Osmanlı Dönemi 1570/1878
Tarihi ve kökeni hakkında tarihçi ve hukukçular arasında ittifak olmamasına rağmen vakıf, İslam dünyasında “Allah rızasını gözeterek bir kelimeden bir medeniyet inşâ etmeyi” ifade etmektedir. Kaynağını; Kur’ân[i] ve sünnette[ii] bulunan infak, yardımlaşma, hayırda yarışma gibi tavsiye ve öğütlerden alan vakıfların, Hz. Muhammed (SAV) ve ashabından başlamak üzere Müslümanların gittikleri her coğrafyada hızlıca yayıldıkları görülmektedir. Bu genişlemenin temelinde Müslümanların kendilerine şiar edindikleri “en hayırlı amel insanların kendisine en fazla ihtiyaç duydukları şeyi vakfetmektir.”[iii] felsefesi yatmaktadır.
Hayrî amaçlarla meydana getirilen vakıflar hukukî bir kurum olma zeminini ilk defa İslam medeniyetinde bulmuştur. İslam fıkhına göre bir vakfın kurulabilmesi için reşit olan bir kişinin sahip olduğu mülkü Allah rızasını gözeterek bir daha geri dönmemek üzere kendi mülkü olmaktan çıkartıp kamu hizmetine sunması gerekmektedir.
Vakıf kurumunun anlaşılması için bilinmesi gereken üç temel kavram bulunmaktadır. Bunlardan ilki vakıf kelimesinin de yerine kullanıldığı görülen “hayrat” kavramıdır. Hayrat, insanların ihtiyaçları için kurulup bağışlanan okul, cami, mektep, tekke, bimarhane, çeşme, köprü vb. yapıları kapsamaktadır. Bu yapılardan gelir elde edilmek yerine ücretsiz olarak halkın hizmetine sunulmuştur. İkinci kavram olan “akar” ise kendilerinin kiralanması ya da işletilmeleri sonucunda gelir elde edilen tarla, bağ, bahçe, ev, dükkân, han, hamam, değirmen, hayvan, para vb. menkul ve gayrimenkul mülklerdir. Akardan elde edilen paralarla hayratlar ayakta tutulmakta, bu hayır kurumlarında hizmetlerin devamlılığı sağlanmaktadır. Üçüncü kavram ise “vakfiye”dir. Vâkıfın kim olduğu, ne kadar mülkünü hangi şartlarla vakfettiği, vakfın kimler tarafından yönetileceği, vakıfta kaç kişinin çalışacağı ve ne kadar ücret alacağı, şahitlerin kimler olduğu gibi bilgileri içeren ve kadı tarafından onaylandıktan sonra vakfın tüzel kişilik kazanmasını sağlayan resmî belgelerdir. Vakfiye bir anlamda vakfın tapusu anlamına gelmektedir.
Kendisinden önceki İslam devletlerinin de tecrübelerinden faydalanan Osmanlı, devlet yönetimi ve halkın korunması dışında kalan eğitim, sağlık, sosyal yardımlaşma, ulaşım, beledî hizmetler yanında mevcut topraklar ile yeni fethettiği beldelerin imar, inkişaf ve ihyasında vakıf sisteminden faydalanmıştır. Bu yöntemle kendilerine erdemli şehirler inşa etmeyi amaç edinen Müslümanlar Anadolu başta olmak üzere Balkanlar ve diğer bölgelerde fethedilen ya da yeniden kurulan bir İslam şehrinde cami ya da mescid merkezde olmak üzere mekteb, medrese, zâviye, kütüphane, imaret, aşevi, bedesten, çarşı, dükkân, han, hamam, çeşme, su kuyusu, suyolları, köprü, mezarlık vb. birimleri vakıflar aracılığıyla yapmışlardır. Günümüzde devletin yapması gereken sosyal ve beledî hizmetleri kendi üzerine alan vakıflar bu sistem içerisinde her din ve ırka mensup bireyin yaşamına dokunmuştur.
Osmanlılar her dönemde ve coğrafyada kurulmasını teşvik ettikleri bu kurumların yalnızca hayırsever reaya/halk desteğiyle yürümeyeceğinin farkında olduğundan bizzat devlet ricali büyük vakıflar kurmaya ihtimam göstermiştir. Aynı durum fethine 1570 yılında başlanan Kıbrıs adasında da görülmektedir. Adadaki ilk vakıf, adanın fethi henüz tamamlanmadan ele geçirilen Lefkoşa’da 12 Eylül 1570 tarihinde oranın en büyük mabedi olan St. Sophia Katedrali’nin camiye çevrilmesiyle padişah II. Selim’in vakfı olarak kurulmuştur.[iv] Fetih tamamlandıktan sonra özellikle fâtih komutanlar başta olmak üzere önde gelen devlet adamları adanın hızlı bir şekilde imarı için kendilerine düşen fetih hakları başta olmak üzere kendi paralarıyla adada çok sayıda mülkü satın alarak vakfetmişlerdir. Bunların başında Lala Mustafa Paşa, Cafer Paşa, Arap Ahmed Paşa, Baf Sancak Beyi Mehmed Bey, Haydarpaşazade Mehmed Bey gelmektedir. Adanın şenlendirilmesi sonrasında halk ve gelen devlet adamlarıyla birlikte ada üzerinde çok sayıda vakıf kurulmuştur. Bir araştırmaya göre ada üzerinde Müslümanlar tarafından 1571-1974 yılları arasında 2220 civarında vakıf kurulmuştur. Bu vakıflara bağlı 393 cami, 63 mektep, 14 medrese, 41 tekke, zaviye, türbe, 275 Müslüman mezarlığı inşa edilmiştir. Bunun yanında ada toprağının %14’ünün de vakıf olduğu tespit edilmiştir.[v] Ayrıca farklı büyüklükte 42 çiftlik, 10 hamam, 7 han, 8 suyolu, 40 akarsu, binlerce dönüm tarla, bağ, bahçe, hâne, dükkân vd. akarlarla ada Müslüman ahali tarafından bir vakıf ağıyla örülmüştür.[vi]
Vakıflar tarafından Lefkoşa, Mağusa, Baf, Larnaka ve Limasol başta olmak üzere adanın dört bir yanında meydana getirilen kurumlar sayesinde toplumun eğitim, barınma, güvenlik, beslenme, sağlık vb. ihtiyaçları karşılanırken vakfedilen akarlardan elde edilen gelirlerle öğrencilere burs verilerek okutulması yanında imam, öğretmen, kadı, tekke şeyhi, aşçı, su tedarikçisi gibi her kademede görev yapan yüzlerce kişiye maaş ödenmiştir. 1826 yılına kadar kurulan vakıflarda 165 vakfiyeden tespit edildiğine göre Kıbrıs vakıflarında en az 773 kişi görev aldığı ve bunlara yıllık 1.586.324,3 akçe ödendiği hesaplanmıştır.[vii]
Osmanlı coğrafyasında olduğu gibi 1570-1878 yılları arasında adadaki vakıflar da Ahkâmu’l-evkâf ve vakıf nizamnamelerine göre mütevellileri tarafından yönetilmiş, nâzırlar tarafından denetlenmiştir. Vakfedilen mülklerin satışı sıkı şartlara bağlı olduğundan mülkler Müslümanların elinde korunmuştur. Bu durum adanın 1878 yılında Savunma Antlaşmasıyla geçici süreyle İngiltere’ye bırakılmasından sonra vakıflar taciz ve istismara uğrasa da uluslararası antlaşmalarda Müslümanların lehine sonuçlar doğurmuştur.
İngilizler Dönemi ve Sonrası
Osmanlı devletinin 93 Harbinde Rusya’ya karşı mağlup olması ve İngiltere’nin kendisine yardım etme karşılığında Kıbrıs adasının geçici süreyle kendilerine bırakılma talebi Kıbrıs tarihi için bir dönüm noktası olmuştur. Osmanlı devlet adamları arasında bu durum memnuniyetsizlik yaratsa da Kıbrıs adasının Osmanlı ve İngiltere arasında 4 Haziran 1878 tarihli Savunma Antlaşması ve 1 Temmuz 1878 Ek konvansiyon hükümleri ile geçici olarak İngiltere’ye bırakılması 30 Temmuz 1878 tarihli ferman ile Sultan Abdülhamid tarafından onaylanmıştır.[viii] Bu antlaşmalar ve fermana göre:
- Ada üzerinde bulunan Müslüman ahalinin hukuki ihtiyaçlarını görecek bir şer’i mahkemenin bulundurulması,
- Kıbrıs’ta mevcut camilere, mezarlıklara, Müslüman okullarına ve diğer dinî kuruluşlara ait mülkler, vakıflar ve arazilerin yönetimi için biri Osmanlı tarafından atanacak Ada sakinlerinden Müslüman, diğeri İngiliz yetkililer tarafından tayin edilecek iki murahhasın görevlendirilmesi,
- İngiltere’nin, idare masrafları çıkarıldıktan sonra gelirin fazlasını her sene Bâb-ı Âliye ödemesi kararlaştırılmıştır.
Yukarıda zikredilen maddelerden anlaşıldığı gibi ada üzerinde şer’i mahkeme ile vakıfların bağlı olduğu kanun ve nizamnameler aynen devam ettirilmiştir. Nitekim İngiliz yönetimi, ilk yıllarında vakıflara ait gelir fazlalıklarını İstanbul’a yollamıştır.[ix] Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer konu Kıbrıs vakıfları belli istismarlara uğramakla birlikte İngiliz dönemi ve sonrasında 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti ve nihayetinde 1983 yılında kurulan KKTC anayasalarında açıkça belirtildiği üzere şer’i kanuna bağlı olarak Ahkâmu’l-evkâf ve vakıf nizamnamelerine göre yönetilmiştir.[x]
İngilizler; Birinci dünya savaşında Osmanlı’nın Almanlarla birlikte karşı cephede savaşa girmesine kadar Kıbrıs vakıfları ile ilgili doğrudan bir karar almadılar. Osmanlının İttifak devletleri ile savaşa katılması üzerine İngiltere 5 Kasım 1914 tarihinde tek taraflı olarak Kıbrıs’ı ilhak ettiğini açıkladı. Osmanlılar ise bu kararı tanımamakla yetindiler. İngilizler 1915 yılından itibaren Ahkâmu’l-evkâf ve vakıf nizamnamelerine aykırı çıkarttıkları çok sayıda kanunla vakıflara büyük zararlar verdiler.
Bu değişikliklerin ilki 30 Kasım 1915 tarihli Kıbrıs Kraliyet Ferman-ı Kanuniyesiyle gerçekleşmiştir. Kral, bu emirname ile vakıfları yönetmek üzere daha önce Osmanlı tarafından atanan Müslüman murahhasın da fermanda değişiklik yapma hakkını saklı tutmak şartıyla ada Müslümanları arasından kendisi tarafından atanacağını ilan etmiştir. Ahkâmu’l-evkâf hakkında herhangi bir karar içermeyen bu fermandan sonra 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşmasıyla İngilizlerin elinin rahatlamış olduğu görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti mezkûr antlaşmanın 16 ve 20 ve 21. maddeleriyle Kıbrıs üzerinde bulunan haklarından vazgeçip 5 Kasım 1914 yılında yapılan ilhakı resmen tanımıştır.
Bu tarihten sonra bir bakıma sahipsiz kalan Kıbrıs vakıfları üzerinde İngiliz devletinin daha hoyrat davrandığı ve birçok yerde Ahkâmu’l-evkâf ile açıkça çelişen kararlar aldığı görülmüştür. Bunlardan 1928 yılında çıkarılan Emvâl-i Diniye-i İslâmiyye İdaresi Fermân-ı Kanunisi ile ada üzerinde Evkâf Dairesi adında bir devlet dairesi kurularak murahhaslar ve diğer vakıf çalışanlarının görevlerini bu dairede gerçekleştirmelerine karar verilmiştir. Memur maaşları evkâf tarafından ödenecek fakat çalışanlar devlet memuru sayılmayacaklardır. Bunun yanında bütün çalışanlar her konuda valiye karşı sorumlu olacaklardır. Vakıf gelirleri diğer gelirlerden ayrı tutulacak, valinin onayıyla vakıf mallarının bakım, onarım, Müslüman Cemaatin dinî ve eğitim ihtiyaçları için kullanılacaktır. Fakat fermanın can alıcı maddeleri 27 ve 28. maddelerdir. Bu maddelere göre vakıflarla ilgili kişilerin talebi üzerine ada valisinin onayıyla vakıf mülklerinin satışı ve kiralanma şekilleri değiştirilebilecektir. Oysa Ahkâmu’l-evkâf’a göre bir mülkün istibdâli yani elden çıkartılması sıkı şartlara bağlıydı. Bunun için zaruri şartların oluşmuş olması ve bu şartların şer’i mahkemece kabul edildikten sonra hükümdarın onaylaması gerekmektedir. Bu kararlar istisnai zamanlarda uygulanmıştır. Aynı durumda bir mülkün yıllık kiralanması anlamına gelen icare-i vahideden uzun kiralama anlamına gelen icâreteynli yönteme geçmesi için de geçerlidir. Kiralamada değişikliğin yapılabilmesi için vakfiyede bu anlamda bir kararın olması yanında oluşan mücbir sebebin şer’i mahkemece kabul ve icâreteynli kiralamanın vakıf lehine olduğuna karar vermesi gerekmektedir. Mahkemenin aldığı bu karar hükümdar tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girebilmektedir. Oysaki İngiliz hükûmetinin aldığı kararda murahhas ve diğer vakıf görevlilerinin vereceği kararla ada valisi tarafından bu değişiklikler yapılabilecektir. Nitekim bu kararlar adada uygulanmış ve vakıflar büyük zarara uğratılmıştır.
İngiliz yönetiminin vakıflar hakkında aldığı bir diğer hukuksuz karar ada Müslümanlarını maddi ve manevî açıdan besleyen Mevlevi Tekkeleri ile ilgilidir. Adanın Osmanlı tarafından alınmasından sonra bizzat Lala Mustafa Paşa’nın talebi ve II. Selim’in onayıyla ilk tekke Mağusa’da kurulmuştu. O dönemde insanların fazla yoğun olmadığı bir mekânda kurulan bu tekke yolda kalmışların, fakirlerin, kendini ibadete adayan kişilerin konaklaması ve karınlarını güven içinde doyurmasını amaç edinmiştir. Bu tekke ile birlikte Lefkoşa surlar içinde bulunan Mevlevi Tekkesi, Konya’daki âsitaneye bağlıydılar. Müstesna grubunda bulunan bu vakıfları devlet tarafından müdahale edilmeden bizzat Konya’dan atanan mütevelliler yönetmekteydi. Bu tür vakıflara Celaliye vakıfları denilmekteydi. İngilizler 1933 yılına kadar tekkeye ait vakıfların Osmanlı’da olduğu gibi yönetimine müdahale etmemişlerdir. 1931 yılında Halep’ten atanan tekke şeyhinin vefat etmesi üzerine İngilizler 1928 tarihli fermanın 26. maddesini bahane ederek tekkeye yeni bir şeyh bulamadıkları için vakıfların mahlul grubuna girdiğini ve tekkeye ait vakıfların evkâf murahhasları tarafından yönetileceğine karar vermişlerdir. Tekke 1953 yılına kadar faaliyetlerini sahip olduğu vakıf gelirlerinden mahrum şekilde devam ettirmiştir.[xi]
1944 yılına gelindiğinde ise vakıfların sahip olduğu birçok mülkü kaybetmesine neden olacak bir yasa kabul edilmiştir. Taşınmaz Mal (İcâreteynli Vakıf ve Tahsisat Kabilinden Arazî Mevkufe Dönüştürme) Yasası olarak bilinen yasayla vakıfların kontrolünde olup kiracıları tarafından Evkâf’a ödedikleri kiraların iptal edilerek bu mülklerin şahısların mülkiyetine geçirilmesinin yolu açılmıştır. Yukarıda da kısaca değinildiği gibi vakıfların ayakta kalmaları için devletin tahsisat kabilinden vakıflara bağışladığı mülkler vardır. Ve bunlara gayr-i sahih vakıflar denilmektedir. Bunun yanında vakıfların mücbir durumlarda vakıfların yararı gözetilerek icâreteynli denilen uzun süreli kiralama yöntemini kullandıkları da görülmektedir. Tahsisat kabilinden olan vakıfların durumu tartışılmaya açık olmakla birlikte icâreteynli vakıfların sıhhati, sarih şekilde tartışılmaya kapalıdır. Fakat İngilizler 1928 tarihli fermana dayanarak resmî belgelerde İcâreteynli Vakıf olarak kişilerin tasarrufunda bulunan tüm taşınmaz malları, bundan böyle “mülk” olarak sayacaktır. Bunun yanında resmî belgelerde tahsisat kabilinden Arazî-i Mevkufe olarak kişilerin tasarrufunda bulunan tüm taşınmaz malların da bundan böyle “arazî-i emiriyye” yani devlet toprağı olarak kabul edilerek tasarrufunda bulunan şahısların mülkü olmasının yolu açılmıştır.[xii] Ahkâmu’l-evkâf yürürlükte olmasına rağmen keyfi ve Ahkâmu’l-evkâf ile çelişen yasaların çıkartılmasının ada içinde ve dışında Müslümanların hukukunu savunacak bir otoritenin olmamasından kaynaklandığı muhakkaktır.[xiii] İngiliz hükümeti bu yasayla icâreteynli vakıflardan gelir kaybına uğrayan Vakıflar İdaresine yıllık 2230 pound ödeme yapacağını belirtmiştir. Nitekim bu ödemeyi 1960 yılına kadar kendisi, bu tarihten 1963 yılına kadar da adada kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti düzenli olarak yapmıştır. Fakat 1963 yılında iki toplum arasında başlayan çatışmalardan dolayı bir daha ödeme yapılmamıştır.
Maraş bölgesinde bulunan Abdullah Paşa vakıfları özelinde resmi evraklar incelendiğinde İngiliz hükümetinin tahsisat kabilinden olmadığı halde buradaki mülkleri şahısların üzerine kaydettirdiği görülmüştür. Yine aynı bölgede Lala Mustafa Paşa’nın kendi parasıyla alıp vakfettiği ve Tekke Çiftliği olarak bilinen çiftlikler ve mülkler önceden icâreteynli olarak kiralanmışlardı. İngiliz hükümeti yukarıda zikredilen yasayla Paşa’ya ait mülklerin de büyük oranda Rumların mülkiyetine geçmesine izin vermiştir. Elden çıkan mülkler yalnızca Varoşa/Maraş’tan ibaret değildir. Gelirleri Hala Sultan Tekkesine bağışlanan Lala Mustafa Paşa’ya ait Afendrika Çiftliği yanında, Morphou/Omorfa Çiftliği, Petre Çiftliği gibi çok sayıda mülk özel şahıslara geçmiştir.
1956 yılına gelindiğinde Şer’i mahkemelerle birlikte kadılık kurumu lağvedilip müftülük ise Evkâf’ta çalışan bir memur konumuna getirilmişti. Müslüman toplumu kendilerine ait maddi ve manevi değerler devamlı tırpanlanmasına rağmen mücadelesinden geri durmamıştır. Bunun sonucunda Evkâf, 1956 yılında Türk İslam Cemaatine devredilmiştir. Kapısına Türkiye bayrağı çekilen Evkâf İdaresi 78 yıl sonra esaretten kurtulmuştur. Fakat İngilizlerin kolay kolay vakıfların peşini bırakma niyetinde olmadığı anlaşılacaktır. İngiliz hükümeti ada yönetimini devretmeden önce 1959 yılında Fasıl 337 olarak bilinen Evkâf ve Vakıflar Yasasını yayımlamıştır.[xiv] Her ne kadar Ahkâmu’l-evkâf yürürlükte olsa da Şer’i mahkemeler ve Kadılık kurumu kaldırıldığından bunu uygulayacak merci kalmamıştır. Ahkâmu’l-evkâf ile çelişen birçok madde barındıran Fasıl 337 ile vakıfların onayı, mülklerin satışı, kadı yerine yerel mahkemelere bırakılmıştır. Yani İslam hukuku eğitimi almamış kişilere Şer’i hukuka uygun hükümler verme yetkisi verilmiştir. Fasıl 337 daha sonra kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletleri dönemlerinde de bazı değişiklikler yapılmakla birlik Ahkâmu’l-evkâf ile beraber yürürlükteki yerini korumuştur.[xv]
Günümüzde Kıbrıs vakıfları genel olarak İngiltere’nin temelini attığı yasalar çerçevesinde çıkartılan yasa ve tüzükler ile hükümetlerin atadığı 7 kişilik yönetim kurulu ve Vakıflar İdaresi tarafından yönetilmektedir. Vakıflar İdaresi yasasında görevi “Vakıf müessese veya tesisini veya Vakıfları veya camileri ve herhangi diğer bir İslam dini müessesesini ve Türk mezarlıklarına ait mallar da dahil olmak üzere, mevkuf veya meşrutun leyh olan bütün vakıf taşınır veya taşınmaz mallar ile Bakanlar Kurulu’nca Vakıflar İdaresine tahsis edilen tüm taşınır ve taşınmaz malları ilgilendiren veya herhangi bir suretle bunlara tesir eden tüm konular; münhasıran Ahkamül Evkaf, Evkaf ve Din İşleri ile ilgili yasalar ve Yönetim Kurulu’nca kabul edilen tüzük ve kararlara bağlı olarak Vakıflar Örgütü ve Din İşleri Dairesinin görevlerini oluşturur.”[xvi] şeklinde açıklanmaktadır. Vakıflar İdaresinin bir diğer görevi ise İngiliz ve Kıbrıs Cumhuriyeti dönemlerinde uğradığı kayıpları ulusal ve uluslararası mahkemeler aracılığıyla geri almaktır.
Kıbrıs vakıfları, uluslararası arenada sahip olduğu haklar sayesinde ada Müslümanlarının en önemli kurumu niteliğindedir. Sahip olduğu menkul ve gayrimenkullerle de adadaki en büyük ekonomik güce sahip olması gerekirken yukarıda zikredilen yöntemlerle mülklerinin çoğu gasp edilmiştir. Vakıflar İdaresinin gasp edilen haklarını geri alabilmesi ve vakfiyelerce belirlenen misyonu olan dinî, eğitim, sosyo-kültürel ve beledî hizmetleri yerine getirebilmesi için özerk bir yapıya kavuşturulması yanında yönetim kurulu üyeleri ile vakıf yöneticilerinin tarafsız şekilde, liyakatli kişiler arasından atanması elzemdir.
[i] Vakıf kurumunu teşvik eden etmenler için bkz: Kur’ân-ı Kerîm, Bakara/ 83, Nisa/ 36, Tevbe/ 58, 60.
[ii] “İnsan ölünce bütün amelleri kesilir. Ancak şu üç şeyde kesilmeyip devam eder: Sadaka-i câriye, faydalanılan ilim, öldükten sonra kendisine dua eden hayırlı bir evlat” Müslim b. el-Hâccac, Sahihi Müslim, ed. Muhammed Fuad Abdülbaki (Beyrut: Dâru İhyai’t-Türaasi’l Arabi, 1956), “Vasiyye”, 14.
[iii] Ömer Hilmi Efendi, İthâfu’l-Ahlâf fi Ahkâmi’l-Evkâf (İstanbul: Matbâ-i Âmire, 1307), 15.
[iv] 8 Numaralı Mühimme Defteri, (BOA, A. {DVNSMHM. d.8, h. 1454).
[v] Nazif Öztürk, “Kıbrıs Vakıflarının Hukukî Statüsü ve Kapalı Maraş Açılımı”, TYB Akademi, Dil Edebiyat ve Sosyal Bilimler Dergisi (Doğu Akdeniz Özel Sayısı) 31 (Ocak 2021), 106.
[vi] Sıddık Korkmazer, Osmanlı Devleti Döneminde Kıbrıs Vakıfları (1570-1826) (Bursa: Emin Yayınları, 2023), 102-104.
[vii] Korkmazer, Osmanlı Devleti Döneminde Kıbrıs Vakıfları (1570-1826), 220-221, 236.
[viii] Mustafa Haşim Altan, Belgelerle Kıbrıs Türk Vakıflar Tarihi (1571-1974) (Kıbrıs: Kıbrıs Vakıflar İdaresi Yayınları, 1986), I/276-282.
[ix] Captain M. B. Seager, Reports of the Evkaf Properties Cyprus, Colonial Office Pablicaiton (London, 1883), 13.
[x] 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, 23/10, 110/2; 1975 Kıbrıs Türk Federe Devleti Anayasası, 34/1, 96/1-2; 1983 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası, 42/1, 131/1-2.
[xi] Korkmazer, Osmanlı Devleti Döneminde Kıbrıs Vakıfları (1570-1826), 263-272.
[xii] “Taşınmaz Mal (İcareteynli Vakıf ve Tahsisat Kabilinden Arazii Mevkufe Dönüştürme) Yasası”, https://www.mahkemeler.net/ifasil/Cap225.pdf (Erişim 29 Mart 2024).
[xiii] Ömer Hilmi Efendi, İthâfu’l-Ahlâf fi Ahkâmi’l-Evkâf, 88/188, 134/263.
[xiv] “Evcaf and Vakfs Chatter 337 Of The Laws”, https://www.mahkemeler.net/ifasil/Cap337.pdf (Erişim 29 Mart 2024).
[xv] “73/1991 Vakıflar Örgütü ve Din İşleri Dairesi (Kuruluş, Görev ve Çalışma Esasları) Yasası”, https://evkaf.org/dokuman/73-1991.pdf, ts.
[xvi] “73/1991 Vakıflar Örgütü ve Din İşleri Dairesi (Kuruluş, Görev ve Çalışma Esasları) Yasası”, madde/ 6.