25 Ocak 2025, Cumartesi

Kriz Yüzyılını Aşmak – Dr. Nazım Maviş

Dünyamız büyük krizlerle karşı karşıya. 20. yüzyılı geride bıraktık. İki Dünya Savaşı’nın büyük yıkımlarını yaşamış bir yüz yılı geride bırakırken krizleri de geride bıraktığımızı, insanlığın daha huzurlu, daha mutlu, barış içinde bir yeni yüzyıla gireceğini düşündük. Ancak yeni yüzyılda da geride bıraktığımız yüzyıldan daha aşağı olmayan krizlerle karşı karşıyayız. Aslında karşı karşıya kaldığımız bir insanlık krizi. Dünyanın birçok kısmında insanlığın çok önemli bir bölümü açlıkla, yokluk ve yoksullukla karşı karşıya. Ülkeler arası, kıtalar arası çok büyük ekonomik farklar ve adaletsizlikler mevcut. Dünyanın çok önemli bir kısmı çatışmalarla, terörle karşı karşıya. Etnik, dini ve mezhepsel farklılıklar kışkırtılarak ülkelerin birçoğu iç çatışmalara, dolayısıyla istikrarsızlık ve kaosa mahkûm olmuş durumda. Terör ve iç savaş adeta uluslararası güç odaklarının dünyaya egemen olma ve yönetme araçları haline gelmiş durumda. Öte yandan insanlığın sınır tanımayan ihtiras ve iştahı nedeniyle kapitalizmin azgın düzeni sonucu çevresel yıkım dünyayı önemli sorunlara doğru sürüklüyor. İklim değişikliğinden bahsediyoruz, çevre felaketlerinden söz ediyoruz, küresel ısınmadan yakınıyoruz. Bütün bunlar insanlığın karşı karşıya kaldığı bir başka felaketle bizi yüzleşmeye zorluyor. Acaba insanlık dizginlenemeyen, kontrol edilemeyen ihtirasları nedeniyle kendi sonunu mu yaklaştırıyor? Bunların yanı sıra kendi ülkesinde kendini güvende hissetmeyen, açlığa, yokluk ve yoksulluğa mahkûm olmuş, savaş ve çatışmalara, baskı ve şiddete maruz kalmış binlerce insan ölümü göze alarak kendi topraklarından umut, huzur ve barış arayarak çok zor şartlarda başka ülkelere göç etmeye mecbur kalıyorlar. Artık insanlığın göç diye bir sorunu var.

Dünyada ekonomiler büyüyor, gökdelenler yükseliyor, şehirler genişliyor, şirketler büyüyor, bazı şirketlerin kazançları bazı ülkelerin bütçelerinden daha büyük. Bazı ülkeler refah içerisinde, daha zengin. Ancak dünyanın birçok yerinde birçok ülke fakirlikle, yoklukla, yoksullukla hatta açlıkla mücadele ediyor. Dünya ekonomileri büyüyor ama milyonlarca çocuk açlıktan ve savaşlardan ölüyor. Savaşlar çıkıyor, kıyımlar ve yıkımlar yaşanıyor.

2014’ten bu yana Akdeniz’de 25.000 umut yolcusu hayatını kaybetti. Bebeklerin bedenleri ülkelerin kıyılarına vurdu. Mülteci sayısı 85 milyonu aştı. Dünyada 1 milyar insan günde 2 $’ın altında bir gelire sahip. 800 milyon insan temel gıda maddelerine ulaşamıyor. 100 milyonlarca insan akşam yatağa aç girmek zorunda kalıyor. Suriye’de, Yemen’de, Afganistan’da, Libya’da, Irak’ta, Afrika’da, Arakan’da ve dünyanın birçok bölgesinde çatışma, terör ve savaş kadın, çocuk ve yaşlılar için hayatı adeta cehenneme çevirmiş durumda. İnsanlık barış, huzur ve refah arıyor. Ancak mevcut küresel düzen, insanlığın aradığı barış, huzur ve refahı tesis edecek değerlerden yoksun. Hatta bizatihi bu sorun ve krizlerin kaynağı.

Yaşanan aslında bir insanlık krizidir. İnsanlık barış arıyor, huzur ve refah arıyor. Ancak barış, huzur ve refaha kavuşacak değerlerden yoksun bir küresel sistemin içinde yaşıyor. İnsanlığın mahkûm ve muhatap olduğu bu sistem dünyada barış, huzur ve refahı tesis edecek değerlerden yoksun. İnsanlık aradığı insanca bir yaşam standardına ancak vicdan, ahlak, merhamet ve adalet değerlerinin hakim olduğu bir sistemde kavuşabilir. Ancak dünyaya egemen olan güçler, onların inşa ettiği küresel sistem ve uluslararası mekanizmalar vicdan, ahlak, merhamet ve adaletten yoksun oldukları gibi adeta küresel sistemin varlığını ve sürdürülebilirliğini bu değerlerden yoksunluğa bağlamış durumdalar. Var olan küresel sistem devamlılığını vicdansızlık, ahlaksızlık, merhametsizlik ve adaletsizliğine borçlu adeta. Sistem vicdan, ahlak, merhamet ve adaletin hakim olduğu bir sisteme dönüşürse o zaman zaten varlıklarını bu sistemin varlığına bağlamış dünya egemenlerinin varlıklarını sürdürmeleri de imkansız hale gelecektir. O nedenle insanlık mahkum olduğu bu mahpushaneden, vicdan, ahlak, merhamet ve adalet üzerine inşa edilen bir yeni dünya ile kurtulabilir. Bu kriz bu bakımdan bir insanlık krizidir. Krizin birçok vechesi ile karşı karşıyayız.

Değerler Krizi

Modern Batı’yı modern kılan unsurlardan birisi temsil ettiğini iddia ettiği demokrasi, özgürlükler ve insan hakları gibi “Batıca üstünlüğü tartışmasız” kabul edilen değerlerdir. Modern Batı kendince ahlaki üstünlüğünü, adeta kutsadığı bu değerleri inşa etmesine ve bu değerlerin yaygınlaştırılması için üstlendiği misyona dayandırmaktadır. Batı bu değerleri kendi dışında kalan dünya için de bir medenileşme çıtası olarak koymuştur. Ancak geldiğimiz noktada başta AB olmak üzere Batı, kutsadığı bu değerleri sahici olarak inşa edilmiş değerler olmaktan ziyade saldırganlığının, müdahaleciliğinin, savaş ve terörizminin kılıfı olarak kullanmıştır. Batı’nın çifte standardının, iki yüzlülüğünün göstergesi, insanlığın ortak değerleri olarak inşa ettiğini iddia ettiği bütün bu değerleri istilacılığının aracı olarak kullanmasıdır. Bugün coğrafyamızda yaşanan savaşların gerekçesi coğrafyamıza demokrasi ve özgürlük getirme misyonuna dayandırılmaktadır. Amerika Irak’ı işgal ederken Iraklıları özgürleştirmek gerekçesiyle işgal etmiştir. Koalisyon devletleri Libya’ya saldırırken Libya ‘yı demokrasi ile buluşturmak gerekçesiyle saldırmışlardır. Amerika Afganistan’da yıllarca süren varlığını Afganistan’ı özgürleştirmek, Afganistan’a demokrasi taşımak gerekçelerine dayandırmıştır. Bölgemizde yaşanan bütün istilaların gerekçesi bu bölgenin medenileştirilmek istenmesidir. Bu açıdan demokrasi, özgürlük ve insan hakları söylemi Batı dışı toplumlar için artık istila, sömürü, müdahale ve savaşın adı haline gelmiştir. Batı ürettiği ve inşa ettiğini iddia ettiği bütün bu değerleri kendi elleriyle imha etmiştir. Bugün insanlık bu anlamıyla bir değerler krizi yaşamaktadır. İnsanlığın insanca, özgürce, hak ve hukuklarına riayet ederek yaşayabilecekleri bir değerler dünyası neredeyse kalmamıştır. Bu açıdan medeni değerler olarak sunulan bütün değerler yara almış, müdahale ve savaşların gerekçesi haline gelmiş, iki yüzlülüğün perdelenmesi için kullanılır hale gelmiştir.

Sistem Krizi

İnsanların karşı karşıya kaldığı krizleri çözmek, barış ve huzuru temin etmek için kurulmuş olan uluslararası kuruluşların önemli bir kısmı artık barış ve huzuru temin etmek bir yana hiçbir sorunu çözemez hale gelmiştir. İki dünya Savaşı’nın bütün kıyıcılığını yaşamış olan Avrupa tekrar savaşlara, yıkım ve kıyımlara maruz kalmamak için Birleşmiş Milletler, NATO gibi birtakım uluslararası kuruluşların kurulmasına öncülük etmiştir. BM 1. ve 2. Dünya Savaşlarının oluşturduğu tahribattan hareketle kurulmuştur. 1945’te 111 maddeden oluşan BM anlaşması küresel barış ve güvenlik, uluslararası sorunların çözümü için iş birliği ve insan haklarına saygı ve katkıyı esas almaktadır. Bu kuruluşların temel amacı savaşları önlemek, barış ve huzuru tesis etmek ve sürekliliğini sağlamaktır. Ancak bugün geldiğimiz noktada BM de, NATO da sorunları çözmek kudretini kaybetmiştir. BM kararlarına rağmen İsrail’in işgali durdurulamamaktadır. BM kararlarına rağmen Amerika Irak’a saldırabilmiştir. Türkiye NATO’nun en güçlü üyelerinden birisi olmasına rağmen Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı hiçbir terör meselesinde NATO Türkiye’nin yanında yer almamıştır. Ayrıca bu devletler Ruanda, Bosna, Kosova, Suriye, Miyanmar, Libya, Filistin, Rohingya gibi ülkelerde yaşanan sorunlara seyirci kalmışlardır. Özellikle söz konusu olan ülkeler İslam ülkeleri olduğunda BM’nin de, NATO’nun da, diğer uluslararası kuruluşların da yaşanan olaylar karşısında barış ve huzuru tesis etmek için hiçbir girişimde bulunmadığını onlarca olayda görmüş olduk.

Avrupa Birliği iddialarından oldukça uzaklaşmıştır. Avrupa ülkelerinde her geçen gün ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi yükselmektedir. Faşist partiler sürekli güç kazanmaktadır. Oysaki AB’nin temelini moral değerler oluşturmaktadır. Ancak bugün AB, birliğin temelini oluşturduğu iddia edilen değerlerle çelişik bir durum sergilemektedir. Bir arada yaşamak, çoğulculuk, hoşgörü, özgürlük, demokrasi ve adalet gibi değerlerin söz konusu olan yabancılar, göçmenler, özellikle de Müslümanlar olduğunda nasıl yok kabul edildiğini birçok olayda gözlemliyoruz. Bu açıdan AB’nin moral üstünlüğü yara almış, Avrupa bu anlamda sahiciliğini kaybetmiştir.

Öte yandan Birlik, bütünlüğünü sürdürebilmekte de ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. İngiltere Birlikten ayrılmıştır. Birlik ülkeleri içerisinde Birliğin geleceği ile ilgili ciddi tartışmalar yaşanmaktadır. Değişen dünya dengeleri içerisinde gücünü koruyabilmek, varlığını tahkim edebilmek AB ülkeleri için öncelikli kaygılardan biri halini almıştır. Özellikle Rusya Ukrayna savaşı AB ülkelerini bütün zayıflıkları ile yüzleşmeye mecbur bırakmıştır. Ordusu olmayan, güvenlik kaygısı artan, enerji ihtiyacı bağımlılık boyutuna ulaşan bir Avrupa söz konusudur. Böyle bir Avrupa’nın umut ve gelecek vaat etmesi söz konusu değildir. Bırakın insanlığa umut ve gelecek vaat etmeyi kendi bütünlüğünü sürdürebilmesi, kendi refah ve huzurunu artırabilmesi, hatta kendi güvenliğini sağlayabilmesi çok kolay ve rahat görünmemektedir.

Bu aslında dünyanın karşı karşıya kaldığı ciddi bir sistem krizidir. Uluslararası kuruluşlar sorun çözememektedir. Hatta çözmemektedir. Neredeyse sadece Amerika’nın çıkarlarının gerektirdiği tutumun dışında hiçbir tutum sergileyememektedir. AB temsil ettiğini iddia ettiği değerlerle çatışmaktadır. Bir yandan sömürgeci geçmişinin karakteristik özelliklerini yeniden sergilerken diğer yandan yeni faşist hareketlerin siyasal yükselişi ile moral değerlerini tahrip etmektedir. Bütün bunlar barışın ve istikrarın ciddi tehditlerle karşı karşıya kaldığının göstergesidir. Uluslararası sistem bugün geldiği nokta itibari ile hiçbir krizi çözememektedir. Bu hali ile de çözmesi mümkün değildir. Mesele sistemi var eden değerlerin sahiciliği ile ilgilidir. Bu nedenle dünyanın yeni bir dengeye, yeni bir uluslararası sisteme ihtiyacı vardır. Temeli adalet olan, merhamet ve insana saygı olan insancıl bir yeni düzene ihtiyaç vardır. Batının böyle bir düzeni inşa etmesi mümkün değildir. Çünkü Batı böyle bir düzeni inşa etmek gibi bir kaygı da taşımamaktadır. Zaten bugünkü uluslararası kuruluşlar haklının güçlü olduğu inancı üzerine değil güçlünün haklı olduğu inancı üzerine kurulmuştur. Misyonu sistemi kuran güçlülerin çıkarlarını korumaktır adeta. Bu nedenle bu krizi aşmanın yolu dünyaya hakim olan değerler dünyasının değişmesine bağlıdır.

Siyaset Krizi

Avrupa’da siyaset merkez sağ ve merkez sol partiler ekseninde şekillenmiştir. Ancak bugün itibari ile Avrupa siyasetinde merkez partiler güç kaybederken aşırı partiler güç kazanmaktadır. Bu da bir tarafıyla Avrupa’nın karşı karşıya kaldığı siyasal bir krize denk gelmektedir. Avrupa’da merkez sağ partiler aşırı sağcılıktan, merkez sol partiler de aşırı solculuktan uzak olmuşlardır. Avrupa’nın Soğuk Savaş sonrasında kurulan siyasal yapısı sarsılmıştır. Siyaset tıkanmıştır. Merkez sağ aşırı sağdan, merkez sol da aşırı soldan baskılanmaktadır. Bu da iki yeni çatışma alanı doğurmaktadır. İlki merkez partilerle merkez dışı partilerin çatışması, ikincisi de aşırı partilerle aşırı partilerin düşmanlık beslediği Müslümanlar, göçmenler ve yabancılar arasındaki çatışmadır. Oysaki Avrupa İkinci Dünya Savaşından sonra siyasetin kriz ve çatışmaları önlemesini hedeflemiştir. Ancak gelinen durum itibarıyla merkez partilerin güç kaybetmesi, buna karşılık aşırı partilerin güçlenmesi Avrupa’yı tekrar kriz ve çatışma tehdidi ile karşı karşıya bırakmıştır. Özellikle yükselen faşizm, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi Avrupa siyasetinde rasyonel tercihlerin yerini tepkisel tercihlerin aldığını göstermektedir. Avrupa aklı yerini Avrupa histerisine bırakmıştır. İnanç ve fikir hürriyetinin merkezi olduğunu iddia eden Avrupa’da korkunç bir İslam karşıtlığı yükselmiştir. Aslında bütün bu faşist siyasal tutum bir tarafıyla da popülizmin doğal sonucudur. Avrupa siyaseti rasyonalitesini kaybetmiş popülizme teslim olmuştur.

Öte yandan dünyada demokrasiler güç ve itibar kaybetmektedir. Amerika başta olmak üzere Batılı ülkelerin çoğunda seçimlere katılım çok düşmüştür. Siyaset kurumu itibar yitirmiştir. Toplumlarda siyasetçilere güven azalmıştır. Sosyal medya mecraları siyasal alanı manipüle etmektedir. Sosyal medya adeta demokrasilerin üzerinde bir vesayet aracına dönüşmüştür. Sosyal medya ile siyaset arasındaki vesayet ilişkisi dijital faşizm olarak tanımlanmaktadır. Avrupa ülkelerinde ciddi hükümet krizleri yaşanmaktadır. Yakın dönemde İtalya, İsrail, Hollanda, İsveç ve Finlandiya’da koalisyon hükümetleri dağıldı, başbakanlar istifa etti. Avrupa’nın merkez ülkeleri kabul edilen Almanya ve İngiltere’de uyumlu hükümetler oluşturma sorunları yaşandı. İngiltere’de kısa aralıklarla üç başbakan değişikliği yaşandı. İtalya’da 2021 yılı şubat ayında kurulan hükümet Temmuz ayında istifa etmek zorunda kaldı. İsrail’de 2019’dan beri beş seçim yaşandı. Hollanda, 2017 seçimlerinden sonra 225 gün, 2021 seçimlerinden sonra da 299 gün boyunca hükümet kuramadı. Almanya’da 2017 koalisyon görüşmeleri 172 gün sürdü. Bulgaristan bir yılda üç kez seçime gitmek zorunda kaldı. Aynı şekilde Norveç’te, Romanya’da ciddi hükümet krizleri yaşandı. İspanya’da dört yılda üç kez seçime gidildi. İtalya’da yeni seçilen Başbakan Meloni, İtalya ve bütün Avrupa’nın önemli siyasal sorunlarından birinin halk egemenliğini güçlendirmek olduğunu söylüyor. Meloni’ye göre Avrupa ülkeleri yönetilememektedir. Bu nedenle Meloni’ye göre en önemli siyasal hedeflerden biri istikrarı güvenceye almak olmalıdır. Fransa’da istikrar için yarı başkanlık sisteminin yetersizliği, dolayısıyla başbakanlığın gereksizliği ciddi ciddi tartışılmaktadır. Bazı Avrupa ülkeleri yaşanan sorunlar nedeniyle mevcut hükümet sistemine alternatif arayışlara girmişlerdir. Yaşanan siyasal krizler “Karar veremeyen Demokrasi”, “Yönetemeyen Demokrasi” olarak tanımlanmaktadır. Aşırı parçalı yürütme, sistemi işlemez hale getirmiştir. Bu tam anlamıyla bir siyaset krizidir. Bu siyaset krizi küresel krizler karşısında dünyayı çaresizliğe mahkum etmektedir. İnsanlık dünyanın karşı karşıya kaldığı yeni sınamaların üstesinden gelebilecek bir siyaset üretememektedir. Batının ürettiği hiçbir siyasal mekanizma artık insanların karşı karşıya kaldığı krizlere ve sınamalara cevap üretememektedir. İnsanlık tam bir siyaset edememe, sorunlarına çözüm üretecek siyasal mekanizmalar üretememe krizi ile karşı karşıyadır. İnsanlığın yeni siyasal mekanizmalara, yeni siyasal çözümlere ihtiyacı vardır. Ancak Batının ürettiği bu siyasal mekanizmalar, sorunlara çözüm üretememektedir. Batının dayandığı değerlerden yeni ve ufuk açıcı siyasal çözümlerin de çıkması olası görünmemektedir.

Lider Krizi

Avrupa geçmişte hem Avrupa’ya hem de Avrupa dışındaki dünyaya yön verme kapasitesine sahip güçlü liderlere sahip olmuştur. Bugün neredeyse Avrupa ülkelerin tümünde ciddi bir liderlik krizi yaşanmaktadır. Son zamanlarda Avrupa’da güçlü siyasal müktesebata sahip, sorun çözme kapasitesi yüksek, yönlendirme yeteneği güçlü liderler bulunmamaktadır. İngiltere ciddi bir liderlik krizi yaşamaktadır. Kısa süre içerisinde üç başbakan değiştirmiştir. Almanya’da %24’le seçilmiş, etkisi zayıf bir başbakan bulunmaktadır. İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin devlet ve hükümet başkanları dünyaca bilinip takip edilmekte iken bugün Avrupa’nın taşıyıcı ülkeleri konumundaki bu üç ülkenin başbakanlarının isimleri bile neredeyse bilinmemektedir. Öte yandan İngiltere, Almanya ve Fransa ‘dan sonra Avrupa’nın iki taşıyıcı ülkesi daha olan İspanya ve İtalya’da da ciddi liderlik krizi yaşanmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri ‘nin son başkanı Biden hal ve hareketleri ile  adeta hayalet bir başkan portresi çizmektedir. Dünyanın önemli kriz, tehdit ve sınamalarla karşı karşıya kaldığı böyle bir dönemde güçlü liderlik insanların krizlere karşı savunmasının önemli imkanlarından birini oluşturmaktadır. Geldiğimiz noktada Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin ve Çin Devlet Başkanı dışında dünya sorunlarını çözme kapasitesi ve kudreti bulunan lider neredeyse kalmamıştır.  Her ne kadar Fransa’nın devlet başkanı Makron böyle bir rolü üstlenmeye, hatta Avrupa’ya liderlik etmeye çalışsa da Avrupa tarafından da dünya tarafından da alay konusu olmakta, tahfif edilmektedir. Bütün bu lider açığı krizlere karşı dünyamızı korunaksız ve savunmasız bırakmaktadır.

Gelecek Krizi

Dünyamızda gıda, enerji ve su yokluğu ve yoksunluğu bir taraftan ciddi insani krizlere yol açarken diğer taraftan ülkeler arası çatışma ve savaşlara kaynaklık etme riski taşımaktadır. Egemen değerler tabiatın talan edilmesine yol açmıştır. Doğanın dengeleri ile oynanmıştır. Açgözlülüğün, ihtiras ve saldırganlığın sonucu olarak dünyamızın kaynakları insanların ihtiyaçlarını neredeyse karşılayamayacak hale gelmiştir. Dünyanın çok önemli bir kısmı gıda ve suya erişimde çok ciddi sorunlar yaşamaktadır. Diğer yandan enerji kaynaklarına hakim olma hırs ve hedefi dünyayı çatışmaların, savaşların, terör ve saldırganlığın tehdidi ile karşı karşıya bırakmaktadır. Dünyada adaletsiz bir kaynak kullanımı vardır. Kazanma hırsı, kapitalisttik iştiha, azgınlık, tabiata ve tabiatın bütün varlıklarına sınırsız hakim olma arzusu dünyamızı cehenneme doğru sürüklemektedir. Yaşadığımız gıda, enerji ve su krizinin temelinde yeryüzünü hiçbir kural ve sınır tanımaksızın azgınca istismar edebileceğini düşünen medeniyet anlayışı yer almaktadır. Oysaki insan da insanın dışındaki bütün bir evren de yaratılmıştır. İnsanın dışındaki her şey Allah tarafından insana emanet olarak bırakılmıştır. İnsan kainatla arasındaki ilişkiyi denge esasına göre kurmak, tabiata temellük duygusuyla değil emanet duygusuyla yaklaşmak zorundadır. Egemen değerler dizgesinin içinde kalarak dünyanın gıda sorunlarını da, su ihtiyacını da, enerji ihtiyacını da karşılamak, bu ihtiyaçların karşılanamamasından kaynaklanan çatışma ve savaşları da engellemek mümkün değildir. İnsanlık ne yazık ki önümüzdeki dönemde çok daha ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacaktır. Su savaşları, enerji savaşları ve gıda savaşları insanlığın büyük kıyım ve yıkımlarla karşı karşıya kalmasına yol açabilecektir.

Dijital Tehdit

Dijitalleşme ve sosyal medyanın insan hayatına engellenemeyen nüfuzu insanlığı alışık olmadığımız yeni krizlerle karşı karşıya bırakmaktadır. Gerçeklik duygusu kaybolmaktadır. Gerçeklikle bağımız zayıflamaktadır. Sosyal mecraların hayatımızı kuşatması anlam dünyamızı daraltmaktadır. İnsanın “özne” liği kaybolmaktadır. İnsan dijitalin nesnesi haline dönüşmektedir. Neyin gerçek neyin sanal olduğunu ayrıştırma imkânımız zayıflamaktadır. Neyin “kendiliğimiz” olduğu, neyin “kendiliğimizin” dışından dayatıldığını ayırt edemez hale gelmekteyiz. Sadece benliklerimiz, anlam dünyamız ve gerçeklik duygumuz değildir tehdit altında olan. İnsan onuru da tehdit altındadır. İnsan, insanca muamele görmekten ve insanca yaşamak imkanından mahrum hale gelmektedir. Büyük ve karşı konulamaz odakların manipülasyonunun nesnesi haline dönüşmektedir. İnsanın ihtiyaçları ve arzuları insan dışı odakların kışkırtıcı saldırılarının muhatabı olmuştur. İnsan kendi ihtiyaçları ile ilgili kararları neredeyse kendisi veremeyecek bir duruma gelmiştir. Bu da insan onuruna karşı yapılmış çok önemli bir saldırıdır.

Öte yandan demokrasiler de dijital tehdit altındadır. Birtakım algoritmalarla insanların kanaatleri yönlendirilmekte, algı operasyonlarıyla siyasi aktörler itibarsızlaştırmakta, küçük çıkar çevreleri ellerindeki dijital araçlarla geniş kesimleri yönlendirmektedir.  Bu da demokrasinin geleceğini, insanlığın kendi kendini yönetme özgürlüğünü tehdit eden sonuçlar doğurmaktadır.

Güvenlik Krizi

Dünyanın güvenlik mimarisi değişiyor. 2014’te Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ile başlayan süreç aslında dünyamızın bir güvenlik krizi ile karşı karşıya olduğunu apaçık ortaya koydu. Kırım’ın ilhakı ile başlayan süreç Ukrayna’nın işgaline vardı. Öte yandan Tayvan üzerinden yaşanan gerilim de karşı karşıya kaldığımız güvenlik krizinin bir başka göstergesi oldu. NATO bir güvenlik şemsiyesi olarak nasıl bir misyona evrilecek? Ukrayna ve Rusya arasındaki savaş NATO’nun pozisyonunun güncellenmesi ihtiyacını ortaya çıkardı. Bu yeni ihtiyacın sonucu olarak İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılma isteği, Yunanistan’ın ABD’nin teşviki ile NATO ’nun ileri karakolu gibi konumlanması sanki bir güvenlik şemsiyesinin genişlemesi gibi görünse de yeni çatışma ve gerilimleri tahrik edecek bir unsur olarak değerlendirilmektedir.  NATO büyük oranda ABD hakimiyetinde yeni bir sürecin içine girmiştir. ABD NATO’ya kuzeyden güneye İsveç’ten başlayıp Girit’le tamamlanan bir dikey hat çizmektedir. Bütün bu gelişmeler yeni krizlerin, çatışma ve savaşların kaynağı olma potansiyeli taşımaktadır.

Öte yandan dünyada yeni güç merkezleri oluşuyor. Güç merkezleri yer değiştiriyor. Kartlar yeniden karılıyor. Çin, Rusya, Hindistan, İran, Türkiye, İngiltere ve Avrupa birliği ortaya çıkan yeni stratejik durumu kendi lehlerine değerlendirebilmek için bir güç mücadelesi yürütüyorlar. ABD Batıyı tahkim etmeye çalışırken Pekin, ABD ile rekabette Hint-Pasifik bölgesinde olabilecek kuşatmayı aşabilmek için Avrasya ‘yı tahkim etmeye çalışıyor. Önümüzdeki yılların temel sorusu uluslararası sistemin kimin kontrolünde olacağı sorusudur. Uluslararası sistem ABD’nin mi Çin’in mi kontrolünde olacak? Yaşadığımız uluslararası güç mücadelelerine bu sorunun etrafında cevaplar aramaya çalışmak lazım. Yaşanan savaş ve çatışmaları da yine bu soru çerçevesinde anlamlandırmaya çalışmak gerekir. Ukrayna ve Rusya arasında yaşanan savaşa, Tayvan üzerinden oluşturulan gerilime de buradan bakmak gerekmektedir.

Bir taraftan da dünyanın birçok yerinde sıcak çatışmalar devam etmektedir. Suriye de iç savaş hızını kesmiş olsa da hala bitmiş değildir. Libya’da çatışmalar sürmektedir. Yemen iç çatışmalarla boğuşmaktadır. Kafkaslar ve Balkanlar her an başlayabilecek çatışma ve gerilimlere oldukça müsait bölgeler. Bütün bunlardan baktığımızda dünya ciddi güvenlik riskleri ile karşı karşıya bulunmaktadır. Rusya Ukrayna savaşı bağlamında zaman zaman nükleer silahların kullanılabileceğinin konuşulması bile tehdidin ne kadar yıkıcı bir gerçekliğe dönüşebileceğin ipuçlarını vermektedir.

Krizleri Aşmak

Peki bütün bu krizleri nasıl aşacağız? İnsanlığın barış, huzur ve refahını nasıl sağlayacağız? İnsanlık tarihi kadar eski bu sorulara nasıl cevap vereceğiz? Mevcut paradigmanın içinde kalarak bu sorunları çözmek mümkün değildir. Yeni bir paradigmaya ihtiyaç vardır. Bu sorunları ancak merkezinde ahlak, vicdan, adalet ve merhametin olduğu yeni bir insani paradigma ile çözebiliriz. İnsanlığın barış, huzur ve refah arayışı aslında bir paradigma arayışıdır. 20. Yüzyıl bir kriz yüzyılı olmuştur. Ne yazık ki 21. yüzyıl da krizlerin devam ettiği bir yüzyıl olarak başlamıştır. Kriz kelimesi, kriter ve kritik kelimeleri ile aynı kökten gelmektedir. Kriz demek kritersizlik demektir. Dünya ölçüsünü, kriterlerini kaybetmiştir. Hiçbir insani, ahlaki ve vicdani kriterin kalmadığı bir durumdayız. Bu nedenle her şeyden daha fazla ahlaka, vicdana, merhamet ve adalete ihtiyacımız var. Hepimize düşen en insani görev ahlakı inşa etmek, vicdanı inşa etmek ve adalete dayalı yeni bir dünyayı kurmaktır.

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir