Gazze Şeridi’nden İsrail’in Gazze’yi çevreleyen yerleşim birimleri olarak bilinen askeri alanlarına yönelik olarak 7 Ekim 2023 tarihinde Şehit İzzeddin El-Kassam Tugayları tarafından gerçekleştirilen Aksa Tufanı Operasyonu, Filistin direnişi için sıradan bir operasyon değildi. Tarih boyunca Filistin halkı, Osmanlı yönetiminin geç dönemlerinden bu yana Siyonist planlar ve Batılı hırslarla karşı karşıya kalmıştır. Filistin halkının 1918’den beri İngiliz işgaline ve 1948’den beri de Siyonist işgale karşı direniş tarzları ve seviyeleri evrim geçirerek büyük bir deneyim kazanmıştır. Bu deneyim, diğer faktörlerle birlikte, Filistin direnişini 2023 yılında İsrail işgal devletine ciddi bir varoluşsal tehdit oluşturan etkili bir güç olmaya hazırlamıştır.
İsrail işgal devleti, Batı nüfuzunun en önemli araçlarından birini ve hatta Ortadoğu’daki emperyalist nüfuzun en büyük tezahürünü temsil etmektedir. İsrail işgal devletinin Batılı emperyalist sistem içindeki statüsü, ABD Başkanı John Biden’ın şu sözlerinde ifadesini bulmuştur: “Eğer İsrail var olmasaydı, onu icat etmek zorunda kalırdık!” Dolayısıyla Aksa Tufanı operasyonunun Ortadoğu’da sanki bir depreme yol açtığı ve etkilerinin tüm dünyaya yansıdığı söylenebilir. İsrail işgal devletini destekleyen emperyalist devletlerin, amatör savaşçılar olarak sınıflandırılan yaklaşık 1.200 Filistinli direnişçinin, sayıları 5.000 civarında olduğu tahmin edilen, eğitimli ve en yeni silahlarla donatılmış İsrail askeri “Gazze Tümeni”ni 6 saatten kısa bir sürede dize getirebileceğini hayal etmeleri mümkün değildi. Filistin direnişi, İsrail işgal ordusunu şaşırtma konusundaki yüksek kabiliyetiyle dünyayı hayrete düşürdü ve İsrail işgal devletinin gücü hakkında birçok yanlış algıyı ortadan kaldırdı.
İsrail propagandası her zaman İsrail ordusunun yenilmez bir güç olduğunu göstermiştir. İsrail işgali, ordusu etrafında propaganda yaratırken Batılı devletlerin, özellikle de ABD’nin sınırsız desteğine ve silahlandırmasına dayanmıştır. Buna rağmen İsrail işgal devleti, varlık ve faaliyetlerini sürdürebilme kabiliyetiyle ilgili büyük bir güvenlik endişesi yaşamaya da devam etmektedir. Çoğu devlet ulusal güvenliği “bir devletin kendi çıkarlarını koruma ve savunma yeteneği” olarak tanımlamaktadır. Öte yandan, İsrail işgal devletinin ilk başbakanı ve İsrail güvenlik doktrinini kuran ilk kişi olan David Ben-Gurion, İsrail ulusal güvenliğini “varoluşu savunmak” olarak tanımlamıştır. Bu nedenle, İsrail işgal devletinin şu anki Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun şu açıklamayı yapması tesadüf değildir: “Hamas’ı yenmek zorundayız çünkü bu bizim için tüm Batı medeniyetini de etkileyen varoluşsal bir sınavdır.”
İsrail işgali, stratejik gücünün gerçekliğinin ve karşı karşıya olduğu kalıcı jeopolitik zorlukların doğasının farkındalığı ışığında, “İsrail” varlığının kuruluşundan bu yana güvenlik doktrini için özel temeller atmıştır. İsrail güvenlik doktrini şu beş temel üzerine kurulmuştur: Caydırıcılık gücünün güçlendirmesi, savaşı düşman topraklarına taşıyarak savaşın sonunu hızlandırmak, düşmanın askeri güçlerini ve teçhizatını imha etmek, “önleyici saldırı” ya da “önleyici yıldırım savaşı” ve silah üstünlüğü (son seçenek olarak nükleer silahlara sahip olmak).” İsrail işgali, güvenlik doktrininin temellerini Arap bölgesinde yürüttüğü çeşitli savaşlarla test etmiş ve ordusunun modern savaşlar konusunda yeterli olmayan kırılgan orduları yendiğine dair büyük bir algı yaratmayı başarmıştır. Ancak İsrail askeri doktrininin temelleri, Filistin direnişinin Gazze Şeridi’nde yürüttüğü Gerilla Savaşı yöntemi karşısında çökmüştür.
Gazze Şeridi’nde Direniş Ortamı
Filistin direnişi, Gazze Şeridi’nde direniş ortamı bulunmasından faydalanarak güç toplamayı ve askeri bir sistem inşa etmeyi başarmıştır. Özellikle Gazze Şeridi’nde direniş için uygun bir ortam sağlanmasına katkıda bulunan birkaç önemli faktör vardır. Bu faktörlerden ilki, Gazze Şeridi’ndeki Filistinli silahlı direniş eylemlerinin başarısıdır ki bu da İsrail işgalini Gazze’deki İsrail yerleşim birimlerini boşaltmaya ve 2005 yılında Gazze’den tamamen çekilmeye yöneltmiştir. İkinci faktör ise silahlı direniş seçeneğini benimseyen İslami Direniş Hareketi Hamas’ın Filistin’de iktidar dizginlerini ele geçirmesidir. Bu Hamas’ın, 2006 başındaki milletvekili seçimlerinde kazandığı başarının sonucu olmuştur.
Üçüncü faktör olarak Hamas’a bağlı silahlı grupların Gazze’de isyancı otoritenin güvenlik teşkilatları ve Fetih hareketine bağlı silahlı gruplarla yaşadıkları iç çatışmayı çözebilmeleri ve bu sayede kendilerini sadece İsrail işgaline karşı koymaya odaklayabilmeleri öne çıkmaktadır. Dördüncü faktör, Gazze Şeridi’ndeki silahlı Filistinli direniş gruplarının savunma, teşhir, koruma, kaçakçılık, eğitim, istihbarat, silah üretimi, sınır izleme ve diğerleri gibi çeşitli direniş faaliyetlerini kendi aralarında koordine etmedeki başarısıdır. Beşinci faktör ise Filistin direnişinin, özellikle de Hamas hareketinin, Arap Baharı’na ilişkin pozisyon farklılığı nedeniyle askeri alandaki en büyük destekçisi olan “İran” ile yaşadığı gerginlik durumuyla ilgilidir. Filistin direnişi, Arap Baharı olayları sonucunda bölgede ortaya çıkan kaos ortamından faydalanarak silah kaçakçılığının hız kazanmasının yanı sıra askeri üretimde kendine olan yeterliliğini arttırmak zorunda kalmıştır.
2007 yılından bu yana Hamas hareketinin yönetimindeki Gazze Şeridi, İsrail işgalinin karadan, denizden ve havadan uyguladığı ağır ablukaya rağmen silahlı direniş için uygun bir ortam oluşturmaya devam etmiştir. Öte yandan, o dönemden bu yana Batı Şeria, Filistin Otoritesi’nin başkanı Mahmud Abbas’ın önderlik ettiği El Fetih hareketi tarafından yönetilmeye devam etti ve bu da Filistin’deki bölünmüşlüğün derinleşmesine yol açmıştır. Özellikle de El Fetih hareketi, 1960’ların ortalarından beri izlediği silahlı mücadele seçeneğinden 1993 yılında Oslo Anlaşmalarının imzalanmasına kadar keyfi İsrail işgaline karşı kullandıkları yöntemlerini değişmiştir. El Fetih hareketi, kontrol ettiği topraklarda herhangi bir silahlı direniş faaliyetinin engellendiği İsrail işgali ile güvenlik anlaşmalarına bağlılığı ışığında artık siyasi eylem ve halk baskısı seçeneğini benimsemeye başladı.
Gazze Şeridi’ndeki silahlı Filistin direniş grupları İsrail ordusunun saldırılarına karşı beş büyük çatışmaya girmiştir: 2006’da İsrail askeri Gilad Şalit’in kaçırılmasını takip eden saldırı, 2008’de Birinci Gazze Savaşı saldırısı, 2012’de El-Kassam Tugayları Komutan Yardımcısı Ahmed El-Jaabari’nin öldürülmesinin ardından patlak veren İkinci Gazze Savaşı saldırısı, 2014’te Üçüncü Gazze Savaşı saldırısı ve 2021’de İsrail’in Mescid-i Aksa’ya yönelik artan saldırıları nedeniyle patlak veren “Kudüs’ün Kılıcı Operasyonu” saldırısı. Bu büyük saldırılar, savaş modelinin genellikle füze ve roketlerin karşılıklı atışmalarına odaklandığı düzinelerce çatışmayı da içermektedir. Filistin direnişi her seferinde çatışmalardan daha güçlü, daha deneyimli ve İsrail ordusunun savaşının doğası hakkında daha bilgili olarak çıkmayı başarmıştır.
Öte yandan El-Kassam tarafından 7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirilen Aksa Tufanı operasyonu İsrail güvenlik doktrininin temellerini aşmayı başarmıştır. Eğer “caydırıcılık gücünün güçlendirilmesinden” bahsediliyorsa, direnişin böylesine eşi benzeri görülmemiş bir saldırı gerçekleştirmeye cüret etmesi İsrail’in caydırıcılık kapasitesinin düştüğünü göstermektedir. Bir de eğer “savaşın düşman topraklarına taşınması” söz konusuysa, bu kez savaş Gazze’yi çevreleyen bölgedeki İsrail yerleşim birimlerinin 45 km’den fazla derinliğindeki işgal altındaki Filistin topraklarına taşınabilmiştir. “Düşmanın askeri güçlerini yok etme” temeline atıfta bulunulduğunda, bu kez Filistin direnişi 15’ten fazla İsrail askeri bölgesini yok etmeyi ve Gazze Şeridi’ni işgal etmek için yıllardır hazırlık yapan İsrail-Gazze Askeri Tümeni’ni çökertmeyi başardı. Aynı zamanda eğer “önleyici saldırı ve yıldırım savaşı” temelinden bahsedilecekse, İsrail işgalini ezici bir operasyonla şaşırtan ve İsrail savaş tarihine kıyasla uzun bir süre devam eden bir yıpratma savaşına dahil eden Filistin direnişidir. “Nükleer silaha sahip olma” konusuna gelince, coğrafi yakınlık ve Gazze’ye komşu İsrail yerleşim birimleri üzerindeki etkilerinden duyulan korku nedeniyle İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ndeki Filistinli direniş gruplarıyla karşı karşıya gelmesi durumunda nispeten neredeyse tarafsız olduğu düşünülen bir silahtır.
Hamas’ın Direniş Operasyonu
Hamas hareketi, İsrail işgalini kandırmayı ve istihbarat servislerini Aksa tufanı operasyonuna karşı körleştirmeyi başardı. El-Kassam Tugayları sözcüsü Ebu Ubeyde’nin açıklamalarına göre El-Kassam, sağcı İsrail’in Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılarının artması nedeniyle Mayıs 2021’de İsrail işgaliyle girdiği çatışmanın ardından Aksa tufanı operasyonu için hazırlıklarını hızlandırma kararı almıştır. Öte yandan Hamas hareketi, Gazze’de yönettiği hükümet sektörlerinin büyümesine olumlu katkı sağlayan Mısır ile ekonomik anlaşmalarını güçlendirmeye devam etmekteydi. Ayrıca Katar hükümetiyle işbirliği yaparak Gazze Şeridi’nde altyapı projeleri geliştirmekle de ilgileniyordu. Bunun yanı sıra Hamas, Gazze Şeridi’ndeki yerel belediyelerin yetkilerini güçlendirerek Türkiye ve Avrupa Birliği ülkeleriyle dış ortaklıklar kurmaya odaklanıyordu. Diğer yandan El-Kassam Tugayları, İslami Cihad gibi Gazze’deki bazı yerel Filistinli direniş gruplarının İsrail işgaliyle girdiği çeşitli çatışmalara doğrudan katılmaktan kaçınıyordu.
Hamas’ın İsrail işgaliyle varılan dolaylı sükûnet mutabakatlarına bağlılığı ve İsrail saldırılarına karşı temkinli davranması, bir emrivaki politikasını kabul ettiği ve halkın yaşam koşullarını iyileştirmekten memnun olduğu imajını yansıtıyordu. Bununla birlikte Hamas, Aksa Tufanı operasyonuna yönelik hazırlıklarını gizlemeye çalışırken, taraftarlarından ehlileştirme ve silahlı eylem için geniş seçeneklerden vazgeçme şüpheleriyle ilgili birçok eleştiri alıyordu. Pratikte, İsrail işgali büyük istihbarat başarısızlığını ve El-Kassam Tugayları operasyonunu önceden tahmin edemediğini itiraf etmiştir. İsrail işgal ordusunun başarısızlıklar dizisi, Aksa Tufanı operasyonuna cevaben Gazze Şeridi’ne karşı başlattığı savaşta bile devam etmektedir. Özellikle de İsrail işgal hükümetinin savaş için “Hamas’ı ortadan kaldırmak” ve askerler, yerleşimciler ile yabancı siviller dâhil olmak üzere sayıları 250’yi aşan “İsrailli esirleri kurtarmak” gibi geniş hedefler açıkladığı bir dönem söz konusudur.
Başta ABD olmak üzere Batı güç sistemi, İsrail işgal devletini mümkün olan her yolla desteklemek için seferber oldu. Liderleri ve üst düzey siyasetçilerinden bölgeyi bizzat ziyaret etmeyen tek bir kişi bile kalmadı. ABD, işgal ordusuna ölümcül silahlar sağlamak için bir hava köprüsü kurdu ve özel tip bombalar göndermek için birçok yasayı atladı. Batı sistemi direnişi çevresinden izole etmek ve İran gibi müttefiklerini ve bölgedeki araçlarını caydırmak için diplomatik baskı turları düzenlemekten bölgeye bir Amerikan askeri uçak gemisi göndermeye kadar tüm korkutma ve ikna yöntemlerini kullandı. Ancak bu önlemler çatışmanın genişlemesini engelleyemedi. Lübnanlı Hizbullah, 2006 savaşından bu yana benzeri görülmemiş çatışmalarla İsrail işgalinin kuzey cephesini ateşledi. Yemen’deki Husi güçleri de ilk kez Bab al-Mandab Boğazı’nda deniz seyrüseferini kısıtlayarak İsrail işgal devletine doğru giden gemileri hedef aldı. Ayrıca Irak’taki Hizbullah Tugayları, Irak ve Suriye’deki Amerikan askeri üslerine yönelik çok sayıda füze saldırısı gerçekleştirdi.
Genellikle, İsrail işgalinin sivilleri ve hatta hastaneler, sığınma okulları, ibadet yerleri ve diğerleri gibi savaş zamanlarında güvenli yerler olarak sınıflandırılan tesisleri hedef almada bu kadar ileri gitmesine neden olan şeyin sınırsız Batı desteği olması şaşırtıcı değildir. Bazı insan hakları merkezleri, savaşın ilk iki ayında İsrail işgal ordusu uçakları tarafından Gazze Şeridi’ne atılan bombaların hacminin 30 bin tonu aştığını tespit etmiştir. Öte yandan İsrail işgal ordusu Gazze’de savaşmak üzere 200 binden fazla askeri seferber etmiştir. İşgal ordusu ayrıca Gazze’deki kara operasyonu için yaklaşık 1.000 zırhlı araç ve tank tahsis ederken, bunların yarısından fazlası kara saldırı bölgelerinde kullanılmıştır.
Buna rağmen, İsrail’in savaş hedeflerini başarısızlığa uğratmanın anahtarı, direnişe büyük destek vermeye ve işgalin planlarını, özellikle de zorunlu göç planını reddetmeye devam eden halk desteğine bağlıdır. Buna ek olarak, Filistinli direniş gruplarının kararlılığı ve en zor koşullar altında mücadeleye devam etmeleri, İsrail işgalinin hedeflerinden herhangi birine ulaşma umutlarını sona erdirmektedir. El-Kassam Tugayları başta olmak üzere Filistin direnişinin İsrail işgalinin saldırganlığına karşı koymak için çeşitli mücadele yöntemleri kullandığını belirtmek gerekmektedir. Saldırganlığa karşı koymada etkili olan en önemli direniş yöntemleri arasında şunlar yer almaktadır; şehrin altında bir şehir olarak tanımlanan direniş tünelleri şebekesi aracılığıyla manevra yapmak, güvenli iletişim ağı aracılığıyla çeşitli askeri seviyelerle liderlik iletişimini sürdürmek ve ademi-merkeziyet bir şekilde işleyen askeri medya sisteminin gücü aracılığıyla mükemmel psikolojik operasyonlar yapmak, diğer destek silahlarının müdahale olasılığını etkisiz hale getirmek için saldıran güçlerle sıfır mesafeden angajman taktiklerini kullanmak, savaşın her aşaması için en uygun silahları kullanmak ve direnişin arkasını koruyacak şekilde iç cephenin kontrolünü sürdürmek.
Büyük kahramanlık ve fedakârlık sahnelerine rağmen Gazze Şeridi’ndeki insani koşullar her geçen gün daha da zorlaşıyor. Bu makalenin yazıldığı tarih itibariyle, çoğu çocuk olmak üzere şehit sayısı 20.000’i, yaralı sayısı 50.000’i ve kayıp sayısı 10.000’i aşmıştır. Buna ek olarak, Gazze Şeridi nüfusunun yaklaşık %85’ine denk gelen yaklaşık 1,9 milyon kişi evlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Ayrıca, Gazze Şeridi’ndeki kamu tesisleri ve altyapının çoğu imha edilmiş, yaklaşık 310.000 konut tamamen ya da kısmen hasar görmüştür. Tüm bu manzara karşısında İsrail işgali, verdiği bu kayıpların, füzeleri hala İsrail tanklarının arasından fırlatılan direniş rampalarının nozullarını bastıramayacağının farkındadır. Hava saldırıları, İsrail işgal güçleriyle sıfır mesafeden çatışan direniş savaşçılarının mücadelesini engelleyemeyecektir.
Genel olarak, çatışmadaki gelişmelerden Filistin direnişinin bu savaşı işgalci İsrail devleti efsanesini yıkmak ve bu işgalci varlığı yenmenin mümkün olduğunu pratik bir şekilde kanıtlamak için istediği açıkça ortaya çıkmıştır. Ayrıca Filistin direnişi, yaşananların büyüklüğü sayesinde, Filistin meselesini ulaştığı ufuksuzluk durumundan sonra küresel gündemdeki öncelikler listesine geri döndürmeyi başardı. Bu arada İsrail işgali, Filistin direnişi tarafından esir tutulan askerlerini, müzakere kapısı ve direnişin koşullarının kabulü dışında kurtaramayacağını anlamaya başladı. Katar-Mısır arabuluculuğunda, 49 gün süren saldırının ardından ve 7 gün süren ateşkes sırasında, yaklaşık 330 Filistinli kadın ve çocuğa karşılık yaklaşık 110 İsrailli yerleşimcinin veya çifte vatandaşlığa sahip olanların serbest bırakıldığı bir esir takası anlaşması pratikte başarılı oldu. Bu durum, Filistinlilerin özgürlük yolunda yaptıkları tüm fedakârlıklara rağmen direnişin azmine karşılık İsrail işgalinin başarısızlığını bir kez daha ortaya koymaktadır.