17 Kasım 2025, Pazartesi

İstanbul Forum Kapalı Oturumuna Dair Gözlemler ya da Dünya Müslüman Entelektüeller Kongresine Acil İhtiyaç – Prof. Dr. Kudret Bülbül

13-15 Aralık 2024’de, Cihannüma Derneği tarafından İstanbul’da, Haliç Üniversitesi’nde “bilgi, irade, düzen” üst başlığıyla düzenlenen İstanbul Forum marjında gerçekleştirilen programlardan biri de İslam Dünyası sivil toplum örgütleri temsilcilerinin ve kanaat önderlerinin katılımı ile gün boyu süren kapalı oturum idi. Daha çok Ortadoğu’dan, Uzakdoğu’dan ve Türkiye’den katılımcıların yer aldığı oturumun moderatörlüğü tarafıma tevdi edildi.

“Müslümanların sesini yükseltmek/siyaseti yeniden inşa etmek” başlığıyla tarafıma iletilen kısa soruları da içerecek şekilde, oturumun daha yapılandırılmış bir şekilde yürümesini sağlamak amacıyla, dünya Müslümanlarının içinde bulunduğu durumu ortaya koyan aşağıdaki konuları/soruları hazırlayarak oturum başlamadan Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak katılımcılara dağıttım. Gün boyu süren oturumun temel amacını ve genel çerçevesini ortaya koyması açısından bu konuları/soruları olduğu gibi aktarmanın anlamlı olduğunu düşünüyorum:

Müslümanların Sesini Yükseltmek/Siyaseti Yeniden İnşa Etmek

  • Durum tespiti: Her çalışmada ilk yapılması gereken öncelikle durum tespitidir. Nerede olduğumuzu bilmek gerekir ki nereye gideceğimizi de bilelim. Bugün dünya Müslümanlarının siyasal durumuna baktığınızda mevcut durumu nasıl değerlendirirsiniz? Değerlendirmenizi anlık değil, 1. ve 2. Dünya Savaşı dönemlerini baz alıp o dönemlerle kıyaslamalı yaparsanız son zamanlardaki trendi görmek de mümkün olacaktır.
  • Ortak siyasi değerler, pozisyonlar ve gündemler: İslam siyaset alanında ne vaat ediyor? Müslümanlar olarak gerek İslam toplumlarında ve gerekse küresel dünyada, insanları ortak hangi siyasi değerleri savunmalı ve onlara çağırmalıyız? Bölgesel ve küresel gelişmeleri değerlendirirken kalkış noktamız ve siyasi pozisyonlarımız neler olmalıdır?
  • İslam Dünyasında meşruiyet sorunu: İslam dünyasına bakıldığında bugün en önemli sorunlardan biri devlet-millet-kaynaşması değil, ayrışmasıdır. Devletlerle milletlerin ortak bir duruş, duyuş ve amaca sahip olmamalarıdır. Bu durum milletlerinden yeterince destek almayan devletlerin emperyalist ülkelere daha fazla yaslanmalarına neden olmaktadır. Meşruiyetlerini daha fazla milletlerinden almaları için İslam dünyasında devlet-millet kaynaşması daha fazla nasıl artırılabilir?
  • Emperyalizmin farkındalığı: Küresel emperyalist güçlerin jeopolitik stratejilerine, onların asırlardır süren parçala-böl-yönet politikalarına karşı daha fazla bir farkındalık Müslüman ülke ve topluluklarda nasıl geliştirilebilir?
  • Bölgesel savaşlar karşısında ortak bir tutum: Kaos ve istikrarsızlık içinde olan İslam ülkelerini istikrara kavuşturmak için neler yapılmalı, nasıl bir siyasi söylem ve işbirliği geliştirilmelidir? Örneğin Suriye, Filistin, Sudan, Libya ve Yemen’de İslam ülkeleri veya Müslüman topluluklar nasıl ortak bir tavır alabilir?
  • Diasporada yapılması gerekenler: AB ve ABD gibi coğrafyalarda, Diasporada ya da Müslümanların azınlıkta olduğu ülkelerde Müslümanlar olarak ortak bir söylem ve güç birliği nasıl geliştirilebilir?
  • Siyaset dışı aktörler ve siyaset: Siyaset dışı aktörler (Alimler, akademisyenler, bürokratlar, sivil toplum, özel sektör ..) ortak siyasi değerlerin inşasında, siyaset alanında ahlaki/ilkesel bir tutumun inşa ve geliştirilmesinde, İslam dünyasındaki siyasi sorunların çözümünde nasıl bir rol üstlenebilirler? Neler yapabilirler, Neler yapmalıdırlar? Neler yapmamalıdırlar?
  • Müslümanlar arası sorunların çözümü için ihtiyaç duyulan kurumlar: Bugün dünyada çatışma alanlarına bakıldığında çatışmaların çok büyük bir kısmı İslam dünyasında ve en azından görünürde Müslümanlar arasındadır. Aramızdaki sorunları çözmeyi emreden ayetlerin bugün için İslam dünyasındaki muhatap kurumları var mıdır? Küresel aktörlerin daha az müdahale edebilmesini de önleyebilmek ve proaktif olmak amacıyla, Müslümanlar arasındaki siyasi sorunların çözümü için somut ne tür mekanizmalar geliştirilmelidir? Ne tür özelleştirilmiş sorun çözücü kurum ve kuruluşlara ihtiyaç vardır?
  • Türkiye’den beklenen: Türkiye ve kurumları, Müslüman dünyasında kuşatıcı bir siyasi güç olarak nasıl daha etkili bir rol oynayabilir? Bu konuda Türkiye’den neler beklenmelidir?

Oturumdan Gözlemler

İslam dünyasının ağır ve acı sorunlarının daha rahat konuşulabilmesini sağlamak amacıyla herhalde kapalı olması planlanan oturum açık olarak da düzenlenebilirdi. Gerek yukarıda ifade edilen sorular ve gerekse oturumda dile getirilen düşünceler genel olarak kamuoyu gündeminin çok uzağında olan konular değildi.

Oturumda ilk göze çarpan ve en fazla ağırlığını hissettiren unsur, hemen öncesi günlerde gerçekleşmesi nedeniyle, Suriye’de 60 yılı aşkın hüküm süren Baas rejiminin ve Esad diktatörlüğünün yıkılması, Suriye’nin özgürleşmesi idi. Katılımcılar çoğunlukla belki de bu nedenle, yukarıdaki İslam dünyasının halini ve kronik sorunlarını yansıtan soyut ve teorik sorulara cevap vermek yerine, Suriye’nin özgürleşmesinin yarattığı umut ve coşku psikolojisi içerisindeydiler. Suriye meselesinin, Suriye’nin geleceğine dair yorumların kapalı oturumun temel gündeminin önüne geçtiği söylenebilir. Katılımcılar arasında yakınlarını kaybetmiş, uzun yıllar ülkesine gidememiş olanların bulunduğu, yarım yüzyıldan fazla süren Esad rejiminin barbarlığının yarattığı travma düşünüldüğünde bu durumu anlayışla karşılamak gerekir. Katılımcıların önemli bir kısmının, İran’ın Suriye’de oynadığı negatif role dikkat çekerek, Suriye’nin özgürleşmesini büyük oranda Türkiye ve Tayyip Erdoğan ile ilişkilendirmeleri dikkat çekiciydi. Bu görüş sahipleri Türkiye’nin Suriye’de oynadığı pozitif rolü artırarak devam ettirmesi düşüncesini de iştiyakla dile getiriyorlardı.

Katılımcıların dile getirdiği konulara, ortaya koydukları perspektiflere bakıldığında, inanç ve ibadet konularında ortaklıkları bulunmakla birlikte, İslam dünyasında sosyal, siyasal ve stratejik konulara dair neredeyse ortak bir İslam anlayışının olmadığı düşüncesinin kısmen oturuma da yansıdığı ifade edilebilir. İslam dünyasının çoğu kez aynı çağda yaşamadığı gerçeği oturumda da kendisini göstermiştir. Bir kısım görüş ve beklentiler ortaçağ geleneksel toplumunun bir ifadesi iken, bir kısmı modernitenin bir uzantısı bir kısmı ise postmodern ya da posttruth bir çağa dair sorun ve önerilerini dile getirebilmekteydiler. Haritaya bakıldığında bir ucu Asya Pasifikteki Endonezya Cumhuriyeti’nden, diğer ucu Afrika kıtasındaki Moritanya İslam Cumhuriyeti’ne kadar, Müslüman ülkelerin dünyanın yarısından fazla bir coğrafyaya yayıldığı görülebilir. Bu kadar geniş bir coğrafyada yaşayan Müslümanların farklı yüzyıllara ait sorunlara ya da beklentilere sahip olmaları kısmen olağan görülebilir.

İslam dünyasının edilgen halinin oturuma da yansıdığı ifade edilebilir. Katılımcılar çoğu kez bir özne olarak değil, daha çok başkalarından beklentilerini dile getiren bir nesne olarak sorunlara yaklaşmaları oturumda da dikkat çekmiştir.

Sorularda yer alan durum değerlendirmesine dair, katılımcılar arasında umut ve umutsuzluk açısından da çok farklı yaklaşımlar dile getirilmiştir. Bir katılımcı, “İslam ve Müslümanların durumunun burada ifade edilenden çok daha iyi olduğunu” ifade ederken, Batı’dan gelen bir katılımcı, “Müslümanlar daha yüzyıl medeniyet olarak Avrupa’ya katkı verecek konumda değil” görüşünü dile getirmekteydi.

Türkiye’den bir katılımcının, Batılı ülkelerin fitne çıkaran politikaları bilinmekle beraber, Malik bin Nebi’den hareketle, İslam dünyasının kendisini sürekli işgale hazır hale getirdiğini, “işgal edilebilirlik” potansiyelini kendisinin yükselttiğini dile getirmesi dikkat çekiciydi. Bu katılımcının “diasporanın iç politikada birleştirici bir unsur olarak olumlu rol oynaması gerektiği” beklentisi ise olumlu bir beklenti olarak değerli olmakla birlikte bu durum toplumsal meşruiyet sorunu yaşayan ve yaşamayan ülkelere göre (devlet-millet ayrışması arasındaki farka göre) değişmektedir.

Hemen hemen bu tür uluslararası oturumlarda dikkat çeken bir unsur bu oturumda da kendisini göstermiştir: Katılımcıların Türkiye’ye yükledikleri anlam. Bu anlam Türkiye içinde yaşayanların kendi ülkelerine yükledikleri anlamdan çok daha yüksektir. “İlham verici bir ülke olarak Türkiye”, “Batı ile İslam-Arap medeniyeti arasında bir orta nokta”, “G20 ülkesi Türkiye”, “Ümmetin iftihar duyduğu bir ülke” gibi ifadeler toplantıda bu konuda dile getirilen ifadelerden bazılarıdır.

İslam dünyasının ve insanlığın devasa sorunları var. Kuşkusuz hepsini birden konuşamaz ve çözemeyiz. Kendi aralarında devasa sorunlar bulunsa da İslam dünyası hiçbir zaman Batı’nın kendi içinde yaşadığı ve tüm dünyaya mal ettiği iki büyük cihan savaşı yaşamış değildir. Bu perspektiften bakıldığında İslam dünyasının hiçbir sorunu çözülemez değildir. Dünya Müslümanları, neredeyse tamamının esaret altına düştüğü 1. Dünya savaşı yıllarına göre 2. Dünya savaşı yıllarında daha iyi durumdadırlar. 3. Dünya savaşışının eşiğinde olduğumuz bugünlerde ise, yaşamakta olduğumuz onca ağır ve acı sorunlara rağmen, 2. Dünya savaşı koşullarından daha iyi olduğumuzu düşünüyorum. Geleceğimizin de bugünlerden çok daha iyi olacaktır. Ama biz yeter ki sonuca değil sürece talip olalım. Sonucu düşünmeksizin, meşruiyet sınırları içerisinde yapmamız gerekenleri yapalım. Bu açıdan bakıldığında Müslüman sivil toplum örgütleri temsilcilerinin, kanaat önderlerinin, aydınlarının, alimlerinin birbirleriyle çok daha fazla konuşup istişare yapabilecekleri çok sayıda ortak platformlara ihtiyaç duyulmaktadır. İstanbul Forumu kapalı oturumu gibi mekanlarda tek defalık değil, sürekli olarak bir araya gelmeli ve gündemlerini ortaklaştırmalıdırlar.

Elbette sivil toplum temsilcileri ve kanaat önderlerinin bir araya gelmesi de çok değerlidir. Ama bunun yanı sıra ya da bundan farklı olarak bu tür buluşmaların entelektüeller düzeyinde de yapılması belki de daha değerlidir. Bu durumu bir sonraki başlıkta detaylandırayım.

DÜMEK: Dünya Müslüman Entelektüeller Kongresi

Önceki satırlarda dünya Müslümanlarının birbirlerinden çok kopuk olduğuna, bu kopukluğun zihniyet kopuşunu da içerdiğine, adeta farklı çağlarda yaşadıklarına, toplumsal, siyasal ve stratejik konularda neredeyse ortak bir İslam anlayışına sahip olmadıklarına işaret edilmişti. Bütün bunları aşabilmenin, çözüme kapı aralayabilmenin yolunun da tek defalık değil, sürekliliği olan platformlarda daha fazla bir araya gelmek olduğuna değinilmişti.

Kuşkusuz devlet kurumları/adamları, sivil toplum örgütleri ve alimler üzerinden bir araya gelmek de değerli sonuçlar üretecektir. Bununla birlikte, sivil ve entelektüel tartışmalar ile zihniyet arayışları için devletler üzerinden kat edilebilecek mesafeler sınırlıdır. Bu çağın modern insanı maalesef alimlerden bir şeyler duymaya da çok istekli değildir. Alimlerimiz çoğunlukla çağımızın sorunlarını yeterince ihata edecek kadar kuşatıcı değildir. İslam dünyasındaki yaygın sivil toplum örgütlerine bakıldığında, bu kuruluşlar çoğunlukla ya içerisinde yaşadıkları ülkelerin siyasal rejimleri ile sorunlar yaşamakta ya da büyük oranda bu rejimlerin bir uzantısına dönüşmüş durumdadırlar. Özerk kalarak faaliyetlerini yürütebilen STK’lar sınırlıdır. Bu STK’ların faaliyetleri de hayatı çok yönlü içerecek bir yaygınlıkta olmayıp çoğunlukla sosyal yardımlar ve insani yardımlar alanına odaklanmış durumdadırlar.

Gerek bu sınırlılıklar ve gerekse çağın dili, modern insanın duyarlılıkları düşünüldüğünde, günümüz dünyasında oynadıkları rol göz önünde bulundurulduğunda, dünya Müslümanlarının sorunlarının çözümüne kapı aralamak için entelektüeller üzerinden yürümenin önemi daha bir öne çıkmaktadır.[1]

Dünyada Müslüman entelektüellerin çalışmalarına bakıldığında ise genellikle Türkiye’nin ve tarihi birikiminin ihmal edildiği gözlemlenmektedir. Oysa İslam, demokrasi, parlamento, seçimler, hilafet, adalet gibi İslam ve evrensel değerler bağlamında Osmanlıdan bugüne, olumlu ve olumsuz taraflarıyla en önemli pratik bu coğrafyada yaşanmıştır. Bu nedenle Türkiye’yi ihmal eden her türlü yaklaşım, tarihi tecrübeden, somut çözümlerden ve uygulama pratiğinden yoksun olacaktır.

Her ülkeden belirli oranda entelektüelin katılımı ile iki yılda bir Türkiye’de yapılacak Dünya Müslüman Entelektüeller Kongresi (DÜMEK), İngilizcesiyle World Muslım Intelektuals Congress (WOMIC) yukarıdaki iki ihtiyacı karşılayacaktır. Bu kongre Çırağan sarayı gibi saygın bir yerde mümkünse Cumhurbaşkanının katılımı ile yapılmalıdır. WOMIC/DÜMEK ile dünya Müslüman entelektüelleri olarak her iki yılda bir kez bir araya gelecek, öncelikle tanışarak birbirlerinin farkına varacaklar, ortak bir duyuş, duruş ve yürüyüş geliştirmeye çalışacaklardır. Neyi sorun olarak gördüklerini ve bu sorunlara nasıl baktığını, bu sorunlar karşısında kendisini nasıl konumlandırdığını ortaya koyacaktır. Eskinin çekilmekte olduğu, yeninin henüz doğmadığı bir küresel alacakaranlık çağında, Dünya Müslüman entelektüellerinin, asrın idrakine varsa eğer söyleyecekleri bir söz, bunun için tam zamanı değil midir? Bir iddiaları, çağrıları, küresel sorunlara bir çözümleri varsa, bunu ortaya koymak için zaman bugün değilse ne zamandır?

Bu kongrenin alt uzantıları olarak ya da bu küresel kongre öncesinde bölgesel/kıtasal kongreler yapılarak, bölgesel kongrenin birikimi, tecrübesi ve temsilcileri ile Dünya Müslüman Entelektüeller Kongresine gelmek ya da düzenlemek daha yerinde olacaktır. Bu çerçevede ilk yıl Balkan, Avrupa, Ortadoğu, Latin, Asya, Afrika, Amerika, Uzakdoğu vb. Müslüman Entelektüeller Kongreleri yapılabilir. 2. Yıl ise Türkiye’de DÜMEK gerçekleştirilebilir.  Bölgesel/kıtasal kongreler de yapıldığı ülkelerin devlet yetkililerinin, mümkünse devlet başkanlarının aktif katılımı ile yapılmalı ki gerek meşruiyet ve gerekse karşı karşıya kalınan sorunların çözümü açısından daha rahat kapı aralanabilsin.

WOMIC/DÜMEK doğal olarak dönem dönem bölgesel ve küresel gelişmelere ilişkin açıklamalar yapabilecektir.

Türkiye coğrafi ve tarihi tecrübesi itibarıyla Avrupa, Asya, Afrika, Balkanlar, Ortadoğu Müslüman Entelektüeller Kongrelerinin doğal üyesi olabilecektir.

WOMİC/DÜMEK, yukarıda dile getirildiği gibi, başlı başına bağımsız bir organizasyon şeklinde, düşünüldüğü gibi gerçekleştirilebilir. Bununla birlikte bu organizasyonun iki yılda bir yapılacak İstanbul Forum marjında yapılması üzerinde de düşünülebilir.

 

[1] Dünya Müslüman Entelektüeller Kongresine dair düşüncelerimin alt yapısını Yurtdışı ve Akraba Topluluklar Başkanlığım sırasında, özellikle Avrupa’da karşı karşıya kaldığımız meseleler oluşturmuştu. Avrupa’da Almanya, Fransa gibi ülkeler, yaşadıkları ülkelerdeki Müslümanlarla muhatap olmak ve onların gündemlerine hâkim olmak için “İslam Konseyi” gibi oluşumlar oluşturmaktaydı. Bu konseyler makul ve meşru bir biçimde oluşturulsa amaca hizmet edebilirdi. Ama çoğunlukla bu devletler oluşturdukları bu konseylerin üyelerini kendileri belirliyor ve kendilerinin belirlediği üyelerin gündemleri ve talepleri de Müslümanların gündemi ya da talebiymiş gibi lanse edilebiliyordu. Bu konsey üyeleri her durumda Müslümanlar tarafından benimsenebilecek, İslami hassasiyeti, yaşayışı ve inanışı olan isimlerin olması gerekmeyebiliyordu. Sonuçta bu konseyler aracılığıyla ilgili devletler, uygun gördükleri temsilcileri Müslümanların temsilcisiymiş atayabiliyor ve onların gündemi de Müslümanların gündemi imiş gibi davranabiliyordu.

Gerek meşru temsil ve gerekse doğru gündem açısından o yıllarda her ülkede “Müslüman Entelektüeller Kongresi” yapılmasının, kendileri tarafından belirlenen bu temsilciler aracılığı ile kendi gündemlerini belirlemelerinin ve ilgili ülkelerle bu şekilde diyalog kurmalarının daha iyi olabileceği fikri zihnimde oluşmaya başlamıştı. Fransa Müslüman Entelektüeller Kongresi, ya da Almanya, Belçika, İngiltere Müslüman Entelektüeller Kongresi gibi oluşumlarla bir araya gelebilirlerdi. Belki daha üst bir çatı olarak Avrupa Müslüman Entelektüeller Kongresi oluşturulabilir, böylelikle kendi gündemlerini kendileri belirleyerek daha gerçekçi çözümler için çaba sarf edebilirlerdi.

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir