Anadolu, Sultan Alparslan’ın 1071 yılında Malazgirt Zaferi ile bize vatan yaptığı topraklardır.
Akabinde bu topraklarda Selçuklu ve Osmanlı gibi iki büyük medeniyet kuruldu.
İslam ile yoğrulmuş olan coğrafyamız, barış, huzur, esenlik, hoşgörü, adalet ve merhametin yeşerdiği yerlerin adı oldu.
Ecdadın, ilayıkelimetullah uğruna önce gönüllerde sonra coğrafyalarda yaptığı fetihleri müteakip bazı milletler, kendi iradeleriyle Osmanlı tebaası olmayı kabul ettiler. İhlasla ekilen tohumlar tuttu, kalpten çıkanlar kalplere ulaştı. 1463’te Boşnaklar “Bize bey gönder!” dediklerinde, Sultan Fatih, altı ay sonra ordayım dedi, 7’nci dil olarak Boşnakçayı öğrenerek 50 bin insana Boşnakça konuştu, 30 bin kişi Müslüman oldu. Böyle böyle vatan sınırları Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar genişledi.
Altı asırdan fazla hüküm süren Osmanlı Devleti, yönetim zafiyetlerinin oluşması ve gelişen milliyetçilik akımlarının bağımsızlık taleplerini tetiklemesi gibi sebeplerle gücünü kaybetti.
“Ya İstiklâl Ya Ölüm!”
İnsanlık tarihini incelediğimizde şunu görürüz: Güç, adalet ve merhametle birleştiğinde esenlik iklimi oluştururken, zulümle birleştiğinde huzuru yok etmiştir. Gücün zulümle birleşmesinin önemli örneklerinden biri, dünyanın birbirine girdiği Birinci Dünya Savaşı’dır.
Bu savaşın da etkisiyle Osmanlı Devleti, yıkılması mukadder hasta bir ağaca döndü. Sonrasında Anadolu toprakları Batılı devletler tarafından işgale başlandı.
Lâkin necip milletimiz, ne kadar yokluk ve yoksulluk içinde olursa olsun, hürriyetinden vazgeçmedi. Esir yaşamaktansa, ölümü tercih ederek, “Ya istiklâl ya ölüm!” fermanıyla verdiği milli mücadele neticesinde, 29 Ekim 1923 tarihinde yeni devletini, Türkiye Cumhuriyetini kurdu.
Cumhuriyet; tarihimizin şanlı sayfalarında kalan günlere atıfla, muasır medeniyetlerin seviyesini yakalama ve üzerine çıkma hedefini belirledi. Maalesef bu hedef uzunca süre yakalanamadı.
Çok partili siyasi hayata ancak 1946’da geçilebilmişse de siyasi iradeye yapılan müdahaleler ve milli egemenliğimizin baskı ve vesayet altına alınmaya çalışılmasıyla siyaset sık sık kesintiye uğradı. Siyasetin kesintiye uğraması yatırımların, sanayileşmenin, eğitimin, ticaretin, hukukun, adaletin, sivilleşmenin de darbe alması anlamına geldi hep. 27 Mayıs 1960 darbesi, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 darbesi, devletimizin ve milletimizin gelişmesi önündeki büyük engeller olarak hafızalarımızdaki yerini aldı.
Cuntacı müdahaleler ve vesayet rejimleri, ülkemizde güçlü siyasi irade ve istikrar oluşmasına engel oldu. Güçlü ve istikrarlı bir irade olmadan topyekûn bir kalkınma ve ilerleme başarısından bahsetmek mümkün değildir.
Hâlbuki tarihi misyonu, jeo-politik ve jeo-stratejik önemi, yeraltı ve yerüstü kaynakları, yetişmiş insan gücü potansiyeli ve daha pek çok özelliği itibariyle oldukça avantajlı konumda bulunan ülkemizin, her alanda çok daha hızlı şekilde güçlenmesi gerekirdi.
Mesela İkinci Dünya Savaşı’nın kaybedenlerinden Almanya, kısa sürede toparlandı, kalkınmaya başladı, kendi insan gücünün yetmediği yerde başka ülkelerden işçi talebinde bile bulundu.
Tüm Ezberler Bozuldu
Cumhuriyetimizin kuruluşu üzerinden yarım asra yakın bir zaman geçmişken; Türkiye’nin gücünün ve zenginliğinin farkında olan, memleketimizin maddi ve manevi kalkınmasını hedefleyen, vesayet rejimine hayır diyebilen ve milli iradenin hâkim olması için çabalayan öncü olarak ortaya çıkan Milli Görüş Lideri Necmettin Erbakan, tüm ezberleri bozmaya yetti.
Necmettin Erbakan Hocamız, 1969’da başlayan siyasi hayatı ile temel hedefleri, Yaşanabilir Bir Türkiye, Yeniden Büyük Türkiye, Yeni Bir Dünya kurmaktı. Hedeflerini gerçekleştirme gayretine, ne kurduğu partilerin kapatılması, ne siyasi yasaklar, ne de cezaevine girmesi engel olamadı.
Hedeflerine ulaşmak için, bir taraftan sivil toplum kuruluşları aracılığıyla toplumu hazırlarken, diğer taraftan kurduğu partilerle iktidar mücadelesi verdi.
Erbakan Hocamızın hedefleri, hepimizin ortak vazgeçilmez hedefleriydi. Erbakan Hocamızın temellerini attığı hareket içerisinde, özellikle Milli Gençlik Vakfı, gençlik üzerinde müessir neticeler elde etti. Milli Görüşçü gençliğin omuz vermesiyle, 1990’lı yıllarda siyasi başarılar elde edilmeye başlandı. 1991 genel seçimlerinde Refah Partisi meclise girdi, 1994 yerel seçimlerinde Ankara ve İstanbul başta olmak üzere çok sayıda belediye başkanlığını kazandı, nihayetinde 1995 genel seçimlerinde birinci parti olarak çıktığı seçimlerden bir süre sonra hükümeti kurma görevini üstlendi.
Ancak, Erbakan’ın başbakanlığındaki hükümetin icraatlarıyla rant kapıları kesilen zinde güçlerin ve vesayet odaklarının devreye girmesi üzerine 28 Şubat darbesi ile Refah Partisi kapatıldı. Bununla yetinmediler, Refah-Yol hükümetinin Başbakanı Necmettin Erbakan’a siyaset yasağı getirildi.
Yine dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a da, okuduğu bir şiir sebebiyle siyaset yasağı getirildi.
Ancak, bu kararların tarihin akışında nokta kadar ehemmiyeti yoktu. Çünkü milli iradenin tecellisine hiç bir mahkeme engel olamazdı. Nitekim son temyiz mercii olan milletin vicdanı, yasakları kaldırdı ve bugün Cumhurbaşkanımız olan Recep Tayyip Erdoğan’a halen devam etmekte olan siyasi liderliğinin önünü açtı.
Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın liderliğindeki bu süreçte, vesayet odakları saf dışı bırakıldı, temel hak ve özgürlükler alanı başta olmak üzere eğitim, sağlık, bayındırlık, savunma sanayi, teknoloji, enerji, güvenlik ve diğer alanlarda, önceki dönemlerle kıyaslanmayacak kadar önemli başarılara imza atıldı. Bütün bu çabalar, Yaşanabilir Bir Türkiye ideali için ortaya konuldu. Yine bu dönemde, süre gelen adaletsiz düzene karşı “one minute” çıkışıyla, dünyanın beşten büyük olduğu gerçeğini egemen zalimlerinin yüzlerine haykırılmasıyla, Ermenistan işgali altındaki Karabağ’ın özgürlüğüne kavuşturulmasıyla, Mavi Vatan projesiyle Yeniden Büyük Türkiye’nin adım adım kurulmakta olduğuna beraber şahitlik ettik.
Şimdi sırada Yeni Bir Dünyanın kurulması var. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100’ncü sene-i devriyesi olan 29 Ekim 2023 tarihi, aynı zamanda Sayın Cumhurbaşkanımızın dile getirdiği Türkiye Yüzyılının da başlangıcıdır.
Yeni Dünya Yeni Türkiye
Türkiye Yüzyılı, her anlamda güçlü, saygın ve sözü dinlenen bir Türkiye’nin, bölgesinde ve dünyada oyun kurucu olması demektir. Türkiye Yüzyılı, geleceğe yaşanabilir ve adil bir dünya bırakma inancı, ideali ve iddiasını ihtiva eden bir kızıl elmadır.
Türkiye Yüzyılında; sadece Türkiye vatandaşları değil, dünyadaki bütün mazlum ve mağdurlar huzur bulacak, rahata kavuşacak, insanca yaşama imkânına sahip olacaklardır.
Türkiye Yüzyılı zalime korku, mazluma umut demektir.
Türkiye güçlü olursa; Balkanlardaki Müslümanlar rahat edebilir.
Türkiye güçlü olursa; Karabağ bağımsızlığını koruyabilir.
Türkiye güçlü olursa; Kudüs özgür olabilir.
Türkiye’nin her anlamda giderek güçlendiği yadsınamaz bir gerçektir.
Türkiye Yüzyılında; teknoloji öldürmek için değil, yaşatmak için; zehirlemek için değil, kurtarmak için, yok etmek için değil var etmek için kullanılmalıdır.
Türkiye Yüzyılında; hastanın bir müşteri olarak değil, şifaya kavuşması gereken en kıymetli varlık olarak görüleceği bir sağlık anlayışı hâkim olmalıdır.
Türkiye Yüzyılında; geciken adalet, adalet değildir düsturuyla, haklı olanın hakkını kaybolmadan alabileceği bir adalet anlayışı hâkim olmalıdır.
Türkiye Yüzyılında; insanların mahremiyetine saygı duyulan ve komşuluk hukukunu esas alan bir şehircilik anlayışı hâkim olmalıdır
Türkiye Yüzyılında; çocuklarımız maddeye değil manaya, kabuğa değil öze hâkim olacağı ve yarınlarımızın emanetçisi olarak kabul edileceği bir eğitim anlayışı hâkim olmalıdır.
Türkiye Yüzyılının gerçekleşebilmesi için devletimizin yanında, fert fert her birimize önemli sorumluluklar düşmektedir.
İnsan; Yaratılmışların en şereflisidir ve yaratılan her şeyin emrine verildiği, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Bu yüzden özelliklerine lâyık bir şekilde yaşamalı ve yaşatılmalıdır.
Maide Suresi’nin 32’nci ayetinde buyurulduğu üzere; “Her kim haksız yere bir insanı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibidir, bir insanın hayatını kurtarırsa bütün insanlığın hayatını kurtarmış gibidir.”
İnsanı, zübde-i âlem yani kâinatın özü gören bir anlayışın muhatapları olarak temel bakış açımız bu olmalıdır.
Bu insan, ister Filistin sahillerinde denize vuran bir çocuk, ister Suriye zindanlarında ömür çürüten bir âlim, ister Washington banliyölerinde sahipsiz bir şekilde yaşam mücadelesi veren bir kadın, ister Ukrayna’da toprağı işgal edilen ve vatanından göç etmek zorunda kalan bir ihtiyar olsun. Bizim için mübarektir, yaşamalı ve yaşatılmalıdır. Dolayısıyla Türkiye Yüzyılının merkezinde insan olmalıdır.
Tarihte pek çok medeniyet kurmuş bir millet olarak biliriz ki; insanı yaşatırsak, devlet de yaşar. Bu sebeple, insana yapılan her yatırım, aslında devlete yapılmaktadır, insana verilen her değer, aslında devlete verilmektedir.
Türkiye Yüzyılında; devletin, milletin hizmetkârı olduğu, insanların ve toplumun düzenini sağlama, ailenin korunması; can, mal, namus ve nesil emniyetini garanti altına aldığı bir anlayış hâkim olmalıdır.
Türkiye Yüzyılında; herkesin temel insan hak ve hürriyetlerinden aynı şekilde yararlanacağı ve insanca yaşayabileceği, bir anlayış hâkim olmalıdır.
Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın, Türkiye Yüzyılı vizyon konuşmasında ifade ettiği üzere, esasında Türkiye Yüzyılı fiilen çoktan başlamıştır. Türkiye Yüzyılı herkesin kendi imtihanı ve istikametidir. İmtihanın kazanılması ve istikametin bulunması, dünyaya istikamet kazandıracaktır.
Hayat; hak ile batılın mücadelesi şeklinde geçmektedir. Bu mücadele dün başlamadığı gibi, yarın da bitmeyecektir. Hazreti Adem’le başladı, kıyamete kadar devam edecektir. Bir imtihan yeri olan bu dünyada, bizler, hayatımızın her anında Hakkın hâkimiyetini kazanmaya gayret etmekteyiz.
Cihannüma olarak, 10 yaşında olsak da, bin beş yüz yıllık İslam kültür ve medeniyetinin, bin yıllık Anadolu irfanının ve yarım asrı aşan Milli Görüş müktesebatının mirasçılarıyız ve mirasımızın bugünkü öncüsü Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın yol arkadaşlarıyız. Tevarüs ettiğimiz bu mirasın ve yol arkadaşlığının gereği olarak, Hakkın hâkimiyeti için çalışmayı vazife biliyoruz.
Dün Bosna’da uygulanan soykırımın durdurulması için, Ayasofya’nın açılması için, başörtüsü yasağının kaldırılması için, Yaşanabilir Bir Türkiye ve Yeniden Büyük Türkiye’nin inşası için nasıl mücadele ettiysek, aynı inanmışlık, heyecan ve aşkla Türkiye Yüzyılının hayat bulması için çalışacağız.
Bizlerin en büyük hedefi Yeni Bir Dünya kurma inanç ve idealidir. Türkiye Yüzyılı, bu inanç ve idealin yeniden ifadesidir.
Bütün kalbimizle inanıyoruz ki Türkiye Yüzyılı gerçekleşecektir.
Bunu inşallah dünya gözüyle göreceğiz.
Yarına dair hayallerle, düşe kalka yol aldık.
Ömrümüzün en kıymetli yıllarını millet ve memleket için harcadık, helali hoş olsun.
Yeter ki, Kirazlıdere’nin pencerelerinden Pınarhisar’a, oradan gökyüzüne uzanan umudun yüzü hep aydınlık olsun.