Bir milletin en değerli varlığıdır vatan. Vatan için çalışır, vatan için canımızı feda ederiz. Vatan sadece bir toprak parçası değil, bir milleti bir arada tutan bir ana kucağıdır. Vatan bizim için Türkiye’dir. Türkiye yüz yaşında bir ana, yüzyıllık bir koca çınardır. Necip milletimizin yaşadığı bu topraklar nice birlik ve beraberlik sahnelerine şahit olmuş, milletimiz tüm dünyaya şefkat ve merhamet timsali olmuştur. Sözün sustuğu, kelimelerin aciz, insanın çaresiz kaldığı anlar vardır. Uğradığı şehrin insanlarını; konumu, mevkii, yaşam standardı ne olursa olsun bir gecede eşitleyen ve asrın depremi olarak nitelendirilen büyük acı bize birlikte yaşama ahlakının gereklerini, bencilliğimizden sıyrılıp başkalarını düşünmeyi, onları kendimize öncelemeyi yeniden hatırlattı. İslam cemaat dinidir.
Öyle ki cemaatteki bireyler Peygamber Efendimizin ifadesiyle “bir bedenin uzuvları” (Buhari, 1992 : Edep, 12) gibi birbirine bağlıdır. İslam dini, mensuplarının kardeşliği olgusunu ehemmiyetle anlatarak toplumun bireyleri arasındaki yardımlaşma ve dayanışmanın doğal seyrinde akması gerektiğini öğretmektedir. Yine Kur’an-ı Kerim’de Müslümanların toplu ve yekvücut konumları “kurşunla kaynatılmış binalar” (Saff, 61/4) şeklinde tarif edilmiştir. İslam dininin insanları aynı duygu ve amaçlarla bir araya toplayan namaz ve hac gibi ibadetleriyle de insanlar arasında belli bir düzen içerisinde bir arada yaşama bilinci oluşturmakta ve toplumdaki sosyal dengenin oluşmasına katkı sağlamaktadır. Asrın felaketi karşısında asrın birlik ve beraberlik örneğini sergileyen bu millet bu dayanışmanın örneğini, referansı dinin de kökleri Anadolu’da olan bir medeniyetin varlığı ile zor zamanlarda görünür kılmıştır.
Anadolu’da İrfan Geleneği
Yüzyıllardır bu topraklarda var olan İslam, bir arada yaşama ve toplumsal bilinç hususunda Anadolu’nun ruhunu oluşturmuş, bu toprakların yetiştirdiği insanların tavır ve davranışlarını belirlemiştir. Bu nedenle Anadolu’nun irfan geleneği gerek vakıf kurumu gerek ahilik oluşumu ile İslam medeniyetini oluşturan temel taşlardan olmuştur. Anadolu’da sosyal hayatı oluşturan her alanda, yaşamın doğal seyrinde yardımlaşma ve dayanışmanın var oluşu toplumu oluşturan bireylerin zihin dünyalarında kendisi dışındakini düşünme başka bir ifadeyle kardeşlik algısının oluşumunda bu gelenek çok etkili olmuştur. Anadolu Müslümanlığının ruhunu ve ideal insanı gerçekleştirmek için insanlar arasında iyi ilişkiler kurma hedefi ortaya koymaktadır.
Yaradan’ın “Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurat, 49/10) anlayışıyla zihinleri inşa edilen müminlerin, huzur içinde yaşamasının sağlanması amaçlanmaktadır. Ahilik kültürünün üzerine bina edildiği fütüvvetnamelerde kardeşlik ilkesinin üzerinde önemle durulmuş ve şu ifadelere yer verilmiştir : “Kardeşlik yoluyla din ve dünyanın önemli işleri yoluna girer. Külli ve cüzi yollar ona bağlı olup dünya ve ahiret mutluluğu onunla elde edilir. Kastedilen her yüce maksada, her büyük dileğe, gönülleri bir kardeşlerin yardımıyla, elleri uygun dostların uygunluğuyla ulaşılır. Birlik nuru kardeşlik penceresinden vurmadıkça ve gerçek ülfet suret bağlamadıkça bu tahakkuk etmez.” İnsanların birbirlerine yardım etmeleri ile fertler toplum içerisinde kendine bir karakter kazanmaktadır. Toplum üzerinde oluşturulan bu dayanışma ruhu ile hem bireylerin kendilerini kontrol etmesi sağlanmış hem de toplumun kendi kendini denetlemesiyle dengeyi bozacak davranışların önüne geçilmiştir.
Yardımlaşma ve Dayanışma Prensibimiz
Toplumsal yapının sağlam temeller üzerinde oluşmasını ve insanların birliktelik duygusuyla güven ve huzur içinde yaşamasını sağlayan ahlaki değerlerden bir diğeri de iyilik yapmaktır. Kur’an’da “İyilik (birr) ve takva üzerinde yardımlaşın.” (Maide, 5/2) buyrulmaktadır. Maverdi’ye göre Cenab-ı Hak bu ayetle yardımlaşmanın iki yönü üzerinde durmaktadır. Bunlar takva üzerine yardımlaşın, diyerek Allah’ın rızasına bakan yönü, iyilik (birr) üzerine yardımlaşın diyerek de insanların rızasına bakan yönüdür. Dolayısıyla yardımlaşma ve iyilikte her iki gayeyi gözeten kişi ancak saadete ulaşır. İster toplumun zor zamanında ister sıradan zamanlarda iyilik yapmanın en önemli ve en çok üzerinde durulan hususlarından biri iyiliğin istenmeden yapılmasıdır.
Kişinin yüzünü kızartıp istemesinden sonra yapılan iyiliğin Allah rızası yönü zayıflar. Bu andan sonra kişi yardım isteyen birisine yardım etmenin toplumsal ve insani boyutuyla o eylemi yapmaya mecbur kılınır. Toplumsal hayatın insana yüklediği görev ve sorumluluklar, yardımlaşma ve dayanışmayı vazgeçilmez bir ahlak prensibi kılmaktadır. Yardım, kişinin bireysel çabasıyla kazanamayacağı bir imkânı kazanmasında, gideremeyeceği bir ihtiyacı gidermesinde veya çözüm bulamadığı bir sıkıntısını çözmesinde maddi manevi, sözlü, fiziksel yahut farklı bir vesile ile destek olmaktır. Felsefi sözlüklerde ise “insanlığı, insanları çıkar gözetmeden sevme, kişinin kendisini başka insanların ve toplumun refahına, genel iyiliğine adaması tavrı, bencilliğin ve bireyciliğin karşısında yer alan tutum” şeklinde izah edilir. İslam dini de yardımlaşma ve dayanışmayı hayatın merkezine yerleştirmiştir.
Bu dinî ve ahlaki görev ile sosyal hayatın düzeni sağlanmıştır. Yaşadığımız bu afette depremzedelerin bir gecede her şeylerini kaybetmeleri ve onlara kucak açacak din kardeşlerinin varlığıyla bu zor zamanları atlatmalarının örnekleri pek çoktur. Böyle bir yardımlaşmanın ilk örneğini İslam tarihinde Mekkeli muhacirlerin evlerini, yaşam alanlarını bırakıp Medine’ye hicret ettikleri zaman onlara kucak açan ve tüm imkânlarıyla onlara yardım eden Medineli Müslümanlarda görmekteyiz.
Nitekim bu davranışlarından dolayı Kur’an-ı Kerim’de “Onlar hicret edip yanlarına gelenleri severler.” (Haşr, 59/9) diye övülmüşlerdir. Bu olaydan sonra onlar, ensar (yardım severler) ismiyle anılmışlardır. Müslümanca yaşamanın, insan olmanın temel prensiplerinden bencil olmamanın ve ihtiyaç sahibine alçak gönüllülükle yardım etmede diğerkâm olmanın değerini Kur’an bize “O, mala kendileri muhtaç olsalar bile ihtiyaçta olanları kendilerinden üstün tutar, onlara bağışlarlar.” (Haşr, 59/9) buyruğuyla öğretmektedir.
Ahilik Geleneğimizin Temelleri
Anadolu’da ahilik geleneği toplumda yardımlaşma ve dayanışma anlayışını hep canlı tutmuş, ensar olmanın, önce kendini değil din kardeşini düşünmenin yaşanılır hâlinin, sosyal hayata nasıl aktarılacağının en güzel örneği olmuş, Anadolu insanın hamuru bu gelenek sayesinde isar ruhu ile yoğrulmuştur. İsar “bir şeyi veya bir kimseyi diğerine üstün tutma, tercih etme” anlamına gelir. Ahlak literatüründe ise “bir kimsenin, kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullanması, başkasının yararı için fedakârlıkta bulunması” olarak ifade edilmektedir.
Kendilerinin ihtiyacı dahi olsa, konuğunu kendi nefislerinin üzerinde tutmanın nasıllığını Hz. Peygamber ve ensar öğretmiştir bize. Hz. Peygamber döneminde, kıtlık zamanında gelen bir konuğu ihtiyacına rağmen ensardan biri misafir etmeyi üstlenir. Bu kişinin eşi, yemeğin azlığından dolayı çocukları uyutur ve misafirini doyurur. Sabah olunca Peygamber Efendimizin yanına geldikleri zaman Hz. Peygamber gülümser. Yaptıkları bu iş üzerine “Onlardan önce bu yurda yerleşmiş ve gönülden inanmış olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar; ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır.” (Haşr, 59/9) ayetinin indiğini haber verir. Referansını İslam’dan alan bu ruhun geçmişteki güzel ve somut örneklerine bakıldığında bugün toplumun aynı ruh ve kültürün izinden gittiğini söylemek mümkündür.
Ahilerin, geçmişte konukları ağırlamak ve gençleri eğitmek için “yaran odaları” adı altında mekânlar ihdas ettiklerini görmekteyiz. Ahiler konuk ağırlamada, yakınlarından biri evlendiğinde, yoksul ve kimsesizlerin işlerinde ve birbirlerinin işlerinde yardımlaşır ve ihtiyaçlarını giderirlerdi. Bugün yaşayan toplumda misafir ağırlamada en iyi imkânları sunmak için gayret edilmesi, evlenen gençlerin evlerinin kurulması ve hayata hazırlanmasında hediyelerin verilmesi bu geleneğin hâlen devam ettiğinin göstergesidir.
Özellikle bir anda evsiz kalan depremzede kardeşlerimize yaşam alanları oluşturmak, o evde gereken her türlü ihtiyacına kadar karşılamak için ayni ve nakdî yardımlarla el birliği yapan Anadolu insanı isar ruhuna iliklerine kadar sahip olduğunu göstermiştir. İsar ruhunun toplumda işlerlik kazanması insanlar arasında kin ve nefret gibi olumsuz davranışların önüne geçilmesinde önemli rol oynamaktadır. Bu sayede devletin herhangi bir müdahalesine gerek kalmadan toplumda huzur, barış ve güvenin tesisi sağlanabilmektedir.
Kurumsal İsar Anlayışı : Vakıflar
İslam medeniyetini yardımlaşma ve dayanışma medeniyeti yapan isar anlayışını kurumsallaştırıp yerleşik hâle getiren bir başka oluşum ise vakıflardır. İslam toplum dini olup bir arada yaşamanın ahlakını öğretmektedir. İslam’ın öğütlediği birlik ahlakı infak (Allah yolunda harcamak), sadaka vermek, karz-ı hasen (gönül hoşnutluğuyla borç vermek), ihsan, hayır yapmada yarışma, it’am (fakiri beslemek), in’am (nimet verme), iyilik etme (birr), misafire ikram edilmesi, yetimi, yoksulu koruyup kollamak gibi birçok prensibi içinde barındırmaktadır. Vakıflar İslam’ın getirdiği bu temel prensiplerin kurumsal bir kimliğe ve hukuki yapıya bürünmesidir.
Hz. Peygamber Medine’de kendisine ait hurma bahçesi ile fedek arazisini vakfederek vakıf hizmetinin ilk uygulamasını ümmetine göstermiştir. Ashab ve daha sonra gelen Müslümanların yardımlaşma ve dayanışma örneklerini vakıflar üzerinden ortaya koyması Hz. Peygamber’in amel defteri kapanmayan yedi sınıf insan arasında saydığı “sadaka-i cariye” verenler ifadesinin uygulamaya dönüşmesidir. Çünkü “sadaka-i cariye” ifadesi âlimler tarafından kalıcı, devamlı, yitip gitmeyen halkın kullanımına vakfedilmiş mal olarak tefsir edilmiştir. İslam dünyasında vakıfların geniş yer bulmasına bu yorum ve Hz. Peygamber’in uygulaması etkili olmuştur.
Anadolu’da Osmanlı’dan günümüze hayatın bütün alanlarını kapsayacak ve halkın her türlü ihtiyacını karşılayacak vakıfları görmekteyiz. Bu vakıflar eliyle veren ve alan arasındaki denge kurulmuş beraberinde toplumun sosyal, bayındırlık, din, eğitim ve kültür hizmetleri yerine getirilmiştir. Müflis tüccarlara yardım edilmesi, dul ve yetimlere yardım edilmesi, okul öğrencilerine gıda, elbise, öğretim malzemeleri ve gezinti gideri tahsisi, yoksul ve kimsesizlerin cenazelerinin kaldırılması, fukaraya odun- kömür alınması, bayramlarda çocukların, yoksulların sevindirilmesi, ihtiyarlara elbise verilmesi gibi pek çok sosyal yardımlaşma vakıfları mevcuttur.
Tarih boyunca titizlikle kesintisiz sürdürülen bu hizmet toplumun psikolojik ve sosyolojik olarak güçlü kalmasını sağlamıştır. Vakıflar Emeviler ve Abbasiler Dönemi’nde gelişme kaydetse de Müslüman Türkler ile birlikte çok başarılı örnekleri verilmiştir. Öyle ki Anadolu irfanı ile şekillenen İslam medeniyeti vakıf medeniyetidir demek yanlış olmaz. Bu tarihî ve kültürel mirasa sahip olan bizler atalarımızın bizlere öğrettiği isar bilinci, Anadolu irfanı ve yardıma muhtaç olana el uzatma şuuru ile asrın felaketinde yüzyılın birlik ve beraberlik örneği sergileyerek cümle âlemi ve modern dünyayı şaşkınlık ve hayranlık içerisinde bıraktık.
Depremin oluşturduğu yaralar, aynı Anadolu ruhu, dayanışma ve yardımlaşma ahlakı ile sarılmaya çalışılmaktadır. Yaralar ne kadar derin olursa olsun, tüm dünyaya örnek olacak bir ahlaki duyarlılıkla sofralar paylaşıldı, evlerin kapıları açıldı, acıları aynı hüzünle hissedildi. Ülkemizin dört bir yanından gönüllülerimizin akın ettiği deprem bölgelerimiz, ilk günden bu yana hâlâ Anadolu’nun dayanışma ruhunu devam ettiğini göstermektedir. Bir başkasını kendinden çok düşünmenin, isarın en güzel örnekleri yine bu topraklarda canlanmakta ve yaşanmaktadır. Türkiye yüzyılında milletimizin birbirine kenetlendiğini ve birlik olmaya devam edeceğini tekrardan göstermiştir.