İsrail’in Kuruluş Süreci
İsrail ile Filistin arasında devam eden çatışmalar bir asrı geride bıraktı. Ancak bu sürede taraflar arasında çatışmasız dönemler olsa da sürekli bir barış tesis edilememiştir. 1897 tarihinde gerçekleştirilen 1. Siyonist Kongresi1 hem Ortadoğu’daki hem de taraflar arasındaki sorunların da başlangıcı olmuştur.
1917 yılında İngiltere Filistin’i işgal ederek Filistin’de “Birleşik Krallık Filistin Mandasını” kurmuştur.2 Milletler Cemiyetinin (MC) 1920’de kurulmasından sonra İngiltere 1923’de uluslararası alanda “Mandater Devlet” olarak fiili durumunu resmileştirmiştir. 1945 yılında BM kurulduktan sonra da İngiltere, BM nezdinde de Filistin’deki durumunun hukuksal bir zemine oturmasını sağlayacak “Mandater Devlet” kararını aldırmıştır.
İngiltere’nin 1947’de Filistin topraklarındaki manda yönetimini sonlandırmak istemesi üzerine, ülkenin geleceğini tayin için BM Filistin Özel Komitesi kurulmuştur. Komite hazırladığı planda, Yahudilerin toplam nüfusun 1/3’ü ve toplam arazinin %6’sına sahip olduğunu tespit etmiştir. BM Genel Kurulu’na Filistin’e bağımsızlık verilmesini tavsiye etmiştir. 1948 yılında İngiltere’nin Filistin’den çekileceğini açıklaması ile 14 Mayıs 1948’de İsrail devleti kurulmuştur. Filistin Devleti ise 1 Ekim 1948 tarihinde Gazze’de kurulmuş olup ancak birkaç Arap ülkesi dışında Filistin’i tanıyan ülke olmaması sonucunda 1959 yılında Kahire’deki ofisinin kapanması ile ortadan kalkmıştır.3 İsrail dönenim uluslararası hukuk kriterleri zaviyesinden tanınma şartlarını taşımamasına rağmen BM tarafından tanınmıştır. Ancak BM’nin kendi kararlarında her iki ülkenin de kendi kaderini tayin (Self Determinasyon) hakkı olduğu belirtilmiş olmasına rağmen Filistin hiçbir zaman BM tarafından tanınmamıştır.
1949 yılında İsrail’in devlet olarak tanınması ile İngiltere mandası içinde gerçekleşen öldürme, köy basma, saldırı vs. eylemler kurumsal olarak İsrail organizasyonu altında ve daha büyük çaplı olarak hem bölge hem de dünya gündemine gelmeye başlamıştır. İsrail kendi inancından aldığını iddia ettiği Siyonizm doktrinine uygun olarak sadece Filistin topraklarında değil Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün başta olmak üzere tüm Ortadoğu’da çatışmaların sebebi olmaya başlamıştır. Filistin topraklarında İsrail devleti kurmak için 1897’de başlatılan süreç, bugün dünya barışını sabote eden İsrail sorununa dönüşmüştür.
9 Nisan 1948 tarihinde gerçekleşen Deir Yasin katliamı4 İsrail’in uluslararası camia tarafından bilinen ilk en büyük katliamıdır. Bu katliam üzerinden 1 yıl geçmeden “BM Güvenlik Konseyi 4 Mart 1949’da İsrail’in BM Antlaşması’nda yer alan yükümlülükleri yerine getirebilecek ve yerine getirmeye istekli bir “barışsever devlet” olduğuna karar vererek BM Genel Kurulu’na İsrail’in üyeliğini tavsiye etmiştir.”5 Bu tavsiye ile İsrail 28 Mart 1949 tarihinde BM Genel Kurulunca tanınmıştır.
İsrail’in gerçekleştirdiği hukuksuz saldırı ya da uygulamaları her defasında BM organlarınca tespit edilmiş, ancak hiçbir zaman uluslararası sistemin öngördüğü cezalar kendisine uygulanmamıştır. Her geçiştirilen fiil sonrasında İsrail daha ağır sonuçlar doğuran bir fiil gerçekleştirerek uluslararası sahnede gündem olmuştur.
BM tarafından hukuka aykırı fiilleri tespit edilen ancak ceza almayan İsrail’i mevcut BM sistemi korumaktadır. Şöyle ki; Uluslararası sistem bir ülkenin cezalandırılması için BM Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin tamamının oyunu şart kılmaktadır. Bu ülkeler: ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’dir. Bugüne kadar ABD, İsrail aleyhine olan kararları ya veto etmiş ya da çekimser kalmıştır. Bu nedenle suç işlediği tespit edilse bile İsrail’in cezalandırılması hiçbir zaman mümkün olmamıştır.
Bu noktada asıl önemli olan konuysa ABD ile İsrail’in ilişkisinin ne düzeyde olduğunun tespitidir. “İsrail müstakil bir devlet midir yoksa ABD’nin gayri resmi eyaleti midir?”, “ABD müstakil bir devlet midir yoksa Siyonistler tarafından yönetilen/kuşatılmış bir devlet midir?” Bu soruların cevabını almadan İsrail ile ilgili herhangi bir karar veremeyeceğimiz gibi barışa uzanan yolu bulma imkanımız da bulunmamaktadır.
Aksa Tufanı Operasyonu ve ABD
Hamas’ın askeri kanadı olan İzzettin El Kassam tarafından 7 Ekim 2023 tarihinde başlatılan “Aksa Tufanı” operasyonu an itibari ile devam etmektedir. Bu son savaş bize ABD Dış İşleri Bakanı Antony Blinken’in önce İsrail’in Savaş Kabinesinde toplantıya katılması, bölgeye gittiğinde “Buraya bir Yahudi olarak geldim!” ifadesi ve sonrasında BM Genel Kurulunda ABD’nin her zaman olduğu üzere İsrail lehine oy kullanarak ateşkes girişimlerini engellemesi iki ülke arasındaki ilişkinin sorgulanmasını yukarıda da ifade ettiğimiz üzere gerekli kılmaktadır.
Bu son gelişmeler ışığında geçmişte yaşananları değerlendirdiğimizde BM antlaşması6 ile hedeflenen: “Uluslararası barış ve güvenliği korumak ve bu amaçla: barışın uğrayacağı tehditleri önlemek ve bunları boşa çıkarmak, saldırı ya da barışın başka yollarla bozulması eylemlerini bastırmak üzere etkin ortak önlemler almak ve barışın bozulmasına yol açabilecek nitelikteki uluslararası uyuşmazlık veya durumların düzeltilmesini ya da çözümlenmesini barışçı yollarla, adalet ve uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak gerçekleştirmek.”7 ilkeleri ABD tarafından İsrail için ihlal edilmektedir. BM antlaşmasında, BM’nin amacı olarak belirlenen ilke İsrail için ilk kez değil onlarca defa ihlal edilmiştir.
Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanı
BM, çatısı altındaki ülkeleri yargılamak için Uluslararası Adalet Divanını (UAD), suç işleyen kişileri yargılamak için ise Uluslararası Ceza Mahkemesini (UCM) içeren ikili yargı sistemini oluşturmuştur.
UAD sisteminde bir ülkenin yargılanması için 5 daimi üyenin oyuna ihtiyaç duyulmaktadır. Bilindiği üzere ABD vetosu ve ABD’nin diğer ülkelere karşı uyguladığı baskılar ile İsrail bir nevi yargı bağışıklığı kazanmakta ve hiçbir eylemi sorgulanamaz ve yargılanamaz bir ülke olarak uluslararası sistem üstü bir statüye kavuşmaktadır. Bu nedenle İsrail’in BM nezdinde yargılanma imkan ve ihtimali gözükmemektedir.
UCM’yi düzenleyen Roma Statüsü8 müktesebatı gereği ancak taraf olan devletler ya da özel anlaşma ile statüyü kabul eden devletlerin 18 yaş üzeri vatandaşları yargılanabilir. İsrail taraf olmadığı için yargılama yapılamamaktadır. Ancak 2015 yılından itibaren Filistin tarafının müracaatı ile UCM önünde bir inceleme bulunmaktadır. Bu müracaat sayesinde Doktrinde ağırlıklı görüş, İsrailli suç işleyen kişilerin de yargılanabileceğini ileri sürmektedir. Ancak sürecin UCM gibi bir organda ne kadar uzun sürdüğünü ve bu mahkemede şu ana kadar Afrikalı liderler dışında kimsenin yargılanmadığını düşündüğümüzde UCM’nin de suçluları yargılayacağına dair umut çok azdır.
İsrail tarafından yaralanan, evlerine ve iş yerlerine el konulan, mülteci durumuna düşürülen, öldürülen insanlar ile ilgili olarak tutulan kayıtların hiçbir tanesi bugüne kadar bu fiillerden dolayı fiilleri işleyenlerin cezalandırılmasına ya da devlet olarak İsrail’in bu öldürme ya da yaralama eyleminden dolayı ceza almasına yetmemiştir. Öyle ki 2010 yılında canlı yayında izlenen sivil yardım gemilerinden oluşan Mavi Marmara filosuna İsrail askerleri saldırmış ancak yaptıkları saldırıdan uluslararası alanda herhangi bir ceza almadan kurtulmayı başarmıştır.
Hukuki Sorunların Tespiti
7 Ekimden itibaren yaşananlar dünya kamuoyu vicdanını yaralamıştır. Zira başlangıçta Hamas’ı terörist grup olarak gören ve ilk saldırının Hamas tarafından yapıldığını ifade eden uluslararası toplum, sorunun 7 Ekim 2023 tarihinde değil 1897 yılında başladığını, sorunun iki taraf arasındaki basit bir toprak meselesi olmadığını, İsrail’in hastaneleri bombalaması, özellikle çocuk ve kadın ölümlerine aldırmadan bombardımana devam etmesi, kimyasal silah kullanmaktan çekinmemesi sonucunda geçte olsa görmüştür.
Ancak Filistin içinde ve dışında mülteci durumuna düşmüş milyonlar, değişik zamanlarda öldürülmüş binlerce kişi, Filistin’in ortasında hukuksuz olarak inşa edilen duvar9, ekonomik konular, deniz ambargosu, Kudüs meselesi, su sorunu, self determinasyon hakkının kullandırılmaması, uluslararası antlaşmalara aykırı davranışlar, sınır konusu, işgalciler sorunu, Golan Tepeleri meselesi, Lübnan sınır meselesi gibi her biri yıllara sari ve de bir birinden önemli bu konuların çözümü için uluslararası toplumun bu güne kadar harekete geçmemesi bundan sonrada geçmesinin zor olduğunu bizlere göstermektedir.
Sonuç
İsrail, ABD ve Batı toplumları olmadan bölgede yaşama imkanı olmayan, sürekli korunan ve kollanan uydu bir devlet görüntüsündedir. İsrail, ya etrafındaki krallıklar/azınlıklar tarafından yönetilen devletlerin birbirleri ile ihtilaflarını kullanarak ya da iktidarda bulunan grupların/aşiretlerin halkın değil kendi çıkarları doğrultusunda İsrail ile yaptıkları örtülü anlaşmalar sayesinde mevcudiyetini devam ettirebilmektedir.
Uluslararası toplumun İsrail meselesini öncelikle ABD ve İngiltere ile çözmesi gerekmektedir. Zira İsrail sorunu bu iki devlet nedeni ile ortaya çıkmış, büyümüş ve devam etmektedir. BM nezdinde bu sorunun gündeme gelmesi ve neticelendirilmesi şu anki BM statüsü değişmeden çözülecek gibi gözükmemektedir. Uluslararası toplumu oluşturan halkların bilinçlenmesi ve kendi ülke yönetimlerini bu konuda baskı altına almaları gerekmektedir. Sorunun çözümünün sürece yayılması ve sürece odaklı şekilde ilerlemesi sağlanmalıdır. Aksi takdirde hemen çözüm beklentileri her akamete uğradığında hem hayal kırıklığı hem de başarısızlık büyük olmaktadır.
İsrail bugüne silahlı mücadele ile gelmiştir. Filistin’deki yerel halk da bugün varlık ve yokluk mücadelesi vermektedir. Bu nedenle Filistin halkının topraklarını terk etmemesi, silahlı mücadeleye devam etmesi durumunda; İsrail, uluslararası kamuoyunu karşısına alacak ve 1967 yılında 6 gün savaşları ile oluşturulan “yenilmez İsrail” algısı da ortadan kalkacaktır. Zira 1973 Yom Kimpur savaşından sonra İsrail’in girdiği ve kazandığı hiçbir savaş bulunmamaktadır. İsrail’in, ABD ve Batı toplumunun, teknolojik ve ekonomik desteği olmadan bölgede yaşama imkanı olmadığı görülmektedir.
Uluslararası Hukuk kapsamında Filistin halkının verdiği mücadele Self Determinasyon hakkının kullanımı olup silahlı mücadelesi haklı bir zemine oturmaktadır. Oysa İsrail’in yukarıda da belirttiğimiz fiillerinin uluslararası hukuk bağlamında karşılığı bulunmamaktadır. Bu nedenle her ne kadar uluslararası hukuk bugüne kadar İsrail’in suçlarını tespit etmiş ancak cezalandırma yoluna gitmemişse de bu ilanihaye bu şekilde sürmeyecektir. Bu nedenle sahada mücadele eden Filistin halkının hakkının BM ve diğer uluslararası kuruluşlarda da aranmasına devam edilmesi gerekmektedir. Teknolojinin geldiği aşama sayesinde İsrail’in işlediği suçların neredeyse tamamı şu anda tespit edilebilmektedir. Bu tespitler ilerde yapılacak yargılamalar açısından büyük önem taşımaktadır.
KAYNAKÇA
1https://tr.wikipedia.org/wiki/Dünya_Siyonist_Teşkilâtı#:~:text=1897%20yılında%20İsviçre%27nin%20Basel,Die%20Welt%20aynı%20yıl%20kuruldu.
2https://tr.wikipedia.org/wiki/Filistin_Mandası#:~:text=Birleşik%20Krallık%20Filistin%20Mandası%2C%20Birleşik,resmen%20onaylanarak%20kurulan%20manda%20cumhuriyeti.
3Uluslararası Hukukta Filistin Meselesi, s.37 Adalet Yayınevi-2023
4https://tr.wikipedia.org/wiki/Deir_Yasin_Katliam%C4%B1
5Uluslararası Hukukta Filistin Meselesi, s.36 Adalet Yayınevi-2023
6 https://inhak.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/2212020141836bm_01.pdf
7Bm andlaşması 1. madde
8http://www.ceidizleme.org/ekutuphaneresim/dosya/459_1.pdf
9Uluslararası Hukukta Filistin Meselesi, s.235-279 Adalet Yayınevi-2023