17 Kasım 2025, Pazartesi

İslam Dünyasında Bilgi, Amel ve Devamlılık: 19. Yüzyıldaki Kırılma Üzerine Bir İnceleme – Prof. Dr. Necmettin Kızılkaya

Bir medeniyetten söz etmek, o medeniyetin belirli kabuller üzerinden kendi devamını sağladığını kabul etmeyi gerektirir. Bunu sağlayan en temel unsurlar ise her medeniyetin kendine has varlık ve bilgi anlayışının olmasıdır. Medeniyetler buradan elde ettikleri bakış açısı üzerine içinde yaşadıkları dünyayı inşa ederler. Bu bakış açısı, aynı zamanda toplumların sürekliliğini sağlar. İslam dünyasının hikayesi incelendiğinde, 19. yüzyıla kadar bir devamlılığın olduğu, ancak 19. yüzyılda bu devamlılığın ciddi bir krizle karşı karşıya kaldığı ve bir kırılma yaşandığı görülmektedir. Bu kriz, Müslüman toplumların bilgiyle ilişkilerinde köklü bir değişim ve kopuşu beraberinde getirmiştir.

Benim devamlılıktan kastım, Müslüman toplumların bilgi merkezli sisteminde, ontolojik kabulleri, bilginin üretim yöntemleri ve biçimleridir. Bu noktada bilgiyi ayırt edici kılan en temel husus, Müslüman toplumlarda bilginin amel ile olan ilişkisidir. Amel, bilgiyi salt teorik bir aktarım olmaktan çıkararak pratik bir boyut kazanmasını sağlar. Bu durum, Peygamberlik misyonuyla yakından ilişkili olup Hz. Peygamber’in (a.s) vahyi iletme yönteminde açıkça ortaya konmuştur. Hz. Peygamber (a.s), kendisine iletilen vahyi teorik bir bilgi olarak aktarmamış, aynı zamanda kendi davranışları ve ameliyle bu bilgiyi somutlaştırmıştır. Kendisinden önceki peygamberlerin de bilgiyi amel üzerinden aktarması, Müslüman toplumlarda bilginin amelden ayrı düşünülmeyecek bir alan olmasının temelini oluşturmuştur.

Peygamberlik müessesesinin sahip olduğu bu misyona bağlı olarak, İslam toplumunda bilgi üreten kesimler -ulema ya da alimler- bilgiyi amelden ayrı görmemişlerdir. Bilgi ve amel, iç içe geçen bir ilişki içinde varlık bulmuştur. Bilginin önemli bir kısmı, davranışlar yoluyla nesilden nesile aktarılmıştır. İslam geleneğinde “tevatür” kavramı, bu aktarım sürecini ifade eder. Tevatür, bilginin yalnızca teorik bir rivayet ya da aktarım olmadığını, aksine insanların davranışları, hayatta ortaya koydukları pratikler üzerinden taşındığını ve bunun süreklilik arz ettiğini gösterir. Müslüman toplumun üzerine kurulu olduğu ontolojik ve epistemolojik kabuller, nesiller boyunca bu amellerle aktarıla gelmiştir. Bu kabuller, Müslüman kimliğinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmiş ve coğrafi sınırların -İstanbul’dan Kahire’ye, Cakarta’dan Hartum’a- ötesine geçerek aynı değerlerin ve davranışların paylaşılmasını sağlamıştır.

Kırılmanın Başlangıcı: 19. Yüzyıl ve Paradigma Değişimi

Müslüman toplumda bu temel ilkeler ve bilginin amele dayalı aktarımı, 19. yüzyıla kadar kesintiye uğramadan devam etmiştir. Ancak, bu yüzyılda hem amel hem de bu ameli besleyen temel varsayımlar açısından köklü bir değişim ve kopuş yaşanmıştır. Bu değişim, bir paradigma kayması olarak nitelendirilebilir. Said Fude’nin kelam ilmine odaklanan sunumunda işaret ettiği üzere, kelam, fıkıh, ahlak, tasavvuf ve diğer şer’i ilimler, bireylerin ve toplumların davranışlarını konu edinir. Bu ilimlerin mevzuları, insanların fiilleridir, yani amelleridir. Amel değişmeye başlayınca bunları konu edinen ilimler de ya mevzularını değiştirmek ya da işlevsiz kalmak zorunda kalır. Zira bu yüzyılda ameli belirleyen, bu ilimler değil başka bir varlık ve bilgi anlayışı üzerine kurulu olan yeni ilimlerdir.

Bunu biraz açacak olursak, 19. yüzyıldaki değişim, modernitenin dayatmalarıyla birlikte Müslüman toplumlarda bir dönüşümü tetiklemiştir. Bu dönüşüm, şer’i ilimlerin mevzularını kaybetmelerine (ya da mevzusuz kalmalarına) yol açmıştır. Şer’i ilimler—yalnızca fıkıh değil, genel anlamda Ulum-i Şeriye—bu dönemde, üzerine kurulu oldukları davranışsal (ameli) temellerden uzaklaşmıştır. Bu durum, Müslüman dünyada bilgi üretiminde bir krizi ortaya çıkarmıştır. Bu kriz, dönemin uleması, entelektüelleri ve hatta seküler kesimleri tarafından farklı çözüm önerileriyle tartışılmıştır.

  1. yüzyılda Müslüman toplumlar, kendilerini Batı (özellikle Avrupa) ile karşılaştırdıklarında bir farklılık olduğunu gözlemlemişlerdir. Ben bu farklılığın, “geri kalmışlık” olarak değerlendirilmesinin doğru olmadığını burada ifade etmeliyim (doğrudan konumuz olmadığı için bunun detaylarına giremeyeceğim). Bu süreçte, Avrupa ile mukayese edildiğinde ortaya çıkan farklılığın sebebinin ne olduğu yönünde imalı fikir edilmiş, adeta bir suçlu aranmış ve problemin kaynağı sorgulanmıştır. İlk olarak, şer’i ilimler -kelam, fıkıh, tasavvuf ve bunlara bağlı disiplinler- hedef alınmıştır. Bunlar, Müslüman toplumun amelini şekillendiren ilimler olarak, içinde bulunulan durumun sorumlusu olarak suçlu ilan edilmiştir. Şer’i ilimlerin ürettiği bilgi, bu çerçevede sorgulanmaya başlanmıştır.

Bu yüzyıldaki kırılma ve dönüşümler, özellikle Türkiye bağlamında, kurumlar ve görünür değişimler üzerinden ele alınır. Ancak, 19. yüzyılda Müslüman dünyanın karşı karşıya kaldığı -ve en büyük mağduru olduğu- temel sorun, modernitenin siyasi, iktisadi, hukuki ve kültürel alanlarda kendini küresel ölçekte dayatmasıdır. Müslüman toplumlar, Ortadoğu’dan Afrika’ya, Uzak Doğu’dan Asya’ya kadar geniş bir coğrafyada bu dayatmadan etkilenmiştir. Modernite, Müslüman dünyayı tehdit etmiş, kendisini siyasi, kültürel, ilmi alanlarda dayatmıştır; bunun sonucunda da köklü bir sorgulama ve dönüşüm başlamıştır. Müslüman toplumun amelini yani bireysel ve toplumsal davranışlarını inşa eden şer’i ilimler, bu dönemde ciddi bir eleştiriye maruz kalmıştır.

İçerideki bu sorgulama devam ederken Müslüman coğrafyanın önemli bir kısmı sömürgeleşmiştir. Uzak Doğu, Afrika ve Ortadoğu’nun birçok bölgesi kolonyal güçlerin kontrolüne girmiştir. Sömürgeciler ya doğrudan kendileri ya da seküler elitler aracılığıyla, Müslüman toplumların siyasi, iktisadi ve hukuki yapısını şekillendirmiştir. Sömürgeciler ve onların uzantısı olan seküler elitler, Ulum-i Şeriye’yi ortadan kaldırmaya yönelik politikalar izlemiştir. Bu süreç, Müslüman toplumun amellerinde ve davranışlarında bir değişimi beraberinde getirmiştir. Bilgi ile amel arasındaki iç içe geçmiş ilişki nedeniyle, ameldeki değişim bilginin mevzusunu, bilgideki değişim ise ameli dönüştürmüştür.

  1. yüzyıla gelindiğinde, Müslüman toplumun pratiği ile şer’i ilimler arasında bir kopukluk ortaya çıkmıştır. Bu kopukluk, “Şer’i ilimler, günümüz insanının problemlerine neden çözüm üretemiyor?” sorusunu doğurmuştur. Fıkıh, kelam, ahlak ve tasavvuf gibi disiplinlerin çağdaş sorunlara yanıt veremediği eleştirisi sıkça dile getirilmiştir. Ancak, bu eleştirilerin yapılmasına yol açan temel sebep, 19. yüzyıl öncesi devamlılığın bu dönemde kırılmaya uğrayıp yerini yeni bir paradigma üzerine kurulan bir yapıya bırakması ve ilimlerin mevzusuz kalmasıdır. Müslüman toplumun bilgi ve pratikleri, bu değişimle birlikte yeniden şekillenmiştir.

Ulemanın Rolü ve Kimliğin Dönüşümü

Bu bağlamda, genellikle sorun başka yerlerde aranarak çözümler üretilmeye çalışılmıştır; ancak bu çözümler, mevcut krize yanıt verememiştir. Ulemanın rolü, bu süreçte kritik bir öneme sahiptir. 19. yüzyıla kadar ulema, devamlılığı sağlayan metinlerle -şerh, haşiye ve diğer yazım türleriyle- bilgiyi topluma aktarmada yorumlayıcı bir köprü işlevi görmüştür. Ancak, 19. yüzyıldaki dönüşümle birlikte, ulus devletin hukuk yaratma ve uygulama süreçleri ulemanın bu rolünü ortadan kaldırmıştır. Fıkıh örneği üzerinden bakıldığında, ulus devletin hukuki yapıları, ulemanın yorumlayıcı ve merkezi konumunu zayıflatmıştır. Bu durum, Müslüman toplumların alimlerini, entelektüellerini ve bilgi alanlarını kaybetmesine, davranışlarının dönüşmesine ve kimliksel bir kriz yaşamasına yol açmıştır.

Sonuç olarak, İslam dünyasında bilgi ve amel, tarihsel olarak iç içe geçmiş bir ilişkiyle şekillenmiş ve nesiller boyunca tevatür yoluyla aktarılmıştır. 19. yüzyılda modernitenin dayatmaları ve sömürgecilik, bu devamlılığı kesintiye uğratmış ve şer’i ilimlerin mevzusunu kaybetmesine neden olmuştur. Bu kriz, Müslüman toplumun bilgi üretiminde bir paradigma değişimini tetiklemiş ve 20. yüzyılda pratik ile ilim arasında bir kopuş yaşanmıştır. Ulemanın geleneksel rolünün zayıflaması, bu dönüşümün önemli bir sonucudur.

 

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir