Türk modernleşme sürecinin en keskin dönemeci olan Tanzimat devri, Müslüman düşünce bakımından hâlâ üzerinde durulmaya muhtaç birtakım meselelerle ortaya çıkar. Tanzimat Fermanı söz konusu devre sadece Tanzimat Edebiyatı olarak ismini vermiş bir siyasî vesika olarak görülemez. Ferman, Osmanlı’nın uluslararası küresel koalisyonla ilişkilerini normalleştirme süreci olarak değerlendirilebilecek bir anayasallaşma çabası ve kanun düşüncesinin batılı anlamda bir tezahürü olarak da yorumlanabilir niteliktedir. Elbette Tanzimat Fermanı, ulusların düşünce hayatında görülen aydınlanma devri siyasal formasyonlarla yakın ilişkiler kurması açısından devrin pozitivist siyaset politikasından etkilendiği sonucunu tartışmasız bir gerçek olarak önümüze koyar. Özellikle Batı aydınlanmasının Müslüman düşünceyi ıskalamadığı son yüzyıl itibariyle bütün kamusal ve kültürel dönüşüm/reform endişelerinin temel hareket noktası olarak Ferman’ın başlatıcı etkisi olduğu dikkate alındığında, Tanzimat, Devlet-i Aliyye’nin artık tüm kamusal yapısıyla dönüşüme hazır hale gelişi, siyasal rejim tartışmalarının popülerliğini artırışı ve aydınlanma düşüncesinden hız alan akımların edebî ve kültürel hayatta yer buluşuyla gündeme oturacaktır.
Tanzimat’ın edebî yeniliği, devlet ricali ve bürokrasi eşliğinde başlatılan dönüşümü, Fransız aydınlanmasının ilk örneklerini Fransız romanında görebileceğimiz işçi ve öğrenci olayları anlatımları ve Rus Bolşevik devrimini haber veren romancıların halk hareketlerini mevzu edinişleri gibi olmamıştır. Bu devrin edebiyatı epistemolojik sorun alanını Voltaire ve Diderot çağından kalma geç aydınlanma prensiplerine dayandırdığı için, sathi dönüşüm çabası, teorisini herhangi bir muhteva endişesi duymadan getirmeye çalıştığı edebî/yazınsal alan içinde Müslüman düşünce kaynağından uzaklaşmış, İslâm düşünce ve edebiyatının muhtevasına aykırı bir epistemolojik yabancılaşma oluşturmuştur. Bu durum, yüzlerce yıllık ihya ve inşa sürecinin sonucu olarak görülebilecek edebî metinlerle bağını kesen batılılaşma serüveninin tahrip ettiği Müslüman düşünce bakımından dikkate değerdir.
Müslüman düşünce, her yüzyılda kendi içinde ve şartlarında yenileşse de, belki ilk defa kıta merkezli bir Avrupa düşüncesi ile; başka türlü söylemek gerekirse pozitivist Fransız aydınlanmasıyla yoğun medeniyet dışı etkileşime girmiştir. Gelenek, İslâmî düşüncenin temel kaynakları üzerine kurgulanmış bir sanat içeriği olarak Osmanlı şiir retoriğini belirlemekle kalmamış, Müslüman düşünce açısından siyasî ve sosyolojik arka plan kültür dokusuna da yakından tesir etmiştir. Haliyle modernizmin Osmanlı toplumuna ulaşan geç tesiri, sosyal yaşamı Tanzimat değişimiyle sadece pratik olarak etkilememiş, geleneğin sınırlarında gelişmiş ve organik bütünlük kazanmış Müslüman düşünceyi tahrip etmeyi hedef almıştır. Adeta birer kültürleştirme teşebbüsü olarak görülen batılı moda ve aktüalite şiir geleneğinden kopup maddî dünyanın kalıplarıyla birer müşahhas tecrübeler silsilesine dönüşerek, İslâm medeniyetine ait mistik/metafizik temayüllerle bağını zayıflatmıştır.
Osmanlı fikir hayatında Tanzimat öncesinde başlayan aydınlanma etkisinin Tanzimat’la yoğunlaşarak katı bir pozitivizm ve vülgermateryalizm şeklinde tezahür etmesi durumu, söz konusu devir itibariyle özellikle de meşrutiyet döneminde anayasal sürece geçiş çabaları ile beraber siyasî parti programları, kamusal reformlar ve fikir hareketleri üzerinden Müslüman zihne de benzer pozitivist görüntüler taşınmasına neden olmuştur. Devamında sekülerleşme olarak rahatlıkla algılanabilecek modernizmin geç etkileri, jakoben bir siyasî düşünce ve evrilmeyle seçkincilik ve sosyolojik bir elitizmin tarihsel sürecine tanıklık edecektir. İşte Tanzimat’la başlayan Batı modernizminin modernciliğe dönüşmesi, geleneğin yeniden üretilmesi yerine edebiyat tarihlerine kadar uzayan bir sekülerleşme eğilimiyle geleneği ve bizatihi geleneği besleyen Müslüman düşünceyi geriye itecek, öteleyecektir. Kültürleştirme, Tanzimat devri kurmaca metinlerinden, klasik şiirin anlam dünyasını baltalayan muhteva yeniliklerine kadar Tanzimat devri batıcı bürokrasinin oluşturduğu merkezileştirilmiş, devlet erkiyle siyasî bir kültürel vesayete dönüştürülmüş edebî mirasın XIX. ve XX. yüzyıllara aktarılan tek tip ve sathi batılaştırma programının sonuçlarıyla karşımıza çıkar. Tanzimat yeniliği, değişimin sonuçlarıyla çoğu zaman doğrudan Müslüman düşüncesinin dışlanmasıyla kültür dairesini temellendirmeyi tercih etmiştir.
Klasik şiiri, ilk muhtevasında değiştirme yoluna giden Tanzimat aydınının sonraki kuşaklara sirayet edecek somut olgu ihtiyacı, pozitivist retorik anlatım olanaklarının hemen hemen tüm hayat düsturlarını edebiyat üzerinde deneyen şiirsel anlatımları, romanları ve tiyatro metinlerini kurgularken, Müslüman düşünceyi ve toplumsal hafızada din algısından bağımsız olmamış bir gelenek düşüncesini baskı altına almıştır. Devrin siyasî Avrupaî düşünceleri Voltaire ve Rousseau çağının insan kavramlarıyla veya pozitivist bir varlık sorgulaması olarak manzumelerde yer alırken; roman, hikâye, tiyatro, anı ve mektuplarda söz konusu insan kavramlarıyla yaşayan sosyolojik bir elitist kesime mahsus davranış prensipleri Müslüman düşüncenin biriktirdiği kadim Doğu hikâyeleriyle karma karışık bir üslupla anlatılmıştır. Bu bağlamda Müslüman düşüncesi, sathi modernleşme çabalarının dışına atılmış, hem olgu dünyası hem pratik toplumsal endişeleriyle dönemin siyasî tarzında ve edebî etkinliğinde giderek görmezden gelinmiştir. Modernizm olgusunun İslâmî düşünce kaynaklarında meydana getirdiği dönüşümün en önemli takipçileri Tanzimat döneminin aydınları olmuştur. Bu devre ait aydın kimliği, pozitivizmin inşa etmeye çalıştığı dünya görüşü çerçevesinde bir görüntüye sahiptir. Az ya da çok çağın pozitivist siyasetinden etkilenen aydınlar, Müslüman düşünce formasyonlarına ilişkin kabul ve itiraz yöntemlerinde, belirtilen çağın yani aydınlanmanın kavramsal çerçevesinden ve epistemolojik kültür alanından bağımsız hareket edememişlerdir. İslâmcılığın dahi kimi zaman bu yörüngeye girmesi de, aydınlanmanın Müslüman düşünce ve medeniyetine yaptığı tahrip ve tesiri gösterebilmesi bakımından dikkate değer ve düşündürücüdür.
Sonuç olarak, Müslüman düşüncenin ve İslâmcılığın Tanzimat devri yeniliğiyle karşı karşıya geldiği edebî alan, sadece sanat bahsinin tartışıldığı bir sürecin adı olmamıştır. Politik, toplumsal, kültürel ve edebî çerçevede devrin seküler temayülleriyle dışlanan Müslüman düşüncenin, kendi havzasında ve kaynaklarında medeniyet savaşı verişinin analizi, aynı zamanda her medeniyet için elzem olan gelişme ve çağa uyum sağlama mütekabiliyeti ve uygarlıkların hangi Voltaire’ine intisap edeceği, tereddütlü bir sorgulama alanı olarak önümüzde durmaktadır.