Hemen her gün İsrail’in bombaladığı Gazze’den; “Araplar ve Müslümanlar nerede? İnsan hakları savunucuları nerede? Filistin halkını acı, açlık ve yok oluşa terk ettiniz” diye haykırışlar duyuluyor. Gazze’de insanlık tarihinin en zalim saldırılarına tanık oluyoruz. İnsanlar açlık, susuzluk, ilaçsızlık ve derme çatma çadırlarda yaşamak zorunda bırakıldı. Bu vahşi ambargo ve bombardımana rağmen, yıllardır devletler ve uluslararası kurumlar çaresiz bir bekleyiş içinde.
“Va Mutasımah!”
Geçmiş yıllarda, işgalci İsrail’in Mescid-i Aksa’da yaraladığı Filistinli kadınlar, Müslüman dünyanın çaresizliğine isyan ediyordu. “Va Mutasımah” ve “Va İslamah” (Mutasım neredesin? Müslümanlar neredesiniz?) diye haykırıyorlardı. Bu çığlıklar, adeta Müslüman dünyanın çaresizliğini özetliyordu. Filistinli kadınlar bu cümleleri bilinçli bir şekilde kullanıyorlardı çünkü tarihi bir olaya atıfta bulunuyorlardı.
Filistinlilerin atıfta bulunduğu tarihi olay, Abbasiler döneminde gerçekleşmişti. Rivayete göre, Halife Mutasım döneminde, Rum valisi tarafından esir alınan bir Müslüman kadın, “Va Mutasımah! Neredesin ey Mutasım! Va İslamah! Neredesiniz ey Müslümanlar!” diye bağırırken işkence görüyordu. Bu haber, Halife Mutasım’a ulaşınca, o, kadını kurtarmadan yemek ve içmek istememiş, büyük bir süvari birliğiyle harekete geçmiş ve kadını kurtarmıştır.
Günümüzde, 60’a yakın Müslüman ülke ve 2 milyarı aşan Müslüman nüfus var. Ancak bu potansiyele rağmen, Filistin’de her gün onlarca çocuk şehit ediliyor. Batı’da bile Filistin için sokaklara çıkan gayri-Müslimler, bu zulme ve katliama sert tepki gösteriyor ve “Müslümanlar nerede?” diye soruyor. Hadi Filistinliler çaresiz, ümmet de bu kadar çaresiz olabilir mi? Bu soru, fertlerden cemaatlere, STK’lardan Müslüman devletlere kadar herkese yöneltilmeli. Çünkü bu çaresizlik hali hayra alamet değil. Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Peygamber (sav)’in bize öğrettikleri, Yüce Allah’ın bu tür çaresizlik hallerinde büyük siyasi ve sosyolojik tebdilleri Sünnetullah gereği devreye soktuğunu anlatıyor.
“Ne Yapmalı?”
Bu tür durumlarda, samimi Müslümanların yüreğini parçalayan “Ne yapmalı?” sorusu, imanın bir parıltısı olarak doğar. Müslüman olmayanlardaki isyan ise vicdanın bir ışıltısı olarak belirir. İsrail saldırılarının arkasında zalim ve ikiyüzlü ABD ve Batı rejimleri olduğu biliniyor. Peki! Müslümanlar ne zaman tepki verecek?
Hz. Peygamber (sav), “Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, bir organın rahatsızlanması sonucu diğer organların da bu acıyı paylaşırcasına uykusuz kalması ve ateşlenmesi gibidir.” demiştir. Yine bir başka Hadis’te Hz. Peygamber (sav) İslam ümmetinin birlik ve kardeşlik vurgusunu şu şekilde ifade etmiştir: “Müslümanların işleriyle ilgilenmeyen ve Allah, Peygamberi, kitabı ve bütün Müslümanlar adına nasihatte bulunmayan kimse onlardan değildir!”
İslam ümmeti, bir organı şikayet ettiğinde, geri kalanının ateş ve uykusuzlukla karşılık vermesi gibi, Filistin’de yaşanan acıyı hissetmelidir. Eğer Filistin’deki zulme kayıtsız kalınıyorsa, o kişi İslam ümmetinin bir ferdi olamaz. Aydınlarımız, STK’larımız, öğrencilerimiz ve işçilerimiz, Filistinli kardeşlerimize destek olmak, onlarla dayanışmak, gösteri düzenlemek, ABD ve Batı ürünlerini boykot etmek, dua etmek ve bu direnişte yanlarında olmak için yetenek ve kabiliyetlerini ortaya koymalıdır.
Yalnız Gazzeliler Ölmedi!
11 Eylül sonrası ABD’nin Afganistan’a iki yıl içinde attığı bombaların iki katı, bir hafta içinde Gazze’ye atıldı. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombalardan daha fazlası Gazze’de denendi. Sivil yerleşim alanları, çocuklar, kadınlar hedef alındı, binlercesi dünyanın gözü önünde öldürüldü. Gazze’de ölenler sadece Gazzeliler değil, tüm Müslüman dünyanın şerefi, onuru, haysiyeti ve özgürlüğüydü. Dünya, Müslümanların kanının, canının ve malının bu kadar ucuz olduğunu, insani suçların hiçbir yargılamayı gerektirmeyen bir iş olduğunu gösteren bir meydan okumaya tanık oldu. Bu meydan okumaya karşı 2 milyardan fazla Müslüman dünyanın sessizliği ise utanç verici.
Gazze’den dünya kameralarına yansıyan bir başka olayda, ailesini kaybeden bir Filistinli gencin “Müslümanlar nerede?” diye feryadı, yalnızca kendi için değil, sessiz kalan ve çaresiz olan ümmet için ağlamasını gösteriyordu. “Ben kendimiz için değil, ümmetimizin sessizliği ve çaresizliği için ağlıyorum. Ölüm kaçınılmaz, ancak asıl mesele nasıl öldüğümüz” diye belirtti.
Bazıları, “Eğer onlar dinleseydi ve bu savaşa girmeselerdi, belki hayatta olabilirlerdi,” diyor. Ancak bu, yıllarca işgal edilen Filistin topraklarını ve her gün öldürülen Filistinlileri görmezden gelenlerin sorumluluğunu gizleme çabasıdır. Kur’an’da, “Yataklarınızda bile olsanız, ölüm sizi bulmaz mıydı?” denir. Özgürlük, onur ve haysiyet mücadelesi, ölüm riskini içerir. Gerçek şehitlik, geri adım atmayı korkaklık ve hapis olarak görenler için geçerlidir. Gazzeli cesur genç, sevdikleriyle yaşadığı acı verici deneyimden, ümmetin içinde bulunduğu zor durumu ve tehlikeleri görüyor. Kendi hayatını birkaç gün veya yıl daha uzatacak yardım istemiyor. Onun gözünde, gerçek gücü göremeyen ve dünyevi zenginliklere dalan insanların durumu daha tehlikeli.
“Müslümanların Kendi Uluslararası Birliğini Oluşturmalıdır”
Hint alt kıtasının ünlü Müslüman şairlerinden Dr. Muhammed İkbal, tıpkı diğer Müslüman düşünürler gibi Filistin sorununun yalnızca bir dini mesele değil, aynı zamanda uluslararası bir politik mesele olduğunu vurgulamıştır. O, Milletler Cemiyeti’nin Anglo-Fransız ve Siyonist çıkarlara hizmet ettiğini, bu kurumun Filistin topraklarında bir Siyonist devletin kurulmasına izin vermesi halinde, Müslümanların kendi uluslararası birliğini oluşturmaları gerektiğini belirtir. İstanbul veya Tahran’ın bu yeni birliğin merkezi olabileceğini önerir. İkbal, “Milletler Cemiyeti” adlı şiirinde şöyle der:
“Günlerdir can çekişmektedir zavallı birlik
Korkum, ağzımdan çıkmasın o kötü haber.
Kaderi aslında kaçınılmaz görünmekte ancak
Kilise pirleri, o kurtulsun diye duadalar.
Avrupa yaşlılarının kurduğu bu şey belki
İblis’in muskalarıyla bir süre daha hayatta kalır.”
Yine bir mektubunda, emperyalistlerin yıllardır İslam coğrafyasında sürdürdükleri ucuz oyunlara dikkat çeken Üstad İkbal, “Yahudilere münbit, Araplara ise dağlık çöllerden bir parça toprak ve para verme teklifi, Arapların politik tavrı terk etmelerine sebep olmuştur.” Diye yazdı. İkbal, Yahudilerin Filistin topraklarını 2 bin yıl sonra gelip burası bizimdir demelerine şöyle göndermede bulunur:
“Filistin topraklarında eğer Yahudilerin hakkı varsa
Neden İspanya’da hakkı yok Arap milletinin?
İngiliz emperyalizminin amacı bambaşkadır,
Mesele dışındadır narenciye, bal, hurma ticaretinin.”
Ortadoğu’da neler olup bittiğini anlayan herkes Filistinlilere yapılan haksızlığı ikrar edecektir, diyen Muhammed İkbal, Batılı devletlere Arapların onurlarını zedeleyen davranışlardan uzak durmalarını öğütler ve bu oyunlarını sürdürmeleri halinde kendi mezarlarını kazacaklarını kaydeder. İkbal, Filistinli Araplara seslenir, onları direnişe ve kendi kaderlerini belirlemeye çağırır.
“Biliyorum, o ateş senin bedeninde mevcut
Dünya hâlâ onun yangısından kurtulmuş değildir.
Senin ilacın ne Cenevre’de ne Londra’da,
Zira Avrupa’nın şah damarı Yahudi’nin elindedir.
Duydum ki ulusların esaretten kurtuluşu
Benliği geliştirmek ve ortaya çıkarma isteğindedir.”
Muhammed İkbal mektubunda Müslüman devletleri de Ortadoğu’da oynanan oyunlar konusunda uyanık olmaya davet eder ve bundan ders çıkarmaları konusunda tavsiyede bulunduktan sonra da son olarak şunları not düşer, “Yaşananlar çok açık şekilde göstermiştir ki, Yakın Doğu’daki halkların siyasi birliği, Türklerin ve Arapların yeniden bir araya gelmesine bağlıdır. Türkleri, Müslüman dünyadan uzak tutma politikası hâlâ uygulanmaktadır. Türklerin İslamiyet’ten çıktıklarını o zaman da duyardık; şimdi de duyuyoruz. Bundan daha büyük bir yalan yoktur. Bu şeytani propagandanın ağına ancak, İslam hukukunun geçmişi hakkında hiçbir fikri olmayanlar düşer. Dini bilinçleriyle Asya milletlerini birleştirerek İslam’ın yayılmasını sağlayan Araplar, Türkler bölgeden çekildikten sonra başlarına gelenleri asla unutmamalıdır.” İkbal, “Arap Şeyhlerine” adlı şiirinde de Arap liderlere şöyle seslenir:
“Arap şeyhleri saygısızlık olarak görmezse
Bu Hint kâfiri de kelam etme isteğindedir.
Muhammedî birlik veya Ebu Lehebî ayrışma;
Bu nokta ilk önce hangi ulusa öğretilmiştir?
Sizin varlığınız coğrafi sınırlarla değil
Arap dünyası, Arap Muhammed sayesindedir.”
Sonuç olarak, Müslüman dünyanın artık uyanıp kendine gelme zamanı geldi. Batı’nın yıllardır Müslüman dünyanın sorunları karşısında gösterdiği ikiyüzlülük ve Müslümanlara karşı uygulanan soykırım karşısındaki sessizliği, Müslüman dünyanın kendi durumunu gözden geçirmesi gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Dünyada yeni bir küresel sistem kurulurken, Müslümanlar Gazze’deki olaylar üzerinden yeni bir güç inşa edip, küresel sisteme güçlü bir şekilde katılmalıdır. Yoksa benzeri soykırımlara kendileri de maruz kalabilirler. Dünya halklarının yüzde 95’i Filistin halkının yanında olduğunu gösteriyor, bu da dünya vicdanının uyandığının açık bir işaretidir. Bundan dolayı Müslüman halklar, hem yeni bir güç olarak ortaya çıkmalı hem de dünya halklarını Siyonizm ve Batı’nın ikiyüzlülüğüne karşı korumalıdır.