düşman” kavramlarını yeniden tanımlanması gerekecektir. Kolay gibi görünen bu tanımlama, beraberinde devleti ayakta tutan birçok kurumun yeniden yapılandırılmasını gerektirmektedir. Örneğin; ordu ve istihbarat gibi.
Aşı milliyetçiliği, başta ekonomik olmak üzere başka alanlardaki çıkarlar söz konusu olduğunda, var olan birliklerin ve birlikteliklerin ne kadar zayıf olduğunu ortaya çıkmıştır. Bu sadece devletler arası ilişkilerde değil, aynı zamanda bir ülkenin farklı bölgeleri/eyaletleri arasında da olmaktadır. Bu durum şu anda var olan sosyal ayrışmanın da etkisiyle çok büyük ihtimalle yeni devletlerin ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Buna ABD’deki bazı eyaletlerin ayrılması da dahil edilebilir. Avrupa kıtasının bundan etkilenmemesi ise az bir ihtimaldir.
Kovid-19 kriziyle birlikte, belkide ciddi anlamda ilk defa, Demokrasinin tartışılmaya başlanması söz konusu olacaktır. Sorunların liberal demokrasilerde en iyi şekilde çözülebileceği, hatta diğer sistemlerin sorun çözme yeteneklerinin çok az olduğu veya olmadığı şeklindeki iddia çürümüştür. Çin’in sorunları daha hızlı ve etkin çözmesi, otoriter sistemlerin kriz dönemlerinde daha etkin hareket etme kabiliyetine bir örnek olarak verilebilir.
Demokrasiyi kapitalizmden bağımsız olarak düşünmek mümkün değildir. Çünkü demokrasi özünde bir yönetim sisteminden çok ekonomik bir sistemi ifade etmektedir. Bu ekonomik sistemin dünyayı getirdiği yer, gelir adaletsizliği, demokrasinin savaşla getirilmesi, demokrasinin elastik yapısı vb. hususlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Sistemin artık sürdürülemez bir hal almış olması ise artık Batı dünyasında da giderek daha yüksek bir sesle dillendirilmektedir. Bu durum, beraberinde çok ciddi soru ve sorunları da getirmektedir. Bu süreçte “devlet” kurumunun yönetim seçenekleri konusunda tekrar düşünmesi ve bir karara varması gerekecektir.
Dünyadaki devletlerin hemen hepsi bugün pandemiyle birlikte oluşan kriz durumunu sadece geçici çözümler üreterek, genişlemeci para politikaları izleyerek ve borçlanarak idare etme yöntemine başvurmaktadır. Bu geçici çözümler, Kovid-19 öncesi problemlerle de birleşince ortaya iç açıcı bir tablonun çıkmasını beklemek zorlaşmaktadır.
Dünyadaki gelişmeler doğru bir şekilde okunduğunda kısa bir süre zarfında devletlerin aşağıdaki konularla – şimdiye kadar olandan çok daha zorlu bir şekilde – karşılaşacağını gösteren işaretlerin oldukça fazla olduğunu söylemek mümkündür. Bazı örnekler aşağıda tablo halinde verilmiştir:
Sorun | Olası Gelişme |
– Gıda Güvenliği | Gıda fiyatlarında çok yüksek artışlar. Bazı ülkelerin gıda ihracatını durdurması. Suyun savaşlara sebep olması. Buna bağlı olarak insanî dramların yaşanması, göç dalgaları. |
– Sınırların Korunması | Dünyanın değişik yerlerinde yeni ülkelerin kurulması. Bu durumun, bunu beklemeyen Avrupa kıtasında da gerçekleşmesi.
|
– Sosyal Sorunlar
|
Dünyanın bir çok yerinde sosyal kargaşaların yaşanması. Herhangi ideolojik veya dini amacı olmayan, ancak var olan düzenin yıkılmasına yönelik eylemler. |
– Eğitim | Eğitimin dijitalleşmesi ve öğretime dönüşmesi. Eğitimde devletin ideolojik etkisinin azalması. |
– Ekonomi | Devletlerin para üzerindeki hakimiyetlerinin azalması. Paranın dijitalleşmesi. Ekonomik sistemlerin buna bağlı olarak kırılgan hale gelmeleri. |
– Demokrasi | Demokrasinin başta Batı dünyası olmak üzere tüm dünyada ciddi şekilde tartışılmaya başlanması ve alternatiflerinin konuşulması. |
Devletlerin son yıllarda korumacı yöntemlere yönelmesi, globalleşmenin üzerine kurulduğu prensipleri hiçe sayması, gümrük tarifelerini yükseltmeleri ve serbest piyasa ilkelerini(!) hiçe sayan uygulamaları Kovid-19 krizinde de pragmatist yaklaşımların öne çıkacağının işaretleridir. Bu durum beraberinde devlet yapısının kurumsallaşmadığı, ekonomiden sağlığa, eğitimden tarıma kadar her alanda yapısal sorunlarla uğraşan birçok ülkede (özellikle Afrika ülkeleri) sosyal istikrarın sürdürülmesini imkansız hale getirecektir. Her ne kadar bir deglobalisation sürecinden geçiyor ve ülkeler daha önce hiç olmadığı kadar sınırlarını yüksek duvarlarla çeviriyor ise de; dünyadaki bir sorunun yerel ölçekte kalıp, dünyanın başka kısımlarını etkilememesi düşünülemez. Örneğin; 2015 yılında AB’yi dağılma noktasına getiren göç dalgalarının çok daha büyüğü yaşanabilir.
SONUÇ:
İnsanoğlu tarih boyunca çoğu zaman kendi istekleri ve realite arasındaki çizgiyi ya fark edememiş ya da doğru okuyamamıştır. Aynı durumun Kovid-19 pandemisi için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. „Yaz sıcakları gelince bitecek“, „kış soğukları gelince bitecek“ veya „aşısı çıkınca bitecek“ gibi öngörüler, konunun örnekleridir. Elbette, Kovid-19 pandemisinin insanlığın sonunu getirecek bir vakıa olduğunu düşünmemekteyim. Ancak tarihte en az 10-15 defa ciddi yıkımlara sebep olan benzeri olaylar incelendiğinde, tarihin kırılma noktalarından birini yaşadığımızı söyleyebiliriz. Bu tür tarihi kırılma noktalarının en önemli özellikleri sosyal yapıyı, yönetim biçimlerini, ekonomiyi, kısaca hayatın tamamını, eskiye dönüşü imkansız hale getirecek şekilde değiştirmeleridir. Bu değişimin bir toplum veya devlet için olumlu veya olumsuz sonuçlar doğurması ise, kriz/pandemi olgusunun algılanma biçimiyle doğrudan alakalıdır. „Ağır hasarlı bir algılama” ile krizin kazananı olmak mümkün değildir.
Yukarıda, kısa bir şekilde, içinden geçtiğimiz sürece dair bir durum değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu denli kısa bir yazının kapsamlı değerlendirme iddiası olamaz. Tarihteki diğer salgınlara da baktığımızda salgınların sonuçlarının yadsınmayacak ölçüde büyük olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin; tarihçi William McNeill; Atina şehir devletlerinin çöküşünde, Roma İmparatorluğu‘nun yıkılışında ve Yeni Çağ’ın başlamasında salgınların ciddi bir etkisinin olduğunu belirtmektedir. Kovid-19 salgınının orta ve uzun vadeli sonuçlarının daha az olmayacağı beklenebilir. Kovid-19 pandemisi sürecinde ve özellikle bunu takip eden sonraki dönemde devlet yönetmenin daha zor olacağı öngörüsünde bulunabiliriz. Dünyadaki „kırılgan“ devletlerin sayısının artması bu duruma bir işarettir. Bu süreç, büyük bir değişim geçiren ve aynı zamanda yeni bir düzene geçen uluslararası sistemde hangi devletlerin etkin aktörler olacağını ortaya çıkaracak bir sınav olacaktır.
Sonuç: Kovid-19 pandemisi, faturası henüz masaya gelmemiş bir hesaptır.