Son yirmi yıllık süreçte Türkiye’yle ilgili yapılan analizlerde en çok vurgulanan unsurlardan biri Türkiye’nin gücünün artması, başka bir ifadeyle Türkiye’nin gücünün küreselleşmeye başlamasıdır. Nitekim Suriye’deki müdahaleler, Libya’daki askeri varlık ve Doğu Akdeniz’deki sondaj çalışmalarına Türk donanmasının eşlik etmesi Türkiye’nin sert gücünün; Türkiye’nin Osmanlı coğrafyasındaki ülkelerle tarihsel ve kültürel bağlarını kuvvetlendirmeye çalışması, TİKA ve YTB gibi kurumların Türkiye’nin yakın çevresindeki faaliyetleri ve Covid pandemisinde pek çok devlete tıbbi yardım gönderilmesi Türkiye’nin yumuşak gücünün arttığını göstermiştir. Bu kapasite artışına bağlı olarak Türkiye’nin yumuşak ve sert gücünü senkronik ve etkili bir şekilde kullanan akıllı bir güç olduğu analizlerde sıklıkla dile getirilmektedir. Akıllı güç olmaya ek olarak özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı’na yönelik uyguladığı politika ve arabuluculuk faaliyetleri Türkiye’nin aynı zamanda normatif bir güç olduğunu da tescillemiştir. Bu güç unsurları üzerinden Türkiye bölgede salt oyuncu konumunda değil aynı zamanda oyun kurucu, normlara uyucu konumunda değil norm yapıcı konumundadır.
Bahsi geçen akıllı ve normatif güç olarak hareket etmeyi sağlayan kapasitesi artışı Türkiye’nin uluslararası sistemdeki özgül ağırlığını arttırırken, Türkiye’nin gücünün küreselleşmesine yönelik yeni bir tahayyülün oluşmasını sağlamıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Aralık 2022’de açıkladığı Türkiye Yüzyılı vizyonundaki gücün yüzyılı alt başlığı kapsamında yeni yüzyılda Türkiye’nin her alanda örnek gösterilen bir ülke olma hedefi, Türkiye’nin gücünün küreselleşmesini ifade etmektedir. Tüm bu ifadeler ışığında Türkiye Yüzyılı vizyonundaki gücün yüzyılı alt başlığının kavranabilmesi için Türkiye’nin güç kapasitesini arttıran milli kalkınma stratejileri, savunma sanayi ve kendini önceleyen dış politika unsurlarının irdelenmesi gerekmektedir.
Milli Kalkınma Stratejileri
Türkiye’nin gücünün küreselleşmeye başlamasını sağlayan ilk unsurunu milli kalkınma stratejileri oluşturmaktadır. Cumhuriyetin kurulmasından günümüze kadarki süreçte Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri kalkınma sürecindeki geri kalmışlıktır. Öyle ki, kronik altyapı ve kalkınma sorunları 21. yüzyılın başına kadar Türkiye’yi olumsuz yönde etkilemiştir. Ancak bu süreç Ak Parti hükümetlerinin Türkiye’nin yumuşak ve sert gücünü arttıracak şekilde uygulamaya koyduğu milli kalkınma stratejileri ile değişime uğramıştır. Bu dönemde uygulanan milli kalkınma stratejileri “yerlilik”, “millîlik”, “özgünlük” ve “dışa bağımlılığın azaltılması” unsurları üzerinden şekillenerek, pek çok sektörde önemli atılımlar gerçekleştirilmiştir.
2002 sonrası dönemde milyarca dolarlık yatırımlar yapılması ve İstanbul Havalimanı, Marmaray, Osmangazi Köprüsü, Avrasya Tüneli, Yeni Zigana Tüneli gibi mega projelerin tamamlanması Türkiye’yi altyapı alanında önemli bir gelişmişlik düzeyine çıkarmıştır. Altyapı sorunlarının giderilmesine ek olarak üretim, istihdam ve ihracat odaklı ekonomi politikaları Türkiye’nin önemli atılımlar gerçekleştirmesine katkı sağlamıştır. Öyle ki, 2002’de 3,7 milyon olan sanayi istihdamı, 2022’de 6,5 milyon sınırını aşarak %70’den fazla artış göstermiş ve Türkiye dünyanın en büyük 14. sanayi gücü haline gelmiştir. Sanayi sektörüne benzer şekilde Türkiye, tarım üretimi ve tarımsal hasılada Avrupa’da birinci, dünyada ise onuncu sırada yer almıştır. İfade edilen gelişimin yardımıyla Türkiye’nin ihracatı 2022 yılında 254,2 milyar dolara ulaşmıştır. Turizm sektöründe de önemli gelişim gösteren Türkiye, 2022 yılında 50 milyon 450 bin turisti ağırlayarak, dünyada en çok turist ağırlayan dördüncü ülke olmuş ve yaklaşık 46,3 milyar dolarlık gelir elde etmiştir. Ar-Ge harcamalarında ise 2002-2022 arası dönemde yaklaşık 130 milyar dolarlık harcama gerçekleştiren Türkiye, Ar-Ge’de çalışan araştırmacı sayısını da 220 binin üzerine çıkarmıştır.
Altyapı sorunlarının giderilmesi ve üretim, istihdam ve ihracat odaklı ekonomi politikalarının yanı sıra Türkiye, dışa bağımlılığı azaltma stratejileri de izlemektedir. Nitekim yerlilik ve millilik unsurları üzerinden şekillenen milli kalkınma stratejileri, dışa bağımlılığı azaltma stratejilerinin geliştirilmesini bir zorunluluk haline getirmektedir.
Bu çerçevede Türkiye, teknoloji transferini içeren işbirlikleri yapmayı önceleme ve yerli ve milli projelere yatırım yapma stratejileri benimsemiştir. Aynı zamanda Türkiye, yumuşak karnı olan cari açığın ve dışa bağımlılığın azaltılması amacıyla milli enerji politikasını yürürlüğe koymuştur. Bu politika çerçevesinde Türkiye Akkuyu, Sinop ve Çanakkale’de nükleer santraller kurma, karada ve denizlerde hidrokarbon kaynakları bulma ve yenilebilir enerji kaynaklarına yatırım yapma politikalarını sürdürmektedir. Söz konusu politikalar neticesinde Sakarya Gaz Sahası, Esma Çevik ve Aybüke Yalçın kuyuları keşfedilmiş ve Akkuyu Nükleer Santrali açılmıştır. Ek olarak Türkiye yenilenebilir enerji kaynaklı kurulu güçte Avrupa’da beşinci, dünyada ise on ikinci sıraya yükselirken, 2002’de 97 olan hidroelektrik santrali sayısı 2023 itibariyle 681’e ulaştırmış ve hidroelektrik kurulu güç dünya sıralamasında 9. sırada kendisine yer bulmuştur. Ayrıca Türkiye yerli kömür kullanımının artırılması, nadir toprak elementlerinin ekonomiye kazandırılması ve hidrojen teknolojilerinin geliştirilmesine yönelik projeler de yürütmektedir. Dolayısıyla “yerlilik”, “millîlik”, “özgünlük” ve “dışa bağımlılığın azaltılması” unsurları üzerinden şekillenen milli kalkınma stratejileri Türkiye’deki altyapı sorunlarını çözerken, aynı zamanda tarım, sanayi, turizm, enerji gibi çeşitli sektörlerde Türkiye’nin gücünün küreselleşmeye başlamasına katkı sağlamıştır.
Savunma Sanayi
Türkiye’nin gücünün küreselleşmeye başlamasını sağlayan ikinci unsur, “yerlilik”, “millilik” ve “otonomi” ilkeleri üzerinden kurgulanan savunma sanayi politikalarıdır. Johnson Mektubu vakasının da gösterdiği üzere tarihsel süreçte bir devletin savunma sanayi sektöründe dışa bağımlılığının yüksek düzeyde olması o devletin bağımsız bir dış politika izlemesini engelleyen önemli bir faktördür. Söz konusu durumun farkında olan Türkiye son yirmi yıllık süreçte savunma sanayi sektöründe önemli atılımlar gerçekleşmiştir. Öyle ki, 2002 yılında %20 olan savunma sanayinde yerlilik oranı 2023 yılında %80’e çıkmıştır. 2022 yılında savunma sanayi proje bütçesi 60 milyar dolara yükseltilirken, Ar-Ge harcamaları ise 1,4 milyar dolara çıkarılmıştır.
Bahsi geçen atılım neticesinde İHA ve SİHA’lar, KAAN (milli muharip uçak), ATAK helikopteri gibi hava araçları; TCG ANADOLU, silahlı insansız deniz aracı (ULAQ), firkateyn ve sahil güvenlik botu gibi deniz araçları; Altay, Kaplan ve Pars Tankları, Kirpi gibi kara araçları; İMECE ve TÜRKSAT 6A gibi uydular; Tayfun ve Yıldırım gibi balistik füzeler; topçu roket sistemleri ve akıllı mühimmatlar Türkiye’nin savunma sanayisinde dışa bağımlılığını azaltmakla kalmamış aynı zamanda Türkiye’nin yeni ve prestijli ihraç ürünleri olarak ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede Türkiye’nin yaptığı savunma sanayi ürünleri ihracatında aralarında geleneksel olarak Batı’nın müşterisi konumunda olan Suudi Arabistan, Katar, Filipinler, Polonya, Hindistan, Azerbaycan gibi ülkeler öne çıkmıştır.
Savunma sanayisinde gerçekleşen atılım ayrıca Türkiye’nin iç ve dış politikadaki hedeflerini gerçekleştirmesine yardımcı olmaktadır. Özellikle İHA ve SİHA’ların terör örgütlerinin lojistik faaliyetlerinin sekteye uğratılması ve örgüt elebaşlarının etkisiz hale getirilmesi hususundaki başarısının gösterdiği üzere savunma sanayi ürünleri Türkiye’nin güvenliğini sağlama noktasında kayda değer katkı sunmaktadır. Bu ürünler aynı zamanda savunma sanayi ve askeri teknoloji alanında Batı’ya bağımlılığın azalmasını sağlamakla birlikte Türkiye’nin dış politikadaki etkinliğini ve ulusal çıkarını önceleyen politikalar icra etme kabiliyetini de arttırmaktadır. Bu çerçevede söz konusu savunma sanayi ürünleri, ekonomik ve askeri güce katkı sağlamakta ve dışa bağımlılık hususunda oluşan tedarik sıkıntısı veya açık/örtülü ambargoları etkisiz hale getirmesi hasebiyle Türkiye’nin gücünün küreselleşmeye başlamasına katkı sağlamaktadır.
Kendini Önceleyen Dış Politika
Türkiye’nin gücünün küreselleşmeye başlamasını sağlayan üçüncü unsur ise kendini önceleyen bir dış politika izlemesidir. Uluslararası İlişkiler literatüründe devletlerin sert ve yumuşak gücünü arttırmasının güçlü bir devlet olacakları anlamına gelmeyeceği sıklıkla ifade edilen bir varsayımdır. Bu varsayıma göre devletlerin sahip olduğu güç kapasitesini kullanmaya niyetli bir siyasi irade ve söz konusu siyasi iradenin izleyeceği dış politika, bir devletin uluslararası ilişkilerdeki özgül ağırlığını arttırabilir. Örnekle ifade etmek gerekirse, iki dünya savaşı arasındaki dönemde ABD’li karar alıcılarının iradesi ve uyguladıkları izolasyonist dış politika ABD’nin hegemonik güç statüsüne erişmesini engellerken, II. Dünya Savaşı sonrasında ABD’li karar alıcıların iradesi ve uyguladıkları globalist dış politika ABD’nin uluslararası sistemde hegemonik güç olduğunun sistemdeki diğer aktörler tarafından tanınmasını beraberinde getirmiştir.
Bu doğrultuda, son yirmi yıllık süreçte milli kalkınma stratejilerinin uygulanması ve savunma sanayinde gerçekleşen atılımlarla Türkiye’nin güç kapasitesi artarken, aynı zamanda bu kapasite artırımının farkında olan siyasi irade tarafından kendini önceleyen dış politikanın uygulanması Türkiye’nin uluslararası ilişkilerdeki özgül ağırlığını arttırmıştır. Nitekim kendini önceleyen dış politika, Türkiye’nin küresel ilişkilerin periferi bir ülkesi gibi hareket etmesinden ziyade kendi ulusal güvenlik ve çıkarlarını korumaya çalışan, normatif ve akıllı güç stratejilerini benimseyen ve istikrarlaştırıcı bir güç olarak hareket eden bir aktör olmasını sağlamıştır. Söz konusu iddiayı örneklerle somutlamak gerekirse, Türkiye, Suriye’de iç savaşla meydana gelen insani krizin hafifletilmesi için azami çaba göstermiş, Suriye’deki siyasi istikrarsızlığı fırsat bilen DEAŞ ve PKK/PYD’ye karşı uluslararası hukuk çerçevesinde harekâtlar gerçekleştirmiştir.
Benzer şekilde Türkiye, Libya’da Hafter’in haksız bir biçimde kontrolü ele geçirmesini engellemiş ve Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası imzalayarak Doğu Akdeniz’deki egemenlik haklarını korumuştur. Öte yandan Türkiye, 2020 Karabağ Savaşı’nda hem savunma sanayi alanında hem de diplomasi alanında Azerbaycan’a tüm gücüyle destek vererek, uluslararası güvenliği olumsuz yönde etkileyen Dağlık Karabağ’daki uluslararası hukuka aykırı durumun ortadan kaldırılmasını ve Karabağ’ın yeniden Türk yurdu olmasını sağlamıştır. Afrika’da ise Somali ve Etiyopya örneklerinde görüldüğü üzere isyancı kuvvetlerin bir ülkenin siyasi istikrarını ortadan kaldırma girişimlerinin engellenmesinde Türkiye önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca uluslararası sistemi doğrudan etkileyen Rusya-Ukrayna Savaşı’nda normatif bir güç olarak hareket eden Türkiye, Montrö özelinde görüldüğü üzere ahde vefa ilkesinden taviz vermemiş, savaşan iki taraf arasında diyalog kanallarını açık tutabilen tek ülke olmuş ve savaşın en kısa sürede sonlanması için girişimlerde bulunmuştur. İfade edilen örneklerde görüldüğü üzere, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki Ak Parti iktidarları döneminde uygulanan kendini önceleyen dış politika ile Türkiye oyun kurucu aktör konumuna yükselmiş ve gücü küreselleşmeye başlamıştır.
Gücün Yüzyılı
Milli savunma stratejilerinin uygulanması, savunma sanayinin geliştirilmesi ve kendini önceleyen dış politikanın icra edilmesi Türkiye’nin gücünün küreselleşmesine yönelik yeni bir tahayyül ortaya çıkarmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı Türkiye Yüzyılı vizyonu, yeni bir tahayyül ve perspektif ile Türkiye’nin ikinci yüzyılında büyük bir güç olmasını hedeflemektedir. Türkiye Yüzyılı vizyonunun alt başlıklarından biri olan “gücün yüzyılı” ile ekonomi, sanayi, teknoloji gibi pek çok alanda uluslararası seviyeyi belirleyen bir Türkiye tasvir edilmektedir.
“Gücün yüzyılı” kapsamında yerli ve milli kalkınma hamlesine yeni yüzyılda da kararlılıkla devam edileceğinin vurgulanması sadece dış politikada değil, aynı zamanda ekonomi, enerji ve savunma sanayi alanlarında Türkiye’nin kapasitesinin artmasının hedeflendiğini göstermektedir. Ekonomi politikalarının üretim, istihdam, ihracat, dijital dönüşüm ve yeşil ekonomi üzerinden şekillenmesi ve dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla teknoloji paylaşımı içeren iş birliklerinin oluşturulması tasarlanmaktadır. Enerjide de dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla Türkiye, kendi sınırları içerisindeki kaynaklardan mümkün olan en yüksek düzeyde fayda sağlamayı planlamaktadır. Benzer şekilde yerli ve milli projeler ile savunma sanayinin geliştirilmesinde yakalanan ivmenin sürdürülmesiyle bir taraftan ekonomik getiri ve güvenlik alanında önemli başarılar yakalanması beklenirken, diğer taraftan Türkiye’nin gücünün küreselleşmesi öngörülmektedir.
Bu doğrultuda, “gücün yüzyılı” Türkiye’nin muasır medeniyetler düzeyine ulaşmasını hedeflemekle kalmamakta, aynı zamanda Türkiye’nin muasır medeniyetler düzeyinin en üstünde konumlanmasını arzulamaktadır. Bu haliyle Türkiye Yüzyılı vizyonu Tanzimat döneminden günümüze Türk devlet tarihinde ilkleri temsil etmektedir. Nitekim Tanzimat döneminden Türkiye Yüzyılı vizyonunun açıklandığı güne kadarki süreçte Türkiye’nin kendisine yönelik tahayyülleri geri kalmışlığını ortadan kaldırma, daha doğru bir ifadeyle medeniyet ve kalkınma düzeyinde Batıyı yakalamayı içermiştir. Ancak Türkiye Yüzyılı vizyonu muasır medeniyet düzeyinin en üstüne çıkılmasını hedefleyerek çıtayı yükseltmiştir. Türkiye Yüzyılı vizyonunun bir diğer özelliği ise tepeden inmeci bir bakış açısıyla oluşturulmamış olmasıdır. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vizyonu açıkladığı konuşmada “beraber oluşturalım ve inşa edelim” ifadesinin bulunması ile 29 Ekim 2023’e kadar vizyonun tartışılmasını ve vizyona yönelik önerilerin ortaya koyulmasını istemesi, Türkiye Yüzyılı’nın toplumun tüm kesimleri tarafından sahiplenilebilecek ve sadece karar alıcıların değil aynı zamanda toplumun da mimari olacağı bir vizyon olduğunu göstermektedir.
Gücün Yüzyılına Dair Öneriler
Gücün yüzyılına dair önerileri sıralamak gerekirse;
* Türkiye Yüzyılı vizyonunun başarıyla gerçekleştirilmesi için küresel niteliğe haiz çok taraflı dış politika anlayışına devam edilmelidir. Bu doğrultuda, Türkiye Batılı ülkelere ek olarak Rusya, Çin, Hindistan ve Türk dünyası ülkeleri başta olmak üzere Orta Doğu, Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki ülkelerle ilişkilerini kazan-kazan kuramına dayalı karşılıklı bağımlılık prensiplerini gözeterek geliştirmelidir.
* Son on yıllık süreçte büyük güçlerin uyguladığı politikalar uluslararası sistemin istikrarsızlaşmasına neden olmaktadır. Mevcut konjonktür çerçevesinde Türkiye, akıllı ve normatif gücünü birleştirerek uluslararası sistemin küresel düzeyinde istikrarlaştırıcı bir dış politika yürüterek Türkiye Yüzyılı hedeflerini gerçekleştirilebilir.
* Türkiye Yüzyılı vizyonunun gerçekleştirilebilmesi hususunda Türkiye’nin bulunduğu bölgenin istikrarı da önemli bir faktördür. Bu nedenle Türkiye bölgedeki bütün aktörlerle temasını sürdürme, bölgesel sorunların çözümü için tüm imkânları seferber etme ve yapıcı tutum içerisinde olan bölge dışı aktörlerle iş birliğini geliştirme sacayaklarından oluşan normatif ve istikrarlaştırıcı dış politika yaklaşımını uygulamaya devam etmelidir.
* Türkiye hem küresel ticaretten aldığı payı arttırmak hem de savunma sanayisini geliştirmek için mevcut politikalarını daha da geliştirmelidir. Bu noktada işgücü yetiştirilmesi için teknik eğitime destek verilmesi ve Ar-Ge’ye yapılan yatırımların arttırılması gerekmektedir.
* Asya, Avrupa ve Afrika’nın kritik kesişim noktası olan Türkiye, önümüzdeki yüzyılda düşük katma değerli üretimden orta ve üst teknoloji üretime aşamalı bir şekilde geçmelidir. Bu şekilde Türkiye kendisini yeni bir teknoloji merkezine dönüştürebilir.
* Teknolojide yaşanan gelişmeler sonucunda dijital dönüşüme yönelik orta ve uzun vadeli planlar önemli bir hale gelmiştir. Bu kapsamda Türkiye yapay zekâ, makine öğrenmesi, blok zincir gibi yeni teknolojilere yönelik çalışmalarını ve yatırımlarını arttırmalıdır.
* Enerjide yürürlükte olan milli enerji politikasına ek olarak Türkiye, enerji hub’ı olma politikaları izlemesi gerekmektedir. Enerjide merkez ülke olma Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerinde önemli bir kaldıraç aracı olacaktır.