2020’nin sonlarına doğru Türkiye ve İsrail medyasında iki ülke arasındaki buzların erimesine ilişkin haberler yer almıştır. Konuyu takip edenler tarafından bu haberler, Ortadoğu’nun bu iki gelişmiş ülkesinin yakınlaşacağı ve 2021 yılı itibariyle bölgesel politikalarda kırıcı rekabetten uzak, uyumlu bir yarış sürecine gireceği şeklinde yorumlanmıştır. 2018’den itibaren diplomatik ilişkileri minimum seviyede seyreden iki devlet arasındaki yakınlaşma söylemleri, her iki cenahın bölgenin sıcak atmosferinde aktifleşme niyetini ve ABD’nin yeni başkanı Joe Biden’ın Ortadoğu politikasında muhtemel yeni gelişmelerde etkin roller üstlenme isteğini ortaya koymaktadır. Her iki devletin resmi yetkililerinin medya üzerinden birbirine ilettiği mesajların, öncekilerden farklı olarak, sert üsluptan uzak olması dikkat çekicidir. Yetkililerin bu mesajlarında müşterek anlaşma noktalarına vurgu yapmaları da strateji uzmanları tarafından iki devletin birbirine uzattığı zeytin dalı olarak nitelendirilmiş ve ilişkilerin normalleşmesine yönelik ihtimalleri kuvvetlendirmiştir.
Yakınlaşmaya yönelik ipuçları
2020 yılında küresel boyutta etkin olan Kovid-19 pandemisi, Türkiye ve İsrail arasında diyalog konularının çeşitlenmesini sağlamış, süregelen ithamlar yerini insani yardım diyaloğuna bırakmıştır. Nisan’ın başında virüsle mücadelede gerekli tıbbi malzemelerin temini için İsrail Türkiye’ye başvurduğunda bu isteğe olumlu cevap verilmiştir. Türkiye Mayıs’ın başında hem Filistin’e hem İsrail’e gerekli malzemeler ve ekipman göndermiştir. Türkiye Filistin’e karşılıksız yardımda bulunurken İsrail’e bu tıbbi malzemeler ücreti mukabilinde verilmiştir. Mayıs 2020’de İsrail’in ulusal havayolu şirketi El-Al uçaklarının 10 yıl aradan sonra Türkiye’ye kargo seferlerine başlaması da ilişkilerde yumuşamanın sinyalleri olarak değerlendirilmiştir.
Taraflar arasında olumlu atmosferin oluştuğu bu ortamda, İsrail’in Ankara’daki maslahatgüzarı Roey Gilad 21 Mayıs’ta yayınladığı makalesinde Türkiye ile İsrail’in her konuda tamamen anlaşmak zorunda olmadıklarını, ancak siyasi ilişki kurmaları gerektiğini belirtmiştir. Gilad başta ticaret, turizm, taşımacılık gibi pek çok alanda işbirliği geliştirmenin her iki devlete de fayda sağlayacağının altını çizmiştir. Makalede tarafların ortak bölgesel rakipleri ve ortak menfaatleri olduğuna dikkat çeken Gilad, karşılıklı büyükelçi atama ve aradaki anlaşmazlıklara değil müşterek kaygılara odaklanarak birlikte hareket etme çağrısında bulunmuştur. İsrail’de yeni hükümetin kurulmasından yaklaşık bir hafta sonra yayımlanan bu makalenin zamanlaması dikkat çekmekte olup yeni hükümetin Türkiye ile ilişkilerini düzeltmek istediğini düşündürtmektedir. İşaret edilmelidir ki İsrail’in bu niyeti sadece sözde kalmamış, fiili olarak da Türkiye ile ipleri gerecek girişimlerden kaçınmıştır. Mayıs’ın ortalarına doğru aralarında Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi Türkiye’ye mesafeli olan ülkeler ortak bildirge yayımlayarak Türkiye’yi Akdeniz’deki faaliyetleri nedeniyle kınarken İsrail konunun Libya ile ilgili olduğunu ve kendisini alakadar etmediğini belirterek bu eleştirilere katılmamıştır. İsrail’in Ankara’daki maslahatgüzarı Gilad’ın Ağustos’un sonlarında verdiği röportajında da benzer söylemlerini tekrarlaması, o sırada BAE ile diplomatik ilişki tesis eden İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini düzeltmeye verdiği ehemmiyeti göz önüne sermektedir.
İsrail’in bu tutumu Türkiye tarafından karşılıksız bırakılmamıştır. Eylül ve Ekim aylarında taraflar arasında kültürel ve ticari işbirliğini geliştirmeye yönelik girişimler, yapıcı sürecin başladığına işaret etmektedir. İsrail ile ilişkilerini geliştirme hususunda Türkiye cenahında cereyan eden olaylar Aralık ayı itibariyle basına yansımıştır. Amberin Zaman, Al-Monitor’da 30 Kasım tarihli yazısında Türkiye’nin gizli görüşmelerle İsrail ile ilişkileri onarmaya çalıştığını, her iki ülkenin istihbarat birimlerinin birkaç defa bir araya geldiklerini iddia ederek görüşmelerin devam ettiğini yazmıştır. Zaman, 9 Aralık’taki yazısında Türkiye’nin İsrail’e büyükelçi atama sürecinin netleştiğini iddia etmiş, isim vererek yeni büyükelçinin kim olduğunu yazmıştır. Amerika’nın Sesi (VOA) sitesinin 22 Aralık’taki haberine göre, Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyesi M. Hakkı Çaşın, İsrail ile devam eden görüşmelere atıfta bulunarak ilişkilerin düzelebileceğinin sinyallerini vermiştir. İsrail’in olumlu bir adım atması durumunda Türkiye’nin de Mart ayında İsrail’e büyükelçi gönderebileceğini belirten Çaşın, ABD’de Joe Biden’ın başkanlığa seçilmesinin ilişkilerde yeni bir açılım sağlayabileceğine değinmiştir. Çaşın, bu gelişmelerden özellikle silah satışı ve doğalgaz nakli gibi hususlarda İsrail’in daha karlı çıkacağını vurgulamış, hatta tarafların savunma teknolojileri konusunda birlikte ilerleyebileceklerini belirtmiştir. 23 Aralık’ta Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı aramış ve ilişkilerin düzelmesi için taraflar arasında arabulucu görevini üstleneceğini belirtmiştir. Erdoğan bu yapıcı teklife olumlu bakmıştır. 10 Kasım’da sonlanan Karabağ savaşında Aliyev’in, destek gösteren bu iki ülkeyi “barıştırmak” isteği söz konusu telefon görüşmesinden önce doğmuş ve bu doğrultudaki girişimleri daha önceden başlamıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan telefon görüşmesinden iki gün sonra İsrail ile ilişkilerin geliştirilmesine soğuk bakmadığını belirtmiştir. Erdoğan ilişkilerin düzelmemesinin sebebi olarak İsrail devlet yönetiminin tepe noktasındaki kişilerle yaşanan anlaşmazlıkları ve Türkiye’nin Filistin meselesindeki hassasiyetini gerekçe göstermiştir. Ayrıca, iki ülke arasındaki istihbarat temaslarının kesilmediğini ifade ederek diyalog kapısının açık olduğunu vurgulamıştır. Diğer taraftan, 31 Aralık’ta Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu büyükelçi konusunu yalanlamış, ilişkilerin bozulmasına gerekçe olarak İsrail’in Filistin’e karşı saldırgan politikasını göstermiştir. Çavuşoğlu İsrail’in bu politikadan vazgeçtiği takdirde ilişkilerin düzelmesinde Türkiye’nin de istekli olduğunu ve arabuluculara gerek kalmadan her iki cenahta tarafların direkt temasa geçebilmesini sağlayan mekanizmaların mevcut olduğunu vurgulamıştır. İsrail’in talep edilen şartları yerine getirdiği takdirde karşılıklı büyükelçi ataması yapılabileceğini sözlerine eklemiştir.
2020’de bölgenin değişen çehresi
2020 yılında Ortadoğu ve Kafkaslar’da yaşanan siyasi ve askeri gelişmeler analiz edildiğinde, hem Türkiye’nin hem de İsrail’in bölgesel nüfuz testinden başarıyla geçtiğini ve güçlerini ispatladığını söylemek mümkündür. Tüm dünya için oldukça zorlu geçen 2020, her iki devletin dış politikasında oldukça verimli biçimde yol kat ettiği bir sene olmanın yanı sıra istikrarlı iç politikaya da şahitlik etmiştir. 2020’de her iki ülke küresel Kovid-19 virüsüyle baş etmek zorunda kalmış olsa da bu büyük sorun hem Türkiye’ye hem de İsrail’e bazı kazançlar sağlamıştır. İşaret edilmelidir ki pandemi süreci İsrail’in iç siyasi istikrarına ciddi anlamda katkıda bulunurken, Türkiye’nin de uluslararası itibarını güçlendirmiştir.
2020’de birçok başarı elde eden Türkiye, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında kazanım sağlayan nadir ülkelerden biri olmuştur. Pandemi dolayısıyla maddi ve tıbbi açıdan yetersiz kalan ülkelere ve hatta Avrupa’nın birçok zengin ülkesine yardım elini uzatan Türkiye’nin bu tutumu fazlasıyla ses getirmiştir. Öyle ki, bu yardımseverlik dünyada güçlü ve hayırsever Türkiye imajının kuvvetlenerek yerleşmesine katkıda bulunmuştur. Suriye’de, Libya’da askeri operasyonları başarı ile yürütmesi ve Akdeniz’deki haklarını korumasıyla bölgede ciddi ağırlığı olan bir devlet olduğunu ortaya koyan Türkiye, bölgede kendisi aleyhine yönelik oluşumları durdurabileceğini deklare etmekle ve bunu sahada fiili olarak göstermekle, caydırıcı devlet gücünü nümayiş ettirmiştir. Türkiye’nin kararlılığının farkına varan ülkelerin geri adım atmaları, Akdeniz’de Türkiye’nin söz sahibi olduğunu kabullenmeleri anlamına gelmektedir. Öte yandan, Dağlık Karabağ savaşında Azerbaycan’ın yanında duran Türkiye bölgede etkin konumda olan büyük devletler listesine kendi adını da yazdırmıştır. Türkiye, gelişmiş askeri sanayiinin test edildiği bu savaşta Azerbaycan ile ilişkilerini geliştirmenin yanı sıra Azerbaycan’ı destekleyen güçlü Müslüman devlet Pakistan ile birlikteliğini de dünyaya göstermiştir. Savaş sırasında ve neticesinde oluşan konumlamalar dolayısıyla bölge devletleri artık her hamlelerinde Türkiye’yi hesaba katmaları gerektiğini tamamıyla kabul etmiştir. Üstelik bu durum Türkiye ile soğuk siyasi ilişki içerisinde olan Suudi Arabistan ve Mısır’ın tutumuna yansımıştır. Nitekim bahsedilen her iki ülkenin de tavrında Türkiye’ye dair müspet manada değişim gözlenmektedir. Buna binaen, 2020 yılında Türkiye’nin sadece bölgesel değil küresel bir aktör olma doğrultusunda sağlam adımlarla ilerlediği ve küresel imajında ciddi ilerleme kaydettiği söylenebilir.
Pandemi İsrail’de kronikleşen bir iç politika sorununun çözülmesine vesile olmuştur. Öyle ki İsrail tarihinde ilk defa bir seçim üst üste üç defa tekrarlanmış, ancak bu seçimlerin sonuçlarında bir koalisyon kurulamadığı için ülkede bir hükümet krizi baş göstermiştir. Mavi Beyaz Partisi lideri Benny Gantz ülkenin içerisinde bulunduğu olağanüstü şartları dikkate alarak Benyamin Netanyahu ile uzlaşmış ve koalisyona katılmayı kabul etmiştir. Böylece ülkede nihayet hükümet kurulabilmiştir. Koalisyonun kurulmasıyla, Netanyahu makamını korumuş yani başbakanlık görevine devam etmiştir. Dolayısıyla o, dokunulmazlık zırhını devam ettirerek hakkındaki yolsuzluk, sahtecilik ve görevi kötüye kullanma gibi ciddi suçlamalara dayalı yargı sürecinden, geçici de olsa yakasını kurtarabilmiştir. Nitekim İsrail’de konuyla ilgilenen yargı kurumu pandemi sürecinin neden olduğu olağanüstü durumu göz önünde bulundurarak faaliyetlerini durdurmuş ve başbakanın dosyasını askıya almıştır. Bu gelişmelere paralel olarak pandeminin İsrail’de hem iç politikaya dinamizm kazandırdığı hem de Netanyahu’ya rahat bir nefes aldırdığı açıktır. Lakin bu koalisyonun ömrü uzun olmamıştır. Çünkü Netanyahu ve Gantz arasındaki güven sorunu bütçe görüşmelerini akamete uğratarak koalisyonun işlevselliğini yitirmesine neden olmuştur. Kaçınılmaz olarak 22 Aralık’ta hükümet çökmüş, böylece İsrail yeniden seçim sürecine girmiştir.
İsrail, 2020’yi dış politikasında verimli ve başarılı bir yıl olarak geçirmiştir. Açıkçası bu başarılar ABD’nin İsrail yanlısı açık ve kuvvetli girişimleri sayesinde elde edilmiştir. Ocak 2020’de ABD başkanı Donald Trump’ın açıkladığı “Yüzyılın Anlaşması” adı verilen ve İsrail’in çıkarlarını destekleyen metin, bahsedilen yılda İsrail açısından başarılı uluslararası ilişkiler girişimlerinin ilkiydi. Bu anlaşma sayesinde Arap devletlerinin İsrail’e kuruluşundan itibaren uyguladığı yalnızlaştırma ve dışlama çemberi kırılmıştır. Keza BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas İsrail’i tanıma ve ilişkileri normalleştirme kararı almıştır. ABD’nin rolünün es geçilemeyeceği bu ıslahatta elbette söz konusu devletlerin pragmatik hesaplamaları da önemli bir etkendir. BAE’nin daha önceden İsrail ile kapalı ilişkilerini alenileştirmesi, ABD’den F-35 tipi uçak satın alma talebi ve bölgesel rekabette Suudi Arabistan’a karşın öne çıkma isteği önemli gelişmelerdir. Buna ek olarak bu gelişmeler BAE’nin İran karşıtlığının göstergesi şeklinde de yorumlanmaktadır. Nitekim İsrail ile ilişkilerini normalleştirme kararı alan Bahreyn’in de bu değişiminde İran karşıtlığının etkin olduğu ifade edilmektedir. Bahreyn ve BAE’nin İsrail’i tanıması Ağustos 2020’de ABD kontrolünde imzalanan “İbrahim Anlaşması” çerçevesinde gerçekleşmiştir. İbrahim Anlaşması yeni Ortadoğu projesinin bir parçası olarak görülmüş, aynı zamanda bu projenin hala geçerliliğini koruduğunu ortaya koymuştur. Diğer taraftan, İsrail’in Araplarla ilişkilerini geliştirme çabası, Arap Baharı sonrasında yükselen İslamcılık akımına karşı bir önlem alma gayreti olarak değerlendirilmiştir. Keza anlaşmaya verilen ismin İbrahim olması da İsrail’in pratik ve pragmatik hamlelerinden biridir. Arap ve Yahudilerin ortak atası İbrahim isminin kullanılması, İsrail’in siyasi gayelerle dini değerleri ustaca kullanma manevralarını ortaya koymaktadır. BAE ve Bahreyn’in ardından Sudan ve Fas da İsrail ile ilişkilerini normalleştirme kararı almıştır. Sudan’ın kararında ABD’nin, Sudan’a devlet terörizmi listesinden ismini kaldıracağı ve terörden zarar görenlere 335 milyon dolar yardım edeceği vaadinin etkin olduğu bilinmektedir. Fas’ın ise Batı Sahra bölgesi üzerinde hak iddiasının ABD tarafından kabul edilmesi karşılığında İsrail’i tanıdığı bilinmektedir. Bunların dışında, Türkiye aleyhtarlığıyla dikkat çeken Yunanistan’ın İsrail ile ilişkilerini askeri anlaşmalar da dâhil olmak üzere yüksek düzeye taşıması Türkiye açısından düşündürücüdür.
Türkiye İsrail ilişkilerinin yönelimi
İsrail’in dış politik girişimlerinden bazıları Türkiye karşıtı blok oluşturma şeklinde algılanmaktadır. Doğal olarak bu algı Türkiye’nin güvenlik refleksini uyarmaktadır. Üstelik bu durumun Türkiye İsrail ilişkilerinde menfi konumlamalara sebebiyet vermesi ihtimaller dahilindedir. Nitekim İsrail’in Türkiye karşıtı görünümlü girişimleri Türkiye’nin sinir uçlarını harekete geçirmiştir. Öyle ki, Türkiye karşıtı tutumuyla bilinen BAE ile İsrail arasındaki ilişkiler normalleştiğinde Türkiye bu durumu sert bir dille eleştirmiştir. Yine Eylül 2020’de Mısır öncülüğünde kurulan ve Yunanistan, İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi gibi Türkiye karşıtlığıyla bilinen ülkelerin temsil edildiği Doğu Akdeniz Forumu’na yönelik Türkiye’nin ortaya koyduğu tepki dikkat çekicidir.
Bir başka önemli husus ise Türkiye ile İsrail arasında 2020 yılının ortalarından itibaren bir yakınlaşma atmosferi hâsıl olmasına rağmen bunun henüz pratik boyut kazanmamasıdır. Bu bağlamda her iki tarafın da ilk adımı atma hususunda temkinli davrandığı aşikârdır. Dolayısıyla Türkiye ile İsrail arasındaki temasların yeterince nitelikli olmadığı, her iki tarafın da beklentilerinin henüz karşılanmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca, 2020 yılında her iki tarafın gücünü ispat eden gelişmeler nedeniyle “kendini ağırdan satma” yaklaşımı olasıdır. Yine, tarafların dile getirdiği ve yakınlaşmak olarak yorumlanan söylemlerin aslında karşı cenahın yaklaşımını test etmeye yönelik denemeler olduğu ihtimali göz ardı edilmemelidir. Açıkçası bu hususta, tarafları bekleme pozisyonunda durmaya sevk eden pek çok etkenden bahsedilebilir.
Daha önce de defalarca “küsüp, barışan” bu iki devletin yakın geçmişteki benzer tecrübelerine göz atmak, ilişkilerin geleceği hakkında tahminde bulunmaya imkan verirken tarafların birbirinden beklentilerini anlamaya da katkı sunacaktır. Uzun yıllardır Türkiye hem bir insan hakları savunucusu olarak hem de Filistinli Müslümanlar ile arasındaki gönül bağını vurgulayarak İsrail’i sert söylemlerle eleştirmiş ve kınamıştır. Diğer yandan, Türkiye’nin güttüğü İsrail politikasında tek belirleyici unsur Filistin meselesi değildir. Nitekim bu politikada İsrail’in Türkiye’nin güvenlik çizgilerini ihlal etmesi, PKK ile kurduğu yakın temas, bölgede Türkiye karşıtı blok oluşturulmasında aktifliği, uluslararası arenada Türkiye’yi zora sokmaya yönelik girişimleri de fazlasıyla mühim ve belirleyici faktörlerdir. Dolayısıyla Türkiye’nin İsrail tutumu, Filistinlilere yapılan hukuk dışı uygulamalarla birlikte kendisine yönelik kurgulanan güvenlik ve stratejik riskler odağında şekillenmektedir. İsrail cenahında ise rahatsızlık oluşturan meseleler Türkiye’nin kendisini Filistin davasının hamisi olarak konumlandırması ve Hamas’a destek vermesi hususlarında odaklanmaktadır.
Her iki devletin de birbirine yönelik beklentileri bahsedilen bu sorunların çözümüne yöneliktir. Ancak şimdiye kadar her iki tarafın şikayet ettiği hususlar ortadan kalkmış değildir. Dolayısıyla son dönemdeki yakınlaşma sinyallerinin niteliksel bir ivme kazanması oldukça güç görünmektedir. Anlaşılan o ki, beklentiler karşılanmadığı sürece olası yakınlaşma geçici ve yüzeysel olacak ve ilişkilerdeki gerginlik devam edecektir. Belirtilmelidir ki, bu yakınlaşma atmosferinin nitelik kazanmasında Biden’lı ABD’nin önemli bir dinamik olacağı tahmin edilmektedir. Bu öngörüde bazen abartıya kaçan yorumcular, 2016’da Türkiye İsrail ilişkilerinin iyileşme sürecinde Biden’ın oynadığı role dikkat çekmekte ve benzer girişimin/talebin tekrarlanacağını ileri sürmektedirler. Burada dikkate alınması gereken nokta, Trump’ın takip ettiği siyasetin Biden döneminde değiştirilip değiştirilmeyeceğidir. İsrail lobisi bu çizginin değişmeyeceğini vurgulayarak zemin kazanmaya çalışmakta, bir nevi bu iddiasıyla Türkiye’ye elinin güçlü olduğu mesajını vermektedir. Lakin Trump döneminden farklı olarak Biden döneminde Filistin Kurtuluş Örgütü temsilciliğinin yeniden açılması ve Filistin’e yardımların tekrar başlayacağı kararı, Filistin İsrail meselesinde Trump dönemindeki gibi İsrail lehine dayatmacılığın devam etmeyeceğini akla getirmektedir. Nitekim Biden, Trump döneminde dış politikada atılan bazı adımlardan geri dönüleceğini deklare etmiş, Trump’ın 2018’de ayrıldığı İran Nükleer Anlaşması’na yeniden dönmeye yeşil ışık yakmıştır. Bu kararlar İsrail’in güvenlik stratejilerine uymadığı için, önümüzdeki dönemde ABD ile İsrail arasında diyalogun pürüzsüz geçmeyeceğine işaret sayılabilir. Biden’ın şimdiye kadar açıklanan kabinesinde yer alan isimlere bakılınca bu pürüzler giderilebilecek niteliktedir. Ancak yine de ABD’nin tutumunun köklü bir şekilde olmasa da belli ölçüde değişeceği söylenebilir. Buna ABD’nin Türkiye’yi gözden çıkaramaz olması ve geçen yıllarda İsrail lobisine rağmen Türkiye’nin ABD ile ilişkilerini başarıyla sürdürmesi eklenince, “Washington’un yolu Tel Aviv’den geçer” sloganının mevcut durumda Türkiye İsrail ilişkileri bağlamında belirleyici olması pek mümkün görünmüyor.
Tüm bunların yanı sıra, 2020’nin sonlarında Türkiye ve İsrail açısından önemli bir gelişme daha yaşanmıştır. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev tarafları “barıştırmak” için girişimde bulunmuş, Karabağ savaşında yakın desteğini gördüğü ve sıcak ilişkiler içerisinde olduğu her iki ülke liderine, ilişkilerinin düzeltilmesi çağrısında bulunmuştur. Medyada yer alan haberlere göre, Azerbaycan Dışişleri Bakanı İsrailli mevkidaşını arayarak iki ülke arasında ilişkilerin gelişmesiyle ilgilendiğini belirtmiştir. Ardından, 23 Aralık’ta Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı arayarak aynı konuyu onunla görüşmüş ve bazı çözüm önerilerinde bulunmuştur. Konuya ilişkin resmi açıklama henüz gelmese de, her iki cenahın bu çağrıya olumlu bakması ve çözüm yanlısı yaklaşımda olması, Aliyev’in arabuluculuğu ile taraflar arasındaki “ilk adımı atma” sorununun çözüme kavuşacağını söylemeye imkan vermektedir.
Yakın vadede, Türkiye ile ilişkilerin iyileştirilmesinin İsrail’in menfaatine olacağı görünmektedir. İsrail’in yeniden seçimlere gideceği bir ortamda tecrübeli siyasetçi Netanyahu’nun, bölgenin eskisiyle kıyas edilemeyecek kadar güçlü devletine dönüşen Türkiye ile ilişkileri normalleştirerek bunu başarı hanesine eklemenin ehemmiyetini fark etmediği düşünülemez. Uzun vadede ise Ortadoğu’da söz sahibi olan bu iki gelişmiş devletin birbiriyle uyumlu diyalog ve teması, siyasi, ekonomik ve pek çok açıdan her ikisinin menfaatine olacaktır. Ayrıca bu ıslahat Filistin başta olmak üzere, bölgesel birçok sorunun çözümüne de katkıda bulunacaktır. Dolayısıyla Türkiye ile İsrail’in ilişkilerinin düzenlenmesi birçok devlet ve halk için hayati öneme sahiptir. Görünen o ki her iki ülke de bu durumun farkındadır. İki devlet karşılıklı olarak birbirini güvenlik riski oluşturmakla itham ederken, öte taraftan, ilginç bir şekilde, ilişkilerindeki istihbarat bağlarını koparmamaktadır. Bu durum Türkiye ile İsrail’in aralarındaki iletişim kapısını açık tutmalarının ehemmiyetinin farkında olduklarını göstermektedir.