6 Şubat 2025, Perşembe

İsrail’in Gazze Saldırıları Karşısında Çin ve Rusya’nın Politikaları – Dr. Mehmet Rakipoğlu

7 Ekim’de Hamas’ın başlattığı Aksa Tufanı operasyonu, küresel ve bölgesel güç dengeleri yeni denklemler ortaya çıkarmıştır. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği üyesi aktörlerin İsrail yanlısı katı tutumlarına rağmen Hamas’ın İsrail karşısında gösterdiği mukavemet Batı hegemonyasına meydan okuyan aktörler açısından da fırsatlar doğurmuştur. Bu anlamda Çin ve Rusya’nın Gazze’deki savaşa yönelik tutumları merak konusu olmuştur.

Çin’in Dengeli Siyaseti

Kuşak Yol Projesi başta olmak üzere gerek ekonomik gerek askeri gerekse siyasi angajmanları üzerinden Ortadoğu’da aktif bir siyaset izleyen Çin, İsrail-Hamas arasında cereyan eden savaşta da dikkat çekici bir siyaset takip etmektedir.

Çin’in İsrail ile ilişkileri soğuk politika, sıcak ekonomi olarak tanımlanıyor. Siyasi hedefleri farklı olsa da Çin ile İsrail’in ekonomik ilişkilerinin son yıllarda derinleştiği biliniyor. Örneğin Amerikan Girişimcilik Enstitüsü’nün raporlarına göre 2015-2018 Çin’in Ortadoğu ve Afrika’da en çok yatırım yaptığı ülke İsrail olarak kaydedilmiştir. Ayrıca her ne kadar İsrail Çin’in Kuşak Yol Projesi’ne taraf olmasa da Pekin yönetimi Tel Aviv’deki yatırım projelerine özel önem atfediyor. Dolayısıyla Çin’in İsrail’e yönelik politikasının önemli bir ayağı ekonomik dinamiklerdir.

İsrail açısından Çin ile sürdürülen ortaklıklar da gerek bölgesel gerekse küresel siyaset açısından önemli mesajlar taşımaktadır. Nitekim ABD’nin en önemli müttefiki olarak görülen İsrail’in Washington ile rekabet halinde olan ve Batı hegemonyasına meydan okuyan Çin ile yakın angajman sürdürmesi beklentilerin dışında bir gelişme olarak okunmuştur. Örneğin ABD ve birçok Batılı aktörün Çin teknolojisini sınırlandırdığı bir konjonktürde İsrail bu denklemin dışında özerk bir tavır sergilemiştir. RAND Corporation’ın yayınladığı rapora göre 2011-2018 arası İsrail’in teknoloji sektöründeki Çin yatırımları 5.7 milyar dolara çıkmıştır. Başta Huawei ve ZTE olmak üzere özel ve devlet şirketleri Batılı ülkelerin karşı duruşlarına rağmen İsrail de olumlu karşılanmıştır. Çin’in İsrail ile yakın sürdürdüğü ekonomik ilişkilere rağmen Pekin yönetimi Gazze saldırılarına yönelik Tel Aviv’i eleştiren bir retorik benimsemiştir. Örneğin Çin Dış İşleri Bakanı Wang Yi İsrail’in Gazze’deki sivil katliamlarını eleştirmiştir. Ateşkes çağrısı yapan, daha tarafsız kelimeleri tercih eden açıklamalar yayımlayan Çin aynı zamanda Global South diye bilinen Küresel Güney, Rusya, Filistin ve Arap devletlerine yakın bir politika sürdürmektedir. Bu anlamda özellikle İsrail’i koşulsuz destekleyen ABD’ye yönelik küresel rahatsızlıktan faydalanmak isteyen Çin aynı zamanda çatışmanın sonuçlanması adına arabuluculuk rolünü üstlenebileceğini dile getirmiştir. Dahası küresel istikrarın ve bölgesel denklemdeki güç dengelerinin radikal biçimde değişmesine meydan okuyucu bir gelişme olan savaşın son bulması adına ABD ile iş birliğine hazır olduğunu beyan eden Çin, süreçte pragmatist adımlar atarak ciddi bir halkla ilişkiler (public relations) kampanyası da yürütmüştür. İran-Suudi Arabistan normalleşmesine ev sahipliği yapan Çin, İsrail-Hamas savaşının da son bulması adına barış diplomasisi yürüterek barışın ve istikrarın Batı tarafından inşa edildiği mitine doğrudan meydan okumaktadır. Dolayısıyla Gazze’deki savaş Çin’in Ortadoğu barış diplomasisi tecrübesi açısından ciddi bir test olarak görülebilir.

Öte yandan Çin’in Gazze savaşı ve diğer tarihsel gelişmelerdeki söylem ve eylemi incelendiğinde, Pekin’in Filistin politikasının bir örüntü halinde görüldüğü söylenebilir. Tarihsel olarak da Filistin devletinin yanında olan Çin, bugün de Gazze’deki savaşta ve çatışmalardaki temel sorunu, Filistinlilerin devletleşememesi sorununa bağlamaktadır. Çin, tarihsel olarak Filistinlilerin haksızlık ve adaletsizliğe uğramalarının, bağımsız bir devlet kurmaları noktasında ABD ve İsrail tarafından engellenmelerinin çatışmanın temel kökeni olduğunu savunmaktadır. Sivillerin öldürülmesinden duyulan üzüntü ve kınama gibi diplomatik bir dilin yanında iki devletli çözüme yönelik çağrıları yenileyen Çin’in Filistin politikası birçok uzman tarafından Filistin yanlısı tarafsızlık, sınırlı tarafsızlık, Batı karşıtı tarafsızlık politikası şeklinde yorumlanmıştır. İsrailli birçok yorumcu tarafından Çin’in politikası tarafsızlıktan ziyade düşmanca tanımlanmıştır. Nitekim 14 Ekim’de Çin dış işleri bakanı İsrail’in eylemlerinin meşru müdafaa sınırlarını aştığını ve Filistinlilere yönelik toplu cezalandırmaya doğru evirildiğini ifade etmiştir. Hamas’ı kınamayı ve terörist olarak adlandırmayı reddeden Çin, Gazze savaşı ve İsrail’in soykırım politikalarına yönelik açık bir tavır almıştır. Ayrıca Çin’in Ortadoğu İşleri Özel Temsilcisi Zhai Jun aktif bir süreç yöneterek Filistin, İsrail, Mısır ve birçok aktörle görüşerek Pekin’in angajmanını ortaya koymuştur. Yüksek yoğunlukta diplomatik adımlar atan Çin açısından Gazze’deki savaşın uzaması bölgesel istikrara dolayısıyla Kuşak Yol başta olmak üzere bölgesel ve küresel ticarete zarar olarak görülmektedir.

Pekin yönetimleri İsrail’in ABD ile yakın ilişkilerini hesaba katarak Filistin meselesine yönelik bir siyaset geliştirmiştir. Dolayısıyla birçok uzmanın da ifade ettiği gibi Çin’in Gazze savaşında İsrail’i rahatsız eden söylemleri benimsemesi Pekin’in temelde Washington’a meydan okuma veya Washington’ı dengeleme siyasetini tercih ettiğini göstermektedir. Bu anlamda tarihsel olarak bağımsız Filistin devletini destekleyen Çin devleti halen bu politikasını sürdürmekte ve Hamas dahil Filistinli birçok grupla görüşmektedir. Bu duruma temel sebep olarak gerek Filistin Otoritesi ve direnişin ilk aşamalarında emperyalizm karşısında solcu ve Marksist grupların etkin olması gerekse ABD’nin dengelenmesi gösterilebilir. Ayrıca Çin her ne kadar ekonomik ilişkiler bağlamında İsrail ile yakın ilişkiler sürdürse de son yıllarda Pekin’in Tel Aviv’e yönelik güveni azalmıştır. Nitekim özellikle ABD’nin baskıları ile birlikte Çin’in İsrail’deki yatırımları tehlikeye girmiştir. Örneğin Kasım 2022’de İsrail Kabinesi’nin aldığı kararla yabancı yatırım üzerindeki denetimi sıkılaştıran bir karar almıştır. Her ne kadar kararda Çin’in ismi özel olarak zikredilmese de Biden yönetiminin baskıları sonucu Pekin’in bölgedeki etkinliğinin azaltılması yönünde İsrail hükümetine yönelik baskıların bir sonucu olduğu rahatlıkla söylenebilir. Dolayısıyla Çin’in dengeli denge siyasetinde ekonomik faydaları öncelerken siyasi kaygıları da hesaba katarak Filistin politikasını şekillendirdiği ifade edilebilir. Diğer bir ifade ile Çin, İsrail’in Gazze politikasını eleştirirken aynı zamanda kendi çıkarlarını da gözetmekte, Filistin’in devletleşme süreci Pekin’in ulusal çıkarlarıyla uyuştuğu müddetçe Filistinlilerin yanında bir duruş sergilemektedir.

Rusya’nın Pragmatik Aktivizmi

2 ayı aşkın süredir devam eden İsrail’in Gazze saldırıları uluslararası sistemin en önemli aktörlerinden biri olan Birleşmiş Milletlerin ve örgütün ana lokomotifi olan ABD’nin çözüm üretemediğine dair net bir tablo ortaya çıkarmıştır. Bu durum sadece sistem içi ABD’nin liderliğini sorgulatmakla kalmamış aynı zamanda Rusya gibi aktörlerin de savaş ve barış masalarında doğrudan taraf olmalarını sağlayacak güç boşlukları oluşturmuştur. Bu kapsamda 2022 Şubat’tan beri Ukrayna meselesi ile uğraşan Rusya açısında Gazze savaşı birçok açıdan altın tepside fırsatlar doğurmuştur. Örneğin dünya kamuoyunun gündemi Ukrayna’dan Filistin’e doğru evirilmiş, Rusya’nın işgal politikaları ikinci plana atılmıştır. Ayrıca Rusya da Çin gibi Ortadoğu’daki aktörlerle yakınlaşarak ABD’yi dengelemeyi hedeflemiştir.

Rusya’nın 7 Ekim’den bu yana Gazze ve Filistin ölçeğine yönelik takip ettiği siyaset pragmatik aktivizm olarak tanımlanabilir. Nitekim Moskova yönetimi İsrail ile ilişkileri koparmadan Hamas ile diplomatik angajmanını artırmak istemektedir. Bu anlamda Rusya’nın çatışmaya yönelik politikasının temel noktasının tüm taraflarla iyi ilişkileri sürdürmeyi hedefleyen denge siyaseti olduğu iddia edilebilir. Çatışmanın taraflarının şiddet içeren eylemlerini kınayan Rusya, Gazze’deki süreci küresel bir denkleme taşımaya çalışmaktadır. Bu anlamda Putin ve liderliğindeki Rusya, Gazze’deki yıkımda en büyük pay sahibinin ABD olduğu anlatısını dile getirerek, Washington’a meydan okumaktadır. Örneğin Putin Filistin devletinin inşa edilmesinin gerekli olduğunu dile getirdiği açıklamasında Gazze’deki çatışmanın ABD’nin bölge politikasındaki başarısızlıktan kaynaklandığı noktasında birçok kişinin hem fikir olduğunu ifade etmiştir.

ABD’yi İsrail’in hak ihlallerinden ötürü doğrudan sorumlu tutan Rusya, aynı zamanda barış inşası adına da diplomatik girişimlerde bulunmuştur. Örneğin 13 Ekim’de Rusya’nın BM temsilcisi büyükelçi Vassily Nebenzia insani ateşkes çağrısında bulunmuştur. Benzer şekilde Rusya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne sunduğu tasarıda sivillere yönelik uygulanan şiddeti kınadığını ve terör eylemlerinden uzak durulması gerektiğini beyan ederek süreçte aktif rol oynamıştır. ABD, Fransa, Birleşik Krallık gibi Batılı aktörler tarafından reddedilen ateşkes teklifleri uluslararası kamuoyunda Batı karşıtlığını artırırken Rusya’ya yönelik eleştirilerin göz ardı edilmesini sağlamıştır. Dolayısıyla bu süreçte Rusya pragmatist aktivizm politikası takip ederek Ukrayna’daki işgal odaklı kamuoyunu Filistin’e yönlendirmiştir.

Öte yandan Rusya 7 Ekim’den beri Mısır, Ürdün, Irak, Lübnan, Türkiye başta olmak üzere Filistin meselesinde aktif rol oynayan ve/veya oynamaya çalışan aktörlerle yakın temas içerisinde bir siyaset izlemiştir. Mezkûr aktörlerle ateşkesin sağlanması adına yürütülecek diplomatik süreçler, çatışmanın bölgesel ölçekte yayılmaması adına atılacak adımlar ve Filistinli mültecilerin yaşadıkları krizlerin aşılması adına insani yardımın tesisi gibi pratik meseleleri görüşen Rusya böylelikle Ortadoğu’daki aktörlerle diplomatik, siyasi, ekonomik, güvenlik temelli ilişkilerini derinleştirip çeşitlendirmiştir.

Rusya, 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonlarını terör saldırıları olarak tanımlamaktan imtina etmiştir. Dahası Putin, 7 Ekim nedeniyle İsrail Başbakanı Netanyahu’yu telefonla dahi aramamış ve hiçbir baş sağlığı mesajı yayımlamamıştır. Bu durumun temel sebebi İsrail’in son yıllardaki Batı endeksli izlediği dış politikada yatmaktadır. Özellikle Netanyahu hükümeti ile birlikte İsrail dış politikada stratejik özerklik yerine Batı blokuyla eş değerli bir politika tercih etmiş ve Rusya’nın Ukrayna işgaline Batılı bir aktör gibi yaklaşmıştır. Bu anlamda Rusya’nın kaygılarını anlamayan İsrail, Putin hükümeti ile arasına mesafe koymuştur. Dahası Netanyahu, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’ye Demir Kubbe hava savunma sisteminin satışını teklif etmiştir. Rusya açısından bu hamle doğrudan Moskova ile savaşan Kiev’in yanında pozisyon alma olarak okunmuş ve bu süreçten itibaren Rusya-İsrail ilişkilerindeki gerilim hat safhaya ulaşmıştır. Bu duruma eş zamanlı olarak Rusya’nın Hamas ile temasları sıklaşmıştır. Örneğin 7 Ekim sonrası Hamas üst düzey siyasi eliti Moskova’ya giderek Rusya güvenlik bürokrasisinden önemli isimlerle görüşmüştür. Bu anlamda Rusya’nın çatışmalarda sürdürdüğü diplomatik aktivizmle pragmatizmi öncelediği rahatlıkla ifade edilebilir. Küresel Güney’deki aktörlere ABD’nin karşısında yer aldığını, Ortadoğu’daki aktörlere de Filistin meselesinin yanında olduğunu ispatlamaya çalışan Rusya, çatışma iklimine yönelik olabildiğince ulusal çıkarlarına uygun siyaset üretmektedir.

Rusya’nın ateşkes sürecine yönelik takip ettiği diplomatik aktivizm politikası, Moskova’nın bölge politikasıyla doğrudan örtüşmektedir. Nitekim çatışmaların Suriye, Lübnan gibi Moskova’nın etkin olduğu alanlara sıçraması Rusya açısından tehdit olarak görülmektedir. Öyle ki Esed rejimini koruma noktasında iş birliği yaptığı Hizbullah ve İranlı diğer milislerin Suriye, Lübnan gibi topraklar yerine Filistin’i öncelemesi Moskova’nın bölgedeki etkinliğini azaltabilir. Ayrıca Filistin’deki çatışma sürecine İran’ın dahil olma olasılığı Rusya’nın Tahran ile Tel Aviv arasında sıkışmasına ve şu ana kadar sürdürdüğü pragmatist politikanın sona ermesine neden olabilir. Benzer şekilde her ne kadar gerçekleşme ihtimali neredeyse yok denecek kadar az olsa da İran’ın Filistin’de İsrail ile doğrudan çatışma ihtimali de Rusya açısından problemli görülmektedir. Nitekim bu senaryonun gerçekleşmesi Rusya’nın Ukrayna savaşındaki nadir destekçilerinden biri olan İran’ın önceliğini değiştirmesi dolayısıyla Moskova’nın askeri kazanımlarının tehdit altına girmesi şeklinde görülebilir. Dolayısıyla Rusya, Filistin’deki çatışmaların bir an önce son bulmasını veya en kötü ihtimalle bölgesel ölçekte bir savaşa dönüşmemesi adına diplomatik adımlarını sürdürmesi büyük olasılıktır.

Sonuç olarak 7 Ekim sonrası Gazze başta olmak üzere Filistin topraklarında devam eden İsrail işgali ve insan hakları ihlalleri Batı dışı aktörlerin de ilgisini çekmiştir. Filistin’in devletleşmesi yönünden uzun yıllardır destek sağlayan Çin ve Rusya da bu aktörlerin başında gelmektedir. Bu anlamda iki aktör de Batı hegemonyasını dengelemek ve ulusal çıkarlarını öncelemek gibi unsurlara paralel şekilde Filistin politikası takip etmektedir.

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir