İslam’ın Yardımlaşma Çağrısına Çalınan Anadolu Mayası; Fedakârlık
İslam’ın tebliğ edildiği andan itibaren Cahiliye Dönemi’nde bir cazibe merkezi hâline gelmesini, insanların akın akın bu yeni dine girmelerini temin eden en önemli özelliğinin yardımlaşma anlayışındaki devrim niteliğindeki yaklaşımının olduğu söylenebilir. Günümüz açısından da oldukça değerli olan bu yaklaşımın evrensel boyutta yaygınlaştırılmasının dünyanın daha yaşanılabilir bir yer hâline gelmesi açısından çok önemli bir vizyon ortaya koyacağını ifade etmek gerekir. Gerçi ülkemizde var olan İHH, Deniz Feneri, İddef, Hüdayi ve Cansuyu gibi vakıflarımızın bu misyonu ortaya koyan çok önemli çalışmalarının olduğunu sevinerek müşahede etmekteyiz. Diğer taraftan devletimizin de gerek TİKA ve Kızılay gibi kurumlarıyla gerekse ilgili vakıf ve derneklere verdiği destekle bu misyona uygun hareket ettiğini de görmek bizleri mutlu ediyor. Ancak dünyada var olan o kadar çok zulüm ve haksızlık karşısında âb-ı hayat mesabesinde bu faaliyetlerin ancak bir can suyu olarak kaldığını, bu anlayışın başta İslam dünyası olmak üzere tüm insanlığa mal edilmesi gerektiği izahtan vareste bir durumdur.
Hz. Peygamber’in İslam tebliğine başladığı Mekkeli Araplar arasında da yardımlaşma anlayışının olduğu bilinmektedir. Ancak bu dönemin Cahiliye Dönemi diye adlandırılmasında önemli bir ölçek olan, birçok İslami ve insani kavramın içini boşaltma ve bunları kendi heva ve hevesine göre yeniden anlamlandırma şeklindeki manipülatif tavrın yardımlaşma anlayışının dönüşümünde de etkili olduğu görülmektedir. Gerek Kur’an-ı Kerîm gerekse Hz. Peygamber’in hadislerinde yer verilen önceki ümmetlere dair kıssaların bize verdiği en önemli mesajın din ile olan münasebetimizde karşılaşacağımız muhtemel problemlere karşı uyanık olma hassasiyeti olduğunu söyleyebiliriz. Hz. Peygamber’in İslam ümmetinin de önceki ümmetlerin düştüğü hatalara aynısıyla düşebileceği, hatta onların kertenkele deliğine girdiklerini görseler onlar gibi Müslümanların da bu tür işler yapabileceğine dair bir uyarısı bu anlamda önemlidir. Zira Buhârî ve Müslim tarafından rivayet edildiğine göre Ebu Saîd el-Hudrî (ra.) Allah Resulü’nün (sas.) şöyle buyurduğunu aktarmıştır : “Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz. Onlar kimsenin giremeyeceği küçük bir kertenkele deliğine girmişseler, siz de onları takib edeceksiniz.” (Hz. Peygamber’in gelecekle ilgili bu ürpertici açıklaması üzerine biz sahabilere) sorduk : “Ya Rasulallah! (İzlerini takib edeceğimiz bu topluluklar) Yahudiler ve Hristiyanlar mı olacak?” Şöyle buyurdu: “Ya başka kimler olacaktı?” (Buhârî, Enbiya 50; Müslim, İlm 6). Bu hadiste Hz. Peygamber aslında insanların içindeki manipülasyon tavrının, formu değişse de özü itibariyle benzer olduğuna işaret etmektedir.
Bu noktada acaba İslam dini de tahrif edilecek mi? şeklinde bir istifham oluşabilir. Ancak gerek Allah azze ve celle’nin “Bu zikri biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr, 15/9) buyurarak bu dini koruyacağını ifade etmiş olması gerekse Hz. Peygamber’in “Ümmetimden Allah’ın emrini yerine getiren bir topluluk sürekli bulunacaktır. Onlara muhâlefet edenler asla onlara zarar veremeyecektir. Allah’ın kıyamet emri gelinceye kadar bu topluluk insanlara karşı böyle galip hâlde bulunacaktır.” (Buhârî, Menâkıb 28, Tevhid 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/101.) şeklindeki beyanları bu ihtimali ortadan kaldırmaktadır. Böylece İslam ümmetinin diğer ümmetlerden farkının içlerinde kıyamete kadar hak üzere bulunacak bir topluluğun mutlaka bulunacağının ilahi garantiye alınması olduğu söylenebilir. Şayet bu ilahi garanti olmasaydı bizim de önceki ümmetler gibi dinimizi tahrif etmemiz kaçınılmaz olacaktı. Dinlerin tahrifinde Kuran’da yer alan en önemli manipülasyon yöntemlerinden biri de işte bu kavramların içeriklerinin dönüştürülmesidir. Bu çerçevede Yahudilerin kelimelerin anlamlarıyla oynamak şeklinde bir tahrif/manipülasyon yöntemini kullandıkları anlaşılmaktadır (Mâide, 5/13). Günümüzde hâlen daha manipülasyonu dünyada sistemli bir hâle getiren medya sektörünün başat aktörlerinin siyonist Yahudiler olması bu açıdan dikkat çekicidir. İşte Cahiliye Dönemi’nde de Hz. İbrahim’in tebliğ etmiş olduğu ilahi hakikatlerin; inanç, ibadet ve ahlak esaslarının bu şekilde tahrif edildiği ve Hz. Peygamber’in bu sebeple, tahrif edilen, içi boşaltılan kelime ve kavramların aslını ortaya koymak için gönderildiği söylenebilir.
Cahiliye Dönemi’nde yardımlaşma anlayışının da bu çerçevede içinin boşaltıldığı, farklı bir alana evrildiği görülmektedir. İnsanlar kabileciliğin hâkim olduğu bu cahilî toplumda yardımlaşmayı da kendi ırk, kabile ve aşiretleriyle sınırlı hâle getirmiş, başkalarının ihtiyaçlarıyla ilgilenmemişlerdir. Cahiliye Dönemi’de inanç alanında nasıl Hz. İbrahim’in tebliğ ettiği perspektifin Haniflik şeklinde cılız bir temsili söz konusu olmuşsa aynı şekilde Hz. Peygamber’in de içinde yer aldığı Hilfü’l-fudûl girişiminin de içi boşaltılmamış bir yardımlaşma anlayışının ürünü olduğunu söylemek mümkündür. Hatta Hz. Peygamber risalet görevinden sonra da aynı girişim söz konusu olsa tekrar elini taşın altına koyacağını ifade etmiştir. Bu meyanda şöyle buyurmuştur : “Abdullah b. Cud‘an’ın evinde yapılan antlaşmaya ben de katıldım. Benim için o antlaşmada bulunmak, kırmızı tüylü deve sürülerine sahip olmaktan daha sevimlidir. Orada Hâşim, Zühre ve Teym oğulları denizler bir kıl parçasını ıslatacak kadar suya sahip oldukça mazlumlarla birlikte olmaya ant içmişlerdir. Ben o antlaşmaya bugün dahi çağrılsam icabet ederim.” (İbn Hişâm, es-Sîretu’n-nebeviyye, 1/111).
Bununla birlikte yardımlaşma anlayışının cahiliye Dönemin’de kabile ve ırk merkezli bir iç destek mahiyetine dönüştüğü görülmektedir. Ancak İslam ile birlikte yardımlaşma kavramı da aslına rücu ettirilmiş ve mazlum olan herkese, yardıma ihtiyacı olan sadece insan değil, bütün canlılara yönelik bir erdem olarak belirlenmiştir. Bu mahiyetteki ayet ve hadislerin sayısı hem çok hem de genel çerçevesi herkes tarafından bilinmektedir. Ancak en son ifade etmiş olduğumuz bütün canlılara yönelik yardım etmeyle ilgili şu iki rivayet İslam’ın yardım mefhumuna bakış açısının ne kadar çağlar üstü olduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir;
- Peygamber (sas.) şöyle buyurdular : “Bir adam yolda, yürürken susadı ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya rastladı. İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine ‘Bu köpek de benim gibi susamış.’ deyip tekrar kuyuya inip, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah onun bu davranışından memnun kaldı ve günahlarını affetti”. Rasulullah’ın (sas.) yanındakilerden bazıları “Ey Allah’ın Rasûlü! Yani bize hayvanlar (a yaptığımız iyilikler) için de uhrevi bir karşılık mı var?” dediler. Hz. Peygamber (sas.); “Evet! Her ‘yaş ciğer’ (sahibi) için uhrevi bir karşılık vardır.” buyurdu.” (Buhârî, Şirb 9, Vudû 33, Mezâlim 23, Edeb 27; Müslim, Selâm 153).
- İbni Ömer’in (radıyallahu anhumâ) rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşeratından yemeye de salmamıştı.” (Buhârî, Bed’ü’lhalk 17; Müslim, Birr 151).
Görüldüğü gibi İslam yardım kavramının içini asli çerçevesine oturtmuş ve temelini Allah’ın yarattığı tüm varlıklara karşı şefkat şeklinde belirlemiştir. Dolayısıyla bu yardım anlayışının dini, dili, ırkı, cinsiyeti ve insan olup olmaması gibi bir kriteri yoktur. Mazlum ve yardıma muhtaç tüm varlıklar, Allah’ın halifesi olan ve gücü yeten insana zimmetlenmiştir. Hz. Peygamber’in ortaya koyup temelini attığı bu yardım anlayışı daha sonra kurumsallaşmış ve İslam medeniyetinin diğer medeniyetlerden ayrışmasında başat rol oynayan vakıf müesseseleri geliştirilmiştir. Bu noktada 600 yıl boyunca dünyaya adaletiyle nizam veren Osmanlı’nın bir vakıf medeniyeti olduğu dillere pelesenk edilmiş bir hakikattir. Bu vakıfların yelpazesine bakmak İslam’ın yardım kavramını nasıl algıladığını göstermesi açısından yeterli olacaktır. İşte bu vakıflardan destek sağladığı alanlardan bazıları şunlardır; Cami, mescid, tekke, zâviye ve türbelerin inşâ ve bakımı, kuyular, su yolları, su kemerleri, çeşme ve sebiller; aşevleri, çocuk emzirme ve büyütme yuvaları; efendileri tarafından azarlanmaması için, hizmetçilerin kırdıkları kâse ve kapların yerine yenilerini almak; yaşlı ve kimsesiz hanımları korumak; yetim kızlara çeyiz hazırlamak; kanadı kırık leyleklerin bakımı (bkz. Tarihte İlginç Vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, İstanbul, 2012).
Hz. Peygamber’in Fedek arazilerini vakfederek ihdas etmiş olduğu bu yardımlaşma anlayışının kurumsallaşmış halini bir medeniyet enstrümanı hâline getirmenin bizlere nasip olduğunu tahdis-i nimet kabilinden ifade etmek yanlış olmasa gerektir.
Bu millet tarihin her döneminde yardıma muhtaç olanlara elinden gelen her türlü katkıyı sağlamak hususunda destanlar yazmıştır. 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli vuku bulan asrın felaketi dediğimiz deprem afetinde de millet olarak bu anlayışı bir kez daha ortaya koymuş bulunmaktayız. Bu destansı çaba Hz. Peygamber’in ortaya koyduğu yardımlaşma perspektifinin Anadolu insanının katmış olduğu fedakârlık mayasıyla birleşmesi neticesinde ortaya çıkmıştır. Anadolu insanını diğer coğrafyalardan ayıran en önemli özelliklerin başında Hz. Peygamber’e olan katıksız sevgileri ve kıymet verdikleri şeylere karşı ortaya koydukları nihayetsiz fedakârlık duygularıdır. Bu ikisinin birleşmesi bizi yıkılmaz bir kale hâline getirmektedir. Elbette bu iki duyguyu besleyen başka köşe taşı değerlerimizin olduğunu da ifade etmek gerekir. Bunların başında musibet anlarında sarılmış olduğumuz tevekkül ipi gelmektedir. Hem musibete uğrayan insanımız hem de varıyla yoğuyla yardıma koşan Anadolu insanının bu tevekkül anlayışıyla hareket ettiğini bir kez daha bu deprem sebebiyle tescillemiş olduk. Deprem bölgesine intikal eden ekiplerin ilk karşılaştıkları ve yaşadıkları şok hâliyle anlam veremedikleri şey insanların yaşamış oldukları sarsılmaz tevekkülleri olmuştur. Buna dair herkes gerek görsel gerekse sosyal medya aracılığıyla onlarca hikâye okumuş ve izlemiştir. Diğer taraftan çocuklarının ekmek parasını depremzedelere gönderen teyzelerin yaslandıkları en sağlam dayanağın da işbu tevekkül duvarı olduğu görülmektedir.
Rabbim bizleri bir daha bu büyüklükte musibetlerle imtihan etmesin! Bize nasip etmiş olduğu bu yardımlaşma ve fedakârlık anlayışını çocuklarımıza, torunlarımıza ve bizden sonraki nesillere de aktarma imkânı versin! Bizleri müttakilere imam eylesin, hak ve hakikatten ayrılan nesillerin ataları eylemesin! Amin, Amin, Amin…