Toplumsal yaşamın önemli bir parçası olan kitle iletişim aygıtları siyasal ve kültürel açıdan etkili birer araç haline geldi. Bireylerin bilgi, tutum, duygu ve davranışlarını etkileme gücüne de sahip olan, görsel ve işitsel yönü güçlü olan bu araçlar çok sayıda kişiye ulaşabilmede mühim bir yer tutmaktadır. İnsanları etkileme gücü yüksek olan bu araçlar siyasi yönetimler, kişi ve gruplar tarafından kullanılmakta ve de toplumu yönlendirmektedir. Sosyal ve politik durumlardan etkilenen bu araçlar farklı anlatım biçimlerinde kendilerine yer bulmuşlardır. Bu bağlamda toplumsal olaylar, savaşlar, krizler, çatışmalar, değişim ve dönüşümler resim, sinema, müzik, edebiyat, mimari gibi alanlara konu olmuş ve geniş kitlelere ulaştırılmıştır. Bir anlatım aracı olarak sinema da insanın yaşadığı dünyayı görsel ve işitsel olarak algılamasına katkı sağlar. Dünyanın farklı yerlerinde yaşayan insanlar kendi hikayelerini anlatmak ve toplumsal varoluşlarını sanatın “kurgusal temsilcisi” sinema ile aktarmak için çabalamışlardır.
Geniş kitlelere erişme olanağı olan sinema kimi zaman “eğlenceli” konuları işlerken kimi zaman da bir “propaganda” aracı olarak kullanılabilmektedir. Öyle ki bir toplumu ve onun mücadelesini anlamak için tek başına politik bakış açısı yeterli değildir. Tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi Ortadoğu ülkeleri de bölgede gelişen olayları doğrudan ya da dolaylı olarak yansıtmak için sinema sanatından istifade etmiştir. Politik, siyasi olan estetize edilerek anlatılmaktadır. Gerçeklik kurgusallaştırılarak gözler önüne konmaktadır. “Cetvelle çizilen sınırlar”, göçler, otoriter yönetimler, devrimler, darbeler, etnik ve mezhepsel çatışmalar, Filistin- İsrail meselesi de bölgenin sosyo-politik yapısını göstermekte ve yapılan çalışmalar da bölgenin bu gerçekliğini ortaya koymaktadır. Bölge sinemasında uluslararası sinema alanında Filistin sineması umut ve gelecek vadetmektedir.[1] Filistin sinemasına dair daha çok diasporada yapılan filmeler önemli bir yer teşkil etmektedir. Dağılmış bir halk olan Filistinliler Avrupa’da, ABD’de çektikleri filmler sayesinde yaşadıklarını anlatmaya çabalamaktadır. Filmlere ötekileştirme, toprak gaspı, yerinden edilme gibi politik meseleler konu olmakta ayrıca direniş vurgusu ile toplumsal bellek oluşumu güçlendirilmektedir.
Filistin sineması Edward Said’in deyimiyle “görünmezliğe karşı bir duruş” olarak ortaya çıkmaktadır. Tarihsel süreç içinde Filistinliler batı medyasında çokça yer alan taş atan, “şiddete meyilli halk”[2] görüntülerine karşı koymakta ve bu yazgıya direniş göstermektedir. Dolayısıyla filmlere Filistinlilerin bellekleri altında yatan durumlar konu olmaktadır. Filistin’i Aramak filminde Edward Said, 1948 Büyük Felaket (Nekbe) sonrası geri dönüş umudu taşıyan Filistinlilerin taşıdıkları anahtarlar, yanlarında götürdükleri tapu kayıtları gibi eşyalara yer vererek geçmişle bugün arasında bağ kurarak yaşananları hafızada canlı tutmaktadır. Birçok Filistin’e dair yapılmış filmde olduğu gibi bu filmde de tarihte yaşananların anlatılmasının yanı sıra travmatik olarak hissettirilenlerinde anlatılma çabası vardır. Abdel Salam Shedada’nın Debris filminde Filistinli aileye ait zeytin ağaçlarının İsrail buldozerleri tarafından sökülmesi sahnesinde evin oğlu ağaçlar ile bedeninin kökünden söküldüğü hissiyatını yaşadığını ifade ederek Filistinlilerin ait oldukları topraklardan sürgün edilmesini anlamlı bir şekilde tasvir etmektedir. Söz konusu filmler, belgeseller “sessizlikle geçiştirilen”, görmezden gelinen hatta dünyanın sırt çevirdiği bir “suçun” işgalcilerin uzanamayacağı bir alanda kayıt altına alınması için belgelemektedirler.[3] Filistin sinemasının çağdaş kurucusu kabul edilen Michel Khleifi ise haklı bir dava olan Filistin davasını İsrail’in yaptığı hukuk dışı uygulamaları insan hakları ilkeleri çerçevesinde kamerayı kalem gibi kullanarak dünyaya anlatmanın öneminden bahsetmektedir. Bu bağlamda Fertile Memory filminde İsrail’in Filistinlilere zulmü iki kadının hikayesi üzerinden anlatılıyordu. Filistin sinemasında genellikle işgal altında yaşamaya direniş, sürgün ve kimlik konuları işlenmekteydi. Filistin sinemasına dair önemli bir hususta ulusal anlamda temsil edilme noktasında karşılaştığı zorluklardır. Hristiyan Filistinli olan Elia Süleyman’ın Kutsal Direniş filmi Filistin üzerinden Oscar ödüllerine aday olarak gösterildiğinde akademi tarafından BM tarafından tanınmayan ülkelerin filmleri kabul edilmiyor gerekçesi ile değerlendirmeye alınmamıştır. Bu durumu Dabashi, BM kararlarıyla Filistin’i ikiye bölen yapı iki devletten biri olan İsrail içinde aynı kararları almalı şeklinde açıklamıştı.[4] Akademinin diğer bir gerekçesi de filmlerin değerlendirilmeye alınabilmesi için önce kendi ülkelerinde gösterime girmesiydi. Ancak işgal altında yaşayan ve sürekli İsrail askerleri tarafından kontrol altında tutulan ve de İsrail askerinin sansürünün hâkim olduğu bir ortamda sinema salonlarının bile varlığı pek mümkün değildi. Var olan salonlarda da Filistin özelindeki filmlere yer verilmemekte ve halkın Filistin yapımı filmlere ulaşmasının önü kesilmektedir. 1948 yılındaki Büyük Felaket ve işgalin yıkıcılığı altında kesintiye uğrayan uzun yıllar dünya sahnesinde etkili olmak için çaba gösteren Filistin sineması hayatları direniş ve mücadele ile geçen bir halkın yaşadıklarını sanat yoluyla görünür kılmada anlamlı bir çabaydı.
İsrail sineması da uluslararası toplumda destek bulmak amacıyla sinema sektöründe son yıllarda ivme kazanmıştır. Öyle ki Holokost’un oluşturduğu mağduriyeti kullanan Yahudi diasporası bu trajediden beslenerek çok sayıda filme içerik üretmiştir. Mağduriyeti fırsata çevirme yoluyla Holokost’u anılarda canlı tutmayı başarmışlardır.[5] Özellikle Amerikan sinemasında Yahudi hakimiyeti haklı ya da haksız herhangi bir Yahudi karşıtı eleştirinin yapılmasını engellemektedir. Yahudi soykırımı temalı çekilen onlarca film arasında Schindler’in Listesi ve Piyanist filmleri en popüler olanlardır. Piyanist filminde Yahudilere karşı yapılan soykırıma, eşitsizliğe, adaletsizliğe ve ayrımcılığa yer verirken Nazilerin çocuk, kadın demeden herkesi hedef aldığını dini kimlikleri nedeniyle “ötekileştirmeye” maruz kalan göçe zorlanan ve küçük bir bölge içine hapsedilerek özgürlükleri elinden alınan Yahudi halkının trajedisi anlatılıyor. Ancak ifade edilen tüm bu insanlık dışı muamele ve müdahaleleri bugün Filistin halkının yaşıyor olması da ayrı bir trajedi olarak karşımıza çıkıyor. Bugün de hâlâ İsrail, topraklarının büyük bir bölümünü elinden aldığı halka karşı ayrımcılık, baskı, adaletsizlik insan hakları ihlali, dini alanların kullanılmasının kısıtlanması uygulamaları ile müdahale etmekte haksız muamelelere maruz bırakmaktadır. Kendilerini tarihin en büyük adaletsizliğinin kurbanı olduklarını dile getiren İsrail’in zorbalıkla ele geçirdiği topraklardaki Filistin halkına nasıl bu kadar rahat zulmedebildikleri de ayrı bir konuyu oluşturmaktadır.
Soykırım konusu dışında Yahudileri sempatik göstermeye çalışan çok sayıda dizi ve filmde yapılmaktadır. 2015 yılında İsrail’de yapılan ve online platformlarda yayınlanan Fauda dizisi de son günlerde dikkat çeken bir çalışma olmuştur. Fuada’da İsrail yapımı diğer diziler gibi güvenlik, terör ve istihbarat konularını işlemektedir. İsrailli yönetmen Gideon Raff İsrail yapımı dizilerin ortak özelliklerinin son derece yerel olmaları ve yaşanan olayları kişisel olarak yansıtmaları olduğunu söylemektedir. Çok sayıda ödül alan bu dizi İsrail ordusuna bağlı gizli servisin “mücadelesini” anlatmaktadır. Yazılan yorumlara ve değerlendirmelere bakıldığında dizinin tarafsız ve propaganda yapmadığı genel kabuller arasında ancak daha dikkatli incelendiğinde ve ilerleyen sezonlarda daha açık bir şekilde görülebileceği gibi dizi tek taraflı bir bakış açısıyla yapılmıştır. Bu bağlamda geniş kitlelere hitap eden, politik çıkar ve hedefler doğrultusunda kültürel propaganda amacıyla kullanılan kitle iletişim aracının toplumları yönlendirdiği görülmektedir. Fauda dizisinde de genel anlamda izleyici bu yönlendirme ile ikna edilmiştir. Hedef kitlenin duygu ve düşünceleri etkilenerek dizi, propaganda aracı olarak kullanılmıştır. İsrail bu diziyle göstermek istediği Filistin’i tam anlamıyla yansıtıyor. Yaptığı işgali ve saldırıları haklı göstermek ve uluslararası platformda kendini haklı çıkarmak için sık sık kullandığı argümanlara dizide yer veriyor. Medyada zaman zaman kontrol noktalarında Filistinli bir gencin ya da kadının öldürüldüğü haberlerinin yer alması sonrası açıklamada bulunan İsrail medyası sivil kişilerin bıçaklı eylem yapmaya teşebbüs ettikleri için öldürüldüklerine yer vermektedir. Filistin tarafından yapılan açıklamalarda çoğu kez sivil insanların “keyfi” nedenlerle öldürüldüğü ifade edilmektedir. Dizide de bu iddianın altını doldurmak için “bıçaklı eylemciler”, “militarize edilmiş Filistinli çocuklar” vurgusu yapılmakta ve Hamas “terör örgütü” olarak gösterilmektedir. Yıllardır abluka altında tuttukları, hak ve özgürlüklerinden mahrum bıraktıkları tek taraflı uygulamalara maruz bıraktıkları Filistin halkının da kurtarıcısı rolünü üstlenen İsrail ajanlarını kahraman olarak sunan dizi Filistinlilerden de çabuk kandırılan, birbirlerine kolay ihanet eden bir topluluk olarak bahsediyor. İletmek istediği düşünceyi tamamen kendi ideolojik perspektifinden sunan dizi İsrail’in yaptıklarına meşruiyet kazandırmak maksadıyla algılar inşa edip yönetmektedir.
Son olarak, sinema bazen işgalleri bazen iktidarların uygulamalarını meşrulaştırmak bazen de toplumsal travmaları anlatmak ve de sesini duyurmak isteyenler için bir megafon olarak kullanılmıştır. Filistin sineması bağlamında bakacak olursak yapılan çalışmaların finansal kaynakların yetersizliği, uluslararası kamuoyunda daha da güçlü seslere ihtiyaç olması nedeniyle küresel sömürgelerin propaganda çalışmaları karşısında mücadeleyi sürdürmesi çok da kolay olmamaktadır. Ancak son yıllarda genç Filistinli yönetmenler İsrail zulmünü direniş yöntemiyle duyurmak ve etkili olmak için çalışmaktadır. Hem Filistin’de yaşayan hem de çeşitli ülkelere dağılmak zorunda kalmış olan Filistinliler İsrail’in işgal uygulamalarına karşı protesto ve direniş yöntemlerinde görsel ve işitsel medyayı daha yaygın kullanmaya gayret ediyorlar. Ürdün’de yaşayan Filistinli yönetmen Ömer Rammal’ın Mekan adını verdiği kısa filmi son günlerde işgal politikalarının genişletilmesine karşı Kudüs ve çevresinde başlatılan tehcire yönelik dikkat çekici bir çalışma olarak karşımıza çıkıyor. Rammal, uluslararası filmlerde Filistin imgesinin yüzeysel işlendiğini, “Said’in deyimiyle görünmez kılındığı” İsrail sinemasında ise Filistinlilerin duyguları olmadığı imajının verildiğini ifade etmektedir. Bu propagandaya karşı çektiği kısa filmde sanatı, imajı ve sözü kullanarak sesini duyurmaya çalıştığını ifade eden yönetmen, kısa filminde Yahudilerin gündüz vakti evlerini gasp eden hikayesini işleyerek gerçekte de tüm olayların “gündüz vakti” gibi tüm dünyanın gözü önünde işlendiğini ve kendilerine ait olana nasıl el konulduğunu ortaya koymaktadır. İsrail’in hakkaniyet dışı tavırlar ile bölgeye nasıl zorla yerleştiğini ve bu durumu dünyaya kabul ettirdiğini düşündüğümüzde Filistin’de yaşananlar hakkında hem tarihi hem de güncel konulara dayalı daha geniş kapsamlı çalışmalar her geçen gün daha fazla önem arz ettiğini söyleyebiliriz zira “anlatmadığımız hikayeler düşmanlarımızın malı olur.”
[1] Hamid Dabashi, Filistin Sineması Bir Ulusun Hayalleri, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2006, s.7.
[2] Dabashi, s. 14.
[3] Dabashi, s. 23.
[4] Dabashi, s. 28.
[5] Norman G. Finkelstein, Holokost Endüstrisi, İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi, 2011.