Eğitim sürecinin temel amaçlarından biri, toplumun değer yargılarını gelecek nesillere aktarmaktır. Bu süreçte aile kurumu, özellikle de ebeveynler, hayati bir rol üstlenir. Anne ve babalar, çocuklara toplumsal değerleri doğrudan aktaran ve onların bu değerleri öğrenmelerini sağlayan ilk modeldir. Bu bağlamda, hangi değerlerin nasıl aktarılacağı konusunda bilinçli olmak, değerlerin sağlıklı bir şekilde devamlılığını sağlamak açısından büyük önem taşır. Ailenin çocuklar üzerindeki etkisi, sadece değer aktarımıyla sınırlı kalmaz; aynı zamanda çocuklara rol model olarak onların ahlaki ve sosyal gelişimlerini de derinlemesine etkiler. Aile bireyleri, özellikle anne ve baba, çocuğun karakter yapısının ve manevi değerlerinin şekillenmesinde en önemli rehberdir.
Modern çağda, hızlı bilimsel, teknolojik ve kültürel gelişmelerle birlikte maddi ve manevi değerlerde de değişimler gözlenmektedir. Bu değişimler, kimi zaman olumlu yönde gelişme sağlarken, kimi zaman da kültürel yozlaşmaya neden olabilmektedir. Bu durum, toplumların dini ve manevi değerlerinde içsel ve dışsal etkilerle aşınmalara yol açmaktadır. Özellikle günümüz kültüründe gözlemlenen bazı sağlıksız değişimler, toplumun milli ve manevi değerlerini tehdit eder hale gelmiştir. Bu süreçte aile kurumunun, çocuğun kültürel değerleri öğrenmesinde ve içselleştirmesinde oynadığı rol daha da önem kazanmaktadır. Aile, toplumsal yapıyı bir arada tutan en önemli unsurlardan biri olarak, bireylerin değerlerini koruma ve bu değerleri gelecek nesillere aktarma sorumluluğunu taşır.
Aile kurumu, tarih boyunca toplumsal birliğin temel taşı olmuştur. Her ne kadar toplumun yapısındaki değişimlerle birlikte ailenin işlevlerinde farklılaşmalar meydana gelse de bu kurum toplumsal değerleri aktarmadaki rolünü korumuştur. Özellikle Endüstri Devrimi sonrası dönemde, geniş aile yapısından çekirdek aileye geçiş, aile yapısında önemli değişiklikler getirmiştir. Çekirdek aile, yalnızca anne, baba ve çocuklardan oluşan yapısıyla modern toplumun temel aile modeli haline gelmiştir. Bu değişimle birlikte, geniş aile yapısının sunduğu toplumsal destek ve değer aktarımı fonksiyonları büyük ölçüde çekirdek aileye aktarılmıştır. Çekirdek aile yapısının hâkim olduğu günümüzde, çocukların toplumsal değerlerle olan bağı daha sınırlı bir çevrede kurulmakta; bu da toplumsal normların ve değerlerin devamlılığını sağlama konusunda ailelerin üstlendiği sorumluluğu daha önemli hale getirmektedir.
Aileyi oluşturan evlilik bağı, iki ayrı dünyayı tek bir çatı altında buluşturur. Bu bağ, bireylerin psikolojik, fizyolojik ve sosyal gereksinimlerini karşılayan bir kurum olarak mutluluğun ve sağlıklı bir yaşamın temellerini atar. Aile, bireyin sosyal bir varlık olarak eğitim gördüğü, davranışlarını öğrendiği ve bilinçaltının şekillendiği ilk informal eğitim kurumudur. Bu eğitim süreci, doğumdan itibaren başlar ve bireyin hayatı boyunca devam eder. Çocuk, ailenin sağladığı bu ortamda hem kişisel hem de kültürel anlamda kimlik kazanır. Aile içindeki sosyal etkileşimler, bireyin karakter yapısının şekillenmesinde belirleyici bir rol oynar[i]. Çocuğun kişilik kazanımı, büyük ölçüde aile eğitimiyle desteklenir ve aile üyelerinin tutum ve davranışları, çocuğun kimlik gelişiminde doğrudan etkili olur.
Aile, toplumun bir birimi olarak toplumun tüm özelliklerini yansıtır. Toplumun değer yargılarını, geleneklerini, inançlarını ve kültürel mirasını çocuğa kazandıran ilk toplumsal yapı aile kurumudur. Çocuk, aile içinde toplumsal değerleri ve kültürel normları öğrenirken, aynı zamanda becerilerini geliştirme fırsatı bulur. Çocuk, aileden toplumda nasıl davranacağını, sosyal ilişkilerde nasıl hareket etmesi gerektiğini ve farklı insanlarla nasıl iletişim kuracağını öğrenir. Bu süreçte çocuk, kendisini başkalarına nasıl ifade edeceğini, farklı yaş ve cinsiyetteki insanlarla nasıl etkileşim kuracağını aile içinde gözlemleyerek içselleştirir. Aile, çocuğun fiziksel gelişiminin yanı sıra, toplumsal değerlerin ve kültürel normların öğrenildiği, çocuğun sosyal kimliğinin şekillendiği ilk ve en etkili sosyalleşme alanıdır. Bu süreç, çocuğun gelecekteki sosyal ilişkilerini, değer yargılarını ve toplumsal normlara uygun davranışlar geliştirme sürecini belirler.
Aile içinde çocuğun değer yargılarının oluşumunda ve toplumsal normları öğrenmesinde ebeveynler en önemli rehberlerdir. Ebeveynler, çocuklarının davranışlarını, değerlerini ve inançlarını doğrudan etkileyen ilk sosyal modellerdir. Çocuk, yaşamının ilk yıllarında toplumun temel değerlerini, normlarını ve kurallarını öncelikle aile bireyleri aracılığıyla öğrenir. Ebeveynlerin çocuklarıyla olan ilişkilerinde sağladığı sevgi, saygı ve güven ortamı, çocuğun sosyal becerilerinin gelişimini destekler ve özgüven duygusunu güçlendirir. Çocuk için oldukça değerli olan bu ilişki, çocuğun toplumsal hayatta sağlıklı bir birey olarak var olmasına katkı sağlar.
Aile içi iletişim, değerler eğitiminin temel unsurlarından biridir. Ebeveynlerin çocuklarına değer yargılarını sağlıklı bir şekilde aktarabilmeleri için kendi aralarındaki iletişimi güçlü tutmaları, çocuklarıyla olan ilişkilerinde ise sevgi, saygı ve hoşgörüyü temel alarak hareket etmeleri önemlidir. Ebeveynlerin tutumları, çocukların sosyal becerilerini, değer yargılarını ve inanç yapılarını doğrudan etkiler. Çocuklar, aile içinde gözlemledikleri davranışları kendi kimlik yapılarının bir parçası haline getirirler. Bu süreçte çocuk, anne ve babasının olumlu davranışlarını taklit ederek onları model alır ve bu davranışları içselleştirir. Ebeveynlerin olumlu ve tutarlı tutumları, çocukların sağlıklı birer birey olarak topluma katılmalarında belirleyici bir etkiye sahiptir.
Değerler Eğitimi Açısından Aile İçi İletişimin Çocuklar Üzerindeki Etkisi
Aile, evlilik ve kan bağına dayalı, aynı evde yaşayan, aynı ekonomik gelirden yararlanan, bireylerin ana, baba, kardeş ve çocuk rollerini üstlendiği ve bu roller doğrultusunda birbirleri üzerinde etkiler oluşturduğu toplumsal bir kurumdur. Aynı zamanda, belirli bir görgüyü geliştirip bu görgüyü kuşaklar arası bir miras olarak aktaran en temel yapı taşıdır. Evlilik, bir kadın ile erkeğin “karı-koca” statüsünde birbirine bağlandığı, toplumsal ve yasal yükümlülükler ile çevrelenmiş kurumsal bir ilişkiler sistemidir. Evlilik kurumu, sadece eşler arasındaki ilişkiyi düzenlemekle kalmaz; doğacak çocuklara belirli bir sosyal statü sağlar ve devlet tarafından da denetlenen bir yapı olarak, toplumsal düzenin sürdürülebilirliğinde önemli bir işlev görür. Bu sistemde, eşlerin ve çocukların hak ve yükümlülükleri yasalar, toplumsal normlar, gelenekler ve inançlar doğrultusunda belirlenmiştir[ii].
Çocuğun gelişiminde anne-babanın rolü, çocuğun doğumundan önce başlar ve bireyin yaşamı boyunca devam eder. Çocuğun temel ihtiyaçlarını anlayıp karşılayabilmek için ebeveynlerin doğumdan itibaren çocuklarıyla sağlıklı bir iletişim kurması gereklidir. Bu iletişim, doğum sonrası ilk saatlerde başlayan fiziksel temas ve buna bağlı duygusal doyum ile temellendirilir. Çocuk, annenin sıcaklığını ve kokusunu hissetmek suretiyle, ihtiyacı olan duygusal desteği alır ve bu sayede güven duygusunun temelleri atılır. Çocuğun bu gereksinimlerinin sağlandığı bir ortam, güven duygusunun yanı sıra, çocuğun kendisine ve çevresine güven duyma kabiliyetini de geliştirir[iii].
Çocuklar, okul öncesi dönemde sosyal bir birey olmayı öğrenirken, davranışlarını taklit edebilecekleri güçlü bir modele ihtiyaç duyarlar. Bu dönemde taklit yetisi çocuğun doğasında filizlenir ve ilk bilgileri bu yolla öğrenir. Çocuk, anne ve babasının olumlu ya da olumsuz özelliklerini, onların davranış ve duygularını içselleştirir. Özdeşim yapma isteği oldukça güçlüdür; çocuk, ebeveynlerinin tutumlarını, değer yargılarını ve beğenilerini kendine mal ederek kendi benliğine dâhil eder. Anne ve babasının doğru, iyi ve uygun gördüğü özellikleri benimsemeye çalışırken, olumsuz ve istenmeyen özelliklerden de kaçınmaya gayret eder. Bu süreçte, çocuğun kişilik gelişiminde ebeveynlerin rehberliği belirleyici bir etkiye sahiptir.
Taklit döneminde çocuklar, ailedeki dini pratikler ve dini içerikli davranışlara doğal bir ilgi duyarlar. Ebeveynlerin dini yaşayışları çocuğun taklidine ve dini değerleri özümsemesine yol açar. Bu eğilim, çocuk için dini bir kimliğin oluşumunda büyük önem taşır; çocuk, çevrenin dini atmosferine ve kendi becerilerine göre dini yaşantıyı içselleştirerek geliştirmeye başlar. Bununla birlikte, dini yaşantıları yetersiz olan bir ailede yetişen çocuklar, dini değerlerin kazanımında zorluk yaşayabilirler.
Aile içinde sıcak ve uyumlu ilişkiler, çocuklara doğru yayılarak onların güvenli ve sağlıklı bireyler olarak yetişmelerine katkı sağlar. Ancak, gergin ve çatışmalı bir anne-baba ilişkisi, çocukta tedirginlik ve endişe oluşturabilir. Sürekli eleştirilmiş bir çocuk, kendi kendine yetersiz olduğunu düşünerek eleştirel bir tutum geliştirebilir. Kin dolu bir ortamda büyüyen çocuk ise, çatışma ve öfkeyi öğrenirken, hoşgörü ile yetişen bir çocuk sabırlı olmayı, hak ve adalete saygı görerek yetişen çocuk ise adil olmayı öğrenir. Bu nedenle, ebeveynler arasındaki karşılıklı sevgi ve saygı, çocuğa değer kazandırmada önemli bir role sahiptir. Anne-baba arasındaki sevgi ve saygının çocuğa zamanında ve tutarlı bir şekilde yansıtılması, çocuğun bu değerleri kazanmasında etkili olacaktır.
Sevgi, çocuğun sağlıklı bir kişilik geliştirmesinde temel bir duygudur ve sevginin çocuğa doğru miktarda gösterilmesi oldukça önemlidir. Nasıl ki bitkilere fazla ya da az verilen su onların sağlığını bozuyorsa, çocuğa aşırı ya da yetersiz sevgi göstermek de gelişimini olumsuz etkiler. Ebeveyn, çocuğuna yeterli ilgi göstermediğinde, çocuk bu eksik sevgiyi başkalarında arama eğilimi gösterebilir. Sevgi, karşılık buldukça gelişir ve pekişir; ebeveynin çocuğa ilgi göstererek, onun bireyselliğini kabul ederek ve olumsuz eleştirilerden kaçınarak sergilediği tutumlar, çocuğun sevgi dolu bir dünya algısı geliştirmesine katkı sağlar[iv].
Değer kazandırmada, ebeveynlerin davranışlarındaki tutarlılık da önemlidir. Çocuğa doğruluk eğitimi verilmesi gerektiğinde, ebeveynin kendisi de dürüst davranmalı ve çocuğun yanında yalandan kaçınmalıdır. Aile yalan söylediğinde, çocuk bu davranışı örnek alarak dürüstlükten uzaklaşabilir. Ebeveynlerin çocuklarına açık sözlü olmaları ve doğruyu aktarmaları, çocuğun karakter gelişiminde dürüstlüğü temel bir değer olarak benimsemesini sağlar.
Çocuğun özgüvenini geliştirme sürecinde ebeveynler dengeli bir tutum sergilemelidir. Çocukların özgüveni, toplumsal değerlere uygun bir karakter gelişimi ile desteklenmelidir. Aşırı özgüven, bireyin toplumsal değerleri göz ardı etmesine yol açabilir. Bu nedenle, çocukların sağlıklı özgüven gelişimini sağlarken, toplumun değerlerini de özümsemesine olanak tanıyan bir eğitim süreci benimsenmelidir. Aksi halde, özgüveni yüksek ancak toplumsal değerlerden uzak bir çocuk, kaygılı ve depresif bir kimlik geliştirebilir.
Günümüzde ihmal edilen değerlerden biri de cinsellik eğitimidir. İffet ve ahlaki saflık erdeminin kazandırılması açısından çocukların cinsellikle ilgili doğru bilgilendirilmesi önem taşır. Evlilik öncesi ve evlilik dışı cinsel deneyimlerden uzak durmanın gerekliliği, çocuklara uygun bir dille anlatılmalıdır. Çocukların sorularına doğru bilgilerle cevap vererek merak duygusunu yönlendirmek, onların sağlıklı bir cinsellik anlayışı geliştirmelerine katkı sağlar.
Sonuç ve Öneriler
Anne-babalar, çocuklarını yetiştirirken öncelikle onların gelişim evrelerini ve içinde bulundukları dönemin özelliklerini iyi bilmelidir. Çocukların, ebeveynlerinin bir kopyası olmadığını, her birinin kendine özgü zekâ ve kişilik özellikleri olan bağımsız bireyler olduğunu kabul etmek, sağlıklı bir değer aktarımının temelidir. Ebeveynlerin çocuklarına doğruyu ve yanlışı öğretirken kendi aralarındaki tutum ve davranışlarda dengeli, tutarlı ve kararlı olmaları oldukça önemlidir. Güvenli bir çocuk yetiştirmek için ebeveynlerin önce kendilerine, ardından birbirlerine ve son olarak çocuklarına güvenmeleri gerekmektedir.
Çocukların doğuştan getirdikleri olumlu özelliklerin gelişmesi için çaba sarf edilmelidir. Çocukların karakter yapısının güçlenmesi ve ahlaki değerlerin kazanılması, süreklilik ve önlerinde uygun bir rol model görmelerini gerektirir. Aile, çocuğun ilk taklit ettiği ve değerleri öğrendiği alan olduğundan, anne ve babanın tutumları değer aktarımı açısından kritik bir öneme sahiptir. Aile içinde süregelen tartışmalı ve gergin bir ortamda ahlaklı bir bireyin yetişmesi güçtür. Ailede sevgi, saygı ve hoşgörünün hâkim olduğu bir ortam ise, çocukların sağlıklı değerler kazanmasına ve bu değerleri benimsemesine olanak tanır.
Değerlerin kazandırılmasında en önemli dönem, okul öncesi yıllardır. Bu dönemde atılan değer eğitimi temelleri, çocukların karakter yapısının sağlamlaşmasını sağlar. Çocuk, çevresel etkileşimlerin arttığı ileri yaşlarda, olumlu ve olumsuz birçok farklı değerle karşılaşacaktır. Bu nedenle aile içindeki ilişkilerin niteliği, çocukların karakter ve ahlak gelişiminde belirleyici bir rol oynar. Aile olarak anne ve babanın çocuklarının gelişim dönemlerini, karşı cinsin psikolojik özelliklerini ve çocuk eğitimi ilkelerini bilmeleri; sağlıklı bir değer aktarımı için elzemdir. Bu bilgi birikimi, aynı zamanda eğitimli nesillerin yetişmesine katkı sunarak toplumun değerlerini geleceğe taşır.
Çocuklar, aile içi ilişkilerde gözlemledikleri temel değerleri, sorumluluk, doğruluk, saygı ve dostluk gibi kavramları benimsemeye başlarlar. İlerleyen yaşlarda bu değerlerin yanına sabır, adalet, çalışkanlık, ölçülülük, kararlılık, cesaret, yardımlaşma ve empati gibi değerler eklenir. Çocuk, büyüdükçe bu değerlere daha fazla anlam kazandırır ve günlük yaşamında bu değerleri sergileme eğiliminde olur. Aile içi etkileşimler, çocukların bu değerleri yaşantılarına dahil etmelerine katkı sağlar.
Günümüzde çocuklar, yalnızca mesleki sınavlara hazırlanarak hayata adım atmakta; hayat okulundan alınması gereken kazanımlardan mahrum kalmaktadır. Bu nedenle, okul yaşamından toplumsal yaşama geçiş sürecinin yaşandığı üniversite yıllarında, her fakültede kadın ve erkek psikolojisi, çocuk gelişimi, aile içi iletişim gibi konuları içeren derslerin müfredata dahil edilmesi, genç bireylerin evlilik öncesinde aile yaşamına dair sağlam bilgiler edinmesini sağlayacaktır. Böylece sevgi, saygı, hoşgörü gibi değerlerle büyüyen çocuklar, aile kurma konusunda daha bilinçli hale gelecek ve kendi çocuklarına da sağlıklı bir değer aktarımı yapabileceklerdir.
Diğer yandan, Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlükleri, Müftülükler, Üniversiteler ve Belediyelerin katılımıyla sağlanacak iş birliğiyle, evlilik öncesi eğitim seminerleri düzenlenmesi de etkili olacaktır. Gönüllülük esasına dayalı olarak nikah tarihi alacak çiftlere ya da bu konuda bilgi almak isteyen bireylere yönelik evlilik öncesi aile içi iletişim ve çocuk eğitimi bağlamında sunulacak eğitimler, aile içi değer aktarımını güçlendirecek ve toplumun değerlerini koruma çabalarına katkı sağlayacaktır.
[i] Buhari, Muhammed b. İsma’il el-Buhârî (1315). el-Câmi’u’s-Sahîh, 1-8, İstanbul.
[ii] Özgüven, İbrahim Ethem. (2000).Evlilik ve aile terapisi. Ankara: PDREM Yayınları.
[iii] Yavuzer, Haluk (2010). Yaygın anne baba tutumları. Çocuk ve Ergen Eğitiminde Anne Baba Tutumları.(Ed.:Catic N,T. )İstanbul: TİMAŞ Yayınları.
[iv] Hökelekli, Hayati. (2013).Psikoloji, din ve eğitim yönüyle insani değerler. İstanbul: DEM Yayınları.