Kıbrıs Adası’na baktığımızda herkesin bir şeyler söylediği, her büyük ülke ve örgütün bir şekilde var olmak istediği bir bölge. Ve siz “Kıbrıs Türk ulusunun meselesidir” diyorsunuz. Beraber değerlendirdiğinizde neler söylemek istersiniz?
Kıbrıs Adası’nın bulunduğu Doğu Akdeniz bölgesi oldukça stratejik bir konumda yer almaktadır. Bulunduğumuz coğrafyanın tarihsel olarak önemli ticaret yollarının kesiştiği bir bölge olmasının yanı sıra, son dönemde keşfedilen hidrokarbon kaynakları ile beraber stratejik önemi daha da artmıştır. Bunun doğrudan bir sonucu olarak, başta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimî üyesi olan Amerika Birleşik Devletleri, Rusya Federasyonu, Çin, Birleşik Krallık ve Fransa olmak üzere Avrupa Birliği, İsrail ve Orta Doğu Devletleri kendi ulusal çıkarları doğrultusunda gerek doğrudan gerekse etkileri altına aldıkları yerel aktörler nezdinde, bölgede yoğun faaliyet gösterme gayreti içindedirler. Bu aktörlerin başlıca gayesi, Türkiye ile Kıbrıs’ın bağını koparmak, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de etkili olmasını, söz sahibi bir ülke olmasını engellemektir. İşte bu sebeplerden dolayı, Kıbrıs davası sadece Kıbrıs Türkü’nün değil Büyük Türk Ulusu’nun davasıdır. Kıbrıs Türkü’nün misyonu Türk Ulusu’nun Doğu Akdeniz’deki hak, hukuk ve çıkarlarını korumaktır.
Türkiye’nin Kıbrıs’ta varlığına ve orada uyguladığı politikalara küresel ve bölgesel ölçekte bakalım, dediğimizde nasıl bir tablo çıkar önümüze?
Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarihten gelen güçlü bağlarıyla, birbirinden ayrılmaz et ve tırnak gibidir. İlaveten, Türkiye’nin Kıbrıs adasındaki varlığı uluslararası anlaşmalara dayanmaktadır. Öte yandan, uluslararası camia 1963 yılından itibaren Kıbrıs Türkü’nü adeta yok saymış ve Kıbrıs Rum tarafına hak etmediği bir statü atfetmiştir. Kıbrıs Türk halkının özden gelen haklarını görmezden gelinmekte, egemen eşitliği ve eşit uluslararası statü sahibi olduğu kabul görmemektedir.
Bu tarihsel gerçekler bağlamında, Kıbrıs Türk Halkı sadece Türkiye’ye güvenmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Türkü’ne sağladığı yardım ve imkanlar sayesinde Kıbrıs Türkü, yarım yüzyıldan uzun bir süredir insanlık dışı ambargolar ve izolasyona tabi tutulmasına rağmen, bugün dünyadaki birçok ülkeden daha müreffeh bir yaşam sürdürme imkanına kavuşmuştur.
Batı tarafında Türkiye’nin Ada’da varlığının istenmediği aşikâr. Ve “Siz Türkiye’den farklısınız!” diyorlar. Bilhassa Avrupa Birliği’nin tavrını baz alarak sormak istiyorum. Ada’da Batılıların durdukları yer tam olarak neresi?
Batı dünyasının derdi, Türkiye Cumhuriyeti ile Kıbrıs Türkünün bağını koparmaktır. Batı dünyası, Türkiye’nin Doğu Akdeniz coğrafyasında etkili, söz sahibi bir ülke olmasını engellemek amacı taşımaktadır. Bu nedenle, Güney Kıbrıs Rum yönetimini sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni kisvesi altında, kendi üyelik kriterleri hilafına üye yapan Avrupa Birliği başta olmak üzere, Kıbrıs Türk halkı üzerinde “Siz Türkiye’den farklısınız” söylemleri kullanılarak adeta bir psikolojik savaş yürütülmektedir. Oysa ki, Kıbrıs Türk halkı, büyük Türk ulusunun ayrılmaz bir parçasıdır, Kıbrıs Türkleri adada Türk ulusunun menfaatlerini korumaktadır. Batı Dünyası ne yaparsa yapsın, Türkiye ile KKTC arasındaki birliği, bütünlüğü bozamayacaktır.
Yine bu minvalde 2004’ten bu yana Maraş’ta Rumların avantajlı oluşunu neye bağlıyorsunuz ve değişti mi yeni dönemde bu denge?
İlk olarak belirtmem gerekir ki, kapalı Maraş’ın KKTC toprağı olduğu kesinlikle unutulmamalıdır. Dolayısıyla, Kıbrıs Rum tarafının kapalı Maraş ile ilgili herhangi bir tasarrufunun bulunması veyahut avantajlı durumda olması asla söz konusu değildir. Kapalı Maraş bölgesinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin yapmış olduğu açılım, bölgenin kademeli olarak askeri bölge kapsamından çıkarılarak sivil bölge haline dönüştürülmesi sürecidir. Kıbrıs Türk tarafı yaptığı bu açılım ile kapalı Maraş’ı bir hayalet şehir olmaktan çıkarıp, bir değer olmasını hedeflemektedir. Bu açılım, uluslararası hukuk ile uyumlu bir şekilde, eski sahiplerinin mülklerini geri alabilmeleri için, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından etkin bir iç hukuk yolu olarak tanınmış, Taşınmaz Mal Komisyonu’na başvurabilecekleri bir süreç dahilinde ilerlemektedir. Ancak, aynı zamanda kapalı Maraş’ın çok büyük bir kısmının Vakıf toprağı olduğu da asla gözden kaçmamalıdır. Bölgedeki mülkiyet konusu Vakıf malları statüsü ihlal edilmeden, Vakıfların da hakları korunarak ele alınacaktır.
BM tarafından Kıbrıs’a kişisel temsilci atandı. Bu atamaya bakışınız nasıldı? Uzlaşı amacıyla yapılmış bir atama mıydı? Ve Rum tarafıyla ortaklığı ne düzeyde etkiledi?
Öncelikle ifade etmek isterim ki, BM Genel Sekreteri, Kişisel Temsilcisini, adadaki iki taraf arasında bir uzlaşı bulunması için değil, iki taraf arasında ortak bir zemin bulunup bulunmadığına dair bir durum tespiti yapması için atamıştı. Ve hatırlanmalıdır ki, Kıbrıs Türk tarafı, bir kişisel temsilci atanmasına, adadaki iki taraf arasında ortak bir zemin bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla altı aylık bir zaman dilimi içinde görev ifa etmesi koşulu ile onay vermişti.
Görev süresinin sonuna gelen kişisel temsilciden beklentimiz, adadaki gerçeklerle ilgili vardığı sonuçları ve ortak zemin bulunup bulunmadığına ilişkin tespitini sarih bir şekilde kayda geçiren, tarafsız ve gelecekte atılabilecek adımlarla ilgili gerçekçi öneriler içeren bir rapor yayınlamasıdır.
Bugün adada iki taraf arasında herhangi bir ortak zemin bulunmadığı nettir. Kıbrıs meselesinde kalıcı bir anlaşmaya varılmasının tek yolu, uluslararası toplum tarafından mevcut gerçeklerin kabul edilmesinden geçmektedir. Adada kendi kendini yönetmekte olan iki ayrı Devlet bulunduğu bir olgudur. Bu çerçevede, Kıbrıs Türk halkının özden gelen haklarının, yani kendilerine ait devletin egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsünün tescil edilmesi ile birlikte, adadaki iki Devlet, iyi komşuluk ilişkileri içinde gelecekte yan yana nasıl yaşamak istediklerine karar vermek üzere yeni müzakere süreci içine girebileceklerdir.