İnsan nedir dediğimizde, varoluşuna cevap vermeye çalışarak başlar, birçok hususu betimlemeye çalışırız. Nasıl varlık âlemine geldiğini? Madun iken mevcut hale gelişini düşünürken, vücudun/varoluşun maddesini-suretini de ifade etmeye gayret ederiz. Tefekkür eyleyip, dile getirdiğimiz madde-suretten oluşan mevcut, insan olma yolunda henüz insanlığa tekâmülü tamamlanmamış bir varlık aşamasındadır. Varlığı bu aşamaya getiren Rabbimiz, Ruhundan da üfleyince1 artık o varlığın insan olma süreci tamamlanmış olur. Şekillenmiş bedene üflenen ruhla insan olana yükselen varlığa, kendisi dışındaki mevcudatın fevkinde özellik/üstünlük verilmiş oldu. İnsan haline gelen varlığın yapıldığı elementlerden yaratılan diğer varlıklar olabilir.
Ancak bu surette yaratılan tek varlık ve surete sahip olma bakımından kesrete dâhil olan bir varlık. Onu asıl müstesna kılan ise kendisine Yaratıcısı tarafından üflenen “Ruh”. Bildiğimiz kadarıyla bu bakımdan âlemde tek varlık. Üflenen Ruh sadece bedenin azalarını/ melekelerini kendi -ontolojik gerekleri gereği- işlevlerini yapabilir kılmıyor. Aynı zamanda onun halife olmasının, imtihana muhatap olmasının nedeni oluyor. Yaratılışta vazifenin verildiği insan veya alan insan gerekli-yeterli, nitelik-nicelikle mücehhez, mücessem, müşahhas kılınan insan, son ademe kadar aynı konumda olacağının da bilincinde olmalıdır.
Bu hal, zaman ve mekândan bağımsız ilk Adem’den son ademe kadar bütün ademlere genetik olarak tevarüs eder. Yarattığı varlığa o an itibariyle var kıldığı diğer varlıkların secde etmesi emri verince Rabbimiz, varlık olan Adem’in insan olma özelliğini kazanan şekillendirilmiş bedenden insana yükselişine neden olan ruhun bilme/öğrenme özelliğini, hatta meleklere kendilerinin bilmediğini bilen/öğretilen keyfiyetinin olduğunu söyler.6 Eşyanın tamamını veya onun küllünü öğrenen/öğretilen Adem’in niteliği oğullarına/insanlığa doğal/genetik olarak aktarılmıştır. Adem eşyanın esmasını/küllünü öğrenme/bilme istidadını, Allah (cc) tarafından kendisine üflenen ruhu sayesinde kazanır, gerçekleştirir. Ademin bütün varlıkların esmasını bilmesi, varlığın mahiyetini de bilebileceğine işaret edebilir. Ademin bütün varlıkları bildiği söylendiğinde, zamanın ve mekanın varlık alemine gelmediği veya gelse de mekan ve zamanın içinde olmadığı bir boyutta Yaratıcımız tarafından ifade edilmiştir.
Dolayısıyla Adem’in bilgisi son ademe kadar var olacak bütün mevcudatın (cemadat, nebatat, hayvanat, insan) esmasını ve mahiyet bilgisini de kapsar.7 Yaratıldığında kendisine secde emri verilen Adem, yeryüzüne yaratıcısının halifesi olarak gelen adem, davranışının sonucuna katlanacak olan adem, hayrın yanında şerrin karşısında olması gereken adem, kendisini var kılanın ve O’nun Elçisinin emri gereğince yapıp/etmelerini düzenlemesi gereken adem, verili bilgiye sahip olan ancak arzda kendisine, kendi cinsine, mevcudata ihtiyacı olanı üretmesi gereken adem. İşte tüm bu sayılanları yaparken zihne muhtaç olanı adem.
Rahman ve Rahim olanın zihin verdiği adem. Her anda ve mekanda yaratılışına uygun olabilmesi/ kalabilmesi için dünyaya gelirken sahip olduğu fıtratındaki zihni aslıyla muhafaza etme gereği olan adem. Tüm bu keyfiyete sahip olmasına rağmen şeytana aldanıp zihninin günahı işlemesine engel olamadığı, belki de meşrulaştırdığı adem. Hakikate ulaşmasına yardımcı, cehalete bulaşmasını engelleyemeyen zihne sahip olan Adem. İnsanın dünyadaki yaşam serüveninde anda ve mekânda kendini gerçekleştirmeyle verili zamanını tamamlayacak.
Nasıl/ne kadar/ne ile kendisini inşa ettiyse, binası vaktinin bitiminde hayatının devamı olan kabre devrolacak. İşte buradaki inşa faaliyetini nitelik-niceliklerini belirleyen -aynı zamanda sonraki hayatın kapısının nasıl açılacağını ve bize göre “sonu görülemeyen sonsuza” geçerken nereden gideceğini ve hayatının nasıl devam edeceğinin belirleniminde etkin olan en önemli hususlardan birisi insanın zihnidir. Zihin ruhun/nefsin kendisi midir? Nefsin melekelerinden bir meleke midir? İnsanın zihni onu ne kadar/nasıl belirler, etkiler? Zihnin işlevi nedir? İnsan zihni ile neler yapabilir? Kendisini inşa eden insan, zihnini inşa eder mi? Yapıp etmelerinde, her türlü eyleminde zihnin rolü/etkisi ne kadardır/nasıldır? Ruh, nefis, akıl, zeka, zihin ilişkisi nedir? vb. soruları uzatıp gitmek mümkün.
Zikredilen yazınla, zikredilmeyen yazılmayana cevap/çözüm verme/ üretme imkânından an itibariyle yoksunuz. En azından zihnin ne’liği, nasıl’lığı ile ilgili zihnimizin bize verdiği imkânı kullanabiliriz. Zihni, zihinle anlama gayretini satırlara dercedenler kısaca; “Dış ve iç duyular dâhil nefsin bilgileri kazanma yeteneğine sahip gücü”, “Bilgilerin idrak edilmesini sağlayan eksiksiz yetenek”, insanın “idrak gücü”, “Nefse bilgileri edinme imkânını sağlayan yetenek”, “Zihin, akıl ve nefisle eş anlamlı kullanılabilmekle birlikte aralarındaki ince anlam farklılıkları vardır. Buna göre nefis genel olarak bedeni yöneten, akıl idrak eden güçtür; zihin ise idrak yeteneğidir”, “Nefsin kavram ve hükümlere ait görüşleri (bilgileri) edinme yeteneği”, “Zihin iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt etmeyi sağlayan nefse ait güçtür” vb. birçok betimleme yapılmıştır.
Özetle zihin insan tekinin “anlamasını, kavramasını, idrak etmesini, muhakeme etmesini, hatırlamasını, soyutlamasını, hüküm vermesini” vs. “insan” olmasını sağlayan şeydir. İnsanlar zihne sahip olma bakımından benzeşir. Ancak her bir kişide olan zihin öznel nitelikler gösterir. İnsan zihne sahip olarak dünyaya gelir, ama dünyadan ayrılırken de farklı bir dünya hikâyesi bırakarak gider. Bireyde yaratılışta, var olan zihin herkeste aynı anlamaz, kavramaz, hüküm vermez…
Aynı kola sahip herkes, tek tek sahip oldukları farklı/aynı kollarıyla benzemez işler yapar. Herkesin zihni kendisinde kendince işler. Ancak tekile ait olan zihin benzer değerlere, sonuçlara, yargılara da ulaşabilmektedir. Zihin, ademin hem yapmak istedikleri hem de ondan yapması istenenleri gerçekleştirmek için muhtaç olduğu imkanı ona sunan niteliklerinden birisidir. İnsanlık tarihi denilen sahneye baktığımızda ayni zihin denilen melekeye sahip oldukları halde insanların, iyilikte/kötülükte, faydada/zararda, adalette/zulümde, güzelde/çirkinde istenilen düzeyde birlikte hareket edemediklerini müşahede ediyoruz.
İnsan var oluş gayesine uygun hayat yaşamak niyetindeyse, onu madde-suretten şekillendirip ruhundan üfleyerek insan kılan Rabbinin yolunu takip edecekse, kendisine fıtrat üzere verilen zihni bozmadan dünyada muayyen vaktini tamamlama çabasında olmalı. Ya da nasıl bir arz hayatı umuyorsa, nasıl bir dünyada yaşamak istiyorsa zihnini ona göre işlevsel kılmalı. Dış/iç dünyanın şekillenmesinde insan denen varlığın “anlaması, kavraması, idrak etmesi, muhakeme etmesi, hatırlaması, soyutlaması, hüküm vermesi, iyiyi kötüden ayırması” belirleyici olur. Ki bu da zihinle gerçekleşir. Zihnin istediğimiz âlemi oluşturmasına hizmet etmesi, evvela bizim zihnin bunu yapabilecek şekilde niteliklerini kullanmasını sağlamamızla başlar.