Çin’in Vuhan kentinden dünyaya yayılan Koronavirüs, Mart ayında Dünya Sağlık Örgütü tarafından, pandemi ilan edildi. İlk günlerde sadece Çin devlet yetkililerinin ve Çin halkının problemi gibi algılansa da salgın, kısa sürede insanlığı birçok yönden etkileyen, insan hayatını tehdit eden bir boyuta ulaştı. Alınan önlemlerle beraber doğal olarak ekonomik ve sosyal hayat durma noktasına geldi. Bilim insanlarını çaresiz bırakan, dünya genelinde her gün binlerce insanın ölümüne sebep olan virüse karşı, ilk günlerde alınan sert tedbirler sonuç vermeye başlasa da zamanla itirazlar yükseldi.
Özellikle, ülkelerin ekonomi yönetimleri, uygulanan tedbirlerin uzun süre devam ettirilemeyeceğini söyleyerek bir an önce normal hayata geçişin sağlanmasını istemesi, durumun ne kadar sıkıntılı olacağının işareti gibiydi. Devamında 110 ülkenin kısa sürede IMF’nin kapısını çalması beklenen sonuçtu. Salgının bütün ülkeleri etkilediği ilk günlerde, birçok yönden değerlendirmeler yapıldı. Askeri siyasi çevreler, virüsün mühendislik ürünü olduğu, silah olarak kullanıma sokulduğu, dünyadaki güç dengelerini değiştirme çabası şeklinde takibe aldı. ABD’nin, rakibi Çin’i ekonomik olarak çökertme hamlesi olarak tartışıldı. Ekonomistler, tıkanan ve artık yürütülemez hale gelen dünya ekonomisinde yeni denge ve sistem arayışı olarak anlamaya çalıştı. Özellikle para ve dolayısıyla para trafiğine yapılacak müdahale, dünya ticaretini kökten değiştirecek hamle olarak algılandı. Bilim dünyası, bir yandan virüse karşı aşı ve ilaç geliştirmeye çalışırken, diğer yandan dijital çağı anlama gayreti içine girdi. Virüsün, insan hayatını, özellikle belli yaşın üstündeki insanları tehdit eden yönü üzerinden, ülkelerin sosyal güvenlik sistemleri sorgulandı.
Dünya nüfusunun azaltılması projesinden, egemen güçlerin kendi aralarındaki kavgalarına kadar var olan bütün fay hatları, virüsle beraber yeniden hareketlendi. Uzayan insan ömrünün ve üretime katılamayan yaşlı nüfusun, çalışan kesimin sırtında yük olduğu gibi fikirler ve ileride faşist uygulamaların önünü açacak değerlendirmeler yapıldı. Günümüzde ilk duyduğumuzda komplo teorisi diyebileceğimiz türden öngörüler zamanla gerçeğe dönüşebiliyor. Dünya nüfusunu 500 milyonun altına indirmeyi hedefleyen egemen güçlerin, kendi konforları için neleri yapabileceğini artık anlayabiliyoruz. İnsan doğasına hükmetme ve ilahi nizamı bozma çabasına girenlerin, bilimi kötü niyetli kullanarak işleyebileceği cürümler konusunda insanlık çok örnekler gördü. Konvansiyonel savaşlarla ulaştıkları sonuca ulaşmak, hatta daha ileri götürmek için yeni arayışlar içinde oldukları çok açıkça görülmektedir.
Dünyaya hâkim egemen güçlerin, geleceklerini garantiye almak ve güçlerine güç katmak için insanlığı tehdit eden planlarına karşı koyacak ve zayıfları organize edecek örgütlerin başında, sivil toplum kuruluşları gelmektedir. Egemen güçlerin bugün, karşılarına çıkan engelleri, bilimsel gelişmeler ve kurdukları sistem sayesinde, muhatapları ile yüzleşmeden saf dışı bırakacak arayış içinde oldukları gözlenmektedir. Bu konuda çok yol aldıkları, eskiye oranla daha güçlü imkânlara sahip oldukları da söylenebilir. Sendikalar ve emek örgütleri de salgının ilk günlerinde, virüsün insan sağlığını tehdit eden yönü ile ilgilendiler. Devamında durma noktasına gelen ekonomik hayatın getireceği krizleri gündemlerine aldılar. Böyle dönemlerde korkulan en kötü senaryo işini kaybetmektir. Üyenin ya iş yeri kapatılır ya da işten çıkarılırsa, uzakta olan kriz kapıyı çalmış demektir. Ülkelerin kötüye giden ekonomileri, çalışanlara yansıyacak risklerin başında gelir. Salgının ilk günlerinde, sendikaların gündeminde üyelerinin işlerini kaybedeceği, gelirlerinin düşeceği gibi klasik problemlerden ziyade, ayak sesleri duyulan dijital çağın neler getireceği olmuştur.
Öyle ileri riskler konuşulmuştur ki oyunun bütün kurallarını değiştiren, tarafları ortadan kaldıran, muhatapları değiştiren gelişmeler değerlendirilmiştir. Birçok mesleğin ortadan kalkacağı, çalışanlara gerek kalmayacağı, işçi-işveren kavramlarını yok eden yeni bir düzene geçileceği konuşulmuştur. Elektronik para, evden çalışma, çipli kontrol sistemi gibi tartışmalar, uzun vadede üzerinde çok konuşulacak yeni başlıklar olarak önümüzde durmaktadır. Üretim ve tüketim biçimi değişince, beraberindeki bütün alt sistemler de değişecektir. Evden çalışma sistemi, sendika iş yeri temsilcisini işlevsiz hale getirdiği gibi, kendi işinin patronu olma imkânı veren alanlar da toplu sözleşme pazarlıklarını anlamsız hele getirecektir. Dijital ortama taşınan her iş ve her çalışan, sendikal alanın dışına taşınmış demektir. Robotların iş hayatında yaygınlaşması ve insana olan ihtiyacın azalması, tartışılan yeni gelişmelerin yanında oldukça eski ve masum kalmaktadır. Teknolojinin iş dünyasına girmesiyle, insan emeğine olan ihtiyacın azalması, yerleşik düzeni sarsmakta, kendine özgü kurallarını dayatmaktadır. Az emek ve düşük maliyetle çok iş üretmeyi gerekli kılan acımasız rekabet, insanı tehdit etmekte, aradaki makas, insanın aleyhine açılmaktadır.
Çözüm bekleyen bu ve benzer problemlerin üzerine salgınla gelen yeni problemler eklenmiş ve derinleşme emaresi veren tablonun tamamı bugünden tahmin edilememektedir. Belirsizlik ve bilinmezlik bugünün en büyük problemi olarak önümüzde durmaktadır. Dünyada gücün ve üretimin, şekli ve odak noktası değişmektedir. Küresel güçler, giderek daha büyük imkânlara kavuşmakta ve kendi aralarındaki rekabet daha da acımasız hale gelmektedir. Küçük ülkelerdeki işvereni de işçiyi de beraber mağdur eden, zora sokan yeni şartlar; kendi içlerinde sürtüşmeyi değil, dışarıdaki tehdide karşı beraber mücadele etme mecburiyetini getirmektedir.
Bu durum yeni bir sendikal bakışı gerektirmektedir. Şöyle ki ülkemizde, emeğinin tam karşılığını alamadığını düşünen bir liman çalışanı ve orada örgütlü sendika yönetimi, Çin’in ekonomik gücü ile dünya genelinde satın aldığı ve mevcut sistemin dışına çıkararak tamamen kendi kuralları ile işlettiği limanlar zinciriyle, taşımacılıkta oluşturduğu tekel nedeniyle mağdur olan patronuna karşı vereceği sendikal mücadeleyi gözden geçirmedikçe, yapacağı her eylem, Çin’in kurduğu taşıma tekeline hizmet edecektir. Çünkü Çin, kurduğu uluslararası taşıma trafiği ile birçok limana uğramadan yüzde seksenlere varan avantaj sağlamış ve rakiplerine nefes alacak bir boşluk bile bırakmamıştır. Bu durum her alanda yaşanmaya başladığı anda bütün dengeler değişecektir.Günümüzde sendikaların eylemleri kadar, üretecekleri zihinsel performanslarına, yeni felsefi yaklaşımlarına ve her şeyden önce dünya üzerinde olup biteni yorumlamalarına ihtiyaç vardır.
Tekrar en başa dönerek, sermaye, iş, işçi, emek ve sistem sorgusu yapmaya ihtiyaç vardır. Sadece çalışana değil, üretene de yardımcı olacak bir üst sorumluluk mecburiyet halini almıştır. Japonların değiştirdiği arz talep dengesi ve geliştirdikleri sürekli iyileştirme sistemlerinin üzerine, Çin’in kurduğu devlet disiplinli sistemin başarısı, bizi yeni arayışlara mecbur edecek, çözüm üretemediğimiz alanlarda büyük dramlar yaşanacaktır. Sendikalar, örgütlü gücüyle belki de üretimin bir parçası haline gelmek zorunda bile kalacaklardır. Sadece işverene karşı mücadelenin yetmeyeceği şartlar oluşunca, iş yerlerinin varlığını sürdürmek hayati öneme sahip olacaktır. Bunun örneklerine geçmişte ülkemizde de rastlanmaktadır. Salgın sürecinde sendikalar bir yandan dış dünyayı okumaya çalışırken diğer yandan kendi iç çalışma düzenlerini de yeni şartlara uyarlama mücadelesi vermişlerdir. Teşkilat çalışmaları da yüz yüze olmaktan çıkarak dijital ortama taşınmış, eğitimden eylemlere kadar birçok faaliyet sosyal medya ve dijital platformlara taşınmıştır. İletişim biçimleri değişmiş ve çeşitlenmiştir.
Salgınla mücadelede gündeme gelen dijital çağ ve oluşacak yeni dünya düzeninin şimdiye kadar sorgusu yapılmaya, onu anlamaya ve ona karşı hazırlıklı olunmaya çalışıldı. Bundan sonra artık sürecin etkisi daha yakından hissedilecek ve şartlar giderek ağırlaşacaktır. Sendikalar artık karşılarında, taleplerine olumsuz cevap verirken, karşılarında salgından kaynaklı haklı gerekçeleri olan işverenler bulacaktır. Bu yüzden pazarlıkta eli zayıflayacak ve doğal olarak beklentiler düşürülecek ve talepler güncellenmek zorunda kalınacaktır. Gelecek kaygısı artacak, sürdürülebilirlik öncelik kazanacak, var olanı koruma refleksi gelişecektir. En temel ihtiyaçların karşılanması bile önemli kazanım olabilecektir.
SALGINLA MÜCADELE SÜRECI;
• Sendikaları tedirgin etmiştir, gelecek kaygısı oluşturmuştur.
• Devlet şekillerini tartışmaya açmış, hak ve sorumlulukları yeniden masaya yatırmıştır.
• Ülkelerin sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerini tartışmaya açmış, yaşlı nüfusun devletlerin sırtında yük olduğu algısını oluşturmuştur.
• Devletlerin ve şirketlerin güvenlik politikalarına yönelmelerine ve öncelik vermelerine sebep olmuştur.
• Dijital çağa ayak uydurma çabalarını daha anlamlı ve acil hale getirmiş, bilimsel gelişmelerin stratejik bir öneme sahip olduğunu bir kez daha göstermiştir.
• Sendikalar artık karşılarında patronların değil, yapay zekâ ürünü algoritmaların ve uygulamaların olacağı yeni bir döneme girmiştir. • Özel sektörden ziyade devlet kademelerini daha güvenli bir liman haline getirmiştir.
• Sendikal mücadeleyi kolayca devre dışı bırakabilecek yeni riskler oluşturmuştur.
• Bireysel özgürlüklerin kolayca ihmal edilebileceğini göstermiştir.
• Demokratik hakların kolayca askıya alınabileceği ortam oluşturmuştur.
• Dünyada ekonomik hayatı, küreselcilerle ulusalcıların kavgası olarak tanımlanan kavganın şekillendireceği bir dönemi daha belirgin hale getirmiştir.
• Salgının, devlet sistemlerine yapacağı etki ile sendikal mücadelenin yıllar içinde elde ettiği birçok avantajını kaybedeceği tedirginliği oluşmuştur.
Teknolojinin sağladığı üstün kontroller sayesinde, en temel hakların kullanımı, geliştirilen cihazlar ve elektronik sistemlerce engellenebilecek ve muhatap bulunamayacaktır. Uygulanacak puan sistemi, en temel hakların kullanımını sınırlandırabilecektir. İnsan faktörü devre dışı kalacak, sendikal mücadeleye, teknolojik aygıtlara karşı mücadele başlığı eklenecek ve yeni mevzuatlar geliştirilmek zorunda kalınacaktır. Hukuk mücadelesi boyut değiştirecek ve zorlaşacaktır. Ülkemizde ise 15 Temmuz süreci ile oluşan, kendine özgü şartların üzerine gelen salgınla mücadele süreci, güvenlik politikalarının öne çıktığı dönemi daha da derinleştirecektir. Devletin, kendini tehlikede hissettiği dönemlerde, sendikal hak talebi bu şartlara uymak zorunda kalacaktır. Salgın sürecinde sosyal devlet olmanın en güzel örnekleri sergilendi. Ancak beraberinde çıkan, kıdem tazminatı tartışmaları, çalışanları tedirgin etmeye yetti. Ülkemizde çözüm süreci ve terörle mücadele, 15 Temmuz Darbe Girişimi ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş gibi son yıllarda yaşanan önemli kırılma noktaları; dış politikada yaşananlar, ekonomik zorluklar ve siyasi dengeler, salgının getirdiği zorluklarla birleşerek, diğer ülkelerden daha kırılgan bir yapı oluşturacaktır. Henüz oturmamış, tamir edilmesi gündemde olan bir sistemle, gittikçe ağırlaşacağı beklenen problemler karşılanacaktır.
Ülkemizde sendikal mücadele, salgın sürecini, daha önce oluşan şartların etkisinde belki de daha derinden yaşayacaktır. Dünyada bilimi, insanlığın hizmetinde kullanmayıp kendi kirli emelleri doğrultusunda kullananlar, kısa vadede mevzi kazansalar ve kontrolü ellerinde tutsalar da insan faktörünü yok sayan sistemler, uzun vadede yenilecek ve hatta yok olmaya mahkûm olacaktır. İnsan faktörünü diri tutacak, organize edecek, bir güç haline getirecek örgütlü yapılar olacaktır. Bütün açık kapıları kapattığını zanneden sistemler, Fransa’daki sarı yelekli eylemciler gibi örgütlenmiş insan karşısında çaresiz kalacaktır. Yıkılmaz sistemler ve teşkilatlar kuran emperyalist Batı medeniyetinin, gözle görülemeyecek kadar küçük virüs karşısında içine düştüğü çaresizliği konu alan değerlendirmeleri yabana atamayız. Hizmetlerin, insanların renklerine göre sunulduğu, ABD gibi ekonomisi güçlü bir ülkede, ölenlerin istatistiklerinin açığa çıkardığı gerçekler karşısında hangi sistem kalıcı olabilecektir. Süper güçlerin içine düştüğü çaresizlik, umudu diri tutmanın önemini haykırmaktadır. Koronavirüs, daha şimdiden dengesi bozulmuş dünyanın değerler sistemini yerle bir etmiştir. Sendikaların salgın sürecini, sunacağı imkânlar açısından da değerlendirmeleri gerekir. Daha önce uzmanların bile konuşamadığı köklü problemleri bugün artık kamuoyu çok rahat konuşabiliyor.
Paranın ne olduğu, dünyada para trafiğinin nasıl sağlandığını, karşılıksız para basmanın ne anlama geldiğini ve dünyada para trafiğini elinde tutan ailelerin kimler olduğunu artık bütün dünya konuşuyor ve sorguluyor. Bir sistemin sebep olduğu problemleri çözmenin ilk adımı olan o sistemin bilgisine sahip olma aşamasını yaşıyoruz. Bir gecede, hatta bir dakikada milyonlarca varlıklı insanı fakir hale getirebilen sistemlerin, ayrıcalıklı birkaç ailenin elinde olduğu bir sistemde hak ve emek mücadelesi elbette kendini yenilemek zorunda kalacaktır. Yoksa temsil ettiklerinin hakları ile birlikte kendileri de yok olacaktır. Bundan sonraki tartışmaları ve sendikal mücadeleyi, salgınla gündemimize giren; demokratik veya otoriter devletler, dijital ekonomi, dijital sosyoloji, çipli ve kameralı vatandaş kontrol sistemi, daha da fakirleşen ve hatta devlet olma özelliğini kaybedecek devletler, sınırları ortadan kaldıracak teknolojik imkânlar, elektronik para ve ödeme sistemleri ve bunun getirdiği kontrol gibi olgular, değişen üretim ve tüketim şekilleri belirleyecektir.