Sistem eleştirisi, bütünün teorik tutarlılığını, uygulamada farklılıklar olsa da ana bileşenlerinin korunup korunmadığını ve en nihayetinde değişen şartlara uyum kabiliyetini birlikte ele almayı gerektirir. Böyle yapıldığında anlamak ve alternatifleri geliştirmek mümkün olur. Kapitalizmle ilgili konuşurken öncelikle kapitalizm eleştirisinde de “adil” olmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu ne anlama geliyor? Kapitalizm, değişen formlarıyla ele alındığında başlangıç noktasına bağlı olarak farklı tarihlerden söz edebiliriz. Ancak kurumsallaşmış hali ve teorik altyapısının daha sağlam oluşuyla belki 250 yıllık, hatta daha da geriye gidersek 400-500 yıllık bir geçmişten bahsediyoruz. Dolayısıyla, en azından sisteme evrilme süreci ile birlikte bu kadar uzun bir tecrübesi olan bir sistemin dayanıklılığını kabul etmek, değişen şartlara uyum sağlama kabiliyetini dikkate almak ve bunu analiz etmek gerekir. Bu dayanıklılık/ uyum kabiliyeti varken sisteme bir şeyin rengini veriyor olması lazım. Bu nedir? Öte yandan, daha iyi bir sistem inşa edilebilir mi? Bu kısa tartışmamızda niyetim bu hususlara bir nebze değinerek en azından zihinlerimizde bir tartışma başlatmaktır.
Felahı Sağlayacak Bir Sistem İnşa Etmeden Sorumluyuz
“Daha iyi bir sistem” ifadesi “kapitalizm iyidir” önermesini çağrıştırmasın. Yukarıda çizdiğimiz çerçevede eleştiride tutarlılığı yakalama çabasının bir ürünü olarak alın. Sadece kapitalizmin sürekliliğini değil, aynı zamanda dünyadaki tüm insanlara daha fazla huzur ve refah getirebilecek bir sistemin mümkün olup olmadığını tartışan bir yığın literatür var. İslami yaklaşım da bu bakımdan önemli açılımlar yapmıştır. Bir defa İslami olan ekonomik büyüme, adalet, kalkınma gibi konularda sanayileşme öncesi dönemde Dünyanın önemli bir parçasında ve asırlarca başarılı da olmuştur. Ve bu bize iyi bir kalkış ve bir özgüven vermelidir.
Kapitalizm eleştirisinde birçok şey söylenebilir. Ben konuyu bazı alt başlıklara ayırarak, kapitalizmin lehinde ve aleyhinde söylenebilecek bir iki noktayı dikkatinize sunmak istiyorum. Ekonomik sonuçları itibarıyla aleyhte söylenecek hemen hemen her şey, aslında “eşitsizlik” veya “adaletsizlik” başlığı altında toplanabilir. Biliyoruz ki, kapitalizmin etrafında dolanan, ona can veren düşünceler ekonomik büyüme ile eşitsizlik arasında bir ikileme vurgu yaparlar ve en nihayetinde de teoride ve daha çokta uygulamada ekonomik büyümeyi öncelerler.
Peki, bunun mantığı nedir? Kapitalist sistemi öneren teorisyenler neden böyle bir yapı önermiş olabilir? Bunun altında yatan “temel gerçeklik” şudur: Eğer ekonomi büyürse, gelir dağılımı adil olmasa da en alttaki kesimlerin dahi yaşam standardının yükselmesi mümkündür ve bu aslında yeterlidir. Mutlak yoksulluk ölçütleri açısından bakarsak, temel gıda ve barınma ihtiyaçlarını karşılayamayan, fizyolojik varlığını sürdüremeyecek kadar kötü durumda olan bir alt tabaka bulunmaktadır. Ancak, gelir eşitsizliğine belli bir tolerans gösterildiğinde bu kesimlerin bile belirli bir yaşam standardına ulaşması sağlanabiliyorsa, kapitalist bakış açısına göre bu yeterlidir. Bir diğer ifadeyle, kapitalizm gelir dağılımında “adaletsizlik” sorununun farkındadır; iddiası dezavantajlıların bile hayat standardının yükselmesi üzerinedir.
Dolayısıyla, evet, gelir dağılımı adaletsiz mi? Adaletsiz. Abartılı bir örnek verelim: Trump seçimleri kazandıktan sonra bile servetine milyarlarca dolar ekledi. Elon Musk her gün milyonlarca dolar kazanabiliyor. Diğer taraftan, sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerinde asgari ücretle geçinmeye çalışan milyonlarca insan var.
Burada önemli olan, eşitsizlik ile etkinlik, gelir dağılımı ile büyüme arasındaki dengenin nasıl kurulduğu meselesidir. Kapitalizmin temel iddiası şudur: “Evet, gelir adaletsiz dağılabilir, toplumun bazı kesimleri düşük gelire sahip olabilir; ancak düşük gelirli bireylerin bile yaşam standardı zaman içinde yükseliyorsa, bu sistem başarılıdır. Eşitlik peşinde koşmak pastanın küçülmesine yol açacaksa neden bu yolu tercih edelim? Düşük gelirlilerin bile hayat standardının yükseltilmesi önelidir”.
Bu noktada, önemli bir mekanizma eksikliği vardır ve kapitalizm, sürdürülebilirliğini sağlamak için teşvik sistemlerini, motivasyon mekanizmalarını ve adalet düzeneklerini daha dikkatli tasarlamaya çalışmaktadır.
İslami Bir Ekonomik Sistemin İnşası ve Motivasyon/ Güdü Sorunu
Yaptığımız her şeyin bizi nihai olarak nereye taşıyacağı, Allah’ın rızasını ve nihayetinde cenneti hak edip edemeyeceğimiz bizim için önemlidir. İslam, bireyin sadece kendisi için değil, başkaları için de ne yaptığına büyük önem verir. Örneğin, namaz kılmayan bir kişi Allah’ın affına mazhar olabilir; ancak başka birinin hakkını gasp eden biri için böyle bir garanti yoktur. Bunun nedeni, İslam’ın temel ölçütlerinden birinin, başkalarının hayatını kolaylaştırmak ya da en azından zorlaştırmamak olmasıdır. Bir bakıma Allah insana komşusunun/ bir diğerinin hakkını gözetmesi karşılığında cenneti vaat etmektedir. Bir diğer ifadeyle, insan kendi (geçici) çıkarı için ve hazzı için çalışmasın. Böylece uzun dönem mutluluğu elde etsin. Diğerini (komşusunu, aynı havayı solduğu insanları, eşini…) düşünür, hak gözetirse; bir bakıma yapıp edebileceklerinden vaz geçerse kişi cennetle mükafatlandırılacaktır. Böylece bir anlık değil ömür boyu huzuru; ömür boyu huzuru da değil ebedi mutluluğu elde edecek; bunları kendiyle birlikte diğer(ler)inin de elde etmesine katkı sunacaktır. Kısa ve uzun dönem değil insan tasavvurunu ve dolayısıyla davranışını inşa etmek için sonsuzluğu zaman algısına yerleştirmektedir. İslam, kaynakları kullanmada verimliliği ve sürdürülebilirliği sağlayacak bir insan tipolojisi önermektedir. Dolayısıyla, ideal bir sistemin hem bireysel motivasyonu hem de toplumsal adaleti sağlayacak bir mekanizma oluşturması ihtiyacını İslami yaklaşım tam olarak karşılamaktadır. Cennet, kendi uzun dönem refahımız ve diğerinin (toplumun fertlerinin) mutluluğu için yaptığımız “fedakarlık/vazgeçme” eylemimizin karşılığında bir mükafattır.
Kapitalizmin en önemli özelliklerinden biri, herkesin kendi çıkarı için uğraşmasıdır. Piyasa mekanizması bize şunu önerir: “Sen kendi çıkarın için çabalayacaksın, fayda maksimizasyonunu hedefleyeceksin. Firmalar ise maliyet minimizasyonu için uğraşacak. Bu süreçte, toplumun kaynakları daha etkin kullanılacağından nihayetinde herkes kazanacak.”
Buradaki kritik nokta, “bencillik” kavramının nasıl tanımlandığıdır. Eğer bencillik, başkalarını ezmek ve sömürmek olarak anlaşılırsa, kapitalizmin ciddi problemleri ortaya çıkar. Ancak bencillik, başkalarının hayatını kolaylaştıracak yenilikler yapmak ve kaynakları daha verimli kullanmak anlamına gelirse, bu sadece birey ve firma için değil toplum için de olumlu bir sonuç doğurabilir. Ne söylemeye çalışıyorum: İslam iktisadı üzerine konulur yazarken teorinin söylemediği bir şeyi söylüyormuş gibi resmedip ardından kapitalizm eleştirisini bunun üzerine inşa etmek gibi bir hataya düşebiliyoruz. Rasyonellik ve birey ve firmanın kendi çıkarı için çalışması hususları İslam İktisadı literatüründe çokça tartışılmakta ve kapitalizm eleştirisinde öne çıkmaktadır. Ortodoks iktisadi yaklaşımın bu varsayımlarının kapsamlı ve adil bir eleştirisinin yapılmadığını düşünüyorum. Dahası bu varsayımlar tam anlaşılmadan bağlamından koparılarak adaletsiz gelir dağılımı ile ilişkilendirilmektedir. Halbuki, daha fazla kazanım için ticaret Allah’ın insana yaklaşımında da mevcut. Karlı bir ticarete davet edilen insan ve başkaları için fedakarlık yaptığında sonsuz nimetlerle mükafatlandırılma sözüne muhatap olan insan tasavvuru var. Bu fadakarlık-ödül mekanizması fıtraten Allah’ın verdiği bir karakteristiğe bizatihi Allah’ın dikkat çekmesinden başka bir şey değildir. Özetle, adaletin sağlanamaması bencillikle ilişkili olmaktan ziyade üretim faktörlerinin gelir bölüşüm mekanizmasıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Bu bizi faize götürür.
Kapitalizmin Tek Numarası Faizdir
Kapitalizmin en önemli yönlerinden biri değişimlere “uyum kabiliyetidir” dedik. Aslında uyum kabiliyetinin en önemli nedeni bizatihi değişimleri kapitalist iş ortamının hazırlamasından kaynaklanıyor. Değişimi hazırlayan iş ortamı servetin belli ellerde toplanmasını da doğurmaktadır. Temerküz eşitsizliğin artmasıdır. Diğer taraftan kapitalizmin sürdürülebilirliği de buna bağlıdır. Çünkü sermayeyi elinde tutan bireyler, evet belki daha fazla gelir elde etmek için de olsa fazlalığı inovasyon ve yeni teknolojilere yatırım yapmak için kullanır. Örneğin, Elon Musk’ın sürekli yeni yatırımlar yapması veya Bill Gates’in teknolojiye yön vermeye devam etmesi, bu mekanizmanın bir sonucudur. Servetin belirli ellerde toplanması, yeni teknolojik gelişmelerin önünü açabilir. Kapitalizm, bu sistemin yan etkilerini minimize etmek için sosyal politikalara adaletsizliği azaltan/ isyanı zayıflatan mekanizmaları devreye sokar.
Dolayısıyla, kapitalizm eleştirilirken onun güçlü yönlerini de göz önünde bulundurmak önemlidir. Kapitalizmin temel avantajları büyüme, yenilikçilik ve adaptasyon kabiliyeti olsa da gelir adaletsizliği, çevresel sürdürülebilirlik ve krizlere yatkınlık gibi yapısal sorunları da bünyesinde barındırmaktadır. Bu nedenle, kapitalizmin eksik yönlerini taşımayan alternatiflerin tartışılması gerekmektedir.
Şimdi, kapitalizm incelemesinde ve eleştirisinde en fazla üzerinde durulması gereken konulardan biri eşitsizlik dedik. Yani şu soruyu sormamız lazım: Kolonyalizm olmasaydı, sömürü düzeni -özellikle 1400’lü yılların sonundan itibaren başka yerlerin keşfi ve kaynakların belli bazı ülkelere nakli (sadece doğal zenginliklerin değil, aynı zamanda emeğin transferi, yerinde kalan emeğin hem pazar olarak kullanılması hem de ucuz işgücü olarak çalıştırılması)- olmasaydı, bir sistem olarak kapitalizm olur muydu?
Bu soruya vereceğimiz cevap farklılaşabilir. Ancak şunu söyleyebiliriz: Evet, tarihsel olarak gelişme aşamaları farklı olabilirdi. Hakimiyet alanı farklı olabilirdi. Ama yine de kapitalizm benzeri bir sistem, kolonyalizm olmasa da ortaya çıkabilirdi.
Tarihî rol itibarıyla kolonilerin sermaye birikimi, pazar genişlemesi, ucuz emek bulunması ve üretilen ürünlerin oralarda satılması… Bu çift yönlü sömürü mekanizmasını not etmek lazım. Servet eşitsizliklerini de bu kolonyal dönemle bağlantılı olarak ele almak gerekir. Ancak “Kapitalizm yine de gelişebilir miydi?” sorusuna cevabımız: Evet, muhtemelen gelişebilirdi. Teorik olarak bunu söyleyebiliriz. Çünkü özel mülkiyet, piyasa mekanizması ve fiyat mekanizması eliyle kaynakların dağılımı neticesinde yenilikçilik ve inovasyonla yeni ürünler üretmek mümkün olabilirdi.
Ancak kolonyalizm olmasaydı, belki ülkeler arasında daha adil bir dağılım olurdu. Gelişmişlik düzeyleri arasında bu kadar büyük farklar olmayabilirdi. Kapitalizm, kolonyalizm olmadan da gelişebilir miydi? Evet, gelişebilirdi ama büyüme hızları daha düşük olabilirdi. Gelir dağılımı hem ülkeler içinde hem de ülkeler arasında daha adil olabilirdi. Muhtemelen bugünkü gibi değilse de farklı güç yapıları ortaya çıkardı.
Bugün sadece Batı dünyası ve kısmen yükselen Asya’dan bahsedebiliyorsak, bu bile Batı’nın hegemonyasının devam ettiğini kabul etmemiz gerektiğini gösteriyor. Dolayısıyla kolonyalizm olmadan da kapitalizm gelişebilirdi. Fakat bu, farklı zaman çizelgeleri, kapsam ve güç dinamikleriyle mümkün olabilirdi diye düşünüyorum.
Diğer konuşacağımız konu belki de finansal mimari… Dünyada kurulan finansal mimari, günümüzde kolonyalizm benzeri bir süreç mi? Literatüre baktığımızda, finansal mimarinin kapitalizmin kolonyal dönemden kalan alışkanlıklarını sürdürmesine imkân sağladığı apaçık ortadadır. 1500’lü, 1600’lü, 1700’lü ve 1800’lü yıllardan bahsedebiliriz. Hatta bazı ülkelerde 1900’lü yılların ortalarına, 1960’lara kadar süren mekanizma fiilen kolonyal sistemi devam ettirdi.
Günümüzdeki finansal mimari 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kuruldu ve Batı’nın kolonyal kazanımlarını sürdürmesine imkan sağladı. Son iki bin beş yüz yıla ait tahminler bize şunu söylüyor: Sanayi Devrimi’ne kadar kişi başına gelir yaklaşık 90 dolardan ancak 200 dolara çıkabilmişti. Sanayi Devrimi’nden sonra ki daha kısa bir zaman aralığıdır 2000’li yıllarda bu rakam 7.000 dolarlara ulaştı. Ekonomik büyüme açısından bir başarı, ama adalet konusunda eleştirilerimizi cevaplamıyor. Tam tersine, eşitsizlikler daha da katılaşıyor. Kolonyal dönemin kazanımları, gönüllü borçlanma, hibe yardımları ve faiz ödemeleriyle sürdürülüyor.
İslam İktisadı Ama Nasıl?
Şimdi, İslam iktisatçılarının eleştirilerine gelelim… Kapitalizmin eleştirisi anlamında İslami perspektiften söylenenler… Özellikle faize dayalı finansal sisteme ve borç krizlerine dikkat çekmek gerekiyor. Aşağıda “İslam ekonomisinin potansiyel çıkmazları” başlığı altında üç madde yazdım:
- Ölçeklenebilirlik,
- Yenilikçilik kısıtları,
- Uygulama zorlukları.
Mekanizmaları öyle kurmamız lazım ki sadece Müslümanlara değil, tüm insanlığa bir alternatif sunabilsin. Ancak İslam ekonomisi çalışmalarında, ileri düzeyde takva sahibi olmayı gerektiren modeller öneriyoruz. Bu, sürdürülebilir değil. Çünkü takva, Allah Teâlâ tarafından tavsiye edilen ama farklı dereceleri olan herkesin ulaşamayacağı bir mertebeyi ifade ediyor. Eğer biz alternatif bir iktisat modeli önereceksek bu mekanizmaları ile tüm insanların içinde yer alabileceği bir sistem olmalı. Bir diğer ifadeyle, çalışmayı bir ibadet olarak gören ve başkasına iyilik yapmayı önemseyen insanlardan oluşan bir toplum için iktisat modeli önerisi geliştirmek ve buna İslam iktisadı demek doğru değil. Bu gerçekle irtibatsız olur. Yani “meleklerden oluşan bir toplum getirin bakın nasıl maddi refah ve huzuru (birlikte felah diyoruz) tesis edeceğiz” ön şartlı önermesiyle bir iktisat modeli ve sistemi inşa edilemez.
Modern dünyada küçük toplulukların gündelik hayatını kolaylaştıracak ve fakirliğe veya sömürüye karşı onların “resilience” dediğimiz dayanıklılığını artıracak mekanizmalar olsa bile, ümmeti bir bütün olarak—İslam ülkelerini ve toplumlarını—bu içine düştüğü girdaptan kurtarabilecek güçte olmayabileceğini düşünüyorum. O yüzden mikrokredi, karz-ı hasen gibi uygulamalar kıymetli olsa da bir sistem inşası için çok zayıf adımlar olduğunu kabul etmemiz lazım.
Son olarak şunu söyleyeyim: Kapitalizmin birçok tanımı var; devletin büyüklüğüyle/ ekonomiye müdahalesiyle ilgili çok sayıda model ve yaklaşım mevcut. Kapitalizm dediğimizde, bir liberal perspektif var, bir de kontrollü kapitalizm modelleri dediğimiz yaklaşımlar bulunuyor. Kapitalizm, devletin ekonomiye müdahalesi konusunda farklı alanlar her zaman açıyor. 2008 küresel ekonomik krizden sonra liberal açılım sekteye uğradı ve hemen her devlette sosyal yardımların arttığı, ekonomiye kontrollü müdahalenin yaygınlaştığı ve devletin rolünün büyüdüğü bir döneme girdik. Yeni sanayi politikası adı verilen yönelim de son gelişmelerden biri.
Faiz Sistemi: Kaşıkla Verdiğinden Kepçeyle Alma Sanatı
Yukarıdaki tartışmayla da bağlantılı olarak belirtmemiz lazım ki esnek bir sistem olan kapitalizmin asla vazgeçmeyeceği tek şey faizdir. Faiz sistemi, aslında bir risk transferi sistemidir. Yani bir iş modeli olarak sürekli olarak riski bir başkasına transfer edeceğiz. İslamî modelde ise faiz yasağı farklı bir iş modeli sunar. Der ki: ‘Riski paylaşın!’ Bu ne anlama gelir? Zarar ettiğinizde de kâr ettiğinizde de paylaşın. Bir kazan-kazan; kaybet-kaybet sistemi. İşte bu üretimi planlamayı ve ortaya çıkan ürünü paylaşmayı öngören sistem İslami iş modelidir. Böylece faiz yasağı iktisadi sistemin kökten değişmesini sağlayan temel unsurdur diyebiliriz. Ve aslında bu yasak daha üretim organizasyonu aşamasında (gelir ortaya çıkmadan, paylaşım aşamasına geçmeden) sistemin daha adil paylaşıma baştan evrilmesi anlamına gelir. Kapitalizm risk transfer sistemi ile büyüme dönemlerinde refahtan daha az pay alanların (ki bu nüfusun büyük bir bölümü) kriz dönemlerinde en hızlı ve oransal olarak en fazla kaybettikleri bir sistemdir. Refah dönemlerinde ancak çay kaşığı ile faydalananlardan kriz dönemlerinde kepçe ile geri alınır. Aslında adaletsizliğin temelinde bu vardır. Faiz yasağı sayesinde iş modeli değişir ve daha adil bir gelir dağılımı baştan garanti altına alınır.
Elbette şu soruyu sormamız lazım: Ekonomik büyüme hızı bakımından başarı ne olur? İslami modelde motvasyon/ güdü sorunu üzerinde yoğunlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Tabii eğer sadece Müslümanlar için ve hatta takva sahibi olanlar için bir iktisat modeli inşa etmiyorsak! Şimdilik öngörüm İslami modelde ekonomik büyümenin daha mütevazı olacağı yönünde. Risk algısı farklı olan insanların (daha fazla risk alarak aslında gelişmenin de dinamosu olanların) motivasyonunun azalacağını düşünüyorum. Yine de sık ve büyük krizlerle boğuşan mevcut sisteme göre daha az sayıda ve/veya daha küçük krizlere yol açacağından faizsiz sistemin sürdürülebilir büyüme açısından avantajlı olacağını ve bu sayede uzun dönemde yaygın refah artışının sağlanabileceğini düşünüyorum. Bu, iyi bir yerde durduğumuzu gösterir. Yine de yenilikçilik için ilave mekanizmalar konusu İslam iktisadı çalışanların ana konusu olmalıdır.
İslamî modelin insanlığa sunduğu şey şudur: “Büyüme konusunda aşırı talepkâr olmayın, ancak uzun vadede hem müreffeh bir hayat sürebileceğiniz hem de gelir dağılımı açısından daha adil bir sistem öneriyoruz.” Fakat insanları buna ikna etmek kolay değil. Çok çalışmamız, çalışan ve sürdürülebilir mekanizmalar kurmamız gerekiyor. Önerdiğimiz sistemler, Müslüman olsun ya da olmasın, herkesin kullanabileceği yapılar olmalıdır.
Faiz yasağının önemini bir iş ve kalkınma/gelişme modeli olarak iyi kavramamız gerekiyor. Gelir dağılımında adalet tartışmalarında geleneksel olarak zekât üzerinde duruyoruz. Zekât mükemmel bir mekanizma olarak sadece kaynakların atıl kalmamasını değil aynı zamanda iyi işleyen bir toplumda ve iktisadi modelde bile şu ya da bu nedenle var olan dezavantajlı kesimlerin gelirden pay almasını sağlar. En iyi işleyen modelde bile dezavantajlı gruplar, engelliler, aklî dengesi tam yerinde olmayan bireyler, miskin tabiatlılar ya da psikolojik travmalar nedeniyle işini kaybedenler olacaktır. Dolayısıyla zekât, gelir dağılımını düzeltici bir mekanizma olarak her zaman işlevini sürdürecektir.
Ancak faiz yasağı, daha en baştan, üretim planlaması aşamasında gelir dağılımındaki adaleti garanti altına alan bir mekanizma olarak adil gelir dağılımının asıl mekanizmasıdır. Bu nedenle faiz yasağı üzerine çok daha fazla çalışmalıyız.
Değişimi Ancak Üreterek Zorlayabiliriz
Son söz olarak, uluslararası finansal mimarideki değişime vurgu yapmak isterim. Bu mimari değişmeden herhangi bir toplumun doğal kaynak zenginliği veya üretimde sağladığı artışla işini kolaylaştırması mümkün değildir. İslam iktisadı ve finansı çalışmalarında sistem değişimlerinin sağlanması yöntemlerine odaklanmak zaruridir. Maalesef bu alan en az çalışma yapılan alanlardan biridir.
Sözün özü, kapitalizm eleştirisinde tutarlı olmak; çalışan, sürdürülebilir ve uygulanabilir mekanizmalar geliştirmek zorundayız. Allah’ın emir ve yasakları ortada elbette ama işleyen bir sistem kurmak ve güncellemek akademisyen ve uygulayıcılar olarak hepimizin görevi. Gelişmeler ümit verici. Neticede en az iki yüz elli yıllık bir gecikmeyi telafi etme çabası içindeyiz. Mekanizmaları olmayan belagata dayanarak yol almaya çalışan sistem değiştirme çabaları ile vakit kaybetmemeliyiz. Vakit de önemli değil ama umutları heba etmek filizlenen ve iki yüz elli yıllık büyük gecikmeyi telafi etmeye aday çabaların kesilmesine yol açar.