4 Aralık 2024, Çarşamba

Türkiye’nin Ruhu: Anadolu Mayası – Selim CERRAH

Türkiye’nin Ruhu: Anadolu Mayası

Anadolu, Hz Nuh’un duasına verilen cevap, Hz İbrahim’in putları kırdığı, Halil İbrâhim bereketinin ete kemiğe büründüğü yerdir. Şehrin öte yakasından şefkat ve merhametle koşarak gelen Habib-i Neccar’ın zalimlerin vicdanını hikmetli sözlerle sarstığı yerdir. Ashab-ı Kehf ’in inkâra, zulme ve kötülüğe başkaldırdığı mekân, Hz Eyyub’a şifalı su ile derman olan yerdir. Hz Muhammed’in (S) vasiyeti olan İstanbul’un fethine giden yolun kapısı, köprüsü ve anahtarı, insanlığın kurtuluş umududur. Türkiye, barış, adalet, hürriyet ve eman yurdudur. “Türkiye bizim en güzel nasibimizdir. Tufanda yüzen gemiyi güvenli yere indirmek arzusuyla Hz Nuh’un duasına verilmiş olan cevaptır. Hz Nuh; “Ve de ki : Rabbim! Beni bereketli bir yere indir. Sen, iskân edenlerin en hayırlısısın” (Mü’minun 29) İnsanlar yeryüzüne tufandan sonra buradan yayıldığı için burası “insanlığın baba ocağıdır” desek yeridir. Gemi Cudi dağına indirildiği günden beri; Türkiye bütün insanlığın ata yurdu, baba ocağıdır. Anadolu kurtuluşun, umudun yurdudur.

Büyük müfessir Mücahid şöyle bir bilgi nakleder; “Allah’u Teâlâ isyankâr kavmi tufanda boğduğu zaman yeryüzündeki dağlar kendilerini beğenerek böbürlendi ve yüksek gördüler. Cudi dağı ise alçak gönüllülük etmişti. Bunun üzerine Allah Cudi dağını diğer dağların üstüne çıkarmış ve Hz Nuh’un gemisine karargâh yapmıştı.” Sezai Karakoç “Her çağda ve şartlar ne kadar ağır ve umutsuz olursa olsun inananlar için muhakkak bir Nuh’un gemisi vardır.” Anadolu Hz İbrahim’in putları kırdığı için ateşe atıldığı yer, misafire ikram etmeyi sevdiği, misafir olmadan yemek yemediği için “Halil İbrâhim bereketinin” ete kemiğe büründüğü yerdir. “Allah’ın kendisine mülk/iktidar verdiği, ben de yaşatır ve öldürürüm” diyen Nemrut gibi putlaşan ve haddi aşan zalimlere karşı Hz İbrahim gibi mücadele edelim. Ateşler içinde kalsak bile yanmamak için tevhid bilincine erelim. Hz İbrahim Allah’ın lütfu ile ateşten selâmetle çıkmıştı. Sezai Karakoç “Sen İbrahim ol ateş sende yakacak bir şey bulamasın” demişti. Ağır dertler, türlü hastalıklar ve sıkıntılarla imtihan edilsen bile bu topraklarda Hz Eyyub’a şifa verildiği gibi senin için şifalı suları halk edecek olan Rabbin var. Yeter ki doğru yerde derman aramayı bil. Yaşama ve yaşatma ideâlini geleceğe hikmetle taşımak için kemâl yolculuğuna ihtiyacımız var. Kime yakın olman, kimin karşısında durman gerektiği unutma… Anadolu’ya göçebe olarak yerleşen ecdad huzuru yaymayı, refahı temin etmeyi kendilerine vazife bilmişlerdir. Böyle bir derdi yüklenenler, vatandan ve topraktan menfaat uman gezgin gibi davranmazlar. Onlar insana, toprağa, emeğe hürmet eder. Anadolu’nun ruhu bize sevgi, şefkat ve merhamet bekleyen bîçareleri sevip bağrımıza basmayı, kimseyi dışlamamayı öğretmiştir. Cümle varlığı kardeş bilerek, birlik bütünlük içinde gönülleri mayalayarak burada tutunduk. Buraya bizi dönüştürmek için gelen irfan sahipleri gönüllerimize şifalı sözlerle maya çaldılar, onların izinde yürüyerek iyi insanlar olmaya gayret ettik. İyi insan, güzel müslüman olanlar hürmet, samimiyet, istikâmet, muhabbetle yaşarlar. “Anadolu irfanı ve Anadolu ruhu” gibi terkiplerle ifade edilen maya burada; aşk, şevk, ilim, irfan ve hikmet yüklü bir iklim oluşturdu, fikirleri şiir diliyle bezedik, âriflerin yolunda basiretle yürüdük.

Kaybolmamak için kılavuzlarla, kâmillerle yola revan olalım. Ârifler, hikmet ehli sözleriyle gönülleri döller, öyle kişilerle birlikte olmaya gayret edelim. Varlığını bilinmezlik toprağına gömen “Ricâl’ül Gayb” denen, öncülerin izinde olalım, yolunda yürüyelim, gönülleri aşkla mayalayanlara yoldaş olalım. Yol olalım yol açalım, yolu bozanlardan olmayalım. İnsan gönlü, sözle, gözle, nazarla döllenir. Bazen sözün güzeli ile doğrusu arasında tereddütte kalabiliriz, sözümüz hem güzel hem doğru olsun, yolda olalım… Yolda eziyetler olur, can yanar, dert çoğalır bazen. Nefis iyi ve güzel gördüğü şeyleri arzular. İnsanın canı bazen nefsin hoş görmediği şeyleri de çekebilir. Nefis acı, ekşi olan meyveyi hoş görmeyebilir ama insanın canı bunları çekebilir. Güzellik kendisine acılar içinde de yol açar. Canın gölgesi olmaz, can ehline yaslanan yorulmaz. Hikmet pınarları akmaya devam ediyor, testini doldur, cana can katmaya bak, suyu bulandıran yol bilmezlere bakma, sana düşen testini aşkla doldurmak.

Maya…

Anadolu insanı dertli insandır. Yusuf Hemedânî hazretleri; ‘Hayat teselli bulmaktır’ demiş, tesellî bulmak için yaslanacak omuz arayalım. Gönle şifa, ömre bereket katan sözlerde teselli arayalım. Hangi omuza yaslanıp gönül yorgunluğunu atacağımızı ehline soralım. “Ben bir damlayım amma, deryanın derdini taşıyorum” diyen Hz Mevlâna’yı “bir derdim var bin dermana değişmem” diyen hikmet ehlini takip edelim. Anadolu insanı toprağa bağlı, sorumluluk şuuruyla yaşamış, mazlum ve kederli insanlara sahip çıkmış yüreği sevgi doludur. Anadolu’ya İslâm mayasını taşıyan öncülerden bazıları buraya tüccar olarak gelmişler. Ticaret erbabı gittikleri yerlere içinde büyüdükleri toplumun inanç, değer, ilkeleriyle yaşar şahsiyet sahibi olurlar. Onlar; helâl rızık peşinde koşmuş, ahlâklı ve dürüst yaşamış, gönle değen sözlerle yöre esnafını ve ticaret ehlini etkilemiş, onların İslâm dînine hayran olmalarına vesile olmuşlardır. Ecdadımız çağlar boyunca gittikleri yere bazı kavramları taşımak için mücadele ettiler. Anadolu mayasının özü kadîm değerlerle bezenmiştir. “Tevhid, Adalet, Hürriyet ve Muhabbet” gibi ilkeleri ve değerleri hayata taşıyarak gönülleri mayaladılar. Nihayet Anadolu’yu mayalayan ecdad buraya yeni bir ruh, renk, aşk ve şevk taşıdılar.

Maya müslümanlıkla yoğruldu. Tasavvuf neşvesini gönüllere aşılayan öncüler milleti sadece toprağa bağlamakla kalmamış, Tekkelerde, Zaviyelerde ahilik yoluyla medeniyetin kurulması için zerafetle millete öncülük etmişlerdir. Yüreklere maya çalan Horasan Erenlerinin sufi, eren, derviş, alperen gibi adları vardır. Her işin olduğu gibi bu yolun da hîlebazları olur. Altın suyu boyandığı şeye rengini verir ama o şey altın olmaz. Anadolu mayası ile boyandığını söyleyen, onun ruhuna yabancı olanlar o boya ile boyanmış görünse de gönlü mayalanmış olmaz. Bu tür yol kesenlerden uzak duralım. Anadolu mayası Mimar Sinan tarafından inşa edilen devasa eserlere benzer. Büyük mimar yaptığı her esere mutlaka bir yenilik katmıştır, kendisini yenileyerek, geliştirerek eser vermiştir. Eserlerinin odağında kulluk şuuru, ihlâs, tevazu ve haşmet iç içe görülür. En küçük eseri olan Şemsi paşa camiini 92 yaşında inşa eden büyük usta bize küçülerek büyüyen zarif ve ince dokunuşları anlatır gibidir. Eser vermek, gönül inşa etmek, güzelliği zamana şahit kılmak gibidir. Usta mimar eserler bırakmış, o eserlerin planlarını bırakmamıştır. Sinan eserlerinin planlarını kafasında yapmış kağıda dökmemiştir denilir. Kalbinde şekillendirdiği planları taşa ve ahşaba işlemiş bize inanılmaz güzellikte eserler bırakmıştır. Maya da öyledir, hamura katıldığı zaman görünmez olur ama hamuru ekmek hâline getirir. Medeniyetimizde ekmek “Nân-ı aziz” olarak bilinir, ona hürmet edilir. Ârifler, Haçlı saldırıları ve moğol istilâsı sonucu kalpleri bunalan insanımıza, gönül mayalayan sözler söylediler. Hikmet erleri inşa ettikleri tekke ve zaviyelerde sohbet ederek, güzel davranarak, hâl ve hareketleriyle gönülleri mayaladılar. Hikmet ehli olan büyükler aldıkları mânevî işaretlerle ve ilhamlarla buraya gelerek gönülleri şefkatle muhabbetle mayaladılar, Anadoluyu bize yurt kıldılar. İrşad için dervişleri Anadoluya gönderen Ahmet Yesevî’nin yaşadığı yerde, Hânedanlar arasında kargaşa, taht kavgası ve siyasî istikrarsızlıklar vardı. Kendisi orada, birlik, dirlik ve huzurun sağlanması için çalıştığı gibi, kardeşleri eliyle Anadolu’ya ve Balkanlara birlik, dirlik ve huzur taşımıştı.

Yol oğlu…

Anadolu kulağımıza “Döl oğlu değil yol oğlu olun” sözleri fısıldanarak gönüllerin ilgiyle ve sevgiyle mayalandığı yerdir. Mayanın tutması için birbirine destek olan değerleri bir araya getirmek gerekir. Maya başta; tasavvuf neşvesi, kıssa, şiir, hikâye, musikî ve ahilik yoluyla gönüllere çalındı. Önce ilim gerekir, ilimsiz maya olmaz, salih ameller gerekir. İrfan ve hikmetle gönülleri dölleyen sözler lazım. Dostluk, yarenlik ve sırdaşlık gerekir. Sanat olmadan maya olmaz. Hikâye ve şiir mayayı gönüllere daha kolay ulaştırır. İnanç ve sanat hayata incelikle daha güzel yansır. Şiir yazan, şiir seven toplumu kolayca yenemezsiniz. Şiir hikmetin, merhametin ve fikrin evidir, şiirde mısraya anlamı ev olan “beyt” denilir. İrfan ehlinin ve devlet ricâlinin çoğu şair, şiirsever ve şair dostudur. Son dönemde öne çıkan dava önderlerinin çoğu şair veya şiir severlerdir. Gelenek ve kültür fikrin mânevî vatanı hükmünde olan şiirle daha kolay yaşatılır. Güçlü sözler ve büyük fikirler şairlerin diliyle geleceğe daha kolay taşınır, mefkure şiirle geleceğe taşınır. Şiir hikmetin evi, sözün saf halidir. Ârifler, gönül ülkesini şiir diliyle imar ve inşa ederler. Bunlara ilave olarak sefer, hicret etmek gerekir. Hicret yoksa söz başka toplumlara ulaşmaz. O’ndan gelip O’na gidenler için yol ve yolculuk önemlidir, yolda olmak kadar doğru arkadaşlar edinmek de gerekir. Yolculuk insan kalbine ferahlık verir, sıhhatli olmasını sağlar. “Seyahat edin sıhhat bulun” buyurulmuştur. Sefere çıkmak vatanını, evini veya kendini terk etmek değil yeni yerleri keşfetmek, gönülleri fethetmektir. Bunlar olmazsa maya eksik kalır.

Büyüklerin bazı sözleri:

Yesevî hikmette şeriat, tarikat, marifet ve hakikatten oluşan dört kapıdan geçerek varoluş tamamlanır. İlim, irfan, şeriat, tarikat bütünlüğü önemlidir. Pîrimiz Ahmet Yesevî’nin dile getirdiği hikmet yüklü sözlerle başlayalım; “Er olana dava gerek” “Ârif ol kişidir ki, beden ülkesini viran eyler.” “Şeriatın bostanında cevlân eyledim. Tarîkatın gülzârında seyrân eyledim. Hakîkatten kanat tutup göklerde uçtum, Mârifetin eşiğini açtım dostlar.” Kırk yıl dergâha düzgün odun taşımış, aslında odun değil düzgün insan taşımış olan Yunus Emre’ye kulak verelim. Yunus dergâha gelen kişilerin hâllerini düzeltmek için onlara rehberlik ederek doğruluk ve aşk dersi vermişti, dergâha taşımadığı yanlış insanlardı. “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” diyen Yunus her varlığı yüce bilmiştir. Gönüllerin kaynaşmasından doğan huzur ve muhabbeti kardeşlik içinde yaşamıştı, “Gönüller dermeye geldim” diyerek kavgayı değil sevgi ve kardeşliği yayan her arayışın hedefi, düsturu bu olmalıdır. “Ballar balını buldum kovanım yağma olsun” diyerek bize dostluk ve yârenlik çağrısı yaptı, onu doğru anlamalıyız. Bir kez gönül yıktın ise Bu kıldığın namaz değil. Yetmiş iki millet dahi, Elin yüzün yumaz değil. Bir gönülü yaptın ise, Er eteğin tuttun ise, Bir kez hayır ettin ise, Binde bir ise az değil. Endülüs’ten yola çıkıp buraya gelen İbn-i Ârâbî’yi anlamak lâzım. “Dünya hayatı köprüdür, geçilir îmar edilmez. Köprü üzerine ev yapılmaz.” “Bir elbise ile kalp kırdın mı; Aynı elbise ile bir gönül al ki, elbisen senden şikayetçi olmasın.” “Kirlenmemekle değil, temizlenmekle yükümlüyüz.” “Allah bir kuluna rahmet indireceği vakit, onun kalbinde yer edinmiş olanlara da rahmet eder.” “Bir ağacın altında dinleniyor, gölgeleniyorsan bu da bir arkadaşlık sayılır. Eğer bu ağacın suya ihtiyacı varsa ve senin de imkanın varsa, arkadaşlık hakkı gereği ağacı sulaman gerekir…” Eğer Belh’te yaşamaya devam etseydim bir medresede molla olurdum, beni bu topraklar şair kıldı diyen Hz Mevlâna bizi her fırsatta uyarmış, irşad ederek yol göstermiştir; “Kusursuz dost arayan dostsuz kalır” diyerek eksik ve kusurlu olduğumuzu beyan etmiş, “Aynı dili konuşanlar değil aynı duyguları paylaşanlar anlaşır” “Konuşma ruhun göğsündeki süttür, emecek biri olmadan çıkmaz. Dinleyen susuz ise ve su arıyorsa hatip ölü bile olsa belâgat kazanır” “Ameli olmayan hikmetli söz, Ödünç alınmış süslü elbise gibidir…”

“Sana acı sözler söylüyorsam, bu seni tüm acılıktan temizlemek içindir.” diyerek yolumuzu aydınlatmıştır. Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’nin tebessümünü, bir dizine aslanı diğer dizine ceylanı oturtan dirayet, şefkat ve merhametini kuşanmalıyız. Onun; “insan olmak için; “Bir olun, iri olun, diri olun. “Oturduğun yeri pak et, kazandığın lokmayı hak et.” “Eline, beline, diline hâkim ol.” Sözlerini biliriz lâkin başka söz ve nasihatleri de var; “Senlik benlik bilmeyeceksin. Gönlün ve elin açık olacak. Kimseye hor bakmayacaksın. İyiliği başa kakmayacaksın. İnsanların hayrına koşmayı iş edineceksin. Dirliği birliği akıldan çıkarmayacaksın. Gösterişten kaçacaksın” gibi hikmetli sözlerini kulağa küpe kalbe düstur edinelim. “Ananı ve atanı say! Bil ki bereket büyüklerle beraberdir.” diyen, önce devleti değil insanı esas almak gerektiğini ifade eden Şeyh Edebali’nin “Usül bil, âdap bil, sınır bil”, sözlerini hayatımıza taşıyalım. “Sabırlı, sebatlı ol, iradene sahip çık… Ananı, atanı say. Bereket büyüklerle beraberdir… Bu dünyada inancını kaybedersen yeşilken çorak olur, çöllere dönersin…” diyerek ortaya koyduğu hikmetlere tabi olalım.

15. asırda müridi Abdurrahim Merzifonî’yi Anadoluya gönderen Zeynüddin Hâfi’nin; “Bir aşk kütüğü yaktık, Rum üzerine attık” sözü ne kadar da manidardır. Aşk oduna yandık, mazlum ve kimsesiz kardeşlerimizin yanmasına razı olmadık elhamdülillah. Kutlu nasihatlerle gönüllere çalınan maya, devletimizi ulu çınara dönüştürmüştü. Endülüs ve Selçuklu biterken Osmanlı doğdu, Osmanlı yıkılınca Cumhuriyet kuruldu. Bunları birbirinin devamı ve takipçisi olarak görelim. Güneş her dem yeniden doğar, bir yerde battı ise üzülme daha parlak doğmak içindir. Yeter ki günün vazifesini kuşanarak içimize doğru sefere çıkalım, kalbimizi hikmete hazır hâle getirelim. Kitaplarda yer alan hikmetli sözleri ölü metinlere dönüştürmeyelim, onlara yeni fikir ve düşünceler ekleyelim. Bizi geleceğe taşıyacak olan aynı mayadır. Bu topraklara aziz İslâm medeniyetinin tohumunu eken, onu hikmetle filizlendiren büyükler fiilen ve fikren mağlup ettikleri başka milletlerin yaşam tarzını kendi hayatlarından düşük gördükleri için onlardan az etkilenmiş onları taklit etmemiş, onlara hayatları ile daha çok tesir etmişlerdi. Aynı yolda yürüyelim, kötülerin tesiri altında kalmayalım. Mezarda yatan büyüklerin hikmetli sözlerine kulak verelim, amma, hikmetle konuşan yeni bilge nesiller yetiştirelim. Bunun için kelimelerimize ve kavramlarımıza sahip çıkalım. Gönle değecek hikmete sahip sözlerimiz olsun.

Unutmayalım ki, kelimeler şifa bulmazsa medeniyet ihyâ olmaz. Selçuklu sonrası kurulan Osmanlı, gaziler, dervişler, ahi tüccarlar ve sanatkârlar eliyle büyük devlet hâline gelmişti. Gönülleri mayalayarak âdil bir dünya kuran ecdadın torunları olarak, sadece güzel sözler söyleyip geri çekilemeyiz. Vazgeçmek terketmek olur, asla vazgeçmeyelim. Büyük bir coğrafyayı kudretle ve şefkatle yöneten ecdadımız bir dönem dışarıdan gelen fikirlerin ve düşüncelerin etkisine kapıldı, zamanla hikmet, sanatkârlık ve zerâfet yitirilince yönetim zaafa uğradı. Gaza ruhuyla büyüyen kerim devletimiz, lüks, gösteriş, ihtişam ve şatafat tutkusuna yakalanınca yıkılmaya başladı. Hikmetli sözler kaybedilince yerini alan çirkin sözler gönüllerimizi zehirledi. Yeni ve daha âdil bir dünya kurmak için yeniden gönül dölleyen, umut biriktiren sözler söyleyelim. Kimliğimizi unutarak taklitle yaşamaya başladığımız ve değerlerimizi terk ettiğimiz zaman yıkıldık. Ayağa kalkmak için yeniden özümüze dönmeliyiz. “Her defasında yıkılışımızın sebebi, benliğimizden kaçarak, Batı’nın taklitçiliğine sığınma sevdamızdır.

Biz Batı’nın iki şeyini yanlış anladık; iki yüzünü tersinden gördük : İlmini ve ahlâkını. İlimle ahlâkın aynı kökten çıktıklarını bilemedik.” Nurettin Topçu Kur’an Hazreti Peygamberin kalbine indirilmiş, kalpten kalbe yayılmıştır. Yine kalplere tesir ederek yol olacak, selim kalbi fıtrata döndürecektir. Maya ekşidi, bozuldu diyerek vazifeyi ihmâl etmek bize yakışmaz. Yol belli, usul belli. Yeniden Bismillah diyerek yola revan olalım, menzil neresi, hedef neresi diyerek sürekli boş tartışmalar yaparak vakit kaybetmeyelim. Bin söyleme bir eyle diyelim… Türkiye’nin birçok yerinde ayağa kalkan ve yeniden bir şeyler yapmak gerekir diyen öncüler farklı isimler altında mücadeleye devam ediyorlar. İsimlerinin ne olduğundan ziyâde yüreklerde bıraktıkları tesirleri konuşmak gerekir. Modernizm insanlığın ruhlarını çölleştirerek umutları tüketme peşinde. Buna direnen, yeni yol inşa etmek için emek veren her çaba hürmete lâyıktır. Selâm ehlini kardeş bilenlere müjdeler olsun…

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir