İslâm İşbirliği Teşkilatı (İİT) İslâm Konferansı Örgütü (İKÖ) olarak kurulduğu yıldan bugüne İslâm dünyasını uluslararası siyasette temsil eden en büyük ve prestijli uluslararası aktördür. Teşkilatın kurucu metni olan Şart’ına, İslâm Zirvesi adını taşıyan en üst karar organında alınan kararlara bakıldığına çok güçlü bir misyona ve söylem gücüne sahip olduğu görülmektedir. 1,8 milyarlık İslâm dünyasının ana gündemlerinin başında gelen Filistin meselesinin en büyük uluslararası hamisi olması, bazı üye devletlerin uluslararası siyasetteki ve ekonomideki güçlü pozisyonları, ayrıca Müslüman coğrafyadaki insani ve ekonomik yardımları ve kültürel faaliyetleriyle Teşkilat, yüksek bir profile sahiptir. Ancak bütün bunlara karşılık İİT İslâm dünyasında yaşanan krizleri çözmekte, Müslüman coğrafyaya yönelik fiziki ve psikolojik saldırıları önlemekte, küresel değişikliklere ayak uydurmakta yetersiz kalmaktadır. Müslüman toplumların yüzleşmek durumunda kaldığı sorunlara yönelik yapısal ve köklü çözümler üretmek yerine geçici çözümlerle yetinmesi, söylemde güçlü ancak pratikte işlevsiz yapısıyla İİT, İslâm dünyasının siyasi bütünlüğü fikrini gerçekleştirmekten oldukça uzaktır. Bununla birlikte İİT, farklı coğrafyalardaki Müslüman azınlıkların takibi ve desteklenmesi, azgelişmiş Müslüman toplumlara yönelik yardım faaliyetleri, sınırlı da olsa üyeleri arasındaki sorunların çözümünde arabuluculuk girişiminde bulunması ve İslâm dünyasında entelektüel faaliyetleri teşvik etmesi bakımından oldukça faydalı bir uluslararası örgüttür.
İİT İslâm Dünyasının “Siyasi” Temsilcisi Olabilir mi?
“İslâm dünyası”, “İslâm âlemi” ya da “Müslüman dünya” kavramları teritoryal bir tanımla İslâm devletlerinin, nüfusunun çoğu Müslüman olan devletlerin, bir devlete sahip olmayan Müslüman azınlığın yaşadığı coğrafyayı ifade etmektedir. Bugün İslâm dünyası Asya, Afrika, Avrupa ve Güney Amerika’da medeniyet havzalarına, kıymetli madenlere ve yer altı kaynaklarına, ticari geçiş güzergahlarına sahip konumuyla jeostratejik önemde geniş bir coğrafyaya tekabül etmektedir. Bu cazibeli yönüyle küresel siyasette Müslüman olmayan dünyanın sürekli ilgisine, etkisine ve müdahalesine maruz kalmaktadır.
Hz. Peygamber (sav) ve dört Halife dönemi dışında İslâm dünyasında siyasi birlik, tek bir devletin otoritesi altında hiçbir zaman sağlanamamıştır. Emevilerle başlayan dönemde hilafet sancağı altında İslâm dünyasına önderlik etme misyonu Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına kadar devam etmiş, ancak bu süre zarfında İslâm dünyasının tek bir bayrak altında birleşmesi söz konusu olmamıştır. Halifelik makamının 1924’te TBMM tarafından kaldırılmasıyla oluşan boşluğu doldurmak amacıyla fikrî zemini 19. yüzyıla uzanan ittihadı İslâmcı, ümmetçi, Panislamist bazı girişimler gerçekleşmiştir. 1926’da Dünya İslâm Kongresi adıyla Mekke’de Pan-islamizm fikrî zemininde bir uluslararası sivil toplum kuruluşu (NGO) kurulmuş, bu yapı 1965’te Müslümanların bir uluslararası örgüt çatısı altında bir araya gelmesi fikrini yeniden güdeme getirmiş, ancak 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda (Altı Gün Savaşı) İsrail’in Arap devletlerini mağlup etmesi ve Kudüs’ü de kapsayacak şekilde topraklarını neredeyse dört katına çıkarması bu girişimi sekteye uğratmıştır.
İslâm’ın ilk kıblesi ve üç mukaddes mabedinden birisi olan Mescid-i Aksa’nın 21 Ağustos 1969’da bir Yahudi tarafından kundaklaması İslâm dünyasında büyük infiale neden olmuş, Suudi Arabistan Kralı Faysal ve Fas Kralı Hasan’ın girişimiyle olaydan bir ay sonra Rabat/Fas’ta İslâm Zirvesi toplanmıştır. İslâm Zirvesi’nin ardından 1970’te Dışişleri Bakanları Konferansı Cidde/S.Arabistan’da düzenlenmiş ve 1972’de İslâm Konferans Örgütü (İKÖ) Şart’ı imzalanmıştır. Böylece uluslararası hukuki kişilik kazanan yapı uluslararası bir örgüt olarak faaliyetlerine resmen başlamıştır. İslâm dünyasının menfaatini korumak ve işbirliğini geliştirmek amacıyla faaliyetlerine başlayan İKÖ, 2000’li yıllarla birlikte değişen uluslararası sisteme uyum sağlamak amacıyla 2005 yılında kapsamlı bir reform süreci başlatmış, 2008’de kuruluş metni olan Şart’ı yenilemiş, 2011’de ismini ve logosunu İslâm İşbirliği Teşkilatı (İİT) olarak değiştirmiştir.
İİT üye ülkeler arasında işbirliği ve dayanışmayı geliştirmekte, Müslüman dünyayı ilgilendiren konuları gündemine alarak bu konuların fikir birliğine bağlanması konusunda önemli bir platform hüviyetindedir. İİT İslâm dünyasında ekonomik, kültürel, bilimsel alanlarda birçok konuyu takip etmekte, destek sunmakta ve işbirliğini ilerletmektedir. Ayrıca üyeleri arasındaki sorunlarda arabuluculuk faaliyetiyle ihtilafların çözümüne de katkı sunmaktadır. 1970’te Ürdün ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), 1974’te Pakistan ve Bangladeş arasındaki sorunların çözülmesinde olduğu gibi.
Ancak 7 Ekim 2023’te başlayan olaylar, İsrail’in uluslararası hukuka ve insan haklarına aykırı saldırıları sonrasında Gazze’de yaşananlar İİT’nin İslâm dünyasını uluslararası alanda temsil etme, siyaseten birleştirme söylemini yeniden tartışmalı hale getirmiştir. Çünkü İİT İsrail’in 8 Ekim’de hedef gözetmeden başlattığı hava saldırısından ancak bir ay sonra, 11 Kasım 2023’te 8. Olağanüstü İslâm Zirvesi’ni toplayabilmiştir. Zirvede İsrail açıkça kınanmış ve acil ateşkes çağrısı yapılmış, Gazze’de ateşkesi sağlamak amacıyla Türkiye’nin de yer aldığı bir Temas Grubu oluşturulmuş, ancak İsrail’i caydırıcı herhangi bir somut girişim ya da yaptırım kararı çıkmamıştır. İslâm dünyasını uluslararası alanda temsil eden İİT’nin retorik yoğun sert üsluplu açıklamasına rağmen, herhangi bir somut girişimde bulunmaması Müslüman dünyada ciddi eleştirilere neden olmuştur.
Çünkü Filistin meselesi bizzat İİT’nin kuruluş amacı ve varlık nedenidir. İİT 1969’da düzenlenen ilk İslâm Zirvesi’ne Filistin Kurtuluş Örgütü’nü gözlemci olarak davet etmiş, kuruluş Şartı’nda Teşkilat merkezinin “Kudüs özgürleşinceye kadar” Cidde’de yer alacağını belirtmiş (1969 İKÖ Şartı, md. 4.5), teşkilat yapısında Kudüs Komitesi isimli bir daimi komite oluşturmuş, Ramallah’ta bir temsilcilik ofisi açmıştır. İİT’nin en yüksek karar alma organı olan İslâm Zirvelerinin gündemlerinin başında hep Kudüs, Mescid-i Aksa ve Filistin meselesi olmuştur. Ayrıca İsrail’le Camp David Antlaşması’nı (1978) imzalaması üzerine Mısır, Arap dünyasınca Filistin davasına ihanetle suçlanmış, Mısır’ın İİT üyeliği 1979-1984 tarihleri arasında askıya alınmıştır. İİT’nin Filistin meselesine verdiği bunca ehemmiyete rağmen Gazze’de son yaşananlar karşısındaki pasif tutumu, üye devletler arasındaki tutarsızlık ve İsrail’e karşı yapılacak sert tedbirlerde uzlaşma sağlanamaması İİT’yi eleştirilerin odağına koymuştur.
İİT bu haliyle varlık nedeni olan ve ana misyon olarak yüklendiği Filistin meselesini çözmekte henüz bir ilerleme kat edememiştir. İsrail, hukuksuz işgal ettiği topraklarda varlığını devam ettirmekte, Müslümanlar özgürce Mescidi Aksa’da ibadetlerini gerçekleştirememekte, Batı Şeria’daki parçalı teritoryal yapı çözüme kavuşmamış vaziyette beklemekte ve Gazze şeridine yönelik ambargo ve işgal sonlandırılamamış durumdadır.
Dünya genelinde yaşanan çatışmaların çoğu Müslüman coğrafyada cereyan etmekte ve İİT bu konularda etkili olamamaktadır. Özellikle acil sorunların çözümünde yetersiz kalmaktadır. Bu koşullar İİT’nin meşruiyetinin ve varlığının ciddi anlamda sorgulanmasına neden olmaktadır. İİT, BM’den sonra en çok üyesi olan ikinci uluslararası örgüt olarak BM Genel Kurulunda dahi ortak hareket etme, blok halinde oy kullanma ve böylece söylem üstünlüğünü ele geçirme fırsatlarını değerlendirememekte; üyelerinin toplu olarak hareket etmelerini sağlayamamaktadır. İİT küresel sistemde meydana gelen ve çoğu doğrudan Müslüman coğrafyayı etkileyen konular karşısında adeta felç olmuş durumda.
İİT’nin İslâm dünyasının uluslararası siyasetteki gerçek temsilcisi olmasını zorlaştıran teşkilat yapısından kaynaklanan kurumsal, üye devletlerden kaynaklanan siyasi, bir de faaliyetlerinden ve yöntemlerinden kaynaklanan zayıflıkları vardır.
İİT’nin Kurumsal Zayıflıkları
Kurulduğu ilk yıllarda İslâm Zirvesi, Dışişleri Bakanları Komisyonu ve Genel Sekretarya’dan müteşekkil yalın bir teşkilat yapısı varken, zamanla oluşturulan yeni birimlerle İİT oldukça geniş, hacimli ve karmaşık bir yapıya dönüşmüştür. 2008’de kabul edilen yeni Şart’ta Teşkilatın organları on bir başlıkta sıralanmıştır: İslâm Zirvesi, Dışişleri Bakanları Konseyi, Daimi komiteler (4 adet), Yürütme Komitesi, Uluslararası İslâm Adalet Divanı, Bağımsız İnsan Hakları Daimi Komisyonu, Daimi Temsilciler Komitesi, Genel Sekreterlik, Yardımcı organlar (7 adet), Uzman kuruluşlar (10 adet), Bağlı kuruluşlar (21 adet). Bunlar dışında başka uzman birimlere de sahip olan İİT’de daimi komiteler, yardımcı, uzman ve bağlı kuruluşların faaliyet alanlarında da çakışmalar yaşanmaktadır.
İslâm dünyasının hemen her gündemiyle ilgilenmek amacıyla bünyesinde onlarca yeni organ ve uluslararası örgüt oluşturan, bu yönüyle de BM’yi andıran İİT’nin karar alma mekanizması ve işlevleri de bir o kadar hantallaşmıştır. Kurumsallaşmayla artan bürokratik işlemlerin üstesinden gelecek profesyonel personel istihdamı da gerçek anlamda 2005’te başlatılan reform ile peyderpey giderilmeye çalışılmaktadır. Diğer taraftan faaliyetlerin icrasını mümkün kılan teşkilat bütçesinin sürdürülebilirliğinin temininde yaşanan aksaklıklar İİT’nin zayıflıklarından bir diğeridir. Ayrıca aidat ödemelerindeki düzensizliklerden dolayı Teşkilat finansmanının bazı ülkelerce daha fazla üstlenilmesine, böylece finansmanı yüklenen üye devletlerin Teşkilat üzerindeki tesirinin de artmasına neden olabilmektedir.
Üye ülkelerin kralları, devlet ve hükümet başkanlarından oluşan, olağan koşullarda üç yılda bir toplanan İslâm Zirvesi, İİT’nin en üst karar organıdır. Bu haliyle İslâm Zirvesi küresel siyasette istikrarsızlıklarla boğuşan ve kronik sorunlar yaşayan Müslüman coğrafyadaki hızlı değişimlere ayak uydurmakta geç kalmaktadır. Acil durumlarda toplanan olağanüstü zirveler dışında İslâm Zirvesi’nin yılda bir toplanması, 11 Eylül olayları ve özellikle de 2008 küresel finansal kriz sonrası küresel yönetişim sisteminde yaşanan krizler, değişim, dönüşüm ve düzensizlik döneminde küresel siyasetteki değişime ayak uydurabilmek açısından elzem görünmektedir.
Son olarak İİT’nin Asya, Afrika, Avrupa ve Güney Amerika’ya yayılmış 57 üyesi nedeniyle ilgilenmek durumunda kaldığı coğrafya oldukça geniş bir alanı kapsamakta, bölgesel problemlere odaklanmakta sorun yaşanmaktadır. Teşkilat üyeler dışında üye olmayan devletlerde yaşayan Müslüman azınlıklarla da ilgilenmek durumundadır. Ayrıca üyelerinin 23’ünün BM’nin ülke gelişmişlik sıralamasındaki “En az gelişmiş ülke” (LDC) kategorisinde bulunması da İİT’ye üye ülkelerin desteklerini oldukça sınırlandırmaktadır.
İİT Üyelerinden Kaynaklanan Siyasi Zayıflıklar
Üye devletlerin farklı siyasi kimliklere ve tarihî geçmişe sahip olması İİT’nin işlevselliğini olumsuz etkilemektedir. Üyelerin çoğunluğu kolonyal dönemde Batı tarafından sömürülen ve bağımsızlıklarını 1950’li yıllarla birlikte kazanmaya başlayan devletlerdir. Bazı üyeler ise Osmanlı Devleti’nin dağılmasıyla bağımsızlığını ilan ederken, bunlardan bir kısmı Batı’nın manda rejimleri altında yönetilmeye devam etmiş ülkelerdir. Bir kısmı ise SSCB’nin dağılması ile bağımsızlığını kazanmış devletlerdir. Bu nedenle İKÖ’nün kuruluş sürecinin yaşandığı 1970’lerdeki Soğuk Savaş atmosferinde üye devletler uluslararası siyasetteki Batı (Birinci Dünya), Doğu (İkinci Dünya), Güney ya da Bağlantısızlar Hareketi (Üçüncü Dünya) gibi siyasi, ideolojik, ekonomik ve kültürel farklı bloklar içerisinde bulunmaktaydı. Bugün ise bu üyelerin bir kısmı Batı ile daha yakın ve bağımlılık esaslı ilişkilere devam ederken, diğer kısmı Batı dışı küresel Güney ya da yükselen güçlerin oluşturduğu gruplara dâhil olarak dünya siyasetinde yer almaktadır.
Yukarıda kısaca izah edilen ideolojik ve siyasi farlılıklara ek olarak Arap devletleri (seküler milliyetçi, Sünni ya da Şii vb. alt fraksiyonları da unutmamak kaydıyla), Afrikalı devletler (Anglofon, Frankofon Afrika vb. alt fraksiyonları da unutmamak kaydıyla), Körfez devletleri, Türk devletleri gibi tarihî, etnik, kültürel alt gruplar da bulunmaktadır. İlaveten, Ortadoğu siyasetindeki teopolitik boyut olarak Sünni-Şii ayrımı, Vahhabilik, Selefilik, Haricilik vb. diğer mezhepsel farklılıklar, üye devletlerin yönetim sistemleri ve rejimlerinden kaynaklanan farklılar da mevcuttur. Bu kadar fazla farklılığa rağmen İİT üye devletleri “Özgür Kudüs” motivasyonu ve İslâm dünyasında işbirliği amacıyla bir araya getirebilmiştir.
Bununla birlikte bu farklılıklardan kaynaklanan kutuplaşmalar, üye devletlerin ulusal çıkarlarını İİT’nin ortak çıkarlarından üstün tutmasıyla sonuçlanabilmektedir. Yani üyeler İİT’nin İslâm dünyasının ortak menfaatine yönelik bir faaliyetini ekonomi politik, reel politik, ideolojik, mezhepsel ya da alt-kimlikleri sebebiyle diğer üyelerle yaşadığı rekabet ve uyuşmazlık nedeniyle desteklemekten imtina edebilmektedir. Bir uluslararası örgüt olarak İİT, üye devletlerin ulusal çıkarları yerine, Teşkilatın ortak çıkarlarını gerçekleştirebildiği ölçüde başarılı ve etkili olabilir.
İİT’nin Geçici Çözümleri Tercih Etmesi ve Faaliyetlerindeki Kimi Tutarsızlıklardan Kaynaklanan Zayıflıkları
İİT Şartı’nda da geçtiği üzere, teşkilat İslâm dünyasında işbirliğini geliştirmeyi, yaşanan sorunları çözmeyi amaçlamaktadır. Söylemde böyle olsa da, İİT İslâm dünyasının kronik sorunlarına yapısal çözümler aramak yerine geçici çözümlerle yetinmektedir. Bu haliyle İİT siyasi sorunları görüşüp karara bağlayan, çözümünde siyasi inisiyatif alan uluslararası bir örgüt olmaktan ziyade; kalkınma yardımları, insani destek programları ve gözlemle yetinen uluslararası bir sivil toplum kuruluşu (NGO) görünümündedir.
11 Eylül olaylarından sonra ABD’nin başlattığı Afganistan ve Irak işgallerine karşı bir kınama dışında İİT’nin somut bir cevabı olmadı. Arap halk hareketlerinde ikircikli ve tutarsız bir tutum sergileyen İİT, Tunus ve Mısır’daki isyan hareketlerini reform çağrıları sebebiyle önce makul karşılamış, isyan hareketlerinin Libya ve Suriye’de rejimi değiştirmeye namzet hale gelmesiyle sert bir tutum takınmıştır. Demokratik seçimlerle Mısır’da devlet başkanı olan Muhammed Mursi’ye yönelik askerî darbeyi kınamadığı gibi, adeta darbenin gerekliliğini ve meşruiyetini izah edecek bir tonda diyalog çağrısı yapmıştır. Buna benzer tutarsız tutumlar İİT’ye olan saygıyı zedelemektedir. Uluslararası siyasette yaşanan hızlı değişim ve kaotik ortamda ittifak sistemlerinin sürekli değişkenliği, son olarak Arap halk hareketlerinin Müslüman coğrafyanın önemli bir kısmında yol açtığı güvensizlik, otoritesizlik ve fitne İİT’yi işlevsiz kılmaktadır. Yaşanan lokal ve bölgesel çatışmalar, vekil savaşları, güvenlikçi yaklaşımlarla oluşturulan kutuplaşma üye devletler arasında işbirliği ortamını oldukça zorlaştırmaktadır.
Ayrıca 2000’li yıllarda Batı menşeli fikrî ve akademik literatürde İslâm terör, radikalleşme, uyumsuzluk, yabancılaşma, azgelişmişlik, yoksulluk, eğitimsizlik gibi pejoratif kavramlarla birlikte kullanılmaktadır. Buna karşılık İİT güçlü bir akademik ve entelektüel itiraz henüz oluşturamamış, kendi özgün kavramsallaştırmalarını gündeme sokamamıştır. Bununla birlikte İİT’nin 2007’de kendi bünyesinde İslamofobi Gözlemevi kurması ve İslamofobik faaliyetleri raporlaştırması önemli bir girişim olarak not edilmelidir.
Sonuç itibariyle İİT, Filistin meselesinin küresel ölçekte savunulması ve çözüme kavuşturulması bakımından oldukça önemli bir aktör olma kapasitesine sahiptir. Filistin konusunda almış olduğu karalar ve sınırlı da olsa girişimler sayesinde geçici çözümler sağlayabilmiştir. Ancak alınan kararların uygulanabilirliği, güçlü retoriğe rağmen eylemlerin zayıflığı ve süreksizliği İİT’nin sembolik ve retorik üstünlüğüyle paralel bir başarıyı beraberinde getirmiyor.
Sadece Filistin meselesinde değil, İslâm dünyasını ilgilendiren konularda İİT’nin daha etkili olması beklenmektedir. Bunun için öncelikle kurumsal karmaşıklığı ve şişkinliği gidermek zorundadır. Üye devletler arasındaki sorunlar ve üyelerin İİT’ye ilişkin ortak bir mefkureye sahip olmasını temin edecek mekanizmalar ihdas etmelidir. Kuruluşunda S.Arabistan’ın tesirine terkedilen İİT’nin, Türkiye’nin ve Güneydoğu Asyalı Müslüman devletlerin (Endonezya, Pakistan, Malezya) teşkilattaki varlığını artırmasıyla küresel ölçekte daha etkili olduğu 2005’li yıllarda Teşkilattaki önemli reform sürecinde tecrübe edildi. Ayrıca Güney Afrika Cumhuriyeti’nin “soykırım suçu iddiasıyla” İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava (29 Aralık 2023) ve dava neticesinde varılan 26 Ocak 2024 ve 16 Şubat 2024 tarihli ihtiyari tedbir kararları; Türkiye’nin Güney Afrika’nın İsrail’e açtığı soykırım davasına müdahil olması İİT’yi Filistin meselesinde yapıcı çözümler aldıracak politikalar için cesaretlendirebilir. Bu bakımdan 4-5 Mayıs 2024’te Banjul/Gambiya’da düzenlenecek olan 15. İslâm Zirvesi İİT’nin İslâm dünyasındaki geleceği açısından önemli fırsatlar barındırmaktadır.