Toplumları bir arada tutan, bir amaç için hareket ettiren en önemli şey ortak duygulardır. Ortak duyguları inşa etme kudretine sahip en temel şeyler ise inançlar, millî duygular, ideolojiler ya da fikrî davalardır.
Evrensel olmayan dinî inançlar, milliyet, ideoloji ya da fikrî davalar oldukça sınırlı düzeylerde duygu birliği oluştururken evrensel mesajı olan dinler, şemsiyesi altına aldıklarının gücü nispetinde bütün sınırları ve toplumsal farklılıkları aşarak çok büyük coğrafyaları kendi duygu çemberlerine dâhil ederler.
Kıtaları aşarak birbirinden farklı kültürleri sınırlarına dâhil etmiş bütün büyük imparatorlukların yolu, mutlaka evrensel mesajı olan bir dinle kesişmiştir. Eğer böyle bir ittifak olmasaydı ne Roma ne Selçuklu ne de Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük devletlerden söz edilebilirdi. Her ne kadar bugün Aydınlanma Çağının dayattığı seküler bakış açılarının kısır ve iflas etmiş anlayışları, dini “gelişmenin önündeki engel” gibi sunsalar da büyük devletleri zirveye çıkaran tarihteki en temel hakikat dinî inançlar olmuştur. Pagan dönemde bile krallar ana meşruiyet kaynağı “ilahi” olana dayandırdıkları için toplumları kendilerine biat ettirebilmişleridir. Zira en temel hakikatlerden biri kitleleri etkilemenin yolunun duygulardan geçtiğidir. Hz. Mevlâna bu gerçeği; “Aynı dili konuşanlar değil aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır” sözüyle anlaşılır kılmıştır. İnsan sadece akıllı bir varlık olsaydı kitleler halinde yönlendirilemezdi. Siyasetçilere, şairlere, yazarlara, din adamlarına, sanatçılara kitlelere erişme gücünü veren en önemli şey duygudur. Duygusuna dokunamadığınız bir insanı kendinize bağlama ihtimaliniz olamaz.
İşte İslâm dini; dili, rengi, ırkı, coğrafyası, kültürü farklı milyonlarca insanı evrensel mesajıyla etkilediği, duyguları coşturduğu için aynı amaç etrafında yönlendirebildi. Dinleri, ideolojileri, fikrî dava birlikteliklerini ortadan kaldırın bakalım ortada amaçsız kuru kalabalıktan başka ne kalabilir. Tek başına bütün ilmî birikimini yüklenmiş biri sadece kanıtlarla zihinleri ikna ederek arkasından sürükleyebilir mi? Duygusu farklı bir komutanı, ordusu takip edebilir mi? Bir ideolog, taraftar bulabilir mi? Bir din adamı, cemaatine yön verebilir mi? Daha öteye gittiğinizde ve alanı daralttığınızda aşkla gelen bir evlilik ya da uğrunda fedakârlık yapılan evlatlar, arkadaşlıklar olabilir mi?
Savaş hali dâhil, insanın coştururken de sustururken de müziğe başvurması ilk çağlardan itibaren keşfedilen duygularla ilgilidir. Duygu, tarih boyunca ya kötülerin elinde önemli bir yıkım ve istismar aracı olmuş ya da iyilerin elinde yaşatan, inşa eden hayat kaynağı. Adeta bir TV ya da radyo frekansı gibi görünmeden ulaşabildiği her yürekte ve zihinde, dayandığı ahlak ya da vicdan ne ise onun propagandasını yapabilmiştir. Duygular elbette ulaştıklarını ilmi, sosyolojik, psikolojik durumuna göre etkilemiştir. Cahilde oluşturduğu etkiyle, filozoftaki aynı olmamıştır. Duygular zirvede iken akıl ve düşünce en dip noktasına eriştiği için kötü niyetliler bu çelişkiyi hep kendi amaçları için kullanmışlardır. Henüz fikrî olgunluğa erişememiş gençlerin bütün sokak hareketlerinin yakıtı olarak kullanılması da bu gerçeğe dayanıyor.
Duygu Hattımız Parçalanıyor
Duygular aynı frekansta yaşamayı gerektirdiği için kötü niyetliler, sürekli sinyal dağıtıcılar kullanır ve toplumları provoke ederek kaosa sürüklemeye çalışırlar. Birbirleriyle frekansı kesilen bireyler ise artık yabancı ve parazit frekanslara açık hale gelirler. Öyle inanıyorum ki Osmanlının çöküşünü hazırlayan sinyal dağıtıcılar Müslümanların aynı frekansta ya da duygu hattında kalmasını engelleyerek en büyük zaferlerine ulaştılar. Dün misyonerleriyle yaptıkları bu sinyal dağıtma işlemini bugün çok daha sofistike araçlarla yapıyorlar ve daha hiç frekans hattına dahil olamamış yeni nesilleri, neredeyse bebeklik çağında etkiliyorlar. İnternet ve sosyal medyanın parçaladığı ortak duygu frekansı bugün sadece İslâm coğrafyasının bütünlüğünü değil, çok daha mikro alandaki ailemizin bütünlüğünü de derinden tehdit ediyor. Her bir Müslümanın ya da aynı aile bireylerinin yaşam tarzındaki antagonizmalar, dikotomiler bile komut sinyallerinin, İslâm anlayışı çerçevesinde olmadığının net bir göstergesidir.
Bana göre bugün yaşadığımız fizikî parçalanmanın arkasında yatan en önemli şey, işte parçalanan duygu hattıdır. Kaynağını bilmediğimiz sayısız frekansın oluşturduğu parazitler sebebiyle artık sadece aynı dili koşuşmamanın engeliyle değil, aynı duyguyu da paylaşamamanın ürettiği darmadağınıklığı yaşıyoruz. Tıpkı meydana toplanmış milyonlarca iletişimsiz ve kontrolsüz kalabalıklar gibi birbirimizi eziyor ve tıpkı bir sel gibi önümüze kattığımız ne varsa sürükleyip yatağından dışarı atıyoruz.
Çatlayan duygu hattı artık kontrolsüz kalabalıklar üretiyor ve Müslümanlar sayılarının gücünü rakibine değil de kendilerine karşı kullanıyorlar. Gazze’de yaşananlar bunun en acı örneği değil mi? İslâm coğrafyasının parçalanmış hali temelde bir duygu ve ruh parçalanmasıdır kuşkusuz. Artık toplu vuramayan yüreklerin sosyolojik anlamda bir kalabalığa dönüştüğü acınası bir görüntü vardır orta yerde. Bütün sinyal dağıtıcıların üzerine çıkacak, çok güçlü bir sinyal ile yeni bir duygu hattı kurabilecek güçlü liderlikler üretene kadar da bu acılara göğüs germek zorunda kalacak olmak, gerçekten üzücüdür. Bu zeminde en önemli beklentinin kaynağı olan Türkiye’ye, çok büyük bir sorumluluk düşüyor. O sebeple sinyal dağıtıcıların en büyük hedefi olmaya da devam ediyor. Arık duygudaşlığı kaybolmuş yığınların ürettiği selin önünden çocuklarımızı ve onların geleceğini kurtarmak için çok daha fazlasına ihtiyaç var.
Fiziki sınırlarını kendi içinde bile koruyamayan Müslüman ülkelerin, sınır tanımayan din kardeşliği duygusuna yeniden erişebilmesi umuduyla…